Yıllardır hastalarıma, sağlıklarıyla ilgili kararları doktorlara devretmemeleri gerektiğini soyluyor, tıbbi kararlarda sorgulayıcı ve katılımcı olmalarını oğutluyorum. Doğrusu bunun nedenini meme cerrahı arkadaşımız Dr. Ceyhun İrgil kadar acık anlatamazdım! Cerrahların coğu onun goruşunu paylaşıyor ama dile getirmiyor. Yoksa kanserle ilişkisiz kitleler icin her gun binlerce kadını gereksiz yere ameliyat etmelerini, kanser icin koruyucu cerrahi yapabilecekleri hastaya mastektomi yapmalarını, kanser memede sınırlı olduğu halde koltuk altlarını boş yere kazıyıp kadınların kollarını hayat boyu işlevsiz hale getirmelerini (tek onemli olan “işlev” deniyor ya!) nasıl acıklarsınız? Sozlerim tum cerrahları değil, ama bunları yoğun şekilde yapan coğunluğu hedefliyor.
Ameliyat geciren butun kadınlar donup patoloji raporlarına baksınlar. Patoloji raporunun sonucunda “kanser” tanısını gormuyorlarsa boşu boşuna ameliyat edildiklerini anlasınlar! Memelerindeki kanser 2 cm'den kucukse mastektominin gereksiz yere yapılmış olabileceğinden kuşkulansınlar! Koltuk altında hic metastaz bulunmadıysa geniş koltuk altı ameliyatının (aksilla diseksiyonu) gereksiz olduğundan emin olsunlar!
Kadına dair organların aşağılanması kadın kimliğinin kucumsenmesiyle ilgilidir ve aslında iki durum birbirini besler. Cerrahların memeyle ilgili aşağılayıcı yorumları milattan oncesine uzanan en eski yazılı belgeler kadar eskidir. Aşağılamanın altında, coğu erkek olan cerrahların yarı tanrısal duzeyde yuksek egoları yatmaktadır! Bu egoların beslenmesinde kadınların teslimiyetci tutumları da rol oynamaktadır!
Daha iyi anlaşılması icin konunun tarihi gecmişine değinmekte yarar var;
Hipokrat zamanından (MO 460) 20. yuzyılın ortalarına kadar kadın vucudu erkek vucuduna gore az gelişmiş, yumuşak, kusurlu ve yetersiz kabul edildi. Adet kanamaları ve memeler kadının yetersizliğinin, dolayısıyla “aşağı konumunun” biyolojik işaretleri olarak goruldu.
Galen'e gore (129-199) tabiat bu yetersizlikleri telafi etmek icin bazı uyarlamalar yapmıştı. Memenin kalbin ustunde yer alması bu uyarlamalardan biriydi. Boylece meme, kalbe ek bir sıcaklık ve koruma sağlıyordu.
Patolog Robert Virchow, 1800'lerin sonlarındaki kanaati şoyle ozetlemişti: “Kadın, insan ozelliğinin iliştirildiği bir cift yumurtalıktan ibarettir. Erkek ise bir cift testisin iliştirildiği insandır”.
Hekimler arasında yaygın olan memelerin “değersizliği” yargısı, tedavi yontemlerinin cağlar boyunca hastanın kişiliğine ve organa yeterli saygıdan yoksun, işkenceden farksız olmasına yol actı. Tedavi yaklaşımları kadının “aşağılık” durumunun vurgulanmasına neden olduğu icin meme kanseri toplumda utanılan bir hastalık, sadece en yakın kişilerle ama yine de dikkatle secilen kelimeler kullanılarak paylaşılabilecek bir sırdı. Kadınlar toplumdan dışlanmamak icin kanser olduklarını saklar, doktora karşı kendilerini geri plana atan ve ozur dileyen bir yaklaşım icinde olurlardı.
Anestezi ilk kez 1846'da kullanılmasına rağmen 1900'lere kadar meme cerrahisinde kullanılmadı cunku kadınların ağrı cekmesinin yararlı olduğu duşunuluyordu. Cerrahlar, anestezi imkÂnı olsa bile hastalarını anestezisiz mastektomi icin ikna etmeye calışırlardı. Yaşlı kadınların genc kadınlara, yoksul ve duşuk sınıftan kadınların zengin ve yuksek sınıftan kadınlara gore daha az ağrı hissettikleri duşunulurdu. Bu yuzden anesteziyi, ağrıdan korumaları gerektiğine inandıkları zengin ve beyaz ırktan kadınlar icin saklarlardı! Her yaş, sosyal sınıf ve ekonomik duzeyden kadına anestezi kullanılması ABD'de 1920'lerden sonra mumkun olmuştur. Biyopsi amaclı meme ameliyatlarının onemli bir kısmı (bizde) bugun bile hÂl sadece lokal anesteziyle yapılmaktadır.
Meme kanseri icin gunumuzun en yaygın tedavi yontemi -cok zaman gerekmediği halde- mastektomidir.
Mastektomi, memenin ve genellikle buna ilaveten koltuk altı lenf duğumlerinin tumuyle alınması anlamına gelir. Ağır fiziksel deformite (şekil bozukluğu), ağrı, lenfodem (kolda şişme) ve psikolojik sorunlar yaratarak kadının yaşam kalitesini azaltır ama hastaların coğunda yaşam suresini uzatmaz!
Buna rağmen gunumuzde bile pek cok cerrah bu “yan etkileri”, hastayı daha uzun sure yaşatma gayreti yanında onemsiz gorur. Klasik meme cerrahisi olan mastektomin babası, cerrahinin karizmatik lideri Halsted'in 1891'deki bir makalesinde oğrencilerine verdiği oğut aslında halen gecerlidir: “Sakatlık, hastanın yaşamının kurtarılması yanında pek onemsiz bir şeydir. Ustelik bu kadınların coğu yaşlı. Ortalama yaşları neredeyse 55. Yani zaten anlamlı bir yaşantıları olduğu soylenemez”!
1900'lerin başlarında ABD'de, kanserin boyutuna bakılmaksızın her hastaya mastektomi yapılıyordu. Ancak ameliyat edilen hastalar arasında uc yıldan uzun sure yaşayanlar, aslında sadece cok kucuk ve memede sınırlı (erken evre) kanseri olanlardı. Bu durum, cerrahiden sonraki yaşam suresinin cerrahın kanserle kahramanca savaşından ziyade kanserin yakalandığı evreye bağlı olduğunu gosteriyordu.
Bu şekilde erken tedavinin onemi fark edilince, cerrahlar 1913'te American Society for the Control of Cancer (ASCC) (Amerikan Kanser Kontrol Derneği) derneğini kurdular. Dernek şu mesajı veriyordu: “Kanserle savaşı kazanmak isteyen akıllı kadınlar! Memelerinizi kontrol edin ve kitle hissederseniz hic vakit kaybetmeden bir cerraha gidin. Kurtuluşunuz, cerrahın gucune inanmaktan gecer. Kanserin tek tedavi yolu acil ameliyattır”. Tanıdık geldi mi?
1920'lerde ASCC'nin kampanyası artık iyice duyulmuş, kadınlar cerrahların ofisleri onunde birikmeye başlamıştı. Avrupa ve Amerika'da tıp oğrencileri arasında cerrahiye ilgi patlamış, mastektomi tekniğini oğrenmek isteyenler unlu cerrahların oğrencisi olmak icin yarışır olmuşlardı.
1905-1925 arasında meme ameliyatlarının sayısı buyuk bir hızla arttı ve diğer butun ameliyatların toplam sayısını dort kat gecti. Halsted mastektomisi, dunyada en sık yapılan buyuk caplı ameliyat rekorunu coktan kırmıştı. Sadece 1925 yılı icinde ABD'de 14.000 kadın meme kanserinden olmuş ama 20.000'den fazla kadına radikal mastektomi yapılmıştı. Bu ameliyatları geciren kadınların onemli bir kısmında kanser değil, sadece iyi huylu (zararsız) kitleler bulunmuştu.
1940'lı yıllarda İkinci Dunya Savaşı meme cerrahisini de etkiledi. Buyuk savaş yaraları, o zamana dek gorulmemiş buyuklukte ameliyatların yapılmasına ve bunların sıradanlaşmasına yol acmıştı. Savaş alanında calışan cerrahlar diğer buyuk ameliyatların yanı sıra her gun yuzlerce amputasyon (bir uzvun kesilmesi) yaptılar. Cerrahiye inancın arttığı ve amputasyonların kanıksandığı bu donemde meme kanserleri icin yapılan mastektomiler daha da genişledi.
Bir ara en saygın teknik, diğer bolgelere ilaveten goğus kemiğinin iki yanındaki lenf duğumlerinin de tumuyle cıkartılmasıydı. Bunun icin iki taraflı olarak bazı kaburgalar cıkartılır, ortada acılan buyuk cukuru doldurmak icin de sağlam meme orta hatta doğru kaydırılırdı. Hasta, geriye kalan yaşamında goğsunun ortasında taşımak zorunda olduğu hedef benzeri tuhaf bir memeyle hastaneden ayrılırdı. Bu trajik duruma gosterdiği tahammul, kadının yarı-tanrı katına yukselttiği cerraha ne kadar cok guvendiğini gosteriyor. HÂliyle, onun hayatını kurtarmak icin fedakÂrca savaşan cerraha soru sorması, talepte bulunması veya halinden şikÂyetci olması kabul edilemezdi! Sizce şimdi farklı mı?
1950'lerin başlarında Amerikalı cerrah George Crile Jr., once tiroid kanseri ameliyatlarının gereksiz sakatlık yaratacak olcude geniş yapıldığını, sonra da bazı tiroid ameliyatlarına ise hic gerek olmadığını ispat ederek tıp dunyasını ardarda sarstı.
Ne var ki asıl fırtına, meme ameliyatları ile ilgili fikrini soyleyip İngiltere'de filizlenen ve kendisinin geliştirdiği “koruyucu cerrahi” yontemini onerdiğinde patladı: “Bu ameliyatların coğu gereksiz yere yapılıyor. Kadınlar gereksiz mastektomilerle sakatlanıyor. Koruyucu cerrahi ile sağlanan yaşam suresi mastektomi ile sağlanandan farklı değil. Ustelik koruyucu cerrahinin fiziksel ve psikolojik yan etkileri cok daha az. Gercek bu kadar acıkken neden mastektomiyle devam edelim?”
Kendisi de radikal cerrahi doktrini ile yetişen Crile'ın bu doktrini icindekilerle birlikte havaya ucurabilecek bu teklifi Amerikalı cerrahlar arasında kuşku ve tepkiyle karşılandı. Avrupa'da filizlenen icadın şimdi Crile vasıtasıyla Amerika'da yayılma olasılığı korku ve endişe yaratmıştı. Onu, “butun dunyanın kabul ettiği bilimsel oğretiye” karşı cıkmakla ve şarlatanlıkla sucladılar.
Şupheleri arttıkca Crile, Amerikan Cerrahlar Derneği'nin (ACS) halka yonelik “erken teşhis icin cerraha git” mesajını da sorguladı: “Kitle iyi huylu olsa bile kadınlar memelerini kaybediyorlar. Kanser ileri evrede bulunduğunda ise memeleri alınarak daha uzun sure yaşatılamıyorlar. O halde kadınların cerraha gitmelerinin ‘cerrahan başka' kime yararı var?”
Crile 1950-1955 yılları arasında tıp konferanslarında ve tıp dergilerinde bulgularını acıklamak ve fikirlerini paylaşmak icin her fırsatı kullandı ama ilerleme kaydedemedi: “Cabalarım sonucsuz kalıyor cunku hastalar kaderleri hakkında yapılan tartışmalardan habersizler. Onların olmadığı ortamlarda koruyucu cerrahi istemeyecekleri iddia ediliyor. Oysa kendileriyle ilgili konularda karar verme hakkına sahip olmalılar”.
Boylece Crile, bilimsel ve etik bulmadığı cerrahi yaklaşımı değiştirebilmek umuduyla son careye başvurdu ve cerrahlara halkın talebi uzerinden ulaşmayı denedi.
1955 yılında Life dergisindeki makalesinde duşuncelerini halka acıkladı: “Hangi tedavinin ‘en iyi' olduğu konusunda doktorlar hemfikir değilse ne yapılacağına kim karar vermeli sorusuna yanıtım, ‘hastanın kendisi vermeli' olur. Aklı başında bir yetişkin, kendisi icin en doğru kararı verebilecek tek kişidir! ‘En iyisini doktor bilir' diyerek tercihi doktora bırakmamalıdır!”
Aynı sıralarda yayınladığı “Cancer and Common Sense” adlı kitabında şu satırlar da vardı: “Meme kanseri tedavisinde ‘Acil ameliyat' fikri yanlıştır cunku acil ameliyatların sonucları ile bir sure sonra yapılanların sonucları arasında hic fark yoktur. Cerrah, tedavi seceneklerini iyi değerlendirebilmesi icin hastasına zaman tanımalıdır”.
Crile'ın halka acılımı “tıbbi etik” kurallarına aykırı bulundu ve tıp camiasından aforoz edilmesine yol actı. American Medical Association (Amerikan Tıp Birliği) bu davranışı, meslektaşlarını halkın gozunde kucuk duşurmek yoluyla haksız menfaat kazanma ve reklam gayreti olarak yorumladı ve dedi ki:“Soylediklerinizin doğruluğuna itirazımız yok ama kamuoyuna acıklamamanız gerekirdi. Doktorların sadece kendi aralarında konuşacakları şeyler bunlar”!
Amerikan Cerrahlar Derneği, Ulusal Kanser Konseyi ve Amerikan Tıp Birliği, Crile'ın makalesinin yayınlandığı Life dergisinde ortak bir bildiri yayınlayarak Crile'ı halka şikayet ettiler: “Sorumluluğumuz gereği, Dr. Crile'ın kanserle ilgili felsefesini oldukca kaderci ve tehlikeli bulduğumuzu halkımıza bildirmeyi gorev biliriz”.
Crile fırtınası bu şekilde dindirilip meslektaşları icin yarattığı “tehlike” bertaraf edilince Amerika'da koruyucu cerrahi gundem dışı kaldı. Boylece, bildik radikal ameliyatlar 1980'lerde Crile (halkın baskısıyla mecburen) tekrar hatırlanıncaya kadar butun ihtişamıyla devam etti.
Bizde halk hÂl sorgulayıcılıktan cok uzak, ne verilirse onu makbul sayıyor. Bu nedenle radikal ameliyatlar kolayca kabul goruyor. Koca koca doktorlar diyorlar ki “memenin varlık nedeni, kadına ve erkeğe haz vermek ve bebekleri beslemekmiş! Kadının doğurganlığı ve cinsel rolu sona erdiğinde memeye gereksinimi de bitermiş! Aynen rahim ve yumurtalıklar gibi memeler de hayati olmayan, dolayısıyla korunması gerekmeyen ve kolayca feda edilebilecek şeylermiş!”.
En son ve en muhteşem tanımlama ise Dr. Ceyhun İrgil'den: “Memeye ozunde baktığımızda avucumuzun icini dolduracak kadar bir yağ kutlesi, adeta kuyruk yağıdır. Butun ozu ve her şeyi o kadardır. İşlevi bittikten sonra luzumsuzdur”
Butun insanlarda belli bir yaştan sonra işlevleri azalan ya da busbutun kaybolan organlar vardır. Ama onlar hayatımız boyunca sadece fiziksel değil, ruhsal kimliğimizin de birer parcasıdır. İşlevi azaldı ya da kayboldu diye bir organın tıbben kolayca feda edilebileceğini ifade etmek, bu fikri normalleştirmek olmaz mı? Boyle duşunen bir cerrahın yaptığı “koruyucu cerrahi” gercekte ne kadar koruyucu olabilir? Dr. İrgil'in yorumları karşısında hekimlerimizin, ozellikle cerrahların sessiz kalması onunla aynı fikirde oldukları anlamına mı geliyor? Değil ise tepkilerini gostermeleri ve kamuoyunu da aydınlatmaları gerekmiyor mu? Yoksa alışkanlıkla soylendiği gibi doktorların sadece kendi aralarında konuşabilecekleri şeyler mi bunlar?

[h=2]Ankara Radyolog uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]