Okullarda serbest kıyafet uygulamasının gundeme gelmesiyle beraber, kamuoyunda bunun olası sonucları uzerine hararetli bir tartışma başlamış bulunuyor. Kendini bu tartışmada bilerek ya da bilmeyerek bir tarafta konumlandıran herkes, birtakım referanslar gostererek, kendi haklılığını ispat etmeye calışıyor.
Ozellikle de uygulamaya karşı olduğunu soyleyenlerin bilimsel referansı ise psikoloji oluyor. Bunların one surduğu duşunceye gore, okullarda kıyafet serbest olursa, zengin cocuklarla fakir cocukların farkı ortaya cıkarmış ve aralarındaki bu yarış neticesinde yarışta geride kalan fakir cocukların psikolojisi bozulurmuş. Bunu da “guya” psikologlar, psikolojik danışmanlar, pedagoglar ve sosyal hizmet uzmanları gibi konuyla doğrudan alakalı meslek elemanları soyluyormuş. Ben psikolojiyle uzaktan yakından ilgili ve normal zeka duzeyindeki hicbir arkadaşımın bu duşunceye katılabileceğine inanmıyorum, inanmak istemiyorum.
Elbette ki konu, butunluklu olarak ele alınması gereken bir konu. Konunun siyasi ve sosyolojik boyutlarını goz onunde tutmak kesinlikle şart. Biz burada daha cok konunun psikolojik boyutlarını irdelemeye calışacağız.
Şu hikayeyi coğumuz biliriz. Bir cocuk daha anne karnındayken babasını kaybetmiştir. Altı yaşına geldiğinde, aklı ermeye başlayınca annesine arkadaşlarının birer babası olduğunu soyleyip, kendi babasının nerde olduğunu sorar. Anne de caresiz babanın Almanya’da olduğunu, onların geleceği icin calıştığını ve gunun birinde doneceğini soyler. Bir muddet sonra cocuk aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alınca, nasıl olup da babasının hic telefon acmadığını ya da mektup yazmadığını sorar. Anne butun bunları ustalıkla puskurtur. Gunun birinde annenin soyleyecek yalanı kalmadığında, cocuk da iyice ustelediğinde anne soyleyiverir, “evladım senin baban daha sen benim karnımdayken olmuştu. Sen uzulmeyesin diye soylemiyorduk sana.” Şimdi bu cocuktan on beş sene “psikolojisi bozulmasın” diye boylesine bir gerceği itina ile kacırdınız. Ne oldu? Psikolojisini kurtarabildiniz mi? Psikolojisini kurtarmak şoyle dursun, ona ihanetin en buyuğunu yaşattınız. Ayaklarının altından bildiği, inandığı, guvendiği dunyayı cektiniz. Şimdi on beş sene boyle aldatılan bu cocuk, hayatının geriye kalan kısmında kime, nicin guvensin?
Eric Erikson’un “temel guven” olarak nitelediği duygu tam olarak boyle bir şeydir. Yani, temel guven insanın dunyaya duyduğu guvendir. İnsanın, bu temel guven duygusunu oluşturmadan, sağlıklı bir kişilik geliştirmesi oldukca zordur. Buradan hareketle,” bir bireyin psikolojisini bozacak en onemli şey, onun temel guven duygusuna comak sokmaktır” diyebiliriz.
Sayılarının hic de az olmadığını duşunduğum bir grup insan, cocuğun psikolojisini korumanın yolu olarak ondan realiteyi kacırmayı cozum olarak gormektedir. Gercek ise bunun tam tersidir. Bir bireyden realiteyi kacırırsanız onun psikolojisinde telafisi cok zor olan sonuclar doğurursunuz. Bu durum, ne yazık ki bu coğrafyanın kulturel kodu haline gelmiştir. Hatta biraz daha ileriye gidip, bu coğrafyada nesilden nesile aktarılan bir genetik miras haline geldiğini bile soyleyebiliriz.
İlkemiz ozetle şudur. Birinin hayat karşısında maddi ya da manevi bir dezavantajı varsa, aman bunu ondan gizleyin. Yoksa psikolojisi bozulur. Doğuştan fakir olan, hatta fakirlikten kırılan birine, “siz aslında fakir değilsiniz”, mesajını vereceksiniz. Ne zamana kadar? Belli değil. Cocuk, fakir oldukları gerceğiyle yuzleştiğinde artık tamir edilemeyecek bir cok hasarın da sahibi demektir. Biz bunu hep yapıyoruz.
Orneğin anne babasının gercek cocuğu olmayan, evlatlık olarak alınmış bir cocuktan, bu gercek ısrarla kacırılır. Komşu, eş, dost, akraba sıkı sıkı tembihlenir. Bunu kazara oğrenen bir arkadaşı olursa ona ruşvet olarak cikolatalar gonderilir. Cocuk yirmi yaşına geldiğinde, bu gercek tokat gibi suratına iner. Yıllardır bildiği, inandığı dunya, ayaklarının altından cekilen cocuk, inanmadığı bir dunyada, inanmadığı bir hayatı yaşamak durumunda kalır. Ozunde son derece iyi niyetle yapılan bir şey, psikolojik manada bir “cinayet”e sebebiyet vermiştir.
Benzer şekilde, olumcul bir hastalığı olan birinden hastalığını gizleriz. Velhasıl, fakirden fakirliğini, hastadan hastalığını, cirkinden cirkinliğini, gucsuzden gucsuzluğunu yıllar yılı gizleriz. Fakat hayat hic sosyal cevre gibi değildir. Sizin yıllarca sakladığınız şeyi, gunun birinde, o kişinin gozune oyle bir sokar ki, kişi neye uğradığını şaşırır. Kelimenin tam anlamıyla psikolojik bir travma yaşar.
Anadolu insanı; duygusal, kırılgan ve son derece naiftir. Mesleki cevrelerde, ulkemizde cok ciddi travmatik yaşantılar olmasına rağmen, psikolog yardımı almanın neden dunya ortalamasının altında olduğu suregelen bir tartışmadır. Bunun gorunen en onemli nedeni insanların boyle bir hizmete butce ayıramıyor olmalarıdır. Fakat bize gore daha onemli nedeni, bizde herkesin birbirinin psikoloğu olmasıdır. Zira, ezici bir coğunluk, psikoloğun yaptığı işin “teselli etmek” olduğunu sanır. Kendine kotu hissetmekte olan birine, yakın bir dostu, elini omzuna koyarak, “takma kafana” dediğinde kişi kendini hakikaten iyi hisseder. Cunku yalnız olmadığını hissetmiş ve bu sorunla mucadele ederken yanında birilerinin olacağına inanmıştır.
İşte bizim yukarıda “genetik miras” benzetmesi yaptığımız durum tam olarak budur. Onemsediğimiz, değer verdiğimiz biri, kendini bir an bile kotu hissetmesin isteriz. Bu yaklaşım oldukca insani bir yaklaşımdır. Ancak ne yazık ki sağlıklılığı konusunda iyimser şeyler soylemek pek imkanlı gorunmuyor. Dostunu onemseyen insan, uzulmesini istemez. Bu doğru. Ama daha da onemseyen insan, ileride daha buyuk uzuntuler yaşamasındansa, şimdi daha kabul edilebilir bir uzuntuyu gerektiğinde ona yaşatır. Meşhur bir atasozumuz, “kaz gelen yerden tavuk esirgenmez” demektedir. Basit bir kar zarar hesabıyla bile, bu cıkarımı yapmak hic de zor değildir.
Şimdi tum bu anlattıklarımız bağlamında, başlangıc noktasına donelim. Okullarda cocuklara tek tip kıyafet giydirelim. Zengin fakir farkı ortaya cıkmasın. Boylece cocukların psikolojileri korunsun. Bu tez, psikoloji biliminin doğasına aykırıdır. Bir insanın hayat kalitesini belirleyen şey, her şeyden once kişilik orgutlenmesidir. Kişilik denilen şey ise, ozunde bir cok değişkene bağlı olmakla beraber, en belirleyici olan faktor, bireyin ayrı bir birey olduğunu, ozerk olduğunu, farklı olduğunu ne kadar hissettiği ve ne kadar yaşadığıdır.
Yani, bebek dunyaya geldiği andan itibaren, anneyle simbiyotik bir hayat surer ve onunla “bir” olduğunu sanır. Yani annenin zihnini kiralık olarak kullanır. Zihinsel kapasite gelişip “ayrı” olduğunu fark eden cocuk, deyim yerindeyse, “anneciğim bana musaade” der. Anne, kendi kişilik yapısına gore, cocuğun bu talebine ya “hay hay evladım” deyip, evladının hayat karşısındaki mucadelesini, tutunma cabasını, kanat cırpışlarını ve hatta zaman zaman tokezlemelerini buyuk bir hazla izler, ya da, “hayır, burada benim dizimin dibinde kalacaksın” diyerek, cocuğun ayrışma, bireyleşme ve ozerkleşme girişimlerine ket vurur. İşte dunyadaki sayılı butun kişilik kuramcılarının uzerinde mutabık olduğu bir fikir vardır ki, kişiliğin belirlenmesinde annenin bu ayrışma bireyleşme tepkilerine verdiği geri bildirim, kişiliğin oluşumuna etki eden en onemli faktordur.
Ayrışma ve bireyleşme denince de aklımıza ilk gelen, kendini butun ozellikleriyle, olduğu gibi, referanslarını otekilerin gozunden değil kendi icinden alan bir yapıyla ifade etmektir. Dolayısıyla bir birey, kendini butun farklılıklarıyla ifade ettiği olcude kendi olur. Dunyayı anlamlandırma aşamasındaki bu bireylere, bu yaşam alanını tanımaktan korkmamak gerekir. Bir cocuk yaratıcılığını kullanıp, kendini en iyi şekilde ifade ederse, bundan bir şey olmaz.
Fakir olmak, kotu ya da ayıp bir şey değildir. Bir kişi fakirse fakirdir. Onemli olan cocuğun duygu dunyasına girip, bunu onun anlayacağı bir dille icselleştirmesini sağlamaktır. Bunu yapmak bize zor geldiği icin cozum olarak “tek tip” kıyafeti goruyoruz.
Zengin fakir farklarının ortaya cıkacağı iddiası aslında başından doğru değildir. Cunku cocuklar bunu her yerde zaten iliklerine kadar hissediyorlar. Sozgelimi iki cocuk kantine gidiyorlar. Birisi iki tane hamburger isterken, diğeri boynunu bukup, ancak yarım simit alacak parası olduğunu soyluyor. Şimdi bu cocuklar bu farkı burada da gormuyorlar mı? Madem oyle, kantincilere de talimat verelim. Bu şekilde iki cocuk aynı anda gelip, aralarındaki farkı cok bariz gorecekleri bir alışveriş yapmak istediklerinde, bu satışı gercekleştirmesin. Oyle ya! Psikolojileri bozulabilir.
Zenginlik ve fakirlik kavramları insanlıkla yaşıttır. Hele de cağımızın en su goturmez gerceklerinden bir tanesidir. Bırakalım cocuklar bundan haberdar olsunlar. Bundan bir şey olmaz. Bundan gercekten etkilenecek biri olursa da, okullarda rehber oğretmenlerimiz var. Yapacakları bireysel mudahaleler ve grup etkinlikleriyle bu etkileri minimize edeceklerdir.
Okullarımızdaki psikolojik atmosfer, ayrı bir makalenin konusudur. Farklılıklara tahammulu olmayan sistemimiz, ne yazık ki cocukların kişilik gelişimlerinin onune turlu engeller cıkarmaktadır. Tum bunların arasında, bu kıyafet serbestliği, son derece olumlu bir adımdır.
Ozetle, bir cocuğun psikolojisini fakir olduğunu bilmek değil, cırılcıplak bir gercekliğin ondan kacırılması bozar. Daha derin katmanlara inersek cocuğun psikolojisini daha da fazla “tek tip”cilik bozar. Dolayısıyla bu uygulamadan korkmamak ve daha sağlıklı nesillerin yetişmesini istiyorsak bu uygulamayı desteklemek gerekir.
[h=2]İstanbul Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Okullarda kıyafet serbestliği ve cocuk psikolojisi uzerine
Sağlık0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Okullarda kıyafet serbestliği ve cocuk psikolojisi uzerine