
Kendisine herhangi bir "-izm" bir lakap takmamış, Nobel odulunu pek genc yaşta almış ama maalesef odulu aldıktan sona hayata gozlerini yummuş Albert Camus.
Albert Camus, absurd felsefesinin mihenk taşı, genc yaşta Nobel alan ikinci yazar, sessiz bir somuru karşıtı, hayata yabancı ama hayatın en iyi dostu.. Kısaca, 20. yuzyılın anlaşılmayı bekleyen yazarlarından, duşunurlerinden..
[h=4]Albert Camus ’un Hayatı Cezayir ’de Başlar.. [/h]7 Kasım 1913 tarihinde Cezayir hala Fransız somurusu altındayken, Cezayir Mondovi ’de dunyaya geldi. Annesi İspanyol bir kadın, babası ise Alsas bolgesinden bir Fransız idi. Babasını kucuk yaşta kaybeden Camus ’un annesi, Albert Camus ’un okuması ve kendisine bir hayat inşa etmesi icin calışmaya başladı.. 20. yuzyılın en onemli yazarlarından birisinin annesi olan guzeller guzeli Francine Camus, oğlu icin evlere temizliğe giderdi. Albert Camus ise annesinin bu fedakarlığının aksine, kendi ayaklarının uzerinde durmak icin henuz lise cağlarında evden ayrıldı. Turkiye ’de cumhuriyetin ilan edildiği yılda, hala somurge olan Cezayir ’de liseyi bitiren Camus, daha sonra Cezayir Universitesine kabul edildi. Burada başladığı felsefe eğitimi, Camus ’un verem olmasından oturu yarım kaldı. Ancak 13 yıl sonra eğitimini tamamlayabildi. Kısaca o, mektepli değil, alaylı filozoflardan..
1900 ’lu yıllar ve ozellikle Sovyet Rusya doneminde, dunyayı derinden etkileyen fikirler vardı. Bu fikirlerin karşıt fikirleri de yavaş yavaş taraftar toplamaktaydı. O zamanlar Marksist Doktrin yani herkesin bildiği adıyla komunizm bir kıvılcım misali yayılıyordu. Bircok insan, kendi ulkelerindeki ic karışıklıkların cozumunu komunist harekette aramakta ve bu tezi de ateşli bir şekilde savunmaktaydı. Şuan, kapitalizmin merkezi olan Avrupa ’da dahi komunizmi cıkış yolu olan goren yazarlar ve aydınlar vardı. Bunlardan birisi, bizim de daha once konusunu actığımız Sartre idi. Birisi de Camus idi. Camus, 1934 yılında Fransız Komunist Partisine uye olmuştu, uye olurken de komunizme tapmıyordu ama bu sistemin İspanyadaki koptu kopacak fırtınayı dindireceğini on goruyordu. Nitekim, kendisi sosyalizmin sol muhalefeti olarak bilinen ve tek bir ulkede sosyalizmin olmayacağını savunan Trockist suclamasıyla 3 yıl sonra partiden atıldı. Ardından II. Dunya Savaşı esnasında apolitik bir tavır aldı ama Paris ’in Almanya tarafından işgaline uğraması ve komunist bir gazetecinin gozleri onunde oldurulmesinin ardından bu duşuncesinden vazgecti. Zaten kendisi de 1934 yılında asker olmak icin Fransız ordusuna başvurmuş ama verem hastası olduğu icin orduya başvurusu reddedilmişti.
Bu calkantılı hayatı esnasında 1934 yılında Camus ilk evliliğini yaptı. Evlendiği kadının adı Simone Hie idi ve Camus ona tam anlamıyla aşıktı. Yalnız, Simone Hie, morfin bağımlısı idi ve Camus'a sadık değildi. Evlilikleri kısa surdu. Ardından 1940 yılında iki cocuğunun annesi olacak olan eşi piyanist ve matematikci Francine Faure ile evlendi. Hayatının sonuna kadar da iki cocuklu evli bir adam olarak kaldı.
[h=4]Hayatını yazarak kazanan bir adam.. [/h]Belki verem hastası olduğundan belki de kaleminin cok iyi olmasından da mıdır bilinmez, hayatını yazarak kazandı. Dergilerde yazarken, derginin ticari olduğunu anlar anlamaz o dergiden kactı. Kitaplarına cok sert eleştiriler geldi, yazmak istemedi ama yine tiyatro oyunları cevirerek para kazandı..
İlk kitabı deneme tadında olan Sisifos ile Soyleni adlı kitabı idi. Bu denemesinde, insanın hayata karşı duruşunun ne kadar sacma olduğunu, hayatın ne kadar sacma olduğunu anlattı. Dualizm ile tanıştık cunku hayat hep ikilik – dilemma cıkarıyordu. Hayatta doğum ve olum, uzuntu ve sevinc, iyi ve kotu, guzel ve cirkin gibi hep zıt kutuplardan meydana gelmişti. Hayat, zıtlıklarla dolu idi. Kısaca, hayat bir celişkidir ve insanlar bu celişki icinde yaşar. Onun icin bu celişkinin absurd yani sacma ’dır. Hayat absurttur. Absurt bir hayattan kurtulmak, cok akıllıca bir iş olacaktır ama Camus, intihar yanlısı değildir. O denemesinde de insanın intihar etmesini değil, bu absurtluk bir mucadele etmesini ister. Camus icin de yaşam sacmadır ama uğruna savaşmayacak kadar da değersiz değildir.
Albert Camus, bu duşuncelerini Sisifos ile Soyleşi (Soyleni diyen de var ) adlı deneme kitabında anlatır ve bu kitaptaki duşuncelerini aynı yıl yani 1941 yılında cıkardığı “Yabancı” adlı kitabında işler. 1947 yılında, Cezayir ’de veba salgını yuzunden mahsur kalan bir doktorun hikayesini anlattığı “Veba” adlı kitabında da aynı şekilde işlenir.
Aslında ilk denemesi 1937 yılında yayımladığı Tersi ve Yuzu olsa da en unlu denemesi Sisifos ile Soyleşi ve en cok tepki ceken denemesi de Başkaldıran İnsan oldu. Olum ve Ceza Ustune Duşunceler adlı denemesi ise ona Nobel Edebiyat odulunu getirecekti. Bilinen yanılgının aksine Camus ’a, Nobel ’i kazandıran Duşuş adlı romanı değil, bahsi gecen denemesi ve hatta makalesidir.
1970 yılında Mutlu Olum ve 1995 yılında İlk Adam adlı romanları cocukları tarafından, babaları Albert Camus ’u bir trafik kazasında kaybettikten sonra yayımlandı. İlk Adam, henuz tamamlanmamış bir romandı.
Camus, ayrıca başarılı bir oyun yazarı idi. 1939 yılında İşci Tiyatrosu acmış ama maalesef kapatmak zorunda kalmıştı. Ama oyun yazmayı ve hatta oyun cevirileri yapmayı hic ihmal etmedi. 1935 yılında Asturya ’da İsyan ilk oyunu idi. Ondan uc yıl sonra yazılan ama ancak 1945 yılında sahnelenen Caligula ikinci oyunu. 1943 yılında Yanlışlık adlı oyununu, 1948 yılında Sıkıyonetim adlı oyununu yazdı. Son oyununu ise Adiler adıyla 1949 yılında yazdı.
Aslen Camus komunizme inanmıyordu. Sol goruşe yakın olması, o gunun Fransasında onun komunist olduğunu duşunmemize neden olabilir kendisinin boyle bir goruşu yoktu. Hatta bu yuzden de Sartre ondan uzaklaştı.
[h=4]Sartre ve Camus İlişkisi.. [/h]Camus, II. Dunya Savaşı esnasında Nazilere karşı durdu ve Fransız Direnişi adlı gruba katıldı. Bu grupta, Jean – Paul Sartre de vardı. Onunla tanışması da bu şekilde oldu ve ayrıca Combat adlı bir gazete yayımlamaya başladı. Yalnız, gazete reklamlarla ticari bir hal alınca gazete cıkarmaktan da vazgecti. Camus, kendisi ile yakın konulara ilgi gosteren Sarte ile cok yakın arkadaş değillerdi. Hatta, Sartre yuzunden, Camus edebiyat dunyasına veda etmek uzere idi.
Sartre ve onun sevgilisi Beauvoir II. Dunya Savaşı bittikten sonra buluşmak icin sectikleri kafe olan Cafe de Flore ’ de sık sık Camus ’u da gorurlerdi. Camus ayrıca, Fransız Direnişi adlı Nazi karşıtı bir gruba uyeydi ve Sartre de bu grubun icinde idi.
Albert Camus ile Sartre, siyasi olarak birebir aynı duşunmuyorlardı. Camus, sol goruşe yatkın olmasına rağmen Sartre gibi sabit duşunceye sahip değildi. Mesela, komunizm doktrinine gonulden bağlı değildi, Cezayir ’de yaşayan annesi icin endişe icindeydi ama Cezayir ’in tam bağımsızlığını desteklemiyordu. Zaten, en sonunda Camus, “Başkaldıran İnsan” adlı kitabını yayımlayarak, Sartre ile incelen bağları tamamen kopardı. Aslen, bu kitap sadece Sartre icin kabul edilemez değil; o zamanların Fransız sol goruşu icin de iğneleyici bir kitaptı. Bu kitaba o kadar sert eleştiriler geldi ki Camus bir sure kitap yazmadı, hayatını tiyatro oyunu cevirerek kazanmaya başladı.
Varoluşcu felsefeyi tanıtmak icin Amerika ’yı da turlayan Camus, Sartre ile bu konuda hep birlikte anılır. Yalnız, her ikisi de bu felsefeyi, kendi hayat goruşleri cercevesinde, birbirlerinden habersiz şekilde benimsemiş ve kitaplaştırmıştır. Zaten Camus da kendisini bir varoluşcu olarak tanıtmaz, o tek felsefî goruşu olan absurd felsefesini Sisifos ile Soyleşi kitabında anlatır ve aslında bu kitabı kendisini varoluşcu sayan ama aslında hicbir şey ifade etmeyen insanlara karşıdır. Ustelik, Sartre ’nin goruşu pesimist ve amac aramaya yonelikken Camus, her şeye rağmen, bu anlamsız hayata rağmen, yaşamak icin anlamlı amaclar bulmamızı soyler. Yani Camus, pozitif ve hayat dolu bir goruşe sahiptir.
Albert belki de her şeyi futbol ile acıklayabilirdi..
Albert Camus, futbola aşık bir adamdı ve ateşli bir kaleci idi. Hayata dair bircok şeyi basit bir oyun olan futboldan oğrendiğini dile getirir. Hatta ona tiyatro mu yoksa futbol mu diye sorulduğunda futbol cevabını dahi vermişliği vardır. Lakin, verem olduktan sonra cok sevdiği futbolu bırakmak zorunda kalır.
Siyasi goruşu ve Cezayir bağımsızlık savaşı esnasındaki tavrı..
1945 yılında Cezayir bağımsızlığı icin Fransa ile savaşırken o zamanlar Fransa ’nın en unlu yazarlarından birisi olan Camus, muthiş bir dilemma ile karşı karşıya kalır. Doğduğu ve hala annesinin yaşadığı toprakların; onlara “siyah ayak” lakabı taktığı insanların ozgurleşmesi mi yoksa Fransız somurgesi altında kalması mı? Camus, doğudaki ayaklanmaların bir Sovyet – Arap ittifakından doğduğunu ve Araplar ile Siyah Ayakların beraber yaşayabileceği goruşune sahip olduğu icin Cezayir ’in Fransa koruması altında olmasını istiyordu. Her ne kadar annesinin o savaş ortamında olduğunu bilse ve bu durumdan endişe duysa da Cezayir ’in ancak yarı bağımsız ama yine Fransa ’ya bağlı olmasından yanaydı. Zaten bu goruşu ile sol kesimden iyice uzaklaştı.
Camus, savaşa insan hakları savunucusu olduğu icin de karşı idi. Sadece savaşa değil, aynı zamanda idam cezasına ve Sovyetler'in insanları cezalandırma yontemine de karşı idi. Bu amacla yani insan hakları savunucusu olması nedeniyle UNESCO ’da calışıyordu ama 1952 yılında BM ’nin (Birleşmiş Milletlerin) ulusal cıkarlar icin diktator yonetimindeki İspanya ’nın uyeliğini kabul etmesini sindiremedi ve buradaki gorevinden istifa etti.
Nobel odulunu kazandıktan sonra absurt bir bicimde oldu..
Bir zamanlar Camus ’a, en absurt olumun nasıl olduğu sorulunca tereddut etmeden araba kazası demişti. Camus, 1957 yılında Nobel Edebiyat Odulunu kazandıktan uc yıl sonra, trenle gitmesi gereken yere yayıncısının surucusu olduğu araba ile giderken bir trafik kazası ile hayatını kaybetti. Olduğunde henuz 43 yaşındaydı ve sanıyoruz ki Camus, tam da en guzel eserlerini vereceği yaşta hayatını kaybetti…

[h=4]Albert Camus ’un Hayatı Cezayir ’de Başlar.. [/h]7 Kasım 1913 tarihinde Cezayir hala Fransız somurusu altındayken, Cezayir Mondovi ’de dunyaya geldi. Annesi İspanyol bir kadın, babası ise Alsas bolgesinden bir Fransız idi. Babasını kucuk yaşta kaybeden Camus ’un annesi, Albert Camus ’un okuması ve kendisine bir hayat inşa etmesi icin calışmaya başladı.. 20. yuzyılın en onemli yazarlarından birisinin annesi olan guzeller guzeli Francine Camus, oğlu icin evlere temizliğe giderdi. Albert Camus ise annesinin bu fedakarlığının aksine, kendi ayaklarının uzerinde durmak icin henuz lise cağlarında evden ayrıldı. Turkiye ’de cumhuriyetin ilan edildiği yılda, hala somurge olan Cezayir ’de liseyi bitiren Camus, daha sonra Cezayir Universitesine kabul edildi. Burada başladığı felsefe eğitimi, Camus ’un verem olmasından oturu yarım kaldı. Ancak 13 yıl sonra eğitimini tamamlayabildi. Kısaca o, mektepli değil, alaylı filozoflardan..
1900 ’lu yıllar ve ozellikle Sovyet Rusya doneminde, dunyayı derinden etkileyen fikirler vardı. Bu fikirlerin karşıt fikirleri de yavaş yavaş taraftar toplamaktaydı. O zamanlar Marksist Doktrin yani herkesin bildiği adıyla komunizm bir kıvılcım misali yayılıyordu. Bircok insan, kendi ulkelerindeki ic karışıklıkların cozumunu komunist harekette aramakta ve bu tezi de ateşli bir şekilde savunmaktaydı. Şuan, kapitalizmin merkezi olan Avrupa ’da dahi komunizmi cıkış yolu olan goren yazarlar ve aydınlar vardı. Bunlardan birisi, bizim de daha once konusunu actığımız Sartre idi. Birisi de Camus idi. Camus, 1934 yılında Fransız Komunist Partisine uye olmuştu, uye olurken de komunizme tapmıyordu ama bu sistemin İspanyadaki koptu kopacak fırtınayı dindireceğini on goruyordu. Nitekim, kendisi sosyalizmin sol muhalefeti olarak bilinen ve tek bir ulkede sosyalizmin olmayacağını savunan Trockist suclamasıyla 3 yıl sonra partiden atıldı. Ardından II. Dunya Savaşı esnasında apolitik bir tavır aldı ama Paris ’in Almanya tarafından işgaline uğraması ve komunist bir gazetecinin gozleri onunde oldurulmesinin ardından bu duşuncesinden vazgecti. Zaten kendisi de 1934 yılında asker olmak icin Fransız ordusuna başvurmuş ama verem hastası olduğu icin orduya başvurusu reddedilmişti.
Bu calkantılı hayatı esnasında 1934 yılında Camus ilk evliliğini yaptı. Evlendiği kadının adı Simone Hie idi ve Camus ona tam anlamıyla aşıktı. Yalnız, Simone Hie, morfin bağımlısı idi ve Camus'a sadık değildi. Evlilikleri kısa surdu. Ardından 1940 yılında iki cocuğunun annesi olacak olan eşi piyanist ve matematikci Francine Faure ile evlendi. Hayatının sonuna kadar da iki cocuklu evli bir adam olarak kaldı.
[h=4]Hayatını yazarak kazanan bir adam.. [/h]Belki verem hastası olduğundan belki de kaleminin cok iyi olmasından da mıdır bilinmez, hayatını yazarak kazandı. Dergilerde yazarken, derginin ticari olduğunu anlar anlamaz o dergiden kactı. Kitaplarına cok sert eleştiriler geldi, yazmak istemedi ama yine tiyatro oyunları cevirerek para kazandı..
İlk kitabı deneme tadında olan Sisifos ile Soyleni adlı kitabı idi. Bu denemesinde, insanın hayata karşı duruşunun ne kadar sacma olduğunu, hayatın ne kadar sacma olduğunu anlattı. Dualizm ile tanıştık cunku hayat hep ikilik – dilemma cıkarıyordu. Hayatta doğum ve olum, uzuntu ve sevinc, iyi ve kotu, guzel ve cirkin gibi hep zıt kutuplardan meydana gelmişti. Hayat, zıtlıklarla dolu idi. Kısaca, hayat bir celişkidir ve insanlar bu celişki icinde yaşar. Onun icin bu celişkinin absurd yani sacma ’dır. Hayat absurttur. Absurt bir hayattan kurtulmak, cok akıllıca bir iş olacaktır ama Camus, intihar yanlısı değildir. O denemesinde de insanın intihar etmesini değil, bu absurtluk bir mucadele etmesini ister. Camus icin de yaşam sacmadır ama uğruna savaşmayacak kadar da değersiz değildir.
Albert Camus, bu duşuncelerini Sisifos ile Soyleşi (Soyleni diyen de var ) adlı deneme kitabında anlatır ve bu kitaptaki duşuncelerini aynı yıl yani 1941 yılında cıkardığı “Yabancı” adlı kitabında işler. 1947 yılında, Cezayir ’de veba salgını yuzunden mahsur kalan bir doktorun hikayesini anlattığı “Veba” adlı kitabında da aynı şekilde işlenir.
Aslında ilk denemesi 1937 yılında yayımladığı Tersi ve Yuzu olsa da en unlu denemesi Sisifos ile Soyleşi ve en cok tepki ceken denemesi de Başkaldıran İnsan oldu. Olum ve Ceza Ustune Duşunceler adlı denemesi ise ona Nobel Edebiyat odulunu getirecekti. Bilinen yanılgının aksine Camus ’a, Nobel ’i kazandıran Duşuş adlı romanı değil, bahsi gecen denemesi ve hatta makalesidir.
1970 yılında Mutlu Olum ve 1995 yılında İlk Adam adlı romanları cocukları tarafından, babaları Albert Camus ’u bir trafik kazasında kaybettikten sonra yayımlandı. İlk Adam, henuz tamamlanmamış bir romandı.
Camus, ayrıca başarılı bir oyun yazarı idi. 1939 yılında İşci Tiyatrosu acmış ama maalesef kapatmak zorunda kalmıştı. Ama oyun yazmayı ve hatta oyun cevirileri yapmayı hic ihmal etmedi. 1935 yılında Asturya ’da İsyan ilk oyunu idi. Ondan uc yıl sonra yazılan ama ancak 1945 yılında sahnelenen Caligula ikinci oyunu. 1943 yılında Yanlışlık adlı oyununu, 1948 yılında Sıkıyonetim adlı oyununu yazdı. Son oyununu ise Adiler adıyla 1949 yılında yazdı.
Aslen Camus komunizme inanmıyordu. Sol goruşe yakın olması, o gunun Fransasında onun komunist olduğunu duşunmemize neden olabilir kendisinin boyle bir goruşu yoktu. Hatta bu yuzden de Sartre ondan uzaklaştı.
[h=4]Sartre ve Camus İlişkisi.. [/h]Camus, II. Dunya Savaşı esnasında Nazilere karşı durdu ve Fransız Direnişi adlı gruba katıldı. Bu grupta, Jean – Paul Sartre de vardı. Onunla tanışması da bu şekilde oldu ve ayrıca Combat adlı bir gazete yayımlamaya başladı. Yalnız, gazete reklamlarla ticari bir hal alınca gazete cıkarmaktan da vazgecti. Camus, kendisi ile yakın konulara ilgi gosteren Sarte ile cok yakın arkadaş değillerdi. Hatta, Sartre yuzunden, Camus edebiyat dunyasına veda etmek uzere idi.
Sartre ve onun sevgilisi Beauvoir II. Dunya Savaşı bittikten sonra buluşmak icin sectikleri kafe olan Cafe de Flore ’ de sık sık Camus ’u da gorurlerdi. Camus ayrıca, Fransız Direnişi adlı Nazi karşıtı bir gruba uyeydi ve Sartre de bu grubun icinde idi.
Albert Camus ile Sartre, siyasi olarak birebir aynı duşunmuyorlardı. Camus, sol goruşe yatkın olmasına rağmen Sartre gibi sabit duşunceye sahip değildi. Mesela, komunizm doktrinine gonulden bağlı değildi, Cezayir ’de yaşayan annesi icin endişe icindeydi ama Cezayir ’in tam bağımsızlığını desteklemiyordu. Zaten, en sonunda Camus, “Başkaldıran İnsan” adlı kitabını yayımlayarak, Sartre ile incelen bağları tamamen kopardı. Aslen, bu kitap sadece Sartre icin kabul edilemez değil; o zamanların Fransız sol goruşu icin de iğneleyici bir kitaptı. Bu kitaba o kadar sert eleştiriler geldi ki Camus bir sure kitap yazmadı, hayatını tiyatro oyunu cevirerek kazanmaya başladı.
Varoluşcu felsefeyi tanıtmak icin Amerika ’yı da turlayan Camus, Sartre ile bu konuda hep birlikte anılır. Yalnız, her ikisi de bu felsefeyi, kendi hayat goruşleri cercevesinde, birbirlerinden habersiz şekilde benimsemiş ve kitaplaştırmıştır. Zaten Camus da kendisini bir varoluşcu olarak tanıtmaz, o tek felsefî goruşu olan absurd felsefesini Sisifos ile Soyleşi kitabında anlatır ve aslında bu kitabı kendisini varoluşcu sayan ama aslında hicbir şey ifade etmeyen insanlara karşıdır. Ustelik, Sartre ’nin goruşu pesimist ve amac aramaya yonelikken Camus, her şeye rağmen, bu anlamsız hayata rağmen, yaşamak icin anlamlı amaclar bulmamızı soyler. Yani Camus, pozitif ve hayat dolu bir goruşe sahiptir.
Albert belki de her şeyi futbol ile acıklayabilirdi..
Albert Camus, futbola aşık bir adamdı ve ateşli bir kaleci idi. Hayata dair bircok şeyi basit bir oyun olan futboldan oğrendiğini dile getirir. Hatta ona tiyatro mu yoksa futbol mu diye sorulduğunda futbol cevabını dahi vermişliği vardır. Lakin, verem olduktan sonra cok sevdiği futbolu bırakmak zorunda kalır.
Siyasi goruşu ve Cezayir bağımsızlık savaşı esnasındaki tavrı..
1945 yılında Cezayir bağımsızlığı icin Fransa ile savaşırken o zamanlar Fransa ’nın en unlu yazarlarından birisi olan Camus, muthiş bir dilemma ile karşı karşıya kalır. Doğduğu ve hala annesinin yaşadığı toprakların; onlara “siyah ayak” lakabı taktığı insanların ozgurleşmesi mi yoksa Fransız somurgesi altında kalması mı? Camus, doğudaki ayaklanmaların bir Sovyet – Arap ittifakından doğduğunu ve Araplar ile Siyah Ayakların beraber yaşayabileceği goruşune sahip olduğu icin Cezayir ’in Fransa koruması altında olmasını istiyordu. Her ne kadar annesinin o savaş ortamında olduğunu bilse ve bu durumdan endişe duysa da Cezayir ’in ancak yarı bağımsız ama yine Fransa ’ya bağlı olmasından yanaydı. Zaten bu goruşu ile sol kesimden iyice uzaklaştı.
Camus, savaşa insan hakları savunucusu olduğu icin de karşı idi. Sadece savaşa değil, aynı zamanda idam cezasına ve Sovyetler'in insanları cezalandırma yontemine de karşı idi. Bu amacla yani insan hakları savunucusu olması nedeniyle UNESCO ’da calışıyordu ama 1952 yılında BM ’nin (Birleşmiş Milletlerin) ulusal cıkarlar icin diktator yonetimindeki İspanya ’nın uyeliğini kabul etmesini sindiremedi ve buradaki gorevinden istifa etti.
Nobel odulunu kazandıktan sonra absurt bir bicimde oldu..
Bir zamanlar Camus ’a, en absurt olumun nasıl olduğu sorulunca tereddut etmeden araba kazası demişti. Camus, 1957 yılında Nobel Edebiyat Odulunu kazandıktan uc yıl sonra, trenle gitmesi gereken yere yayıncısının surucusu olduğu araba ile giderken bir trafik kazası ile hayatını kaybetti. Olduğunde henuz 43 yaşındaydı ve sanıyoruz ki Camus, tam da en guzel eserlerini vereceği yaşta hayatını kaybetti…