Turk anne-babaların olumlu ya da olumsuz ortak ozellikleri var mı?

Turk anne-baba diye bir prototip var mı? Bir parca... Sevecen, yufka yurekli, yedirmeyi seven, kendisi kural sevmeyen desek mi?

Genelleme yapmam hatalı olacaktır; ama bazı ozelliklerimiz var ki, trafikte neysek anne-babayken de oyleyiz dedirtir. Sabırsızlık, acelecilik, mukemmeliyetcilik, başkalarının hatasına tahammulsuzluk, kendi adına hata kabullenmeyen... Daha başka bir şey soylemeyeyim, kısacası, cocuklarımıza karşı istikrarlı olmakta zorlanıyoruz.

Cocuklarımızı bazen gevşek, kendi haline bırakıp, bazen de, tam tersine, ensesinden ayrılmıyoruz. Elbette, iki tutum da uygun ya da gerekli koşullarda kendine doğru bir yer bulabilir. Ama, galiba tutumumuz cocuğun ihtiyaclarından ziyade kendi ruh halimize gore değiştiği icin cocuğumuz acısından pek olumlu sonuclar doğurmuyor. Cocuk bizim ruh halimizi nasıl takip etsin? Bugun ak dediğimize yarın kara diyorsak, cocuklarımızın kafalarını vakitsizce karıştırmış oluyoruz.

Ulusal ozelliklere deneysel yontemle bakmak istersek, tatil yorelerinde kendimizle diğer ulkelerden aileleri karşılaştırabiliriz. Gurultu-patırtı bir olcek olabilir. Gurultu-patırtıdan kastım, başkalarını rahatsız edecek ses ve hareketler. Başkasının nasıl etkileneceğini hesap etmek konusunda biraz farklı duşunuyor ve hareket ediyoruz.

Burada konuştuğumuz aile ortalama bir buyuk kentli aile... Taşrayı ya da buyuk kent varoşlarını yeterince tanıyor muyuz? Bilimsel yontemlerle derinlemesine tanımakta henuz yeterli değiliz. Kişisel deneyimim buyuk kent ile taşranın-varoşun anne-baba tutumlarının ozunde benzeştiği... Yoksulluk, kulturel sebepler gibi etkenler meselelerin şiddetini etkileyebilir, ama ana cizgileri pek değiştirmiyor.

Sizce kişilik gelişiminde genler mi daha etkili eğitim mi? Orneğin ofkeli, olumsuz bir cocuk icin ne yapsak bos mu?

Genlerin rolunu doğru koymamız gerekir. Genler kişilik gelişimimizde kullanacağımız malzemeyi temin ediyorlar; beynimizin yapısal ozelliklerini, calışma suratini ve bicimini, bir cihazın fabrika ayarlarına benzer bicimde etkiliyorlar. Ama cihazı nasıl ve ne amacla kullanacağımızı belirleyen oğeler genetik dışı... Sadece eğitim demeyelim, belki daha onemlisi anne-baba ile cocuk arasındaki ilişkinin “besleyiciliği”. Karşılıklı alışveriş, beraber yaşananlar, anne-babanın ılımlı ve olumlu “havası”... Bunlar başlı başına genetik etkilerin nasıl ortaya cıkacağı uzerinde belirleyici. Duşe Kalka Buyumek’de, cocuğun yaşadıklarının, genetik ozellikleri kuvvetlendirici ve zayıflatıcı etkileri uzerine epeyce yazdım. Genetik ozellikleri, doğuştan ana cizgileri belirlenen beyin yapımız ve işlevlerini bir yazgı gibi gorup, teslim olmak duşunulemez bile... Ama, kendimizin ya da cocuğumuzun ozelliklerimizi bildiğimiz takdirde, beynimizi, genetik yapımızı nasıl kullanacağımızı daha iyi gorebiliriz. Ofkeli bir cocuk dediniz. Genetik olan ofkelilik değil. Zira ofke, diğer temel duygular (sevinc, tiksinme ve uzuntu) gibi herkeste genetik olarak var. Ancak, ofkeyi kontrolde kullandığımız beyin mekanizmalarının etkinliği kişiden kişiye değişebilir. Ofkeyi kontrol icin kullandığımız beyin sistemlerinin bu farklılıkları, hem genetik etkenlere, hem de doğumdan itibaren yaşananların o sistemleri guclendirici veya zayıflatıcı etkilerine gore şekillenir. Beyin yapınızın nasıl geliştiği, hem genetik etkilere, hem de hayat icinde karşılaşılan olaylara bağlıdır. Ofkeli cocuk veya kişi olmak bununla da bitmiyor. Ofke kontrol edici sistemleriniz mukemmel olsa bile onu da zorlayacak olaylarla karşılaşacak kadar talihsiz iseniz, dışarıdan “ofkeli” olarak gozukebilirsiniz. Bardağınızın taşması o kadar cok etkene bağlı ki...

Anne-babalarımız, buyukannelerimiz 'bizim zamanımızda cocuklar boyle değildi” derler. Cocuklar giderek daha mı sorunlu oluyor?

Cocuklar boyle değil miydi? Bu biraz “bizim zamanımızda...” ya da “hey gidi gunler hey” diye tabir edilen gecmişe ozlem ile de karışan bir ifade. Gecmiş genel olarak pek de doğru hatırlanmıyor. Buyuklerimizin zamanında yazılmış romanlara, cekilmiş filmlere bakalım; biz ne yaşıyorsak, aynısı mevcut. Dekor ve sahne farklı olmakla birlikte duygular, duşunceler hep aynı. Mitolojiden atasozlerine bin yılların icinden bugune kalan her şey gunumuzdeki cocukların durumu ile ilişkili.

Hic mi fark yok? Cok fark var, ozellikle sorunlar ile başa cıkma acısından gecmişe gore daha sıkışık durumdayız; bir cok aile kendi kendine, yabancısı olduğu şehirlerde, kendini yeterince emniyette hissetmediği ortamlarda yaşıyor. Zaman cok hızlı, beklentiler cok, akılda tutulması gereken bilgi miktarında patlama var. Telaşlanmayın, beynimiz iyi yonetildiğinde bunlarla başa cıkabilir.

Olan biteni bugun gecmişten daha iyi kavrıyoruz, problem olarak tanımlanan durumlarda bir artış var; ama bu sadece problemler mutlak sayı olarak coğaldığından oturu değil.Eskiden de problem yaratan durumlar vardı; ama bir cozum olasılığı olmadığı icin kimse uğraşmıyordu bile. Oysa bugun cocukları yaşadığı olumsuz duyguların, hayattaki zorlanmalarının azaltılması mumkun gozuktuğu icin aileler cocuk psikiyatrlarına, psikologlara ve eğitimcilere yardım arayışı ile başvuruyorlar. Gecmiş zaman biraz daha yavaştı, şimdiki zamanın surati gundelik sorunlar cıkmasını kolaylaştırıyor; hayatı zorlaştırıyor.

Cocuk psikiyatrisine, pedagog ve psikologlara en cok hangi sorunlarla başvuruluyor? Terapi ne kadar ise yarıyor?

En sık gorulen başvuru şikÂyetleri başarısızlık, topluma uymakta zorluk, kendinden memnuniyetsizlik ve kaygı. Bu şikayetlerin o cocukta ve o ailede ne gibi sebeplere bağlı olarak, hangi mekanizmalarla oluştuğunu anlamak tanı koyma aşaması oluyor. O bildiğiniz her turlu ruhsal problem adı (dikkat eksikliği, oğrenme gucluğu, depresyon, anksiyete vs.) nasıl bir cozum yolu ureteceğimizi belirlemekte işimize yarıyor. Terapi deyince, psikoterapiler, eğitim yontemleri, anne-babaya yol gosterici danışmanlık gibi bir kume yaklaşımı anlıyorum. Hepsi uygun kullanıldığında hayatı kolaylaştırıcı, dilenen yondeki değişimi hızlandırıcı etkiler gosterebilirler.

Televizyonun cocuğun yaşamında olumlu ve olumsuz etkileri neler?

Son kitabımda (Duşe Kalka Buyumek) bu konuda birkac bolum var. Kitap yayımlandıktan sonra, bu Nisan ayında yayınlanan cok onemli bir calışmanın sonucları uc yaşının altındaki cocuklarda TV seyretmenin dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik riskini arttırdığını kesin bicimde gosteriyor. Cocukların gercek ilişkilere ihtiyac duyduğu bir donemde, alışverişe girilemeyen bir aygıt, cocuğun etkileşim ve dikkat mekanizmalarını bozuyor.

Şoyle diyelim, 3 yaşının altında bir cocuğun televizyona ihtiyacı yok. Sonrasında var mı? Nasıl bir TV olduğuna gore cevap değişir.

Prof.Dr.Yankı Yazgan