Hiphop: İstanbul’un son şiiri

“Şehirde kaos var, siren calar herkes kacar, kahkahalar ve cığlıklar...” diyen delikanlı, basık, karanlık bir mekÂnda, sahnenin uzerinde değil, hemen onunde duruyor. Dinleyicileriyle arasında iki adımlık bir mesafe var; konser dediğimiz modern zamanlar ayininin guclu buyusu sıcak ve havasız mekÂnı sarmış, burayı dolduranların coğunun sol kolu havada yumuşak bir hareketle sallanıyor ve o sıcağa rağmen uzerinde parka, başında bere olan delikanlının soyledikleri hep bir ağızdan tekrar ediliyor; “Onlar şehrin kapılarına cok yakın”.

Kadıkoy’de, “barlar sokağı” diye de bilinen Kadife Sokak’ta, yerin bir kat altında bir bardayız, saat henuz oğleden sonra uc, Kadıkoy Acil, birkac satır once tanıştığımız Sansar gibi unlu rapcilerin sahne aldığı bu parti bircok rap konseri gibi gunduz saatlerinde duzenleniyor. Zaten iceriyi dolduran kalabalığın, akşam saatlerindeki bir etkinliğe katılabilme ihtimalleri az cunku coğu 18 yaşın altında, aralarında 12-13 yaşlarında olanlar da var. İcki icen yok, sigara icen az. Konseri izleyenler arasında cok az kız var, parcaların sozleri zaman zaman, eski acık tribundeki tezahuratları aratmayacak bir hal alıyor. Sansure uğramamış bircok şey gibi yaratıcı ve kufurbaz. Nitekim yeraltının onemli MC’lerinden Karacalı, epeyce ağzını bozduğu bir parcasının sonunu, “Şimdi diyeceksin ki: MC, niye bu parcayla EP’nin icine ettin! Niye bu track’de boyle pis dilin. ‘Benim beynimdeki yarasaların kanatları boşlukta cırpındıkca kanarlar.’ Azizim sen bunu anlarsın! Ustadım Necip Fazıl’a atıfta olsun yandı bir kere ruhum ama gunun birinde elbet gecer!”diye bitiriyor.

Karacalı, boyle sayıp sovdu diye, onu dinle imanla, gelenekle, tarihle alakası olmayan, Necip Fazıl’ın kemiklerini sızlatacak bir adam sanmayın. “Benim aşkım Allah aşkı, hukuk bilirim! Fenniyim, benim tahtım halkın tahtı, Bir ateş yaktım icinde kendim yandım, İbrahim Aleyhisselam'a atıfta olsun, yanmadı ruhum! Her lutufta bir sukutsa, Oyun duğun dernek kurulsun! Buysa nizamı, alırım hizamı, cekerim fizanı, Sahabe-i Kiram'ı zikretmekle gecsin omrum, varın berduşu zerduşt eyleyin, karın geceyi, ben neyleyim!” diyen de o!

Karacalı Necip Fazıl’dan “Ustadım!” diye soz ederken kastı Allah sevgisi değil şiir soyleme mahareti. Bir sanatcı olarak rapcinin muzisyenden daha fazla şaire yakın durduğunu soylemek yanlış olmaz.

Bu sadece Turkiye’ye ozgu değil tabii ki. Rap kelimesinin acılımları arasında en fazla kabul goren Rythmic American Poetry, yani “Ritmik Amerikan Şiiri”. ABD kokenli olan rap, gercekten de anlamlı ve kafiyeli sozlerin etkin olması acısından şiire yakın değilse bile onunla epey ic ice bir muzik turu.

Turkiye’de bu turun en tanınmış adı olan Ceza ise rapin bu topraklarda da kokleri olduğunu, bin yıl yıl once, koy koy dolaşarak vurmalı calgılar eşliğinde duzeni eleştiren Kalenderi dervişlerinden el aldıklarını soyluyor.

Turkce rapin tamamının eleştirel olduğunu soylemek mumkun değil ama hemen her zaman ofkeli olduğu, sık sık bilgelikle ve coğunlukla şiire taş cıkartacak imgelerle yuklu olduğu acık.

Orneğin, yine Ceza, “Kimisinin mutluluğu bir resim, kimisininki dort mevsim” derken, Da Poet, yani (Da: kırk yıllık ‘the’nın zencilerin dilindeki hali) ‘Şair’ ise şoyle başlıyor soze;

“Seninki hayat olsa olume donmez sırtını, Garbın tılsımı duşmana biledi hırsını, Hırsızın onuru arsızca tuttu ansızın, Sukutla gec sızı doldum, okyanustan farksızım.”

Sohbet ettiğimiz rapciler arasında, şiir okuyanlara, hikÂye ve roman okuyanlardan daha fazla rastladım; bu şairler Shakespeare’den Yılmaz Erdoğan’a kadar uzanıyordu. Modern zaman insanının şiirden git gide daha fazla uzaklaştığı soylenir, rapciler tam aksini duşunduruyor insana, modern hayat bir romanı okuyacak zamanı sunmuyor ama hayatın ozunu aktarmaya calışan birkac dizeyi dinlemeye herkesin vakti var.

Butun bunlardan da anlayacağınız gibi, rapte işin ozu soz. Soz olur da duvara yazılmaz mı?

TURBO YA DA S2K

Tunc Dindaş, gectiğimiz gunlerde 20’inci yaşını kutlayan Blue Jean dergisinin gorsel yonetmeni, aynı dergide hiphop koşesini hazırlıyor, Turkiye’de rapin gelişmesinde onemli bir isim: Turbo. Ama şu noktada onu bir graffiti sanatcısı olarak anacağız. 1980’li yılları başından beri onun imzası İstanbul’un ceşitli duvarlarını susluyor; Turbo ve Shot to Kill’in kısaltması olan S2K; ortadaki 2’yi hem “two” hem de S ve K’nın arasına oturmuş “iki” olarak okuyabilirsiniz! Şimdilerde Turbo adı yine şehir duvarlarını susleyen stencillerle anılıyor. Onun gibi bircok graffiti sanatcısı var İstanbul’da; tombul, suslu ve birbirine gecmiş harflerle oluşturdukları imzalarını, izlerini kentin değişik noktalarına bırakıyorlar; bu bazen bir duvar, bazen bir ust gecit, kimi zaman da bir cop kutusu olabiliyor.

Graffitticilerin sanatını bir tur hat olarak tanımlamak mumkun; harflerle grafik yapıyor, yazılarını resimlerle susluyor, zaman zaman da basbayağı resim yapıyorlar. Hiphop kulturunun onemli bir parcası olan graffittinin rapte en onemli farkı sozun onemsizliği, graffittide gorsel estetik değişse, aynı harflerde onlarca hatta yuzlerce farklı desen yaratılsa da, sozler pek değişmiyor; grafitti farklı anlamları taşımıyor, İstanbul’un duvarlarını susleyen, “Devrim Şehitleri Olumsuzdur”le, “Dunya Turk Olsun”la, “Ayten Seni Seviyorum”la ya da “Nuri Alco Revival Organisation”la da buluşmuyor.

Graffittinin sıradan sprey boyalarla yapıldığını duşunmeyin. Beyoğlu İş Merkezi’nin en alt katındaki Mazot adlı dukkÂnda, hiphop dunyasına ait pek cok şeyin yanı sıra onlarca renk ve tonda spray boya (mesela pembenin en az on tonu var!) ve farklı acılarla ve farklı kalınlıkta boya puskurten cap’ler (spray başlıkları) var. Turbo, “İlk başladığımızda sadece buzdolabı boyası vardı,” diyor, “sonra kırmızı ve siyah da cıktı.”

Her graffitticinin kendi imzası olduğu gibi kendi tarzı da var; bu bir tur el yazısı gibi. Bu işten anlayanlar, grafitti izleyenler, o imzaları tanıyor, izliyor. Tunc, “Her şehir graffittisini de belirler” diyor. Orneğin Berlin graffittisi serttir, koşelidir. Ama yeşil alanların cok olduğu Munih’in graffittisinde yeşil renk, bitki, hayvan figurleri bolca kullanılır. İstanbul da zamanla kendi tarzını ortaya cıkartacak”

Berlin benzetmesi boşuna değil. Turkiye’de hiphop kulturunde Almanya’nın ve Almancılığın buyuk bir onemi var. Tunc Dindaş da dokuz yaşına kadar Almanya’da kalmış, yazları da Bursa’ya gelirlermiş; Tunc’un babası Turk sanat muziği sanatcısı Necat Dindaş. Tunc’un Bursa’da yaşayan dayısının oğlu ise break-dance yapıyor. Ama Turbo, kucukken de “konuşmalı” muziklerin hoşuna gittiğini ve ritim muziklerine meraklı olduğunu hatırlıyor. Sonra plaklar satın alıyor ve plak kapaklarında ilk kez graffitiyi goruyor.

Derken, graffittinin geceleri, kacak yapıldığını oğreniyor ve bircok insanı yıldıracak bu ozellik Tunc’a cekici geliyor!

O rap dinleyip duvar boyarken heavy-metal dalgası başlıyor Turkiye’ye ama “Bana hic hitap etmedi metal” diyor Tunc. Turbo’nun bunda sonraki hayatı, Turkiye’de hiphop kulturunun tarihiyle ic ice ilerlemiş ama bunları anlatmadan once break dance’tan soz etsek iyi olacak.

KIRIK DANS

Hakan, tanışır tanışmaz sacımın boyasıyla ilgili yorumda bulundu ve ekledi, “Ben kuaforum de, hemen dikkat ederim saca.” Hakan, 24 yaşında, İstanbul Style Breakers adlı dans grubunun en buyuklerinden, bu grubun adını duymadıysanız bir ipucu verelim. Hani Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası adlı bir belgeseli vardı, orada break dance yapan cocukları hatırladınız mı?

İSB, Bağcılar’da bir kung-fu salonunda calışıyor, grubun elemanlarının coğu 16-20 yaş arasında, aralarında lise oğrencileri de olmakla birlikte coğu ya matbaada ya ayakkabıda ya da konfeksiyonda calışıyor. Gunduzleri, ucret ve geleceklerinin peşinde yoruluyor, akşamları ise, zaman zaman ergenliğin sakarlığını taşıyan bedenlerinden beklenmeyen bir ustalıkla dans ediyorlar.

Hakan’ın terimiyle “kırık dans” aslında sokakta yapılıyor; İstanbullular, şehrin bazı meydanlarında, orneğin Beşiktaş’ta, Uskudar iskelesinin karşısında, kaykaycıların da olduğu meydanda, Harbiye’de Notre Dame de Sion lisesinin karşısındaki kaldırımlarda bir teypten yukselen muzik eşliğinde başlarının uzerinde donen, ellerinin ustunde sıcrayan gencleri gormuşlerdir. Break dance yapanlar sadece rap dinlemiyor, 50 Cent (hani alışveriş merkezlerinde sık sık rastladığımız, vaatkÂr bir ses tonuyla “I’ll take you to the candy shop...” diyen muzisyen) gibi R&B’cileri, hatta rapcilerin sık sık funk sample’larını kullandığı muteveffa James Brown’ı dinleyen de var aralarında.

Onları, once antrenman yaptıkları salonda, sonra Bağcılar’da bir kafe-barda izliyoruz. Hemen hepsi herhangi bir kulupte pistin yıldızı olacak kadar guzel dans ediyor. Ama hicbirinin, gece cıkma, icki icme gibi alışkanlıkları yok.

Zaten, İstanbul hiphop dunyasında, orneğin rockcıların bir kısmının pek duşkun olduğu “sex, drugs and rockn’ roll” durumu yok. Sohbet ettiğimiz delikanlıların coğu, tekeşliliğe, aşka inandıklarını soyledi, hatta bir tanesi, aşktan soz actığında “Peki kızlar...” diye başlayan bir cumle ile cevap vermem karşısında, “Ben kızlardan bahsetmedim ki,” diyerek mahcup etti beni; o tek bir kızı kastetmişti! Kendisini terk eden genc kızın ardından aylarca yas tutanlar, onun hatıralarıyla yaşayanlar, onu anınca gozleri dolanlar, kırık kalpler... Yeraltının onemli M.C.’lerinden U.L.A.Ş., “Ne denli haklısın, bugun neremde saklısın?” dediğinde ona kulak vermeleri boşuna değil.

Bu sozler sizi yanıltmasın, Turkce rapin gundeminde aşk onemli bir tema değil. Turkiye’de bilinen ilk rapciler olan Cartel’den beri, sozler vurucu, irkiltici, hic olmadı, sarsıcı. 1995’te adını duyuran Cartel’in bugune miras bıraktığı iki şey var, bunlarda bir tanesi milliyetcilik. Butun rapciler milliyetci değil, hatta Barikat grubundan Jonturk, toplumsal meseleleri sol bakış acısından ele alan şarkılar yapıyor. Ayrıca, “yeraltı”nda, album kapağına elinde molotof kokteyliyle cekilmiş fotoğrafını koyanların olduğu ama bunların rap camiası tarafından dışlandığı da anlatılıyor. Kimi internet sitelerinde, dans calışılan salonlarda Turk bayrağına rastlamak mumkun, bunu guclu ve MHP-BBP yanlısı bir milliyetcilik olarak yorumlamak yanlış olmakla birlikte rap camiasının milliyetciliğe solculuktan daha tahammullu olduğu da soylenebilir. Buna, ilk rapcilerin Almanya’da doğup buyumuş Turkiyeli cocuklar olması, bu cocuklar icin Turk milliyetciliğinin bambaşka bir anlamı olmasının da etkisi var.

O cocuklardan geriye kalan ikinci miras ise hafifce bozuk bir Turkce; tıpkı bir zamanlar kendi şarkılarını Turkce soyleyen yabancı şarkıcıları (orneğin Adamo, unlu parcası Tomber la Neige’i Turkce, Her Yere Kar Var diye soylemişti) taklit ederek, Turkceyi sonradan oğrenmiş olanlara mahsus bir aksanla şarkı soyleyen zamanın popcuları gibi, rapcilerin bir kısmı da anadillerini sonradan oğrenen ikinci ve ucuncu kuşak Almancıların aksanıyla rap soyluyorlar!

Cartel’den soz acmışken Turkiye’de rapin kısa tarihine bir goz atalım.

1995 yılında, Almanya’da, Karakan ve Cinai Şebeke adlı iki grubun birleşmesiyle oluşan Cartel’in muziği bir anda Turkiye’yi sarmıştı. Cartel’in arkasında Turkiye’nin gelmiş gecmiş en buyuk organizatorlerinden Ahmet San vardı. www.hiphoplife.net sitesini duzenleyen Ulaş, o yıllarda İzmir’de dinlemiş Cartel’i, “İzmir’de bir suru bilet, tişort, sticker dağıttılar, herkes Cartel’i konuşmaya başladı” diyor.

Bu noktada, biraz yukarda graffittilerini tanıdığımız Turbo’yu anmalıyız, o sıralarda Turbo yani Tunc Dindaş, Blue Jean dergisinde gorsel yonetmen olarak calışmakta ve bir hiphop sayfası hazırlamaktadır. 1999’da kendisine gelen demo’ların arasından beğendiklerini bir albumde toplar; o album, yani Yeraltı Operasyonu, Turkiye’de rap’in tarihinde onemli bir adım olur. Bugun adını bildiğimiz bircok rapcinin parcası var o albumde. Turkiye’nin sayılı indie (yani bağımsız) plak şirketlerinden olan ve o zamana kadar heavy-metal albumleri yapan Hammer, Yeraltı Operasyonu’ndan Nefret (bugunku Ceza ve Dr. Fuchs) ve Silahsız Kuvvet (bugunku adı Sagopa Kajmer) albumlerini cıkartır. Ceza hala Hammer bunyesinde. Jonturk ise, yine heavy metal albumler de yapan bir başka indie şirket olan Atlantis’le calışıyor. Bu arada bu iki şirketin de Kadıkoy merkezli olduğunu, İstanbul’un rap alemlerinde –heavy metal alemlerine benzer bir bicimde- Kadıkoy-Bakırkoy ayrılığının ve geriliminin olduğunu da hatırlatmak gerek.

Şimdi durum değişti tabii, rapciler sadece indie şirketlerden album cıkartmıyor. Orneğin koskoca Sony, Almanya’da yaşayan iki rapcinin, Bektaş ve Sırtlan’ın, şu internet cağında bir mektup formatı taşıyan Satırlarımıza Başlamadan adlı albumunu piyasaya cıkarttı. Yeraltı Operasyonu’ndan bugune gelene kadar tek değişen şey “yeraltı”ndan “mainstream”e gecenlerin olması değil. Rapcilerin eskiden olduğu gibi bir araya gelebilmeleri artık mumkun gorunmuyor.

YA CEZA YA BİZ

G.O.R.A.’nın soundtrack’ini de hazırlamış olan Sagopa Kajmer Turkiye’nin onemli rapcilerinden biri. Eşi Kolera da rap yapıyor. Onlarla goruşmek icin Sagopa’nın bir akrabasına, Yılmaz Bey’e ulaşmak gerekti. Yılmaz Bey, roportaj teklifimi kabul etmek icin daha once yaptığım roportajları gormek istedi, bu haberde, Ceza’nın da yer alıp almayacağını sordu ve Ceza’ya ayrılan yerin kendilerine ayrılan yerden fazla olması halinde roportaj vermeyeceklerini bildirdi!

Gelişmiş, şişmiş ego, rapciler arasında cok yaygın. Yukarıda aktardığım olay, Ceza ile Sagopa Kajmer, (aynı zamanda Ceza’nın kız kardeşi de olan) Ayben ile Kolera arasındaki rekabetten kaynaklanıyor biraz da. Ama kimi rapcilerin kendilerini oven sozleri, yaptıkları işe atfettikleri onem inanılmaz boyutlara varıyor. Artık une ve onun bir sonucu olması gereken ozguvene kavuşmuş olan Ceza bile, kendisine yapılan eleştirilere cok sert karşılık verebiliyor, birkac yıl once, dizi muzikleriyle de tanıdığımız Kırac’ın kendisine yonelik bir eleştirisine ağır bir kufurle cevap vermiş, o aralar yaptığımız roportajda, bu davranışından pişman olduğunu ifade etmekle birlikte, “Kufur anlık bir şey, asıl haset kotu” demişti.

Bir yanda da, bu ego meselesinin rapten cok cinsiyetle bağlantılı olduğunu duşunmemiz icin sebepler var.

Ayben rapte bir mahlas değil kendi adı Ayben’i kullanıyor. Huzunlu bir hikayesi var, rape ağabeyi aracılığıyla bulaşmış, kanser olan annesine bakmak icin okulu bırakmış ve daha sonra liseyi dışarıdan bitirmiş. Altı yıl uzerine titrediği annesini kaybetmek hem kendisi hem de ağabeyi icin ağır bir yıkım olmuş. “Beni sahnede dinlemesini cok isterdim” diyor. Şimdi, Denizcilik İşletmeleri’nden emekli olan babasıyla birlikte yaşıyor Ayben. Babası da muzikle ilgili, hatta Ceza ilk rap yapmaya başladığında ona, “Bak oğlum muzik budur” diye Jimi Hendrix dinlettiğini anlatıyor Ayben. Birlikte yaşadıkları evin butun işi genc kadının uzerinde, “Televizyon karşısında kazak ya da lif orerim, elimden her turlu yemek gelir” diyor. Doğup buyuduğu Uskudar’ın pazarından tişort alıyor, bazen o tişortleri kesip biciyor; elinde dikiş de geliyor cunku. Bizden ayrılırken en yakın arkadaşı Tuğba’yla birlikte mantı yapmayı planlıyorlardı! Rapinin kokleri tam da bu sıradan hayatında Ayben’in. Bu, “Hiphop kulturu aynen hayat gibi” diyen, www.hiphoplife.net’e yabancı raple ilgili haberler hazırlayan, reklamcılık oğrencisi Deniz’i doğruluyor aslında. Rap, bu şehrin coğu yoksul, bir kısmı caresiz cocuklarının ofkeyle atan nabzını sunuyor bize.

Ama yoksulluk zaman zaman sucu teşvik etmez mi?

Amerikan rapi, sık sık, hırsızlık, uyuşturucu/kadın satmak, cinayet gibi sucları, bu suclar sayesinde elde edilen serveti, o servetle surdurulen hayatı, ulaşılan guzel kadınları, pahalı giysileri, luks arabaları, mucevherleri anlatıyor. Bu, insana sınıf atlatan bir servet değil pek. Yine Deniz, kendisiyle roportaj yapmaya gelen gazetecileri gecekondusunda karşılayarak şaşırtan unlu ABD’li rapci Reef the Lost Cauze’u hatırlatıyor.

O yuzden ABD’de iki farklı rap yapıldığı soyleniyor; toplumsal sorunları aktaran rap ve serveti, pırlantaları, kadınları, arabaları anlatan rap.

Turkiye’de ise, tam olarak boyle bir ayrım soz konusu değil. Kadınlardan, pırlantalardan soz eden rapciler yok İstabul’da. Ama, suca, “gayrımeşru”ya bulaşmış, coğu sabıkalı cocuklar “yeraltı”nda rap yapıyor ve parcalarında yaşadıkları sert hayatı anlatıyor. Ama bunun İstanbul rapinin onemli bir vechesi olduğunu soylemek doğru olmaz.

ABD rapinin bu iki eğilimi bire bir Turkiye’ye yansımasa bile, giyim tarzını ve ceşitli motifleri etkiliyor. ABD’de ilk rapciler dar pantolonlar giyse de, bol ve duşuk pantolon hiphop kulturunun simgeleri arasında. Kapuşonlu sweatshirt, bere, kasket ve tabii spor ayakkabılar hiphop’cıların tercih ettiği giysiler. Kristal taşlar kasketleri, sweatshirt’leri susluyor. Ama işin ışıltısı bununla kalmıyor. ABD’de ozellikle zenci hiphop’cıların cok sevdiği pırlanta ve altın mucevherlerin taklitleri de İstanbullu hiphop’cılar arasında revacta. ABD zencilerinin kulturu hiphop’ı o kadar şekillendirmiş ki, onların cok başarılı olduğu basketbol ve kulturu de hiphop’cıların ilgisini cekiyor.

İstanbul’un da “zencileri” ilgi duyuyor hiphop’a, şehrin coğunluğunu oluşturdukları halde “Oteki İstanbul” diye anılan mahallelerde, kariyer sayılmayan işlerde calışan, dunyanın gidişini anlamaya ve genc ve narin ruhlarında olup bitenleri bir bicimde bizlerle paylaşmaya calışan genc insanların adımları hiphop... Bu şehri anlama icin kulak vermemiz gereken seslerden biri.

Bu yazıda, zamanlarını, sevdikleri parcaları, bilgi ve duygularını paylaşan Ulaş’ın, Deniz’in, Tunc’un, İstanbul Style Brekers danscılarının ve adını anmadığım onlarca arkadaşın buyuk katkısı var, hepsine teşekkur etmek ve size Kadıkoy Acil’in sozleriyle veda etmek istiyorum: “Dort aslan, bir tilki, uc cakal, hepsi de bizim olsun, hoşca kal!”

HİPHOP SOZLUĞU

MC: Master of Ceremonies’in kısaltması, yani Torenlerin Efendisi. Rapte, sozleri yazan ve okuyan sanatcı.

Diss atmak: MC’lerin, birbirlerine eleştiriden hakarete uzanan sozlerle sataşmaları.

Battle: İki rap sanatcının, o anda yarattıkları sozlerle karşılıklı atışmaları.

Track: Parca.

EP: Extended Play’ın kısaltması, bir album sayılmak icin kısa olan ama icinde bir single’dan daha fazla parca barındıran CD.

Bar: Kıta.

Verse: Dize.

Underground: Yeraltı kelimesinin hiphop dunyasındaki anlamı albumlerin herhangi bir plak şirketi tarafından kaydedilmemesi.

Bling bling: Hiphop icindeki mucevher, pahalı giysiler, luks araba kulturu.

Sample: Hazır bir ses parcasını (bu genellikle bir şarkıdan alınır ama tren sesi de sample olabilir) bir şarkının parcası haline getirmek. Son yıllarda muzikte cok sık başvurulan bir teknik “sample” kullanmak. Produktor DJ’ler, muziklerini bir araya getirdikleri ve kendi yazdıkları altyapıların uzerine doşedikleri sample’lardan oluşturabiliyorlar; ayrıca sadece hiphop’cular değil, Madonna ya da Lily Allen gibi popcular da sevdikleri parcalardan aldıkları “sample”ları yeni şarkılarında kullanıyorlar.

Scratch: Bir DJ’in, pikap iğnesi uzerindeyken plağı parmağıyla hareket ettirerek ses cıkartması.

BU DA BENDEN

ben ona kandım/onu başka sandım/o kandırmadı/ben kendim kandım/hayat bir diskoydu/icerisi loştu/topu yere duştu/oyle bakakaldım/aynalar kırıldı/laneti sacıldı/ışıklar saplandı/kan icinde kaldım/ruhumda bir pence/cozuldu bilmece/o icli şarkı/duyulmaz ki gece!

Ayşe Duzkan/Geo Dergisi/05.07


__________________