gazeteci, yazar


1958 yılında doğdu. Galatasaray Lisesi ve Boğazici Universitesi mezunu. Sırasıyla Gunaydın (Ekonomi Servisi), Guneş, Cumhuriyet ve Milliyet'te calıştı. Eylul 1992'de Milliyet Genel Yayın Yonetmeni oldu.

Umur Talu'nun buyuk dedesi Rezaizade Ekrem (yazar ve gazeteci), dedesi Ercument Ekrem Talu (gazeteci), babası Muvakkar Ekrem Talu ve abisi Erdem Talu, ablası Ciğdem Talu (şarkı sozu yazarı ve Şair). Eşi Şule Talu gazeteci ve ekonomi yazarıdır. Cocuğunun adı Ciğdem.



SOYLEŞİ

Objektif gazetecilik diye bir şey olsa sadece bir gazete yeterdi
Akşam 19 Şubat 2012
Gulay Altan

Buyuk dedesi, dedesi ve babası gazeteci

Gazeteci Umur Talu, 2000 yılından bu yana yazdığı medya eleştirilerini 'Bedelli Gazetecilik' adıyla kitaplaştırdı. Kitabın ortaya cıkış hikayesinden başladık ve genc yaşta girdiği, neredeyse kaderine yazılmış diyebileceğimiz mesleğini eğrisiyle doğrusuyla konuştuk.

Umur Talu'nun buyuk dedesi, dedesi, babası da gazeteci. 6 yaşında babasını kaybettiği icin hicbirini gormemiş ama bir oğretmeninin de dediği gibi 'kaderine yazılmış' gazetecilik. Boğazici'nde ekonomi eğitimi alırken sendikacılık yapan, Belediyeler Birliği'nde calışan Umur Talu, okul bittiğinde iyi bir ekonomist olmayı planlarken kendini medyada bulmuş. 20'li yaşlarında en onemli gazetecilerle calışmış; 35 yaşında Milliyet'in Yayın Yonetmeni olmuş. 90'larda yaşanan o buyuk 'ansiklopedi savaşı'nın mimarlarından. Elbette o kavganın tek sebebi promosyonlar değildi ama konumuz o gunler değil... Bugun yapılan kavgaları da o gunle kıyaslamak mumkun mu; soruyorum: 'Yeni yetme gazetecilik turunde vahşi bir linc kulturu gelişti. Ama bu sadece bir kesime ait değil. Bugun mağdur gibi gozuken kimileri de bunu gecmişte yaptı.' Gecmişte 'kovulma' tecrubesi yaşadığı icin bugun ardı ardına kovulan gazetecilerle ilgili 'muhalif' oldukları icin kovuldukları iddialarını şoyle değerlendiriyor: 'Bekir Coşkun'un ne yazdığını bilerek alıyorsunuz, Nuray Mert'in de... O zaman, baştan almayabilirsiniz! Kimse niye şunu yazdırmıyorsun diye seni yargılamıyor ama bir kere başladıktan sonra o yolculuğun devamında ayrılmaya karar verdiğinizde nedenini duzgun izah etmeniz lazım. Ama şimdi patronların kendi yazarlarına kufreden başka yazarları ziyaret ettiği donemlerdeyiz; patronların kendilerine kufreden yazarları da istihdam ettiği donemleri gorduk. Omer Lutfu Mete'ye de cok uzuldum, Bekir'e de, Ece'ye de, Nuray'a da uzuldum. Fehmi Koru'nun işine son verildiğinde de uzuldum. Bu herkesin başına gelebilecek bir şey; kimse bir başkasının başına gelenden bir zafer payı cıkarmamalı kendine...'

- 2000 yılında yazılarınızı, 'Dipsiz Medya' adıyla kitaplaştırmıştınız; bu kitap onun devamı mı?
Aslında o kitabın devamını yapmayı duşunmedim. 'Bedelli Gazetecilik'te editor olarak gorduğunuz İsmail Sert'i tanımıyordum; yıllarca bu yazıları biriktirmiş, tasnif etmiş. Bir gun aradı, 'Boyle bir şey yaptım' dedi. Geldi, tanıştık; cok duzgun tasnif etmiş, bir sure daha elimizde kaldı. Tekrar yeniledi, derken Everest Yayınları ile yayımladılar. Kitap, İsmail'in emeği...

- Cok enteresan; gazeteci mi peki?
TRT'de gazeteci ama tanımıyordum. Şimdi dost olduk tabii.

- Değiştirdiğiniz yazılar oldu mu?
Hayır, sonucta o yazılar oyle yayınlanmıştı. Donup, 'ne yazmışım, şimdi şunu gizlesem, şu yazıyı koymasam' gibi dertlerim yok.

- Siz 'ulaşılabilir' bir yazarsınız; kitabınızı da okurunuzun size doğrudan ulaşabilmesine borcluyuz...
Turkiye'de, okurlara acık cep telefonu kullanan ilk yazarım. Şu sıralar birtakım sebeplerden dolayı surekli acık değil. O telefondan mecazi değil, gercek anlamda 'dağ başındaki' okur bile ulaştı bana.

- Okura acık cep telefonu fikri nasıl ortaya cıkmıştı?
Bir donem işsiz kalmıştım, sonra bir gazetede yazmaya başladığımda universitede kadroluydum. Milliyet'teyken gazeteye gider bir şekilde okurla iletişim kurardım ama o sıralar gazeteye de gitmek istemediğimden cep telefonu koydum sutunuma. O telefon sayesinde cok okur dostum oldu. Bu kesinlikle bir şohret-hayran ilişkisi değil. İşe, yuruyerek gidip gelirim. Zaten, cok ortadayım.

- Son yıllarda ortaya atılan 'Tanrı yazar'lardan farklı bir kulvar sizinki. Okurla surekli temas halinde...
Temas ettiklerinizi tanırsınız. Sadece tanrılarla temas ediyorsanız, devlet adamları, buyuk işadamları, şohretli oyuncular gibi; o zaman dunyanız da onlardan ibaret oluyor. Benimki değişik; ben tanrılara kapalıyım tabii bunu bir gazetecilik tavsiyesi olarak soylemiyorum. Bu benim gazetecilik hayatımın bir doneminden sonra yaptığım secim; davetlere gitmiyorum, gezilere katılmıyorum ama sokaktayım.

TEMEL DUYGUM: UTANMA
- Sorunlarını takip ettiğiniz kesimler arasında birbirine tamamen zıt kutuplar da var...
Benim icin olcu yaşanan acıları duyurmak; sadece duyurup istismar etmek değil, cozulmesine de katkıda bulunmak. Denizyıldızı hikayesini bilirsiniz. Zaten yazdığım her şeyin sonuclarına da yetişemiyorum; beni arayıp 'bir denizyıldızı daha gitti Umur Bey' diyor okurlarım. Her soruna bir koşeden yetişmek gibi bir iddiam yok ama bunu yapmazsam cok utanırım. Temel duygum bu: Utanırım!

- Fatih Altaylı, Ece Temelkuran'ın kitabından bahsettiği yazısında bu hafta 'gercek vicdan sahibi yazar' sıfatını kullandı ve bunun bir de sizde olduğunu ifade etti. Ece Temelkuran, vicdanının sesini dinleyip sosyal medyada yazdıkları nedeniyle işsiz kaldı, sizin boyle bir endişeniz var mı?
Ben, cok daha yaşlı bir gazeteciyim; en azından daha fazla şey gordum. Sadece kendi başıma gelenleri değil tabii ki başkalarının başına gelenleri de... Kendi adıma endişem yok. Sokakta birinin saldırmasından ya da işsiz kalmaktan tabii urkerim ama bir şey yazarken bunları duşunerek yazmıyorum. Oyle bir gazetecilik olmaz zaten. Yani surekli kafanızın arkasında başka bir şey duşunurken ilgisiz şeyler yazmak ikiyuzluluktur. Bildiğimi yazarken tek olcum şudur: Meslek orgutleri dışında kimseye ait olmamak. Kendimi kovdurabilirim ama kelimelerimi kovdurmam cunku ben o kelimeleri duşunerek, yureğimden koyuyorum ortaya. Onlar titiz kelimeler; hicbirini kovdurtmam. Ha, o kelimeler Başbakan'a gidiyormuş, Genelkurmay Başkanı'na gidiyormuş duşunmem.

- Ece Temelkuran'ın yaşadıkları hakkındaki fikrinizi merak ediyorum...
Detayları cok bilmiyorum ama o konuda yazdım da. Yazıda cok sempatim olmadığı halde Yiğit Bulut da vardı. Muesseseler insanları parlatıp kamuoyuna sunduktan sonra bir gun yok ettiklerinde buna dair ikna edici izahları olmalıdır. Ece'nin olayında, muessese kendine gore bir acıklama yapıyor ama o acıklamalar bana da yetersiz geliyor. Fakat kendilerine gore ilkeler acıklıyorlar, bunlar daha yeni tartışılan şeyler, twitter, aktivist olmak... Bunlar elbette tartışılacak ama demek ki başta o kadar parlatılan insanlar bir anda tu kaka da edilebiliyor; bu hepimizin başına gelebilir. 16 yıl taşıdığım, buyuttuğum, logosunu, mizanpajını değiştirdiğim, kadrolarını yaptığım bir gazeteden duvarları kazıyarak kovuldum. O gun, o gazetede olan pek cok kişi bir satır yazmadı arkamızdan. Dolayısıyla ben hep gidene bir şey soylemeye calışırım. Bu benim icin mesleki bir gorev, bir şey değiştirmez ama iz bırakır.

BEN DE COK HATA YAPTIM
- Bu hafta da Nuray Mert, yazılarına ara verdi. Neden hep bir tur yazarlar gidiyor?
Evet, belli tur yazar grubunun gonderilmesi daha kolay hale geldi. Buna karşılık bir grup da daha guclu oluyor. Ama onlarda bir cemaatin, cemiyetin ya da birtakım iktidarların sozculeri olarak guclu oluyor. Gazetecilikle aktivizmi karıştırmak, benim de tartıştığım bir mesele ama diğer yanın da aktivistliğinden soz etmeliyiz. Siz de muktedir olanların aktivisti olarak calışıyorsunuzdur. Dolayısıyla gidenlerin suclandığı her şeyin bin beterini gonderenler yahut yerinde kazık cakanlar ya da yerinde buyuyenler de yapıyor. Onun icin tutarlı olmaya calışmak ya da bağımsız kalmak icin giderek koyulaşmış bir muhafazakarlık icindeyim. Mumkun olduğu kadar mesafelerimi uzak tutuyorum. Bu biraz, hafif tecrit, munzevi bir gazetecilik turu de olabilir. Tavsiye ettiğim bir şey değil ama yolunu şaşırmamak icin, yolunu sadece kendin cizmen gerekiyor.

- Sizin icin 'omurgalı yazar' sıfatı cok kullanılıyor. Bu hem zaten olması gereken hem de bu kadar altı cizildiği icin zor bir konum değil mi?
Once şunu soyleyeyim; ben de cok hata yaptım. Maddi yanlışlıklar olduğu gibi basiret bağlanması, akıl edememek yahut donemin koşullarına teslim olmak gibi yanlışlar da yaptım. Gokten pirupak inmiş değilim. Cok genc yaşımdan beri hayata mudahale etmeye calışıyorum. Bin turlu yanlış duşuncem ve eylemim de oldu ama temelde arzum doğru şeyler yapmaktı.

- Bir de cok genc yayın yonetmenliği yaptınız...
Cok cabuk yonetici oldum, hem toyluklarım vardı, hem endişelerim. 30'lu yaşlarımın ortasında yayın yonetmenliğini bırakınca yurtdışından valizlerle kitap taşıdım, gazeteciliği yeniden oğrendim. Teorisini değil felsefesini; yeniden insan olma eğitiminden gecirdim kendimi. O arada universitede ders verdim, ders verirken ders calıştım. Yazı yazmaya başladığımda kendimi de yeniden şekillendirdim ama bu yeniden aldığım şekil, gecmişime de cok aykırı değil. Sadece, gundelik koşuşturmanın icinde yapmış olmam muhtemel hatalardan arınmış bir gazeteciliğe varmak istedim. Bu da ermişlik falan değil. Gazetecilik beceriniz olmalı ve buna ilaveten kotuluk yapmama arzunuz.

KARNELİ HABERCİLİK YAPILIYOR
- Bu bugunun meselesi olmamakla beraber cokca eleştirilen medya-iktidar ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP'nin medya karnesi nasıl?
AKP hukumetinin medya karnesi var mı bilmiyorum, yani zaten o kendisi karne vermiş medyaya. Karneli habercilik yapılıyor... Bir iktidar ya da medya kuruluşlarının sahipleri, yoneticileri bu manzaradan gurur duyabiliyorlarsa, ne mutlu. Ortada sorunlu bir manzara var.

- Sorunlu manzara nedir?
İster bazısını, ister hepsini, ister hicbirini terorist kabul edin ya da etmeyin, gazeteci kimliğiyle birtakım insanlar hapiste. İsterseniz bunlar gazetecilikten yargılanmıyor deyin. Ama piyasada gazetecilik yapanların coğu da gazetecilik yapmıyor. İkincisi, iktidar ici bir mesele; MİT-polis meselesinde bile nasıl kumeleniyor gazeteciler? Demek ki herkes aportta bekliyor cephanesiyle, demek ki herkesin ait olduğu bir birlik var. Bazen bu birlikler birlikte başka ordulara karşı savaşıyor, bazen kendi iclerinde kapışıyorlar. Adanmış gazetecilik gurur duyulacak şey değil. Bu tur işlerde 'utanmıyor musun' sorusu onemlidir. Kendinle kaldığında utanmıyor musun?

- Başta da dedim, bu iktidarlar olduğu surece olan bir kavga yeni değil; bugunu ozel kılan nedir?
Turkiye tarihi benzer orneklerle dolu. Fazla uzağa gitmeyelim; 12 Eylul var, ardından kartel donemi, sonra 28 Şubat donemi... Butun bunlara sozde karşı olan bir iktidar doneminde de yine bir suru medya rezilliklerinin olduğu bir noktadayız. Durustce subjektif olabilirsiniz ya da siyasi bir tarafın gazetesi olabilirsiniz. Butun bunlar deklare olabilir. Zaten herkes objektif olacaksa bir tane gazete cıksa yeter. Objektiflik palavra ama elinize bir şey tutuşturularak gazetecilik yapılmaz ya da sorularınızı, kelimelerinizi saklayarak yapılmaz. Yapılıyor tabii, yapılır da ama utanılacak bir şeydir, ayıptır, gunahtır. Sonra bunu yapanlara da sıkıntı verir. Yazdıklarından cok yazmadıkların, verdiğin haberlerden cok vermediğin haberlerin onemli olduğu bir gazetecilik olabilir mi? Buna gazetecilik denebilir mi? Cesur gorduğunuz yazarın bile ne yazdığına değil ne yazmadığına bakın!

O KOLTUKTAN KALKMAK KOLAY DEĞİL!
- Erken genel yayın yonetmenliği yapmak şans mı, şanssızlık mı?
Şans elbette. 10. gazetem burası. 20-30 yaş arasında Gunaydın, Guneş, derken Cumhuriyet, arkadan Milliyet... Rahmi Turan, Cetin Emec'i de gordum, Erol Simavi'yi de. Bu gazetelerin hepsi bana bir şey kattı. Milliyet'te oranın cocuğu olarak yayın yonetmeni oldum. Sonra olceğimiz buyudu, benim de sebep olduğum birtakım gazete mucadeleleri derken cok hoşlanmayacağım bir tarafa doğru evrildiğini gordum. Siyasi iktidarla barışık olma ihtiyacı cıktı ki biz o zaman başbakanın servetini ortaya cıkarmıştık... İstifa ettim, butun bunlar şansımdır benim.

- Genel yayın yonetmenliği sizin yaptığınız donemde de bu kadar guclu muydu?
Tabii, cunku benim oturduğum koltuk Abdi İpekci'nin koltuğuydu. Hatta bugunkunden daha gucluydu o koltuklar ama gazetecilik anlamında daha gucluydu. Yazı işlerinde calışan genel yayın yonetmeni modelinin sonuyum ben. Başbakanlar, ben bıraktığım donemde refakatci yayın yonetmeni goturmeye başlamıştı. Bugun, gururla soyluyorum, ben o ucağa hic binmedim, mesafelerimi korurdum yani. Patron da bunu bildi, 'Git o ucağa bin diyebilirdi' demedi, diyemedi.

- Peki, o gucten soyunmak kolay mı?
Tabii o koltuktan kalkmak kolay bir karar değil. Ben 30'lu yaşlarda bırakırken, 60'lı yaşlarında bu goreve gelmeye calışanlar ya da devam ettirmeye ya da bıraktıktan sonra bir daha ihtirasla saldıranlar var.

- Bıraktığınız icin pişmanlık oluyor mu, acabalar...
Oldu tabii ama 12 yıllık yatılı okul tecrubem var. Yatılı okulda, en kalabalıkta yalnız olmayı oğrenirsin. Bir anda kendimi o kadar keskin tecrit ettim ki dort sene yazı işlerine inmedim. Gittim, ders verdim. Gazeteciler Cemiyeti'nin yonetimine girdim, ilk başta biraz bunalımlı oldu ama sonra muthiş bir şekilde kendimi buldum ve rahatladım.

- Basının en buyuk kavgaları yaptığı donem yayın yonetmeniydiniz. Kavganın taraflarından biriydiniz. Kavga esnasında 'ağır oldu' dediğiniz şeyler oldu mu?
Evet... Kufur, hakaret etmedim ama cok sert yazılar da yazdım, beni cok uzen şeyler de oldu. Orada bir pişmanlığım yok, pişmanlığım o kavganın sonucunda bir grubun bu kadar buyumesidir. Ancak o kavga verilmeseydi, belki de Milliyet o gun olmuştu.

ARTIK OZKOK İLE MUCADELE ETMEK GEREKMİYOR
- Son donemde polemiklerde yoksunuz ama polemik yazılarınızda en cok ismi gecen gazeteci Ertuğrul Ozkok...
Artık pek yazmıyorum. Gecmişte o bir guctu, iktidarlarla birlikte iktidardı ya da iktidar karşısında bir iktidardı tabii kendi başına değil, patronunun, gazetenin gucuyle. O zaman mucadele edilmesi gereken bir şeydi, şimdi mucadele edilmesi gerekmiyor. Ben kişilerle uğraşmak istemem, coğu zaman isim bile yazmam, en sert polemiklerde de hakaret etmedim. En sevmediğim insana bile ettiğim bir laf, o kişinin cocuğuna, torununa yansır ve onlar da uzulurse, uzulurum.

- Bugunlerde polemikler bayağı acık acık ve 'işini kaybettin oh olsun' ya da 'şu kişi tutuklanacak' gibi bir boyutta.
Ayıp! Bu eleştiri değil! Bazen kustahlık kustahlıkla buluşuyor. Siz gazeteciliği bir kustahlık turu olarak anlarsanız her zaman sizden baskın cazgır birileri cıkabilir. Kendimi de dahil ederek soyluyorum, hepimizin kabahati var bu işlerde. Biraz popularite, biraz şohret, başkalarına bir suru laf etme hakkını veriyor bize. Derken birileri de cıkıyor bize birtakım laflar ediyor. O lafları da hak etmiyoruz ama başkaları da bizim ettiğimiz lafları hak etmiyordu. İnsanların ismiyle, cinsiyle, zaaflarıyla alay etmek gazetecilik değil.



HABER

Umur Talu koşe yazarlığını bıraktı
12 Aralık 2016

Haberturk gazetesi yazarı Umur Talu, bugunku yazısında koşe yazarlığını bıraktığını duyurdu.

Umur Talu, “Paydos!” başlıklı yazısında, “Kimine gore gecikmiş, kimine gore erken bir duyurum olacak: Bugune kadar yaptığım şekilde ‘koşe yazarlığı ’nı bıraktım” dedi.

Koşe yazarlığını bırakmasına sebep olarak “ Benim sağlık sorunlarım, medyanın sağlık sorunları, ulkenin sağlık sorunları” diyen Umur Talu, “Artık hangi sıralamaya itibar ederseniz! Bundan sonra ‘başka şeyler ’ yaparım” ifadelerini kullandı.