akademisyen, yazar


1934 yılında Sinop'un Boyabat ilcesinde doğdu. 1957'de İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Felsefe Bolumu'nden, 1960'da Cambridge Universitesi Biyoloji Fakultesi Psikoloji Bolumu'nden mezun oldu. İstanbul Universitesi Tecrubî Psikoloji Kursusu'nde 1964'de doktorasını verdi. 1978 yılında profesor oldu.

Alexander von Humboldt bursu ile 1972-74'de Koln Universitesi Sosyoloji Araştırma Enstitusu'nde, aynı bursla 1978'de Bern Universitesi Pedagojik Psikolojik Bolumu'nde ve Fulbright bursu ile 1980-1981'de Oregon Universitesi Kognitif Psikoloji Laboratuarı'nda araştırma yaptı.

1982-1988'de Selcuk Universitesi Eğitim Fakultesi dekanı oldu. İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi oğretim uyeliği yaptı. 2005 yılından itibaren bir sure Fatih Universitesi Fen-Edebiyat Fakultesi Psikoloji Bolumu başkanlığını yuruttu. Daha sonra İstanbul Arel Universitesi Psikoloji Bolumu'ne gecti.


ESERLERİ:

Psikolojinin Temel Mefhumları
Psikolojinin Kavramsal Yapısı
Kultur ve Medeniyet Uzerine Denemeler
İnsan İnanan Bir Varlık
Oğrenmede Dİkkat Problemi
Hafıza Yanılmalarının Doğuşu
Kultur ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi
İslam Medeniyeti ve Turk Kulturu
Kultur Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi
Verimli Ders Calışmanın Psikolojik Koşulları
Hafıza
Batılılaşma Meselesi ve Mumtaz Turhan
Hafıza Yanılmaları ve İki Ayrı Hafıza Kod Teorısı
Oğrenme Verimli Zihinsel Calışmanın Psıkolojık Koşulları
Psikolojı Tarihi



ESER-AYRINTI

KULTUR VE MEDENİYET UZERİNE DENEMELER
Yılmaz Ozakpınar

Kultur ve Medeniyet Uzerine Denemeler, ayrı yazılardan oluşmakla birlikte, o yazıların hepsini birleştiren bir medeniyet teorisine dayanmaktadır. MevlÂna'nın Modernliği ve Modern Bilim (1990) yazısında bir fikir olarak beliren yeni bir yaklaşım, Kultur ve Medeniyet Anlayışları ve bir Medeniyet Teorisi (1997) adıl eserde bilimsel bir teori halinde sunuldu. Kultur ve Medeniyet Uzerine Denemeler; bu yeni teori ışığında millî ve insanî meseleleri tahlil etmektedir, insanın bir aileye mensup olması bir millete mensup olmasına engel olmadığı gibi, bir millete mensup olması da onun, insanlığı icinde duymasına engel değildir. Hakikat birdir ve bireyi, aileyi, milleti ve insanlığı kuşatır.Denemeler, yazarın, bu temayı, psikolojik, sosyal ve felsefî planda acıklığa kavuşturma cabalarının urunudur.



ESER-AYRINTI

iNSAN iNANAN BiR VARLIK
Yılmaz Ozakpınar

Yılmaz Ozakpınar'ın bu eseri, insanın iki hayatı olduğunu gosteriyor. Biyolojik surecler tabakasında hayat doğa kanunlarına tabi olduğu halde, kendi zihninde oluşturduğu sembolik temsil ve tasavvur dunyasında insan kendini hur hisseder. Yazar, insandaki temsil ve tasavvur dunyasının, her insanın onune bir imkÂnlar alanı actığına hem de insanı belirsizlik icinde bıraktığına işaret ediyor.Belirsizliği gideren bilgidir; fakat, insan aklının ve deneyimlerinin urunu olan butun bilgiler, kesinlikten uzak, ihtimalî ve değişkendir. İnsan, bu dramatik durumuna nasıl bir cozum bulacaktır? Bu eser, insanın kendini icinde bulduğu belirsizliğe cozum arama cabalarının mantığını tahlil ediyor.



HAKKINDA YAZILANLAR

Yılmaz Ozakpınar ’ın Medeniyet Teorisi
Lutfi Bergen

İslamcılar gecen yuzyıl boyunca “Medeniyet” terimini teknik- bilim dışında cok duşunmemişler, ancak Sezai Karakoc ’un “İslÂm Medeniyeti” ve İsmet Ozel ’in “Musluman Toplum” kavramlaştırması uzerinden tartışmışlardır. Sezai Karakoc ’un Malik Bin Nebi uzerinden benimsediği ve İsmet Ozel ’in Seyyid Kutup etkisi ile eleştirdiği “Medeniyet” kavramı ilk kez Yılmaz Ozakpınar ’ın calışmalarında teorik ve ozgun bir cerceveye oturmuştur. 2000 ’li yıllarla birlikte “Medeniyetler Catışması” (Samuel Huntington) ekseninde kavram yeniden entelektuel ilgiye mazhar olmuş; aydınlar arasında “İslam Medeniyeti”, “Medeniyet Hareketi” gibi tamlamalar cercevesinde tartışılmıştır. Ancak soz konusu tartışmalarda bilim- teknoloji- kultur gibi kavramlara tanım- icerik verilmediği, hatta bu kavramların zaman zaman “medeniyet” teriminin iceriği ile benzeş manÂlar ile birlikte zikredildiği gorulmektedir. Buna gore, gerek Turkculuk (Milliyetcilik) ve gerek ise İslamcılık akımlarının “medeniyet” kavramını tarif edemedikleri soylenmelidir. Yılmaz Ozakpınar, sozu edilen muğlaklığı aşacak farklı bir perspektif getirmiştir.

Yılmaz Ozakpınar Ziya Gokalp ’in Kultur- Medeniyet ayrımını kritik eden bir calışma disiplini getirmiştir. Bu cercevede kulturkavramını İslam- ahlÂk temelinde kırmıştır. Medeniyet meselesini din ekseninden ele alarak inşa ettiği teori felsefî manada alanında tek calışma olma ozelliğini koruyor. Onun Kultur Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesibaşlıklı calışması Ziya Gokalp, Mumtaz Turhan, Osman Turan, Erol Gungor uzerine eleştirel yazılarla derlenmiştir. İnsan Duşuncesinin Boyutlarıkitabı kanaatimizce daha geniş perspektif sunmaktadır. Ancak Yılmaz Ozakpınar ’ın medeniyetteorisi mustakil bir kitaptadır: Kultur ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi.


Ozakpınar ’a gore kultur ve medeniyet, doğada kendiliğinden bulunmaz; insan urunudur. Yazarın Medeniyet teorisinin hareket noktası budur. Bu noktadan hareketle teori, refleks ya da icgudu haricinde insanın yaptığı gozlenebilir her davranışı, meydana getirdiği her şeyi kultur kavramı icinde gorur (OZAKPINAR, 1997: 42). Yazarın ikinci onculu; “ister medeni diye nitelendirilsin, ister ilkel diye nitelendirilsin, butun insan toplumlarının kulturu vardır; kultursuz bir insan topluluğu olamaz (…) insan her yerde ve her şartta, sırf biyolojik ihtiyaclarını karşılama duzeyinde bile (…) kultur meydana getirir” (OZAKPINAR, 1997: 42). Bu goruşuyle yazar, kultur antropologlarının fikrine katılmıştır. Ozakpınar, maddi kultur- manevî kultur ayrıştırması yapmaz; cunku kulturun ozu manevîdir, zihnîdir. Biyolojik yapıda hazır olmayan bir davranış bicimi geliştirilirse, yahut o davranışlar aracılığıyla somut cisimler meydana cıkarılırsa, o alet ve eşyalar kultur oğeleridir (OZAKPINAR, 1997: 43). Bu tasnifi ilkel-medenî nitelemeleri dışında kalmak icin yapar. Her toplumun kulturu vardır. Medeniyet ise, kendi varlığına ve hayatına anlam vermeye calışan, bunlara rasyonel duzeyde yorum yaparak hayatın gayesini belirleyen insan topluluklarında ortaya cıkar. Yani medeniyet, rasyonel bir ruhî yukselişin bilincidir; o yukselişin icerdiği inanctır; belli istikamette fiilleri uretmesi bakımından ahlÂk nizamıdır. Butun medeniyetlerde bilincli ve rasyonel duzeyde muhasebesi yapılan bir inanc vardır; bu inanca bağlı bir ahlÂk nizamı toplumu yapılandırır (OZAKPINAR, 1997: 45- 46). Yazarın vurgusu ilkel adamı da icselleştiren bir kultur-medeniyet kavramı inşa etmektir. İlkel diye anılan bir toplum da inanır der, onun da aletleri vardır. Ancak ‘ilkel ’ bunları doğaya reaksiyon duzeyinde bırakır. Gercek bir medeniyet ile aralarındaki fark zihin duzeyi farkıdır. Doğa karşısında duyulan korku, istek, umit, biyolojik ihtiyacları karşılama duzeyi ilkel kultur duzeyidir. Oysa doğaya reaksiyon yapma duzeyini aşarak, doğayı bilincle ve rasyonel bicimde anlamaya calışma medeniyet duzeyidir. Doğayı anlamanın medeniyet kaynağı olması icin insanın doğa, hayat ve hayat otesi ile ilişkilerini aydınlatması ve bir ahlÂk nizamı getirmesi gerekir (OZAKPINAR, 1997: 47). Medeniyet diyerek kavramlaştırılan ama iceriği inanc ve ahlÂk nizamı olan bu kavram, toplumun guven ve istikrarını ve sosyal yapısını inşa eder. Fertler, benimsedikleri inanc ve ahlÂk ilekeleri ile icgudulerini ve bencil isteklerini dizginlerler. Bu kontrolun sağlanmadığı toplumlar/ topluluklar medeniyetkuramaz. Yazarın bu tasnifi Rousseau ’nun insanların eşit olduklarını iddia ettiği “doğal hayatı” medeniyet dışı bırakacaktır. Ozakpınar ’ın kavramlaştırması esas alınırsa Rousseau ’nun doğal toplumu, “ihtiyaclar duzeyinde kalan ve inanclarını rasyonelleştiremediği icin onu bilincli kultur kaynağı haline getiremeyen… biyolojik ihtiyaclardan bağımsız kendi başına ilgi odağı olan zihni alanlarda faaliyet” icinde olmayan ilkel bir toplumdur (OZAKPINAR, 1997: 49). İnanc ve ahlÂk nizamı medeniyettir. Doğa ve toplum hayatı icinde meydana getirilen her turlu eser kulturdur. Demek ki kultur aslında medeniyetin urunudur. Medeniyet, kultur eserlerini doğurtan, onların hedefini, istikametini, niteliklerini belirleyen secici, sınırlandırıcı, değerlendirici, kuşatıcı bir inanc ve ahlÂk nizamıdır. Teorideki kavramlaştırmaya gore kultur ve medeniyet, aynı mantıksal konumdaki olaylar değildir. Kulturler; eserler ve urunleridir; medeniyet, onların arkasındaki inanc ve ahlÂk nizamıdır. Buna gore insan urunu her oluşum bir kulturdur (OZAKPINAR, 1997: 50- 51). O ’na gore “İnanc ve ahlÂk nizamı medeniyettir; doğa ve toplum hayatı icinde meydana getirilen her turlu eser kulturdur.” Ozakpınar, teorisini “medeniyet kuran inanc” fikri uzerine inşa etmektedir. O ’na gore bu, inancın “doğruluğu” meselesi ile ilgili de değildir. Somut bir toplum hayatı geliştirecek, siyasi ve iktisadi yapıyı kuracak ve bu yapının serpileceği coğrafyalara yerleşecek inanc, medeniyet kurar, fikrindedir. Bu nedenle medeniyet cercevesi olmayan kulturler, ilkel kalırlar, yabancı kultur oğelerini reddetme gucunu kaybederler. İnanc ve ahlÂk nizamı sarsılmış toplumlarda kendine has ahenkli butunluk kaybedilir. Bu nedenle medeniyet değiştirme ya da medeniyete girme olağanustu bir olaydır. Bir medeniyet onu benimseyen toplumun butun hayatını değiştirir ve kulturunu yeniden oluşturur. Ozakpınar, fikrinin bu yonuyle Gokalp ’in yaklaşımını eleştirir. Cunku Gokalp medeniyeti, “temsil ettiği inanc ve ahlÂk nizamını paylaşan milletler arasında ortaktır. Batı medeniyeti, artık butun medeniyetlerin son merhalesi, artık karşı konulmaz şekilde bir dunya medeniyeti hali” şeklinde tanımlamaktadır. Bir inanc ve ahlÂk nizamından başka bir şey olmayan medeniyet, icerdiği değerlere gore, kendiyle bağdaşan ve bağdaşmayan kultur oğeleri arasındaki sınırı hassasiyetle korur. Bir medeniyet, toplum icinde meydana getirilecek kultur oğeleri icin bir istikamet gosterirken dışarıdan alınacak kultur oğeleri karşısında secici olur (OZAKPINAR, 2012: 27).


Yılmaz Ozakpınar ’ın calışmalarında medeniyetin teknikle de bir ilintisi yoktur. Teknik ve Kultur toplumların faaliyetleridir. İnsan urunu her oluşum bir kulturdur. Kulturun icine maddi yapısı olan oluşumlar, orfler, Âdetler, kanaatler, fikir ve tutumlar, ideolojiler, bilmsel teoriler, sanatlar, şiir ve destanlar, soyut oluşumlar girer. Bu cercevede Suleymaniye Camii maddi yapısı olmakla beraber, insan zihninin urunudur, yani manevîdir. Kultur eseridir. Gercek bir medeniyet ile aralarındaki fark zihin duzeyi farkıdır. Doğa karşısında duyulan korku, istek, umit, biyolojik ihtiyacları karşılama duzeyi ilkel kultur duzeyidir. Oysa doğaya reaksiyon yapma duzeyini aşarak, doğayı bilincle ve rasyonel bicimde anlamaya calışma medeniyet duzeyidir. Doğayı anlamanın medeniyet kaynağı olması icin insanın doğa, hayat ve hayat otesi ile ilişkilerini aydınlatması ve bir ahlÂk nizamı getirmesi gerekir. Bu ahlÂk nizamının iceriğinin ne olduğunun onemi yoktur (OZAKPINAR, 1997: 47). Teorisine gore, her medeniyet gibi, Batı medeniyeti ’nin de bir inanc ve ona bağlı bir ahlÂk nizamı olması gerekir. Bu noktada teorisini her bilimsel teorinin olması gerektiği gibi soyut, formel ve genel, subjektifliklerden ve toplumsal goreceliliklerden arındırdığını ifade eder (OZAKPINAR, 1997: 107). Buna gore Batı medeniyetini anlamak icin onun dayandığı ahlÂk ve inanc nizamını saptamak gerekmektedir. Bir cok kimsenin gozunde Batı medeniyeti bilim ve teknolojiye dayanır. Oysa teorinin acıkladığı medeniyet ve kultur ilişkisine gore bilim ve teknoloji, insanın sembolik duşunme kapasitesiyle meydana getirdiği bir kultur oğesidir. Batı medeniyeti dairesindeki toplumların kulturunde bir oğedir; medeniyetin esası değildir. Bu cercevede Batı medeniyetini bilim- teknik ile değil Hıristiyanlık ile acıklar. Ozakpınar ’ın bu yaklaşımına Katolik Cağ ve Protestan Sanayi Cağı sıralaması yapılarak katılmak mumkundur. Weber ’in Batı kenti, Asketik Etik hakkında yazdıkları da kapitalizmin din (Protestanlık) ile beslendiği hakkındadır. Bacon ’un ve Descartes ’in metinlerinin arkaplanında dinî bir hissiyat bulunabilecektir. Nitekim Ozakpınar, “Avrupa Ortacağ ’ı Ronesans ile Kilise kÂbusundan uyanmak istemiştir. Fakat Kilise ’nin elinde ucube haline getirilmiş bir inanca karşı bile yine inancla mucadele edilebilirdi” (OZAKPINAR, 1997: 112 ) der. Avrupa duşuncesini deizm ile tanımlar. Deizm, Hıristiyanlığa bir karşı cıkıştır ama modern dunyanın duşunce yapısını etkilemiş olan Darwinizm, behaviorizm, Freudcu psikanaliz, Marsizm, materyalizm, pozitivizm gibi Allah ’ı reddeden doktrinlerin hepsinin aslında metafizik sistem olduğunu soyler (OZAKPINAR, 1997: 114). Bu noktada Batı medeniyeti ’nin inanc ve ahlÂk nizamının 1) Hıristiyanlık, 2) Yunan ve Roma medeniyetlerinden intikal eden ve Hıristiyanlığa putperest oğeler taşımış olan paganizm, 3) Humanizm ve uzantısı bireycilik ile teşkil edildiğini ifade eder (OZAKPINAR, 1997: 123). Batı medeniyetinin sekuler vasfını ve insanlığın bir butun olduğunu, bu medeniyetin insan ruhunun manevî ihtiyaclarına ve evrensel kardeşliğe uymayan yonunu vurgulayarak eleştirir.



Yılmaz Ozakpınar ’ın bu teorisinde izaha muhtac bir problem bulunmaktadır. Teoriye gore “Medeniyet, kultur eserlerini doğurtan, onların hedefini, istikametini, niteliklerini belirleyen secici, sınırlandırıcı, değerlendirici, kuşatıcı bir inanc ve ahlÂk nizamıdır” (OZAKPINAR, 1997: 50- 51). “Bir medeniyet, toplum icinde meydana getirilecek kultur oğeleri icin bir istikamet gosterirken dışarıdan alınacak kultur oğeleri karşısında secici olur” (OZAKPINAR, 2012: 27). Buradaki problem yalnızca bir medeniyetin başka medeniyete ait kultur urunlerini alması değildir. Ayrıca bir medeniyetin kendini yok edecek kultur urunlerini de uretebileceğidir. Yani teori medeniyetin kendini bozacak şekilde kultur urunlerini nasıl urettiği hakkında bilgi vermemiştir. Eğer bir toplum medeniyet olmuşsa nasıl olup da kendini yok edecek kultur uretmektedir. Yılmaz Ozakpınar meseleyi sadece başka medeniyetlerden kultur transferi acısından cevaplamıştır. Oysa biliyoruz ki Kur ’an ’da anlatılan toplumlar “dışarıdan” kulturleşmeye maruz kalmadan kendi kendilerine bozulmaktadır: “Allah, size guven ve huzur icinde olan bir kasabayı misÂl verir; her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah ’ın nimetlerine nankorluk ettiler. Bu yuzden Allah onlara, yaptıklarına karşılık aclık ve korku belasını tattırdı” (16 Nahl 112). Gorulduğu uzere bu ayette refahtan sonra gelen nankorluk ve sonrasında aclık- korkudan bahsedilmektedir. Ayetin beyanından medeniyetin oznesi de inanan toplum değil Allah ’ın bağışı olarak “verili” rızk ’tır. Bu soru (medeniyet kendisini yok eden kulturu nasıl uretir?) Ozakpınar ’ın medeniyet kavramına verdiği anlamın ve medeniyet teorisinin sınırlı bir acıklama dinamiği taşıdığını gosteriyor.

İlk ve Tek Medeniyet İslamiyet

İslam Medeniyeti ve Turk Kulturubaşlıklı kitapta da medeniyet; ilkel- medeni toplum, kultur gibi kavramlardan hareketle hem İslam Medeniyeti teorisine evriliyor ve hem de meseleye Turk kulturu kavramı icindeki yerinden bakıyor. Bu noktada bizim de katıldığımız bir duşunce olarak İslam medeniyeti kavramını Hz. Âdem ’den başlatıyor. “İlk insan, Allah ’ın medeniyetini kabul ederek, medeni bir insan olarak hayata başlamıştır. Oyle ise tarih oncesinde ve tarih boyunca bircok topluluklar, Allah ’ın emir ve yasaklarını unutarak ilk ve tek hakiki medeniyet kaynağından uzaklaşmıştır (…) Allah zaman zaman peygamberler gondererek insanları sırat-I mustakim ’e, Hak yoluna cağırmıştır. Biz, insanlığın tarihini, ilkellikten nedeniyete ilerleme olarak değil, ilk baştaki medeniyet kaynağından sapma ve ona yeniden donme olarak goruyoruz. Başlangıcından bugune insanlığın macerası, ilk ve tek hakiki medeniyet kaynağından sapma ve azgınlığa girme ve zaman zaman gonderilmiş olan peygamberler aracılığıyla tekrar o kaynağa donme mucadelesi olarak ozetlenebilir” (OZAKPINAR, 2012: 62). Medeniyet kavramı hakkında olumsuz duşunce tutumu icindeki Seyyid Kutup, İsmet Ozel, Bedri Gencer, Atasoy Muftuoğlu gibi yazarlar kavramın “din yerine kÂim edileceği” yargısından hareket etmektedirler. Medeniyet ’in var olduğunu soyleyen Malik Bin Nebi, Sezai Karakoc, Yusuf Kaplan gibi yazarlar ise onu Medine şehrine hasretmiş ve Hz. Âdem (as) ’den kıyamete dek surecek “tek medeniyet” kavramını dolduracak duşunceyi calışmamışlardı.

Yılmaz Ozakpınar kavramı Hz. Âdem ’e taşımakla ozgun bir yaklaşım getirmiş olmakla beraber medeniyet ile civilisation ayrımı yapmamış ve “tek medeniyet” dediği İslam ’ın dışında başka yapıları da “medeniyet” kavramı ile tanımlamakla kendi teorisini eksik bırakmıştır. Ayrıca Hz. Âdem ’den beri gelen İslÂm medeniyetinin değişim dinamikleri de teoriye aksettirilmemiştir. Orneğin Hz. Musa ’nın kavmi ile coldeki hayatı nasıl izah edilecektir? Aynı anda birden fazla İslÂm medeniyeti olabilecek midir? Hz. İbrahim ’in kendine ait bir medeniyeti varken eşi Hacer ve oğlu İsmail ’i KÂbe ’nin yanında bırakması ikinci bir medeniyet inşası mıdır? Fakir peygamberler ve zengin peygamberler medeniyet teorisi cercevesinde nasıl değerlendirilecektir. Eğer bilgi inanc/ iman ile birlikte ise kimi peygamberlerin bilgisinin (Hz. Nuh) ustelik uzun bir yaşam surmelerine rağmen nicin medeniyet uretmediği acıklanmamıştır. Kur ’an ’da Hz. Yusuf ’un kendi kardeşleri hakkında “cahil” dediği beyan edilmektedir. Yusuf (as) kardeşlerine şoyle hitap etmişti: “Siz cahil iken Yusuf ’a ve onun kardeşine yaptığınız şeyi bildiniz mi (hatırladınız mı)?” dedi.” (12 Yusuf 89). Yusuf (as) ve kardeşlerinin babaları Yakub (as) idi. Bu nedenle onun kavramsal cercevesi celişkilidir. Bu cehaletin anlamı nedir?


Yılmaz Ozakpınar ’ın medeniyet teorisinin sonucları bakımından getirilmesi gereken bir başka eleştiri de Turk Kulturu ’nun İslam Medeniyeti- Batı medeniyeti cekişmesinde nerede durduğu ile ilgilidir. Ozakpınar ’a gore Turk toplumu İslam Medeniyeti icindedir. Ancak “koca bir tarih havaya savrulamaz” (OZAKPINAR, 2012: 74). İki ayrı medeniyet vardır: Batı medeniyeti ve İslÂm medeniyeti. Medeniyete sahip cıkmamız, medeniyetimizi ihya etmemiz lÂzımdır. O medeniyet İslÂm medeniyetidir. Bununla beraber Avrupa ’ya karşı olmak icin bir sebep yoktur. Medeniyetimize sahip cıkınca Avrupa ’ya karşı cıkmak ve Avrupa ’dan kopmak gerekmiyor (OZAKPINAR, 2012: 75- 76). Turkiye Cumhuriyeti Avrupa devletidir (OZAKPINAR, 2012: 76). Yılmaz Ozakpınar medeniyet teorisinin bir kulturun kendi medeniyet esaslarıyla celişmeyen her turlu teması ve kultur değişmesini yapabilmeyi mumkun kıldığını belirtir. Buna gore yuce bir medeniyetin kendinden emin mensubu olarak yapılacak şey, Avrupa ’ya yersiz reaksiyon yapmak ya da kendimizi izole etmek değil, kendi siyasi cıkarımıza ve kulturel ihtiyaclarımıza gore Avrupa ile yakın temasta bulunmak ve “Avrupa gerceği icinde” soz sahibi olmaktır. Ozakpınar ’a gore Osmanlı “İstanbul ’un fethinden Meşrutiyet devrine kadar tam dort bucuk yuzyıl Avrupa ’daki asıl onemli olan değişmelerin farkında olmadığı icin gucsuz duruma duştu” (OZAKPINAR, 2012: 77). Ozakpınar ’ın 1453- 1876 tarihleri arasında değişmelerin farkında olamayacakları şekilde kendi kabuklarına cekilmiş oldukları duşunulemez. Jonathan GRANT, “Osmanlı “Gerilemesini” Yeniden Duşunmek” başlıklı makalesinde “Osmanlı “gerilemesi” fikri yanlış ve yanıltıcıdır. Bununla birlikte 1850 yılından sonra Osmanlı gerilemesi bir durum olarak gorulebilir. Bu zamanda, Osmanlılar bir sonraki teknolojik dalgayı kacırdılar ve gercekten yerli uretim kabiliyetlerini tamamen kaybetmeye başladılar” (GRANT, 2011: 76) demektedir. Grant ’ın gerileme hakkında verdiği tarih 1453 ile 1876 arasında Avrupa ’daki değişmelerin farkında olunduğunu gostermektedir. Ozakpınar, Osmanlı ’nın cokuşunu “yeni Avrupa ’nın oluşumunu fark etmedi; değişen dunyada gucsuzleşti ve coktu” (OZAKPINAR, 2009: 304) şeklinde değerlendirmektedir. Bu ifade, medeniyet teorisinin başarı odaklı kılınmasını gostermektedir. Batı somurgecilik faaliyetlerine Osmanlı- dışı dunyada başlamıştır ve bu dunyayı istila etmiştir.Osmanlı ise Batı ile karşılaşmasında istila edilmemiştir. Osmanlı ’nın cokuşu teknolojik yetersizlikler ile ilgili değil farklı uygarlık ataklarının topyekun saldırısı ile ortaya cıkmıştır. Somurgecilik Osmanlı dışında elde ettiği ham madde-insan gucu ve serveti Osmanlı uretimini ve ticaretini bozmak icin seferber etmiştir. İslÂm medeniyeti icinde olan Osmanlı Batı uygarlığı ’nın metodik uygulamalarının aynını tatbik etmemiştir. Batı uygarlığı somurgecilik kuramı dışarda tutularak, yalnız rasyonel duşuncenin geliştirilmesi kuramından izah edilemez. Somurgecilik dışında Osmanlı ’nın cokuşunu hazırlayan bir diğer saik de Osmanlı tebası milletlerin Osmanlı ’dan ayrılışı temellendiren zihniyet değişmesine uğramalarıdır. Osmanlı ’nın cokuşu tebaasının ihtida etmesini mumkun kılan muesseselerini bozmanın sonuclarına da bağlanmalıdır. Osmanlı fethettiği topraklarda uzun sure surdurduğu ihtida siyasetini Avrupa ’da ilerlemeye başladıkca terketmiştir. 1) Kuresel somurgecilik (ucuz hammadde- ucuz işcilik, sanayi mamulu uretimine donuşturulmuş ve uretim) 2) Osmanlı ulkesinin Batı ’da uretilen mamullere pazar kılınması, 3) Batı ’lı siyasi kavramların Osmanlı tebaasına donuk kulturel propagandası şeklinde uc katmanlı mekanizma kullanan Batı uygarlığı Osmanlı tebaasında Batı lehine ustun bir moral gucu algısı oluşturmuştur. Batı ’nın somurgecilik (hırsızlık) ile elde ettiği mala bakmış, malın nasıl kazanıldığı ile ilgilenmemiş olan bir zihnî inşa, Osmanlı ’daki zihniyet değişikliğini ve cokuşu izah edecektir. Osmanlı ’da asıl mesele Batı ’lılar gibi yaşamak ama bu hayatı tesis edecek somurgecilikten kacınmakla ilintilidir. Bu sorun gunumuz icin de gecerliliğini korumaktadır. Kureselleşme (yeni emperyalizm) zihni ile davranmayan bir İslam Medeniyet tasavvuru, “Musluman her şeyin en iyisine lÂyıktır” soylemi uzerinden Batı ’lı tuketim kalıplarına rÂm edilmektedir. Osmanlı ’da “kendi urettiğini tuketen” insan tipi, “başkalarının urettiğine muşteri olan” yeni insan tipine evrilmiş ve yıkım bununla ortaya cıkmıştır. Kısacası, Osmanlı ’da rasyonel duşunce, bilim ve teknoloji gec farkedildiği icin değil, zihniyet değişimi nedeniyle kendi insan tipini kaybettiği icin gelen bir yıkım ve cokuş vardır.

Doğu- Batı Dikotomisi Değil İslÂm- Batı Dikotomisi

Yılmaz Ozakpınar ’a gore Turkiye, İslÂm medeniyeti ile Batı medeniyeti arasında boşlukta kalmıştır. Yazar Batı medeniyeti var diye onun karşısında bir de “Doğu Medeniyeti” bulunacağı duşuncesini reddeder. (OZAKPINAR, 2009: 327). Bununla Doğu- Batı dikotomisini reddeder. Bu yargısının izahını “Doğu medeniyeti diye tek parca bir butunsel medeniyet olmadığı gibi Doğu kulturu diye de bir şey yoktur” şeklinde yapar (OZAKPINAR, 2009: 328). Cin medeniyeti, Japon medeniyeti, Hint medeniyeti ve onlara bağlı olarak gelişmiş kulturlerden bahseder. Ayrıca “Cağdaş medeniyet” kavramı hakkında da itirazı vardır. “Cağdaş medeniyet diye başka butun medeniyetleri gecersiz yapan bir medeniyet yoktur. Somut bir tarihsel oluşum icinde ortaya cıkmış bir Batı medeniyeti var. Onun icinde, yabancısı kalamayacağımız bir cok değerli kultur oğelerinin yanı sıra bir suru faydasız ya da zararlı kultur oğeleri var (…) Cağdaş medeniyet ve kultur dayatması, Batı medeniyeti dışındaki medeniyetlerin secme ve reddetme gucunu kırmayı (…) ve kendi elleriyle somurgeleştirmeyi (…) hedeflemektedir” (OZAKPINAR, 2009: 329- 330). Ozakpınar ’ın bu yargıdan sonra meseleyi İslam medeniyetine getirerek iki medeniyet arasında tefrik yaptığı goruluyor: “Bugunku Batı medeniyeti İslÂm medeniyetinden cok ayrı bir oluşumdur. Avrupa ile ilişkilerimizi Batı medeniyetine girmek biciminde formule etmek bizi ikilime duşuruyor ve bunalıma sokuyor. Cunku her medeniyet gibi Batı medeniyeti de bir inanc ve ahlÂk nizamıdır. Bu sebeple Batı medeniyetine giremiyoruz” (OZAKPINAR, 2009: 331).

Yılmaz Ozakpınar ’ın “Batı ’da yekpare uygarlık vardır, Doğu ’da yoktur; Doğu kulturu diye bir şey de yoktur” şeklinde ozetlenecek yargısı bazı celişkilerle malûl goruluyor. Oncelikle uygarlıkların rasyonel bir ruhî yukselişin bilinci; o yukselişin icerdiği inanc; belli istikamette fiilleri uretmesi bakımından ahlÂk nizamı olduğunu soyleyen Ozakpınar, verdiği tanım gereği Doğu ’daki farklı uygarlıkları aynı paydada toplayan bir takım hususiyetleri one cıkarmak durumundadır. Batı ’nın Doğu uzerindeki yağması Doğu ’da farklı uygarlıklar olsa bile Batı karşısında hepsini talan edilmeye musait bir kimliksiz zenginliğe mahkûm etmektedir. Ayrıca Doğu ’nun Batı toplumları gibi yekpare uygarlık refleksleri vermesi de gerekmemektedir. Doğu, tarihsel anlamda Batı ’nın Doğu ’yu yağmalamasına bir cevap olarak, Batı ’nın hareket kaabiliyetlerini bozucu saldırılar- yıkımlar geliştirmiştir. Gecmişte Moğol, Tatar istilaları ve gunumuzde Cin ’in endustri bicimlenmesi Batı ’nın iktisadî yapılarını bozucu etkilere sahiptir. Doğu ’daki uygarlıkların birbirine karşı farklılaşmış ozellikleri Batı ’nın karşısında farklı sınıflama yapılmasını gerektirmemiştir. Bu farksızlık algısı nedeniyle Ozakpınar ’dan Doğu ’nun, Batı uygarlığı dışında bir uygarlık karakterine sahip olduğunu teslim etmesi beklenebilirdi. Ozakpınar ’ın “Doğu ’da yekpare uygarlık yoktur” dizgesi, Doğu ’yu Batı karşısında yok sayacak bir tutuma yol acabilecektir. Ayrıca Doğu ’da Batı ’daki uygarlık modelinin benzerini arayan tutum, Doğu ’yu Batı ’nın beşli gelişme dizgesi icinden kavramaya calışan modellerle mutabık bir soyleme duşmekten kurtulamayacaktır. Yine Doğu ’da yekpare bir uygarlık olmadığı ifadesi Turkiye ’yi Batı ’ya (Avrupa Birliği ’ne) katılmayı veya işbirliğini dayatan soylemi eleştirmeyi imkÂnsız kılmaktadır. Nitekim Yılmaz Ozakpınar, “Kendi medeniyetimizi kucumseyerek Avrupa Birliği ’ne onurlu bir uye olarak katılmak mumkun değildir. Batı medeniyetine yamanmayacağız; kendi medeniyetimizin bilinciyle ve millî şahsiyetimizle, tarihimizi arkamızda hissederek Avrupa ile işbirliğine gireceğiz” (OZAKPINAR, 2009: 332); “Yapacağımız şey, Avrupa ’ya yersiz reaksiyon yapmak ya da kendimizi Avrupa ’dan izole etmek değil, kendi siyasî ve ekonomik cıkarlarımıza ve kultur alanındaki ihtiyaclarımıza gore Avrupa ile yakın temas kurmak ve Avrupa gerceği icinde soz sahibi olmaktır” (OZAKPINAR, 2012: 77). Doğu ’da uygarlık yekpareliği bulunmadığı ifadesi ile Turkiye ’yi Batı ’lı uygarlıkla işbirliğine iten arguman birleşince “İslam medeniyeti”nin kendi kultur cğelerini uretmesi imkÂnı elden kacırılmaktadır. Ozakpınar, kendi medeniyet teorisini Batı kulturunun kimi ustun ozellikleri nedeniyle kendine has kultur uretiminden yoksun bırakacak bir uzlaşmaya yoneltmektedir. Eğer İslÂm bir inanc ve hakikat ise kendi kultur oğelerini Batı ’dan mustakil olarak uretmelidir: “Butun medeniyetlerde bilincli ve rasyonel duzeyde muhasebesi yapılan bir inanc vardır; bu inanca bağlı bir ahlÂk nizamı toplumu yapılandırır” (OZAKPINAR, 1997: 45- 46). Ozakpınar teorileştirdiği medeniyet perspektifini yeniden Batı ’lı angajmanlara teslim etmektedir.

KAYNAKLAR

- GRANT Jonathan, Osmanlı “Gerilemesi”ni Yeniden Duşunmek, Yakın Donem Turkiye Araştırmaları Dergisi, Sayı 19- 20, 2011

- OZAKPINAR Yılmaz, Kultur ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi, Otuken Yayınları, 1997

- OZAKPINAR Yılmaz, İslÂm Medeniyeti ve Turk Kulturu, Otuken Yayınları, 2012

- OZAKPINAR Yılmaz, İnsan Duşuncesinin Boyutları, Otuken Yayınları, 2009