gazeteci, yazar, romancı


29 Mart 1921 tarihinde Adana'da doğdu.

Kuvayı Milliye ruhu ile dolu bir ailenin evladıdır. İlk eseri Adana'nın kahramanlık hikÂyesini dramatize eden "Ceteler" adlı oyun. Ceteler, beş perdelik bir trajedi. 9 Ocak 1949 tarihinde sahnelendi.

Bu milli eserin yazarı olarak 1949'larda Adana Halkevi'nden uzaklaştırıldı.

Eser, Adana cevre il ve ilcelerinde temsil edildi. Daha sonra Adana Şehir Tiyatrosu'nun kurucusu oldu. Burada "Taşkınlar Lokali" ile "Melekler ve Şeytanlar" isimli oyunları temsil edildi.

Milli uyanışı aksettiren "Cephe Gerisi" isimli eseri sahnelendikten sonra Adana Şehir Tiyatrosu'na veda etti.

İdealist bir yazar olan Cavid Ersen'in butun hayatı eser vermekle gecti.

"Melekler ve Şeytanlar", "Annesini Kurtaran Kahraman Cocuk", "Fakirler", "Vefasız", "Mektup" gibi ilk eserlerini yirmili yaşlarından itibaren Turk okuyucusuna sundu.

Oğretmenlik yaptı. Turk eğitiminin ıslahı icin onemli eserler kaleme aldı. Odullendirileceği yerde 29 Mart 1956 tarihinde oğretmenlik mesleğinden uzaklaştırıldı.

Kalemiyle gecinen yazar durup dinlenmeksizin yazdı.

21 Ocak 2003 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

ESERLERİ:

Cavit Ersen'in ilk eseri 1944 ’te yayınlanan "GunahkÂr sokaklar" isimli romanıdır.

Bu eseri 'mistik şiirler' diye adlandırdığı uc kitap takip ediyor: "Fakirler", "Mektup" ve "Sefiller" kitapları ise 1945'te Adana'da yayınlanır.

Siyasi yazılarını ise 1954'te "Gun Doğarken" isimli eserinde toplar.

Yazarın 1956'da okul ders kitapları yazdığını goruyoruz. Oğretmenlikten gelen birikimini kitaplara aktarır. Bu yıl icinde yayınlanan asıl onemli eseri "Benim Universitem" adını taşır. Milli Eğitim tavsiyeli bu eserde Ersen milli bir eğitim modeli onerir ve uygulanmasını talep eder. Buyuk yankılar uyandıran bu kitap, geniş kesimler tarafından okunur.

Cavid Ersen'in Adana'da oynayan "Ceteler" isimli eseri ile 5 perdelik bir trajedi olan piyesi "Cephe Gerisi" oldukca onemli. "Taşkınlar Lokali" adlı uc perdelik oyun da ilgi cekici.

"Osman Gazi", "Orhan Gazi", "Selahaddini Eyyubi" ve "Murad HudavendigÂr", "Fatih Sultan Mehmet", "Battal Gazi" gibi eserleri de bulunuyor.

Ancak romancımızın ilk yankı uyandıran eseri "Kızıl Zindanlar" 1967'de yayınlanır ve defalarca basılır. Bunu 1970'te basılan "Kara Zindanlar" takip eder. "Zindanlar" ise 1971 de yayınlanır ve bir nehir roman oluşur.

1970'li yıllar Cavid Ersen'in en velut olduğu donemdir. Ardarda şu eserleri yayınlanır. "Başbuğ", "Fadime", "Hurriyet Mucadelesi", "Beyaz İhtilal", "Boğata" ve "Hepimizin Kavgası".

Yazarın ilk romanı "Aşkın Gozyaşları" ve "Mefkureci Oğretmen" isimli kitabı henuz yayınlanmadı.



AİLE

Babası Gumuşgerdanoğlu Mu'min Hasan Efendi'nin oğlu, Muallim Omer Nazım Beğ'dir. Annesi Sureyya hanım, şairdir. Bu aile, şecere itibariyle, bir yandan Ramazanoğlu ailesiyle de akrabadır.



SOYLEŞİ

Tarihimize donuş şart

Sosyal romanlarının yanısıra tarihî romanlarıyla da tanınan Cavid Ersen, “Tarihimizle barışmak zorundayız” diyor.

MEHMET NURİ YARDIM

80 yıllık bereketli omrunu Allah yoluna, vatan ve millet uğruna harcamış bir abide şahsiyeti, değerli bir mutefekkiri, mustesna bir romancıyı yeniden tanıtmak istiyorum. 1970 ’li yılların efsanevi yazarı, gonul insanı, dava ve mefkure adamı Cavid Ersen! Cavid Ersen bir donemin kalem savaşcısı. Edebiyatımızın cengaveri. Onu tanıyanlar tanıyor. Zamanında kitapları ve romanlarıyla beslenenler, bugun şukranla minnetle hatırlıyorlar kendisini. Cavid Ersen ismi ve ozellikle “Kızıl Zindanlar” isimli eseri, bir cok yurekte heyecanlanmalara sebep oluyor. Yaşları gereği Cavid Ersen ’i duymamış olanlar da var. Cunku maalesef bizim fikir hayatımızda, edebiyat dunyamızda bir devamlılıktan soz edilemiyor. Bir zamanların anlı şanlı kalemleri bir donem
sonra unutulabiliyor veya unutturulabiliyor. Genc okuyucular haklı olarak duymamış olabilirler Cavid Ersen ismini.Yazarlar sozluğunde bile ismine tesaduf edilmiyor cunku. Ziyanı yok, şu anda kendisi aramızda, sevgisi yureğimizde.

“Kızıl Zindanlar” hakkında merhum Ahmet Kabaklı şu değerlendirmeyi yapar: "Cavid Ersen'in 'Kızıl Zindanlar'ı, genclerimize ve insanlarımıza musallat olan buyuk tehlikenin, en temiz uslûp, milliyetci, vatancı niyet ve usta romancı tekniği ile, edebiyata, romana gecişidir. Yılan ağzından inci damlatılır gibi goz boyamaya yonelmiş, Turk neslini yıkmaya kasıtlı, cok eski duşmanın, bugun icerde ve dışarda dost gorunmeye kalkan cehresini, maskesi sokulmuş canavarlar halinde Cavid Ersen'in 'Kızıl Zindanlar'ında gorunuz...

İlerde bir gun, Kızıl Zindanlar'ın, butun nurlara, insanlıklara, butun nimetlere kafa tutan bir istibdat rejimi uşaklarına karşı Turklerin, her zamanki gibi şuurlu bir mukavemet cephesi kurabileceğini savunan vesikalarla hazırlandığını duşunerek, kapalı berzahlara duşmemek icin, bu romanın ruhuna, mÂnÂsına giriniz...”

Gun olur, bir gecekonduya sığınır. Soğuktan titreyen cocuklarıyla perişan olur. Lamba ışığında roman yazmaya devam eder. Bir cok cileler ceker, acılar yaşar, ama herşeye rağmen azminden, sebatından ve inandığı, hak bildiği davasından asla ayrılmaz. Az eşyalı gecekondusunda soğuktan titreyen cocuklariyle perişan olur, lÂmba ışığında calışır, roman yazar. Yaşama umitleri kaybolan aile fertleri dağılır. Yuvası yıkılan Ersen, cırpınır ama ne devlet kademelerinde ne de ozel sektorde hicbir iş bulamaz. Butun dostlarına şu temennide bulunur:

"Bir gun ben de fani olan bu hayatı terk edip gideceğim. Unutmayınız ki, bir gun sizler de bu fani hayatı, doyamadan terk edip gideceksiniz. Temenni ederim ki, sizler de Kızıl Zindanlar yazarı olarak ben de tÂviz vermeden, Turk İslÂm duşuncesinin sahibi olduğumuza inanarak bu fani hayattan uzaklaşırız.” Cavid Ersen'i uzun yılların ardından bulup konuştuk. Doğrusu biraz topluma kuskun bir insan ararken tam tersine son derece vakur duruşlu, mutevekkil ve hoşgorulu olgun bir insan gorduk karşımızda. İlk cumlesi, “Ben yıllardan beri inzivaya cekilmiş iken, daima umit iceririsinde sizlerin gelmesini bekliyordum. Bu umidi hep yureğimde taşıdım” dedi . Bir cay bahcesinde oturduk. Sorduğumuz butun sorulara tek tek cevap verdi. Tevazuun abidesi Cavit
Bey, destansı hayatını , “Bir demdi geldi gecti, o mucadelenin icinde biz de nefer olarak yer aldık" diyordu.

Necip Fazıl ’dan, Peyami Safa, Tarık Buğra ve Arif Nihat Asya gibi değerli şair ve yazarlarla olan muşterek hatıralarını anlattı.

Uzun suren suskunluk donemini kapatan, yaklaşık yirmi yıldır herhangi bir konuda acıklama yapmayan ve inzivadaki koşesinde memleketimizde cereyan eden hadiseleri seyreden Cavid Ersen, millet olarak tarihimizle barışma zamanının gelip gectiğini soyledi konuşmamızda. Ozellikle “Kızıl Zindanlar” ve “Kara Zindanlar” romanlarıyla geniş bir okuyucu kesimine ulaşan Ersen, diğer bir cok yazar gibi şiirle başlamamış edebiyat dunyasına. “HikÂye ve şiirle başlamadım ben. Romanla başladım yazmaya. Butun gayem tanınmış romancı olmaktı, kabıma sığamıyordum. Ama basılmadı. Cok tashihlere muhtactı. 13 yaşındaki bir insan roman yazamaz. Ama icimde oyle bir guc geliyor, oyle bir ilham geliyor, oyle bir hayal denizinde yuzuyordum ki o doğal guzellikler, cam ağacları, soğut ağacları, pınarlar… Orada yalnızlığı tercih ediyor, elimde kalem defter, yazıyor, yazıyordum” diyor. “Bu romanı daha sonra yeniden ele aldınız mı?” şeklindeki sorumuza Ersen ’in cevabı muspet değil. “Hayır, diyor. 13 yaşındaki bir cocuğun romanı ne olabilir. Cavid Ersen, kendisiyle yaptığımız mulÂkatta gecmiş calışmalarını, yaşadıklarını, tarihî ve sosyal eserleriyle hatıralarını anlattı. İşte sorularımız ve cevapları.

- İlk piyesiniz “Ceteler”in buyuk yankılar uyandırmasından sonra tiyatro eseri olarak neler yazdınız?

- ERSEN: Ondan sonra “Taşkınlar Lokali” diye uc perdelik bir komedi yazdım. Bunlar Adana ’nın ilcelerinde oynandı. Kendim de başrol oynadım. Aynı zamanda rejisorluk yaptım.

- Daha sonra Adana ’dan ayrıldığınızı, Şehir Tiyatroları ’ndan istifa ettiğinizi biliyoruz, nicin?

- ERSEN: Bir hurriyet mucadelesi başladı. Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti arasındaki mucadele. Ben bunlara şahit olunca demokrasiye karşı icimde buyuk bir heves duydum. Ben de bu mucadelenin icine katılayım diye icimden duygular gecti. Ve bu duyguların sonucu olarak “Beyaz İhtilal” diye bir eser yazdım. “Gunahkar Sokaklar” ve “Benim Universitem”den sonra onemli bir eserdi o. Bu kitabın beşinci baskısı da yapıldı.

- “Beyaz İhtilal”de Demokrat Parti ’nin, milletin teveccuhune mazhar oluşunu anlatıyorsunuz değil mi?

- ERSEN: Evet ve oğretmenlik mesleğimden. 15 yıl sonra ayrılmak zorunda kaldım. Sultanahmet ’te bir kanapede otururken bir gazete kupuru ruzgÂrla ayaklarımın altına geldi ve okuyayım dedim. Okudum. Yeni İstanbul gazetesi icin eleman arandığını bildirir bir ilandı. Oraya muracaat ettim. Adana ’dan geldikten sonra kurduğum tiyatro tahsisat yokluğundan kapandı. Gazeteciliğe Yeni İstanbul ’da başladım. 1956 ’larda… 1969 ’a kadar orada muhabirlik ve sekreterlik yaptım.

- Kimler vardı gazetede?

- ERSEN: Gokhan Evliyaoğlu vardı. Başyazardı. Aslında o gazete Habib Edip Torehan isimli zengin bir iş adamınındı. Ve 27 Mayıs İhtilali ’nden sonra İsvicre ’ye kactı oraya yerleşti. Gazetesini de Yılmaz Poda diye birine bıraktı. Muvekkiliydi. Yılmaz Poda da şimdiki Star ’ın sahipleri Uzanlara gazeteyi devretti. Hatırladığım kadarıyla Kemal Uzan da gazetenin başyazarı Gokhan Evliyaoğlu ’nu, yazı işleri muduru Hami Tezkan ’ı ve bir coklarını gazeteden uzaklaştırdılar. Ben de 1969 senesinde Babıali ’de Sabah gazetesine geldim. Şimdi kimbilir o guzel cocuk, o guzel adam, o vatanperver, vatanının milletini seven Cihangir Mutgil isimli delikanlı nerededir? O zaman hem gazetede calışıyor, hem de okuyordu. Bu genc arkadaş, “Abi dedi, sen guzel
yazıyorsun.” Ben de o zamanlar “Kızıl Zindanlar”I tefrika ediyorum. Roman Babıali ’de Sabah gazetesinde tefrika edilince cok ilgi gordu. Dedi ki, “Herşey benden, bunu basalım.” Tabettirdik. Birkac yere imzalayıp verdik. Bir sabah, Babıali ’de Sabah gazetesinin başmakalesinde muazzam bi-

Romanın hacmi de buyudu değil mi?

- ERSEN: Cok buyudu. Ve bir cok edebiyat oğretmeni kompozisyon odevi olarak bu romanı oğrencilere tavsiye etti. Harıl harıl kitaplardan aldılar. Eserin muhtevası hakkında fikirlerini sayfalara doktuler. Boyle bir alem icinde Sinan ’la 1969 yılında tanışmak ve –afedersiniz- zirveye cıkmak takdir oldu.

- Kızıl Zindanlar, Kara Zindanlar ve Zindanlar… Bu ucu nehir roman... Turkiye genelinde cok okundu, ilgi gordu. Neler hissettiniz. Turk insanı bu romanlara nicin bu kadar cok ilgi gosterdi?

- ERSEN: Bunu şu şekilde izah edeyim. Ben genclik yıllarımda Kuvayı Milliye ruhuyla yetişen bir neslin genclerinden idim. Orada o zaman buyuk buyuk bir birlik ve beraberlik şuuru vardı. Kurtuluş Savaşı ’ndan cıkmış bir millet. Henuz 15 milyon nufusu olan bir Turkiye ’yi duşunun. Herkes birbirini seviyor ve sayıyor. O ruhla yetişen bir insandım. Yıllar gecti, Halkevi ’nde ve bir cok
salonlarda toplantılar yapılmaya başlandı. Orada gencler bolunup parcalanmaya başladılar. 1917 yılında Rusya ’da Lenin ’in darbesiyle Car ’lık yıkılmış ve Rusya ’dan, butun dunya milletleri bunyesine ajanlar gonderilmek suretiyle milletler bunyesinde bir tahribat yapılmak istenmişti. Gittikce bu ideolojide muvaffak olanlar, Turkiye ’de de kendilerini gostermek istemişler. Ve biz o hengame icerisinde, Kuvayı Milliye ruhu icinde yetiştiğimiz icin bu gelecek felaketleri sezerek Kızıl Zindanlar ’da bir cok mesajlar vermek mecburiyetde hissettik kendimizi.

- Tarihî konularıyla ilgi uyandıran Orhan Gazi, Osman Gazi, Selahaddini Eyyubi, Murat HudavendigÂr gibi eserleriniz var. Bu kitaplarınızla sanırım toplumumuza milli bir tarih şuuru vermek istediniz.
İki yıl once Osmanlı Devleti ’nin 700 ’ncu kuruluş yıldonumu munasebetiyle ceşitli faaliyetler yapıldı. Devleti temsil eden Kultur Bakanı İstemihan Talay, Cumhuriyet ’in Osmanlı ’yla barıştığını ilan etti. Siz, bu romanlarınızla tarih bilgimiz ile mazi sevgimizde bir eksiklik gorduğunuz icin mi bu tarz eserleri kaleme aldınız?


- ERSEN: Cok doğru soyluyorsunuz. Turkiye ’de gercek tarih hic bir okulda hicbir tarih kitabında yazılmış değil. Gercek tarih cok onemli. Gercek tarihi tetkik ettim ki ne entrikalarla koca bir imparatorluk yıkılmış, yıktırılmış ve bugunku tarih kitapları maalesef bunlardan dış guclerin ve ic guclerin telkin ve tesirleriyle yanıltılıp aldatılmışız. Butun mesele bu. Ben bunu tetkik ettikten sonra gercek bir Turk tarihindeki kahramanlığımızı, Turk İslam ahlÂk ve faziletiyle yoğrulmuş devrin padişahlarını, sultanlarını, kahramanlarını vermek istedim. Bu seriyi Fatih Sultan Mehmed ’e kadar hazırladım. Şu anda Fatih Sultan Mehmet kitabı kayıp. Bir de Battal Gazi ’miz vardı. Cok emek verdiğim. O da İsmail Unalmış ’da. Ne oldu bilmiyorum.

- Gelelim edebiyata. Turk edebiyatındaki şu anki durumu nasıl goruyorsunuz. Yeni şairler, yazarları nasıl buluyorsunuz. Edebiyat ve fikir hayatımızdaki seviyeyi beğeniyor musunuz?

- ERSEN: Ben şimdi yıllardan beri bir cok karmaşık olayların icinde inzivaya cekilmiş ve daima umit icerisinde sizleri, değerli edebiyatcılarımızı bekler duruma gelmiştim. Yazmanın ve okumanın dışında kalmıştım. Vatanını milletini seven yazarlarımız romancılarımız var. Fakat bugunku basın hayatımızda elle tutulur bir kac gazeteden başka diğerleri maalesef dış guclerle, ic guclerin hegomanyası altında gayrı milli neşriyatlar yapmakta. Biz başka şekilde yetiştik. Kuvayı Milliye ruhuyla yetiştik. Sevgiye ve saygıya dayalı bir neslin icindeydik. Yıllar yılları kovaladı. Oyle hallere geldik ki kamplara bolunmek durumunda kaldık. Ve darbeler oldu. Hukumetler devrildi, yeni hukumetler kuruldu, demokrasi demokrasi diye feryat ettik. İcimden gelen hisler ve duygularla o bir kuş gibi kanatlarını cırparak omuzlarımıza kondu ve sabahleyin yaprakların uzerine konan jaleler bir kahkahayla bir guzgÂr
esiyişle nasıl yok olurlarsa demokrasimiz de boyle oldu. Ve hÂl cok ileri gitmemize rağmen hurriyet ve demokrasiyi arar durur.

- Bugune kadar pek cok onemli fikir ve edebiyat adamıyla dostluğunuz oldu. Biraz da bu şahsiyetlerden bahseder misiniz?

- ERSEN: Yeni İstanbul ’da iken Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu) isimli yiğit bir arkadaşım vardı. O bayramlarda bir gazete cıkartırdı. Bana da başmakale yazdırırdı. Sonra o ayrıldıktan sonra rahmetli Necip Fazıl Kısakurek ’le muşerref olduk. Aynı odada makalesini yazar, bana da okuturdu. “Nasıl olmuş?” diye sorardı. Ben de “Cok guzel olmuş” derdim. Sonra Sabah gazetesine gectim. Gene ustad rahmetli Necip Fazıl beyle beraber calıştık.

- Ya Peyami Safa ile…

- ERSEN: Peyami Safa ile bir kac kere Milliyet gazetesinde iken goruşmek nasip oldu. Ona “Benim Universitem” isimli kitabımı imzalayıp takdim ettim. Bana “Sen mi yazdın bunu?” diye sordu. “Ben yazdım hocam” dedim. “Aferin aferin” dedi. “Sen ne guzel şeyler yazmışsın. Kitabın sayfalarını karıştırdı. Memnuniyetle “gene gel goruşelim” dedi. Bir kac kere cayını icmek nasip oldu.
Ben evine ailesine kapanık bir insanım. İşimden cıkar evime gelirdim. Gece saat 2 ’de kalkardım. Ta sabahın 4 ’une kadar yazardım. O piyesleri boyle hep geceleri yazmışımdır. Ben yıllarca bu eserleri bu saatlerde yazdım.

- Peki Arif Nihat Asya?

- ERSEN: Cok samimi arkadaşımdı. Adana ’dan İstanbul ’a geldi. Hemşehrim… Onunla cok guzel gunlerimiz gecti. İstanbul ’da oturuyorum. Bir gun baktım kapı vuruldu. Actım, baktım Arif Nihat. “Oooo hocam” dedim. Ellerinden optum, yanak yanağa opuştuk. Bizim Sabah gazetesinde onun rubaileri yayınlanıyor. Her sabah bana gelir. Daktilonun başına gecerim.O soyler ben yazarım. "Tashihini de yap bakalım" derdi. Bakardım. “Hocam hic bir şey yok. Cok guzel soylemişsiniz. Bir
de siz okuyun” derdim.

- Tarık Buğra ile de akran ve dosttunuz değil mi?

- ERSEN: Evet Tarık Buğra ile aynı gazetede calıştık. Yazıişleri muduruydu. Gelirdi benim odama. Hasbihal ederdik. “Haydi derdi, neden bir şeyler yazmıyorsun, neden boş duruyorsun?” diyerek teşvik ederdi. Uzun sure bir dostluk beraberliği icindeydik.

- Can ciğer dostunuz Darendelioğlu ’nu unutmayalım…

- ERSEN: İlhan Darendelioğlu, benim kırk yıllık dostumdu. Bir gun bir toplulukta, “Eğer Cavid Ersen bey olmasaydı, ben şimdi bir koşede cekilmiş Toprak mecmuasıyla haşir neşir kalmış olacaktım” dedi. Ben hangi gazeteye gittiysem şart koştum. Hergun gazetesinde Tahir Kutsi ’yle goruştum. Ona bir istikamet verdim. “Hepimizin Kavgası”nda geniş şekilde anlattım bunu. Ozetle şu: “Hergun gazetesi dağdaki cobana da ulaşacak.” Orda bir kadro kurduk Tahir Kutsi ’yle. Reklamlar aldık. Abdurrahim Balcıoğlu gibi dostlarım vardı. Bana Tahir Kutsi Makal yetki verince, Necdet Sevinc ’e gittim. Milliyetci bir gazete diye afişler yapıyordu. Mehmet Emin Alpkan'ın gazetesi Bizim Anadolu'da yazıyordu. Ona dedim ki, “Bu bir dava meselesi. Bir tarafta gazete, bir tarafta davamız” Kalkıp geldi ve gazeteyi buyuttuk. O zaman 30 bin tiraja ulaşmıştı Hergun.

- Merhum gazeteci ağabeyimiz Mehmet Emin Alpkan ’dan da bahseder misiniz biraz.

- ERSEN: Yeni İstanbul gazetesinde calışırken gazeteye yazıişleri mudurune telefon ediyor. Diyor ki “Bizim Taşkent ’te bir toplantımız olacak nufus sayımı icin. Bir guclu yazar, gazeteci istiyorum”. Beni tavsiye etti mudur. Baktım cok tatlı bir adam. Goruştuk. Taşkent ’e gittik, roportajlar yaptım. O zaman başlayan dostluğumuz uzun zaman devam etti. Halen rahatsızlığı devam eden İrfan Atagun dostumuz vardı. Omer Ozturkmen bey de keza. Omer bey gazetecilikte beni cok desteklemiştir. Ergun Goze beyle birlikte Babıali ’de Sabah gazetesinde calıştık. Bu şahsiyetlerle aynı nesildeniz. Ulu gayeye varmak icin onlar bize ışık tutmuş. Biz de yeni yetişen nesle bir ışık tuttuysak ne mutlu bize.



HAKKINDA YAZILANLAR

Cavid Ersen toplantısı
Turkiye 28 Mart 2001

Yıllardan beri suskunluğunu koruyan, bir donemin en meşhur milliyetci yazarları arasında ilk sırayı alan romancı Cavid Ersen, 80 ’inci yaşını 28 Mart 2001 Carşamba gunu saat 17.00 ’de Turk Edebiyatı Vakfı ’nın Sultanahmet ’teki merkezinde kutladı.

1970 ’li yılların efsane romancısı Cavid Ersen, toplantıda dramlarla dolu hayatını, mucadelelerini ve yazarlığını anlattı.Mehmet Nuri Yardım ’ın yonettiği toplantıda Yard. Doc. Dr. Erol Ulgen romancının tarihî romanlarının edebiyatımızdaki değeri uzerinde durdu.

Yayıncı Sinan Yıldız ise Cavid Ersen ’le tanışmasını ve kitaplarını nasıl yayınlamaya başladığını dile getirdi.