Eleştiri, Atilla Ozkırımlı gozunden şu şekilde gorulmuştur:
“Sanat yapılarını tanıtmak, acıklamak, sınıflamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıların tumune verilen ad.“(Atilla Ozkırımlı, Turk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.2, s.428)
Eleştirinin etimolojisine de inen Atilla Ozkırımlı, eleştiri anlayışının kokeni hakkında net bilgiler sunarken gunumuzde TDK, eleştiri sozcuğunun kelime anlamını şu şekilde vermektedir:
isim Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup gostermek amacıyla inceleme işi, tenkit
edebiyat Bir edebiyat veya sanat eserini her yonuyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı turu, tenkit, kritik [terim]
felsefe Ozellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama [terim] (TDK, Guncel Turkce Sozluk)
Bu anlamlara bakarak eleştirinin işlevini bir sanat yapıtının hem iyi hem kotu yanlarını okuyucuya gostermek olarak yorumlayabiliriz.
Bir eleştirmen olan Doğan Hızlan da bu duşuncemizi destekler nitelikle bir tanım kaleme almıştı:
“…Eleştirmenin bir işlevi de okuyucu ile sanatcı arasında bağ kurmaktır. O, kimi zaman kitabın tezgahıdır. Ama okuyucuya tam guven verebilmiş midir? Hayır. Gun olur, sanatcının yazdıkları ve yazacakları konusunda eleştirme denetleyici, oğretici bir yol taşıyabilir. Sanat eserleri arasındaki bağlantıyı o bulacak, kimi zaman danışmanlık da yapacaktır. Nedense, ulkemizde eleştirmeye boyle bir gorevi yakıştıramıyorlar. Ancak eserler yazılıp ortaya konduktan sonra, turnusol kağıdı olmasına izin veriyorlar. Oysa, onun da sanat eseri konusunda soyledikleri yol gosterici olabilir…” ( Mehmet Seyda, Edebiyat Dostları, Doğan Hızlan ’ın yanıtından, 1970)
Eleştiri, nedense Turkiye ’de bu şekilde gorulmedi bir turlu. Bizde hala eleştiri kotu yanları sergilemek bir nevi ayıbı gostermek şeklinde goruldu. Belki bu, insanlarımızın eleştiriyi pek sevmemesinden kaynaklı belki de eleştiriye başlangıcımızın Tanzimat doneminde muaheze olmasından kaynaklıdır. (bakınız, Turk Edebiyatında Eleştiri: Tanzimat Donemi)
[h=4]Dunyada Eleştirinin Gelişimi[/h]Dunyada eleştiri, Antik Yunan ’da gorulmuştur. Muhtemelen sanat yapıtı olarak değil, genel bir eleştiri olarak ele alınmıştır ki Platon “Devlet” gibi bir eser verebilsin.
Eleştiri, felsefeden doğmuştur. Alman duşunuru Immanuel Kant ’ın oğretisinden birisidir, bilgi felsefesinde bilgiyi yargılama olarak ortaya cıkmıştır. Orhan Hancerlioğlu bu konuda şu bilgileri vermektedir:
“Yargılama ve ayırt etme anlamlarını dile getiren Yu.
kritike
deyiminden turemiştir.Antik Cağ Yunanlıları bu anlamda eleştiri sanatına Yu.
kritike tekhne
derlerdi. ’Kesinlikle yargılamak ’ anlamındaki Yu.
kritikos
sozcuğu Latinceye
krinein
kokunden turetilen eleştirel ve eleştirici anlamındaki Yu.kritikos Latinceye critius bicimiyle gecmiş ve bu yolla Avrupa dillerine yayılmıştır.Eleştiri terimi,
eleştirme
ve
eleştirim
bicimlerinde de kullanılmaktadır. Terim, herhangi bir şeyi iyi ve kotu yanlarıyla değerlendirme anlamını kapsadığı halde bir şeyin sadece kotunu yanını gosterme os. Taan, Muaheze anlamında da tanımlanmıştır. (…) Eleştiri ve oz eleştiri, Os. Tenkid-i binefsihî, kuramsal ve eylemsel Markscılıkta yanılgıları bulma ve duzeltme olarak kullanılır.” (Orhan Hancerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi)
Eleştiri, sanat eleştirisi olarak tarihin ilk cağlarına kadar goturulebilir. Sanatın olduğu her zaman sanat eleştirisi de varlığını surdurmuştur. Ama bir edebi tur olarak cıkış tarihi 19. yuzyıldır.
Antik Yunan ’da Platon, sanat ama ozellikle edebiyat alanında kuramsal bir takım “eleştirilerde” bulunmuştur. Bu kuramsallıklar Aristoteles tarafından sistemli ve kurallı bir hale getirilmiş ama nitekim o da, sanatı oğretme amacı hatta tanıtma amacı taşımıştır. O zamanlarda, “tragedya” ve “komedya” turunde korolu tiyatrolar olduğu icin Aristo da bu sanatlar hakkında Poetika (Oğreti) adlı eserini kaleme almıştır. Şuan elimize ulaşan Poetika, tragedyanın anlatıldığı kitaptır; onun ikincisi yine bu kitapta haber verilmişse de komedyayı konu olan Poetika kitabı kayıptır.
Poetika, Batı icin onemli bir eserdir. Aristo bu eserinde guzellik hakkındaki, estetik hakkındaki felsefi goruşlerine yer vermiş ve bu fikirler Ronesans ’a kadar Batı icin kural haline gelmiştir.
Poetika ’da neler anlatılır?
Poetika ’da, iki ana bolum vardır:
a. Genel Bolum: Bu bolumde şiir sanatının ozu, şiir sanatının turleri, turlerin adı ve birbirleriyle olan ilişkileri anlatılır. Aristo şiir sanatını uc kısımda inceler:
Arac bakımından
Konu bakımından
Taklit tarzı bakımından
b. Ozel bolum: Genel bolumden sonraki bolumdur. Burada, tragedya işlenir. Ozel kısmın ilk bolumu Tragedya ’nın tanımından ve bolumlerinden oluşur; daha sonra Epos anlatılır. Son iki bolumde ise şiir sanatının sorunlarına değinilir ve son bolumde epos ile tragedya karşılaştırılması yapılır.
Yukarıdaki acıklamalardan da anlaşılabildiği gibi burada Aristo, eleştiriden cok bir oğreti uzerinde durmuştur. Atilla Ozkırımlı, Poetika ’nın ozellikleri icin şu acıklamayı yapar:
“(…) Aristo da ustasının izinden yurumuş, felsefenin sınırları icinde estetik acıdan, guzel ve guzellik kavramları uzerinde durmuş, sanatın ( ozellikle tiyatro sanatı) ne olduğunu acıklamayı amaclamıştır. Ronesans ’a dek bu tutumda bir değişiklik gorulmemiş, edebiyat eleştiri yazma kurallarını, soz sanatlarını acıklayan, bu yolda oğutler veren bir bilgi dalından oteye gecememiştir.“
Batı ’da eleştiri yapmak oldukca zordu Ronesans ’a kadar. Onlardaki Klasisizm, sarayı gozeten ve kurallı edebiyatı on goren bir sanattı. Kuralları bozanlar eleştirilmiyor, direk edebiyat dunyasından dışlanıyordu. Bu klasik oğreti ise Antik Yunan felsefesine dayanıyordu. XVII. Yuzyılda Aristo ’nun Poetikası ve Horatius ’un Ars Poetica ’sından cıkan kurallar, Batı ’nın edebiyat ve sanat anlayışını oluşturuyordu.
Bu bir anlayıştan ziyade, bir dogma olarak gorulmuştur. Bunlar oyle kurallardır ki yapıtın dil bilgisinden tekniğine, konusundan kahraman secimine kadar her şey belirlenmişti. Herhangi bir yazar farklılığı goz onune alınmıyor, hoş gorulmuyordu. Kurallar, yazar ya da yapıt dinlemeden herkese uygulanıyordu. Edebiyat icin ozgur bir dunya olmadığından dolayı eleştiriden de soz edemeyiz. Nitekim eleştiri, eserin iyi ya da kotu yanlarını ortaya koyan “nesnel” duşunceler olmalı. Gelenekten etkilenip etkilenmemesi eleştirmenin kendi inisiyatifi bile olsa sonucta eleştiri icin ozgur bir ortam gerekir ki klasisizm icin bundan bahsedemeyiz.
Yalnız bu duzen boyle surmemiş ve hem aydın kesim hem de halk bu monotonluktan bu kısıtlamalardan rahatsız olmuşlardır. Onceleri baskı artırılıp bu cıkan sesler susturulmaya calışılsa da Ronesans engellenememiştir.
Edebiyat topluma devrim yaptırır mı?
Ronesans bir nevi kağıdın zafer kazanmasıdır. Yani evet, edebiyat bir topluma devrim yaptıracak kadar gucludur. Edebiyat tarihi ile sosyoloji her zaman kardeş olan iki bilim dalıdır. Edebiyat tarihindeki olaylar, sosyal tarihi de ele verir. Hayatını eleştiriye adayan Berna Moran edebiyat tarihi ve toplum tarihinin kardeşliği icin şu acıklamayı yapar:
“Eleştiride eserin nedenlerine eğilen yontemin on dokuzuncu yuzyılda rağbet gormesi bir rastlantı sayılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki on dokuzuncu yuzyıl, bilim alanında - Ronesans ve Reform donemlerini kast ediyor- buyuk başarıların sağlandığı ve bilimsel yontemlerin buyuk hayranlık ve saygı yarattığı bir donemdir.”
Bu bakımdan klasisizme tepki olarak doğmuştur romantizm. Romantizmin ortaya cıkmasıyla kuralların yıkılabileceğinin farkına varan insanlar, bu donemi eleştirerek “daha iyi “ bir akıma vesile olmuşlardır.
Romantizmi getiren en buyuk sorular edebiyatın ne olduğu, neyi amacladığı, neyi istediği sorularıdır. Bu sorular da sadece bir akımı yırtıp acmadı, yeni bir akım doğurdu ve eleştiriyi doğurdu.
İşte eleştiri kuramları da bu donemlerden sonra oluştu. Bir eleştirinin nasıl olması gerektiği, eleştirinin bir sosyal bilim olarak gorulmesi ve ustune calışılarak kuramları bu donemden sonra oluşturuldu. Eleştiri okulları ve ekolleri oluşturuldu.
Kısaca, eleştirinin olması icin toplumun bilgi seviyesinin yeterli olması, eleştiriyi sağlayacak toplumsal ortamın ozgur olması gerekir. Doğu dunyasında eleştiri Batı kadar hızlı ilerleyememiştir ama Doğu dunyasındaki bilim ortamı Batı ’dan daha once başlayıp daha once son bulmuştur.
Osmanlı toplumunda ise eleştiri, Tanzimat edebiyatından başlayarak Servet-i Funun ’da tur haline gelerek gunumuze kadar devam eder.