Aşk yaşanırken sonsuza kadar surecekmiş gibi gelir ancak aşk bir noktada biter. Bu yazının amacı aşk acısını psikanalitik bir bakış acısı ile incelemektir.
Ayrılık gonulden bağlandığımız bir nesnenin, sevilen bir kişinin, bir değerin ya da vucut butunluğumuzun bizden alınması, kaybedilmesi ise; psişik acı da bu ayrılığın, kopuşun getirdiği acıdır. Aşk acısına getirebileceğimiz en basit tanım ise bizi seven varlığa bağlayan bağın aniden kopmasıyla oluşan duygulanımdır; sectiğimiz kişi ile bizi bağlayan bağın aniden kopuşuyla oluşan itkisel sarsıntı halinin ‘ben’ tarafından algılanmasıdır.
Psişik acı, sevilen bir varlık bizi sevgisinden ansızın mahrum bıraktığında yaşadığımız terk edilişin, nefsimiz derinden yaralandığında hissettiğimiz kucuk duşmenin acısı da olabilir. Yani sevilen bir nesnenin, yoğun ve kalıcı bir şekilde bağlandığımız icin psişik dunyamızın ahengini sağlayan nesnenin ani ve sert kopuşunun oluşturduğu acılardır. Acı bir kopuşla başlar, kopuşun tetiklediği psişik sarsıntı ile devam eder ve ‘ben’in sarsıntıya karşı savunmacı tepkisi ile sona erer.
Acı psikanalitik kuramda gerilimin uc değişimlerini, haz ilkesinden kacan değişimleri bilince yansıtan bir duygu olarak ekle alınır. Normalde psişik işleyiş, itkisel gerilimlerin şiddetini duzenleyen ve bunları katlanabilir hale getiren haz ilkesiyle yonetilir. Ancak sevilen bir varlıkta ani bir kopuş meydana gelirse, gerilimler serbest kalır ve haz ilkesi işlevini yitirir. Yani kendi icinde kontrol edilemeyen gerilimlerin kargaşasını algıladığımızda hissettiğimiz şey acıdır. Varlığı benimkiyle uyum halinde atmaya devam ettikce sevilenin varlığı kişiyi acıdan korur. Fakat daha onceden cekmediği kadar ıstırap cekmesi icin onun aniden ortadan kaybolması ve sevgisini kişiden cekmesi yeterlidir.
Kişide barınan otekinin varlığı ile onun gercek hayattaki yokluğu arasındaki yarık oylesine dayanılmaz bir bolunmedir ki coğu zaman bu yarığı sevgimizi dengeleyerek değil, ama otekinin yokluğunu inkar ederek, eksiklik olduğu gerceğine baş kaldırarak ve sevdiğimizin artık burada olmayacağını reddederek daraltmaya calışırız. Psişik acı icinde aşırı yatırım, kaybedilen varlığın temsili uzerinde toplanır. Bu aşırı yatırımla kişi aşırı duygu yuklu hale gelir. Bu yatırımı geri cekme işi tamamlanmazsa kişinin yaşadığı ve hatta yaşayamadığı yas kronik hale gelebilir.
Sevilen kuşkusuz bir kişidir ama oncelikle ve ozellikle ortadan kaybolduğunda yıkılacak olan bizim kendimizde goz ardı edilmiş ve bilincdışına atılmış bilincdışı parcamızdır. Yani ondan ayrıldığımızda aslında sadece ondan ayrılmış olmayız. Peki sevdiğimizin varlığını kaybederken yitirdiğimiz bu “şey” neden ibarettir?
Bizi baştan cıkaran, arzumuzu uyandırarak kendisine ceken bu kişiyi duşunelim. Zaman gectikce bu kişiye, onu kendi benliğimize katıp, kendimizin bir parcası haline getirecek kadar cok bağlanırız. Arzu patlamasından beslenen, psişik dunyamızda tohumlanan tum o varlığa, sevilenin yaşayan varlığına, icimdeki ikizine donuşturecek şekilde bağlayan tum bu imge ve gosterenlere duşlem diyoruz.
Duşlem oznenin secilenin yaşayan varlığıyla olan bilincdışı kaynaşmasına, kaynak noktasına psikanalistlerin verdiği isimdir. Bu bilincdışında işlem goren kaynak noktası, sevgilinin bende, benim de sevgilide uyandırdığımız ve ikimizi birbirine bağlayan arzunun gercek gucuyle canlanan bir imgeler ve gosterenler alaşımıdır.
Sectiğimiz kişinin gercekliğini sadece bu duşlemlerin yanıltıcı buyutecinden goruruz. Sadece, kendi imgemizle onun imgesi arasındaki karmaşık kaynaşmadan doğan imgelerden yapılmış bir pecenin ardından ona bakar, dokunur ve onu dinleriz. Bu pece aynı zamanda aşkımızın cercevesini sınırlayan bilincdışı simgesel tasarımlarla dokunmuştur. Otekinin duşlemsel varlığı dışsal varlığından daha onemlidir. Bu halk arasında “aşk gozunu kor etti” soyleminin karşılığı olan donemdir. Sevmek aynı zamanda secilmişi eşsizleştirmektir.
Secilenin duşlemsel varlığının onemi kadar dışsal varlığının da onemi şuradan ortaya cıkar; secilenin somut varlığı da arzuyu devam ettiren uyarılmaları yayan bir odaktır ve aynı zamanda bilincdışında oluşan canlı bir golgedir ve kişinin duşlemlerini şekillendirir.
Sonuc olarak birini sevdiğimizde, hem dışımızda da cok yakınlaştığımız dışsal bir bedenden hem de icimizde duşlemselleşen ve bilincdışı varlığında oluşan melez bir varlığı sevdiğimizi bilmeliyiz.
Ben, bedenlerimizin parcalarına ya da sevilenimizin gorunumune ait imgelerin yansıdığı bir ic ayna gibidir. İmge, yansıması olduğu gercek şeye dayanıyorsa bu imgelerden birine fazla yatırım yapılması aşkı ifade eder. Aşk sevilenin bilincdışındaki duşlemsel varlığıdır.
Peki bu duşlem bilincimizde nerededir? Duşlem genel olarak, O’nun ortaya cıkardığı bilincdışı psişik bir bina, iki kişi arasındaki alanda gorulmeden yukselen ve partnerlerin canlı bedenleri olan bir platforma yerleşen karmaşık bir yapıdır. Acının ortaya cıktığı yer de burasıdır. Sevdiğimiz kişiyi kaybetmekle bizi besleyen kaynaklardan birini, hayali yansıtmalarımızın nesnesini ve ortak arzumuzun ritmini yitirmiş oluruz. Acı veren şey otekinin yokluğu kadar bu yokluğun kişinin ben’indeki etkileridir. Yani yukarıda da belirttiğimiz gibi duşlemin şeklini yitirmesiyle oluşan ve acığa cıkan icsel kargaşadır.
Secilenin varlığını kaybedersek duşlem yıkılır ve ozne, arzunun dayanılacak bir duşlemi olmayan, yonunu yitirmiş ve ekseni olmayan bir arzunun en son gerilimine teslim olur. Bundan yola cıkarak acının ozne ile onun alt ust olmuş arzusu arasındaki ani ve sert karşılaşma olduğunu soyleyebiliriz. Sevilen kişi kaybedildiğinde, kişi arzularını yonlendirecek bir yon bulamaz. Yani sevilenin sevgisini kaybetmek, benim psişik dunyamın merkezi duzenleyicisini de kaybetmek demektir.
Aşk acısının nedenlerini psikanalitik bir bakış acısı ile ozetlediğimizde şunları goruruz:
Acı sevilenin varlığının kaybedilmesinden kaynaklanır.
Acı, beni sevilene bağlayan duşlemin cokmesinden kaynaklanır.
Acı engelin, yani duşlemin yıkılmasına takiben O’nun yaşadığı itkisel kaostan kaynaklanır.
Acı, sevilenin parca parca imgelerinden birinin aşırı buyutulmesinden kaynaklanır.
Acı bir duygudur, nihai olarak bir duygu. Delilik ve olumden onceki savunma aracıdır. Acı hayatı ve yeniden kendimizi toparlama gucumuzu doğrulayan son bir diriliş gibidir. Acıdan olunmez, acı oldukca, kotuyle savaşmak ve yaşamaya devam etmek icin gerekli guc elimizde demektir.
*Bu yazı Juan David Nasio’nun Aşk Acısı adlı kitabından faydalanarak hazırlanmıştır. Bu konuda daha detaylı bir okuma yapmak isteyenler bu kitaptan faydalanabilir.
[h=2]İstanbul Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Aşk acısı: psikanalitik bir inceleme
Sağlık0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Aşk acısı: psikanalitik bir inceleme