Nida, Farsca “seslenme, cığlık atma” anlamlarına gelir. Cığlık anlamından ziyade, seslenme anlamını daha cok tercih edeceğiz Turkce anlamlandırmada cunku cığlık daha cok dehşet duygusunu ifade etmektedir. Biz ise dehşet değil aşk duygusu uzerinde duracağız.

Nida sanatı Cem Dilcin tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: Şairin, cok duygulanması ve heyecanlanması sonucunu doğuran olayları ve varlıkları goz onune getirip “ey, hey” gibi unlemlerle onlara seslenmesidir.
Yavuz Bayram ise once sozluk anlamını vererek şu şekilde bir tanıma gitmektedir: Sozluk anlamı seslenmek, cağırmak, haykırmaktır. Terim olarak ise sozluk anlamıyla alakalı olarak şairin coşkulu bir anlatımla şiirine başlaması ve seslenme edasıyla, unlemlerle şirindeki anlatımı surdurmesi anlamında bir edebi sanattır.
Bu tanımlarda da gorulduğu gibi, duyulan aşkın ya da heyecanın, okuyucuya yansımasını amaclar nida sanatı. Nida sanatını kullanan kişi şiirinde birisine seslenmek durumundadır. Bu bir sevgili ya da aşık olabileceği gibi bir şehir, bir tarihi olay da olabilir. İkinci durumda nida sanatıyla birlikte kullanılan sanat teşhis yani kişileştirme sanatıdır.
Nida sanatı aslında temel bir sanat olmaktan ziyade diğer sanatlarla desteklenebilecek bir sanattır. Bundan dolayı Cem Dilcin, Nida sanatının tekrir ve kişileştirme sanatı ile kullanıldığını soyler genelde. Tekrir sanatı ile nida sanatı karışımında belki de en cok hoşa giden tarz, unlemin tekrar edilmesidir. Şoyle ki;
MerhabĂ‚ hoş geldin ey rûh-ı revĂ‚nım merhabĂ‚
Ey şeker leb yĂ‚r-ı şîrîn lĂ‚-mekĂ‚nım merhĂ‚ba ( NESİMİ )
( FÂ'ilÂtun / fÂ'ilÂtun / fe'ilÂtun / fÂ'ilun )

Acıklama: ( Nida yani seslenilen kişi sevgili) Merhaba yuruyen ruhum merhaba, ey Şirin gibi ( tevriye ve telmih sanatı var; hem Şirin – Ferhat hikayesi var hem de şirinin gercek anlamıyla kullanımı var ) şeker dudaklım, ey mekansızım merhaba !

Gorulduğu gibi şair, tevriye, nida, tekrir, teşbih hatta istiare sanatlarından faydalanarak edebi yonu kuvvetli bir beyit ortaya cıkarmış. Unlemler yani nida sanatı tekrir sanatının tekrar eden kelimesi olarak kullanılmış ve anlatıma bir ahenk katmış.

Nida sanatı bazen sevgiliye selam vermek anlamında, “merhaba, selam, hoş geldin” gibi kalıplaşmış sozlerle başlayabilir. Hatta Nesimi, bu sanatın en nadide orneklerini vererek “merhaba” redifli şu gazeli yazmıştır:
MerhabĂ‚ hoş geldin ey rûh-i revĂ‚nım merhabĂ‚
Ey şeker-leb yĂ‚r-ı şirîn lĂ‚-mekĂ‚nım merhabĂ‚
*
Cun lebin cĂ‚m-ı Cem oldu nefha-i Ruhu'l-Kudus
Ey cemilim ey cemĂ‚lim bahr u kĂ‚nım merhabĂ‚
*
Gonlume hîc senden ozge nesne lĂ‚yık gormedim
Sûretim, aklım ukûlum cism u cĂ‚nım merhabĂ‚
*
Ey melek sûretli dil-ber cĂ‚n fedĂ‚dır yoluna
Cun dedin lahmike lahmi kana kanım merhabĂ‚
*
Geldi yĂ‚rım nĂ‚s ile sordu Nesîmî necesin
MerhabĂ‚, hoş geldin ey rûh-i revĂ‚nım merhabĂ‚ ( NESİMİ )

Gorulduğu gibi Nesimi nida sanatını redifte kullanarak hem hoş bir goz kafiyesi hem de hoş bir ses kafiyesi yaratmış. Goz uyağı Osmanlı edebiyatında kuraldır ama kulak icin uyak yani seslerin uyumu ilk kural değildir lakin Nesimi hem goze hem de kulağa uygun bir uyak yakalamıştır.
Divan şiirinde “merhaba” nidası usta şairlerce cok denenmiş cok sevilmiş hatta cok nazireler yazılmıştır. “Merhaba”yı nida sanatı olarak kullanan ama Nesimi gibi redif yapmayan Nefi ’nin Sakinaneme ’den alınan şu beyitleri değerlidir:
(FÂilÂtun / FÂilÂtun / FÂilÂtun / FÂilun)
MerhabĂ‚ ey cĂ‚m-ı mînĂ‚ yı mey-i yĂ‚kût reng
Devri gelsin senden oğrensin sipihr-i bî-direng
*
MerhabĂ‚ ey yĂ‚digĂ‚r-ı meclis-i devrĂ‚n-ı Cem
Âb-ı rûy-ı devlet-i Cemşîd u Ă‚yîn-i Peşeng
*
MerhabĂ‚ ey şĂ‚hid-i işret-serĂ‚y-ı meygede
Duhter-i pîr-i mugĂ‚n hemşîre-i sĂ‚kî-i şeng ( NEFİ - SAKİNAMEDEN )
Nida sanatında kullanılan unlemler sadece merhaba, selam,hoş geldin gibi unlemler değildir elbette. Nida sanatında “ey, ya, hey” gibi unlemler de kullanılır. Burada amac genelde okuyucunun duygularını harekete gecirmek, şiirin tek duzeliğini bozmaktır. Mehmet Akif Ersoy ’un Almanya ’da bulunduğu sırada Canakkale Zaferi icin yazdığı şu dizelerde nida sanatını goruyoruz;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne guneşler batıyor!
Ey, bu topraklar icin toprağa duşmuş, asker!
Gokten ecdad inerek opse o pak alnı değer.
Ne buyuksun ki, kanın kurtarıyor Tevhid ’i...
Bedr ’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
…..
Sen ki, a ’sara gomulsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu acmış duruyor Peygamber. ( MEHMET AKİF ERSOY )
Elbette bu tur nida sanatı eski edebiyatta da cok fazla kullanılmış; bazen sevgiliye seslenilmiş bazen şair bir aşık olarak şiirinden kendisini soyutlayarak kendisine seslenmiş. Lakin eski edebiyatta toplumsal olaylara bir atıf olmadığı icin Tanzimat doneminde goreceğimiz tipte bir nida sanatı kullanılmamış bu donemde. Daha cok aşık tarzında bir nida sanatı var.
Yeter hĂ‚r-ı gam ile ey HelĂ‚ki seng-dil olduk
Gelip ol gonca leb gulse acılsa gam – gusĂ‚r olsa ( HELAKİ )
Acıklama : ( Nida sanatında seslenilen kişi şairin kendisi ) Ey Helaki ! Yeter artık ! Uzuntu dikeni yuzunden gonlumuz taş gibi oldu. O gonca dudaklı sevgili gelip gulse de acılsa, bizim dert ortağımız olsa.
Yukarıdaki beyitte şair kendini soyutlayarak kendisini aşık yerine koymuş . Ustelik “gonul” diyerek kendisinden bir parcayı kişileştirmiş ve boylece kişileştirme sanatını kullanarak “biz” olarak konuşmuştur şiirde.
Bir ornek daha verelim, sonra yeni edebiyattan bir ornek verelim :
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz
Baş uzre yerin var
Gul goncesisin gûşe-i destĂ‚r senindir
Gel ey gul-i ra ’na ( NEDİM )

Acıklama : ( Seslenilen kişi sevgili ) Ey guzel gul ! Meclise geldiğinde sana yer bulunmaz mı ? Baş ustunde yerin var. Sen ki gul goncasısın. Sarığın koşesi ( eskilerin sarık taktığını unutmadan yorumlayalım beyiti ) senin icindir, guzel gul.
Yukarıdaki ornekte de şair, sevgilisine seslenmiş. Ayrıca irsal-i mesel sanatını ve istifham sanatını da gormekteyiz.
Şimdi son olarak yeni edebiyattan Tevfik Fikret ’in unlu sis şiirini ornekleyelim. Cem Dilcin ’e gore bu şiirde “unlemler heyecanın derece derece yukseldiği ve anlam etkisinin en guclu olması gerektiği yerlerde kullanılmıştır.” Bu bakımdan Cem Dilcin hocamızı da anarak şiirin tamamını alıştırma orneği olarak verelim:
Not: Biz burada Tevfik Fikret ’in yazdığı biraz ağdalı dilli orneğini vereceğiz ama dizenin hemen altına da gunumuz Turkcesini yazacağız.
SİS
Sarmış yine Ă‚fĂ‚kını bir dûd-ı munannid,
( Sarmış ufuklarını senin gene inatcı bir duman, )
Bir zulmet-i beyz ki peyÂpey mutezÂyid.
( Beyaz bir karanlık ki, gittikce artan )
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbĂ‚h,
( Ağırlığının altında her şey silinmiş gibi, )
Bir tozlu kesÂfetten ibÂret butun elvÂh;
(Butun tablolar tozlu bir yoğunlukla ortulu; )
Bir tozlu ve heybetli kesÂfet ki nazarlar
( Tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar )
Dikkatle nufûz eyleyemez gavrine, korkar!
( Onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! )
LĂ‚kin sana lĂ‚yık bu derin surte-i muzlim,
(Ama bu derin karanlık ortu sana cok lĂ‚yık; )
LĂ‚yık bu tesettur sana, ey sahn-ı mezĂ‚lim!
( LĂ‚yık bu ortunuş sana, ey zalimlerin sĂ‚hası! )
Ey sahn-ı mezĂ‚lim…Evet, ey sahne-i garrĂ‚,
( Ey zulumler sĂ‚hası... Evet, ey parlak alan, )
Ey sahne-i zî-şĂ‚'şaa-i hĂ‚ile-pîrĂ‚!
( Ey fĂ‚cialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sĂ‚ha! )
Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezĂ‚rı
( Ey parlaklığın ve ihtişĂ‚mın beşiği ve mezarı olan, )
Şarkın ezelî hĂ‚kime-i cĂ‚zibedĂ‚rı;
( Doğu ’nun oteden beri imrenilen eski kralicesi! )
Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
( Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden )
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefĂ‚het;
( Zevk ve sefaya duşkun susamış goğsunde yaşatan. )
Ey Marmara'nın mĂ‚i der-Ă‚guşu icinde
( Ey Marmara ’nın mavi kucaklayışı icinde )
Olmuş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
( Sanki olmuş gibi dalgın uyuyan canlı yığın. )
Ey kohne Bizans, ey koca fertût-ı musahhir,
( Ey kohne Bizans, ey koca buyuleyici bunak, )
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bĂ‚kir;
( Ey bin kocadan artakalan dul kız; )
Husnunde henuz tĂ‚zeliğin sihri huveydĂ‚,
( Guzelliğindeki tĂ‚zelik buyusu henuz besbelli )
HĂ‚lĂ‚ titrer ustune enzĂ‚r-ı temĂ‚şĂ‚.
( Sana bakan gozler hÂl ustune titriyor.)
HĂ‚ricten, uzaktan acılan gozlere suzgun
( Dışarıdan, uzaktan acılan gozlere, suzgun )
CeşmĂ‚n-ı kebûdunla ne mûnis gorunursun!
( İki lĂ‚civert gozunle ne kadar cana yakın gorunuyorsun! )
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
( Cana yakın, hem de en kirli kadınlar gibi; )
Ustunde coşan giryelerin hepsine bî-his.
( İcerinde coşan ağıtların hic birine aldırış etmeden. )
Te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyĂ‚net
( Sanki bir hĂ‚in el, daha sen şehir olarak kuruluyorken, )
BunyĂ‚nına katmış gibi zehr-Ă‚be-i lĂ‚net!
( LĂ‚netin zehirli suyunu yapına katmış gibi! )
Hep levs-i riyĂ‚, dalgalanır zerrelerinde,
( Zerrelerinde hep riyakĂ‚rlığın pislikleri dalgalanır, )
Bir zerre-i safvet bulamazsın icerinde.
( İcerinde temiz bir zerre aslĂ‚ bulamazsın.)
Hep levs-i riyÂ, levs-i hased, levs-i teneffu';
( Hep riyĂ‚nın cirkefi; hasedin, kĂ‚rgudmenin cirkeflikleri; )
Yalnız bu… ve yalnız bunun ummîd-i tereffu'.
( Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yukselecek.)
Milyonla barındırdığın ecsĂ‚d arasından
( Milyonla barındırdığın insan kılıklarından)
Kac nĂ‚siye vardır cıkacak pĂ‚k u dirahşan?
( Parlak ve temiz alınlı kac adam cıkar? )
Ortun, evet, ey hĂ‚ile… Ortun, evet, ey şehr;
( Ortun, evet ey felĂ‚ket sahnesi... Ortun artık ey şehir; )
Ortun ve muebbed uyu, ey fÂcire-i dehr!..
( Ortun, ve sonsuz uyu, ey dunyanın koca kahpesi! )
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
( Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; )
Katil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
( Katil kuleler, kayalı - ? - ve zindanlı saraylar. )
Ey dahme-i mersûs-i havĂ‚tır, ulu ma'bed;
( Ey hĂ‚tıraların kurşun kaplı kumbetlerini andıran, cĂ‚mîler; )
Ey gırre sutunlar ki birer dîv-i mukayyed,
( Ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sutunlar ki, )
MĂ‚zîleri Ă‚tîlere nakletmeye me'mûr;
( Gecmişleri geleceklere anlatmaya memur )
Ey dişleri duşmuş, sırıtan kaafile-i sûr;
( Ey dişleri duşmuş, sırıtan sur kafilesi.)
Ey kubbeler, ey şanlı mebĂ‚nî-i munĂ‚cĂ‚t;
( Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri; )
Ey doğruluğun mahmil-i ezkĂ‚rı minĂ‚rat;
( Ey doğruluğun sozlerini taşıyan minĂ‚reler. )
Ey sakfı cokuk medreseler, mahkemecikler;
( Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler; )
Ey servilerin zıll-ı siyĂ‚hında birer yer
( Ey servilerin kara golgelerinde birer yer )
Te'mîn edebilmiş nice bin sĂ‚il-i sĂ‚bir;
( Edinen nice bin sabırlı dilenci kalabalığı; )
"Gecmişlere rahmet!" diyen elvĂ‚h-ı mekaabir;
(“Gecmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.)
Ey turbeler, ey herbiri pur-velvele bir yÂd
( Ey turbeler, ey her biri velvele koparan bir hĂ‚tıra )
İykĂ‚z ederek sĂ‚mit u sĂ‚kin yatan ecdĂ‚d;
( Canlandırdığı halde sessiz ve sadĂ‚sız yatan dedeler! )
Ey ma'reke-i tîn u gubĂ‚r eski sokaklar;
( Ey tozla camurun carpıştığı eski sokaklar; )
Ey her acılan rahnesi bir vak'a sayıklar
( Ey her acılan gediği bir vak ’a sayıklayan )
VîrĂ‚neler, ey mekmen-i pur-hĂ‚b-ı eşirrĂ‚;
( VîrĂ‚neler, ey azılıların uykuya girdikleri yer. )
Ey kapkara damlarla birer mÂtem-i ber-pÂ
( Ey kapkara damlarıyla ayağa kalkmış birer mĂ‚temi )
Temsîl eden Ă‚sûde ve fersûde mesĂ‚kin;
( Temsil eden harap ve sessiz evler; )
Ey her biri bir leyleğe, bir caylağa mavtın
( Ey her biri bir leyleğe yahut bir caylağa yuva olan )
Gam-dîde ocaklar ki merĂ‚retle somurtmuş,
( Kederli ocaklar ki, butun acılıklarıyla somutmuş,)
Yıllarca zamandan beri, tutmek ne…unutmuş;
( Ve yıllardır tutmek ne... coktan unutulmuş!)
Ey mi'delerin zehr-i tekĂ‚zĂ‚sı onunde
( Ey mîdelerin zorlaması zehrinden oturu )
Her zilleti bel'eyleyen efvĂ‚h-ı kadîde;
( Her aşĂ‚lığı yiyip yutan kohne ağızlar! )
Ey fazl-ı tabîatle en Ă‚mĂ‚de ve mun'im
( Ey tabi ’atin gurlukleri ve nimetleriyle dolu )
Bir fıtrata makrûn iken ac, Ă‚tıl u Ă‚kim;
( Bir hayata sĂ‚hip iken, ac, işsiz ve verimsiz kalıp )
Her ni'meti, her fazlı, her esbĂ‚b-ı rehĂ‚yı
( Her nimeti, butun gurlukleri, hep kurtuluş sebeplerini )
Gokten dilenen zull-i tevekkul ki.. murÂyi!
( Gokten dilenen tevekkul zilleti ki.. Sahtedir! )
Ey savt-ı kilĂ‚b, ey şeref-i nutk ile mumtĂ‚z
( Ey kopek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yukselmiş )
İnsanda şu nankorluğu tel'in eden Ă‚vĂ‚z;
( Olan insanda şu nankorluğe lĂ‚net yağdıran feryĂ‚t! )
Ey girye-i bî-fĂ‚ide, ey hande-i zehrîn;
( Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli guluşler; )
Ey nĂ‚tıka-ı acz u elem, nazra-i nefrîn;
( Ey eksinlik ve kaderin acık ifadesi, nefretli bakışlar! )
Ey cevf-i esĂ‚tîre duşen hĂ‚tıra: nĂ‚mus;
( Ey ancak masalların tanıdığı bir hĂ‚tıra: NĂ‚mus; )
Ey kıble-i ikbĂ‚le cıkan yol: reh-i pĂ‚-bûs;
( Ey adamı ikbĂ‚l kıblesine goturen yol: Ayak opme yolu. )
Ey havf-i musellĂ‚h, ki hasĂ‚rĂ‚tına rĂ‚ci'
( Ey silahlı korku ki ; )

Oksuz, dul ağızlardaki her şevke-i tĂ‚li';
(Oksuz ve dulların ağzındaki her tĂ‚lih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan oturudur! )
Ey şahsa masûniyyet u hurriyyete makrûn
( Ey bir adamı korumak ve hurriyete kavuşturmak icin )
Bir hakk-ı teneffus veren efsĂ‚ne-i kaanûn;
( Yalnız teneffus hakkı veren kanun masalı! )
Ey va'd-i muhĂ‚l, ey ebedî kizb-i muhakkak,
( Ey tutulmayan sozler, ey sonsuz muhakkak yalan, )
Ey mahkemelerden mutemĂ‚dî surulen hak;
( Ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”! )
Ey savlet-i evhĂ‚m ile bî-tĂ‚b-ı tahassus
( Ey en şiddetli kuşkularla duygusu korleşerek )
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessus;
( Vicdanlara uzatılan gizli kulaklar; )
Ey bîm-i tecessusle kilitlenmiş ağızlar;
( Ey işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar. )
Ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;
( Ey nefret edilen, hor gorulen millî gayret! )
Ey seyf u kalem, ey iki mahkûm-ı siyĂ‚sî;
( Ey kılıc ve kalem, ey iki siyasî mahkûm; )
Ey behre-i fazl u edeb, ey cehre-i mensî;
( Ey fazilet ve nezĂ‚ketin payı, ey coktan unutulan bu cehre! )
Ey bĂ‚r-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;
( Ey korku ağırlığından iki buklum gemeye alışmış )
EşrĂ‚f u tevĂ‚bi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;
( Zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet! )
Ey re's-i furûberde, ki akpak, fakat iğrenc;
( Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenc; )
Ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genc;
( Ey tĂ‚ze kadın, ey onu tĂ‚kîbe koşan genc! )
Ey mĂ‚der-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
( Ey hicran uzgunu ana, ey kuskun karı-koca; )
Ey kimsesiz, Ă‚vĂ‚re cocuklar… hele sizler,
( Ey kimsesiz; ÂvÂre cocuklar... Hele sizler, hele sizler... )
Hele sizler…
Ortun, evet, ey hĂ‚ile… Ortun, evet, ey şehr;
( Ortun, evet, ey felĂ‚ket sahnesi... Ortun artık ey şehir; )
Ortun ve muebbed uyu, ey fÂcire-i dehr!
( Ortun, ve sonsuz uyu, ey dunyanın koca kahpesi! )
(18 Şubat 1317/3 Mart 1902 (Tanin, 1324/1908, sayı 1)
Tevfik Fikret, burada İstanbul şehrine sesleniyor. Gorulduğu gibi pek de guzel duygularla seslenmiyor nida sanatını kullanması gerektiği yeri cok iyi biliyor. Bu bakımdan da Turk edebiyatında nisa sanatının en iyi kullanıldığı şiirlerden sayılıyor. Ayrıca benzetme sanatına ve kişileştirme sanatına da yer verildiğini şiiri anlamak icin gormeye cabalayabiliriz.