Asr-ı Saadet...
Bir gecmiş zaman cenneti!

Yitik bir cennet!

O gunden bu yana muminlerin yureğinde bu cennetten kopuşun acısı var. Asr-ı Saadet'ten uzaklaşmanın huznu ve onu bir daha gercekleştirebilmenin umudu... Bunun icin yuzleri oraya donuk, Asr-ı Saadet'ten bugune yollar acılıyor, modeller geliştiriliyor. Bugunu Asr-ı Saadet'e donuşturmek istiyorlar! Hic şuphesiz bir daha Bilal-ı Habeşî ezan okumayacak! Hz. Ebubekir, Ammar, Zeyd, Aişe vÂlidemiz.. mescitlere gelmeyecekler! Bu biliniyor! İşte bunun icin, Asr-ı Saadet'in mimarlarını ornek bir nesil kabul edip onlar gibi 'iyi'lik ve 'hayr'da yarışan bir nesil bekleniyor. Menkıbelerden cıkıp, hayatın icinde gorunur hÂle gelmesi beklenen bu neslin etrafında gelişecek hayatın/zamanın Asr-ı Saadetce olacağına inanılıyor.

Nicin Asr-ı Saadet? Gecmiş bir zamana kilitlenmenin anlamı ne?

Asr-ı Saadet, mumin olarak ferdin, muminler olarak da toplumun butunuyle 'iyi'liğe ve 'hayr'a ayarlandığı bir donemdir. Muminin nefsiyle mucadelede one gectiği, cekirdek kurumların 'insan' icin organize olduğu; İslÂm'ın nasıl bir insan ve nasıl bir toplum ongurduğu sorusuna cevap olduğu icin onemlidir. Elbette ki gÂye o cağı olduğu gibi bugune aktarmak, şeklen onları tekrarlamak değildir. 'İyi'lik ve 'hayr' evrenseldir; zaman aşımına uğramazlar. Muminler, 'iyi'lik ve 'hayr'ın kendisini istiyorlar. İslÂm formunda ve Asr-ı Saadet'te zirvede temsil edilen medeniyeti arzuluyorlar.

Muminlerin Asr-ı Saadet'e olan bu ozlemleri, bazıları tarafından 'gecmişe donuk utopya' olarak goruluyor. Utopyadaki 'gelecek' vurgusuna dikkat cekilerek deniliyor ki; muminlerin bugune ve yarına dair duşunceleri hep 'Asr-ı Saadet'ten mulhemdir. Geleceğe yururlerken dahi, yuzleri gecmişe (Asr-ı Saadet'e) donuktur. Adımları ileriye, yuzleri ise geriye baktığı icin onlerini (bugunu ve yarını) goremiyorlar.

Acaba oyle mi?! Hem bu sorunun cevabını vermeye, hem de utopyalardan hareketle bugunu anlamaya calışalım.

Utopya... Beşerî duşunceler, teorik olarak cercevesini oluşturdukları yapının bir gelecek zaman icinde gorunur hÂle geleceğini umarlar. Utopyaları bir yaşanmışlığa yaslanmaz, sadece yuzu geleceğe donuk bir umudu ifade ederler. Muminlerin iddiası ise bir yaşanmışlığa yaslanıyor.

'Gecmişe donuk utopya' veya 'geleceğe donuk utopya' fark etmez; utopya, bugunu olumsuzlayarak gelişir. 'Mutluluğu gecmişte veya gelecekte aramak' şeklinde de tanımlayabileceğimiz utopya, her zaman ve herkes icin soz konusu olmuştur. Hemen herkesin gonlunde; yaşanılası olmayan, bugunun gunahlarından arınmış pak bir ada ozlemi vardır. Coğunlukla, soylenilenlerin gercekleşme ihtimalinin cok az olması durumunda, 'seninki de tam bir utopya ha!' denilse de, utopyaya olan eğilim devam eder. Hemen herkes, 'utopyaya inanma, ama utopyasız da kalma!' der gibi davranır. Bir cok utopyadan bahsedilebilir. Thomas Moore'un Utopia'sı, Hobbes'un Leviathan'ı, Campanella'nın Guneş Ulke'si, Eflatun'un Devlet'i, Saint-Exupery'in Kale'si, FÂrÂbî'nin Medinetu'l-Fazıla'sı... Auguste Comte'un pozitivizminin de utopyası vardı. fizikten ve kutsaldan arınmış, butunuyle algılanabilen bir gerceklikte, her şey insanın eli altında olacaktı. Deneyin imbiğinden gecmiş saf bilgiyle tabiat soz dinler bir hÂl alacaktı. Hayattan kovulan fizik bir daha geri donmeyecek ve gereksizliği anlaşılacaktı. Marksizm ise sınıfsız bir dunya vaat ediyordu. Kapitalist toplumları kollarında tuketen curumuşlukten yayılan kokuların cok uzağında bir dunya.

Bunlar birbirinden farklı utopyalar olsa da, hemen hepsi, bir yer yuzu cennetinden bahseder. İnandırıcı gelmese de, bu cennetin gercekleşmesi beklendi. Ancak bu olmadı, aksine yer yuzu cehenneme dondu. Bilim ile kilise arasındaki kavgalar; bilimin galibiyetiyle hız kazanan teknoloji; birinci ve ikinci dunya savaşları; pozitivist bilginin maddeye burunen yuzu diyebileceğimiz gelişmiş silÂhların depolardan uygulama alanına cıkması; dunyayı kuculten, ozel alan bırakmayan iletişim ağıyla yitirilen mahremiyet... Sanki kıyamet!...

Yitik cennet beklentisi icinde olan insanlar şok olmuş gorunuyorlar. Elleri yana duşmuş, oylece bekliyorlar. Cok sevilen ve beklenilen sevgilinin asla gelmiyeceğini gec de olsa fark eden aşığın yıkımı icindedirler. Hareket alanı yok edilen ferdin zavallılığını seyredip geleceğe dair umutlarını yitiriyorlar. 'Meğer herşey koca bir yalanmış! Şimdi daha kotuyuz! Hobbes'un "kurt insanı"nın parmak dokunuşuyla hedefe yuruyen silÂhların golgesinde bir dunya burası! Kuşatıldık! Artık hicbir şeyin değeri yok! Dunyaya fırlatılmış birer zavallıyız! Hayat bir trajediden ibaret! Bizi utopyalarıyla oyalayan ideolojiler olmuştur!' diyor ve nihilizmin 'hic'lik şarkısına kulak kabartıyorlar.

Yuzu geleceğe donuk utopyalar insanı hayal kırıklığına uğrattı. İnsanlar gelecekten korkuyor! Orwell'in 1984, Huxley'in Cesur Yeni Dunya ve Zamyatin'in Biz anti-utopya romanları ile daha cok 'gelecek' temasını işleyen bilim-kurgu filmleri cok rağbet goruyor. Ancak insanın yureğine su serpmiyorlar. Hemen herkes, 'eğer gelecek buysa, yandık!' diyor. Hızla gelişen teknolojiden ve sınır tanımayan iletişim ağından hareketle duşunulen bilim-kurgular, kıyameti hatırlatıyor. Mesel Terminator ve Matrix filmlerindeki gelecek tasviri... İnsan bu kurgularda kuşatılmışlığını, zavallılığını ve 'hic'liğini goruyor. Hem ilgiyle izliyor, hem de bu gelecekten korkuyor.

Boylesine paradoksal bu goruntude şunu gozlemliyoruz: korku ve guvensizlik icinde yeniden gecmiş zaman şarkılarına donuluyor. Bu yuzyılın ve sonrakilerin utopyalarından bir kacış var. Otantik mekÂnları, esrarlı seruvenleri, din ve medeniyetlere beşiklik yapmış coğrafyaları konu edinen romanlar dunyanın butun dillerine cevriliyor ve en cok okunan kitaplar oluyorlar. Simyacı, Ramses, Musa.. turu romanlarda yitik cennet ozlemi gideriliyor.

Tabiata yeniden donuş başladı. Ekotopya'lardan bahsediliyor. Unabomber, Amerika'da teknolojinin uretildiği sanayi merkezlerine attığı bombalarla ismini duyurduktan sonra yayımlattığı ve aynı zamanda anarşist bir manifesto olan Sanayi Toplumu ve Geleceği'nde, tabiatın kucağında ve onunla uyum icinde yaşanan 'ilkel hayat'ı teklif ediyor.

Gecmişe yapılan bu gezi, otantiğe olan bu rağbet, sırlara ve tabiîliğe olan bu alÂka, muhayyel bir gelecek korkusunun ifadesi midir? Yoksa yuzu geleceğe donuk utopyaların cokuşunden sonra, gecmişte gercekleşen ve tabiattaki sihri bozmayan uygarlıklar yeniden umut mu oluyorlar? Bize oyle geliyor ki, artık yitik cennet gelecekte değil gecmişte aranıyor. Peki Muslumanların Asr-ı Saadet ozlemi yukarıdaki cizgiyle aynı anlama mı geliyor? Yoksa gelecek korkusunun doğurduğu bir sonuc mu?

Muslumanlar pozitivist bir surec yaşamadıkları icin (en azından pozitivizme iman edenler kadar), Asr-ı Saadet ozlemleri de, umutsuzluk icindeki pozitivistzedelerin gecmişe kacışlarına benzemiyor. Hicbir donem Asr-ı Saadet'e sırtlarını cevirmediler; hayatı ve kÂinatı Asr-ı Saadet'in icine inen vahiyle okudular. Muslumanlar başka bir yere gitmedi ki geri donsunler. Ayrıca, ozelde İslÂmiyet'ten genelde fizikten kalkarak yapılan yorumlardan pozitivizmin nasıl bir gelecek inşa ettiğini tahmin ettiklerinden, bugun hayal kırıklığına uğramış da değiller.

Pozitivistzedelerin ardına duştuğu gecmiş zaman seslerinden yitik cennet inşa edilecek mi? Postmodern eğilimler, 'gelecek korkusu'nu ne derece yumuşatabilir, bilmiyoruz. Ancak pozitivist utopyanın, icinde cennet değil, aslında bir cehennem taşıdığını ve bu sebeple umut olmaktan cıktığını oğrenmiş bulunuyoruz.

Peki Asr-ı Saadet bir kere daha yaşanabilir mi? Doğrusu cok rahat 'evet, yaşanabilir' diyemiyoruz. Cunku Asr-ı Saadet'le bugun arasında gecen uzun zaman icerisinde cok yonlu bir dunya şekillenmiş. Yaşanması zor bir hayatın kahramanı olan Asr-ı Saadet insanını tekrarlayabilecek bir nesil beklense de bu cok zor. Ancak, bu hic mumkun değildir de demiyoruz. Cunku bir yaşanmışlığın yeniden tekrarlanabilirliği en azından teorik olarak mumkundur. Bu sebeple Muslumanların Asr-ı Saadet ozlemlerine utopya diyemeyiz. Eğer utopyaya, 'gercekleşmesi mumkun olmayan ancak duşunulen ideal idare ve ulke, hayal ulkesi' diyorsak, Asr-ı Saadet ozlemi utopya değildir.

Hayırlı bir 'yarın' icin Ebubekir Eroğlu gibi duşunuyorum:

'Geleceğin şekillenmesi bugune bağlıdır. İcinde yaşadığımız zaman dilimi, geleceğe dahildir. O hÂlde gelecek uzak değil. Cunku, bugunun icindedir ve bugunde aranabilir. Buyucunun biri Babil Kuyusu'nun derinliklerinden bir plÂn getirip onumuze koyacak olmadığına gore; biz kendimizi değiştirmediğimiz surece, gelecek aynen şu anda gorduğumuz gibi olacaktır. Yani karamsar, umutsuz, şevksiz, isteksiz. Hayra alÂmet olmayan bir suskunluğa batık. İnsan uzak gelecek icin tasarılara sahip olur; ama ayağını bastığı yer bugunun şartlarını taşımaktadır. İnsan başka bir dunyanın tasvirini de yapsa, resmi bugunden başlayarak oluşturacaktır. Uzun erimli duşunceler icin, yaşanan gunlerin manzarası kamcı olabildiği gibi, ayakbağı da olabilmektedir. Bugunun suskunluğa batık gorunumu, ayakbağının varlığını soyluyor. Kamcı, harekete getirici olduğu yerde yoktur; acıttığı yerde var