
Amerika'da yaşananlar tum dunya tarafından hayretle ve buyuk bir merakla izleniyor. Gostericilerin Amerikan Kongresi'ni hem de silahlı olarak basmış olmaları, elbette pek coğumuzu hayrete sevk eden, ancak ozellikle ABD karşıtlarının memnuniyetle karşıladığı bir hadiseye donuşuverdi. ABD karşıtlarının hadiseye memnuniyetle yaklaşmaları, ulkede yaşanan karmaşanın Amerikan sistemi acısından bir zaaf olarak gorulmesi; dolayısıyla kusursuz olduğu imajı yayılarak oluşturulan Amerikan hegemonyasına yonelik bir darbe olarak kabul edilmesi sebebiyledir. Buna karşın, soz konusu hegemonyanın bağlılarının gosterilere yaklaşımı buyuk bir rahatsızlık suretinde acığa cıkıyor. Konforlu dunya algısının yıkılma tehlikesine karşı ansızın, savunmasız kaldığını hisseden herkesin ortaya koyacağı turden tepkilerle karşılaşmak mumkun.
Dolayısıyla Amerika'da yaşanan karışıklığın tarafsız bir şekilde yorumlanması vasatı ortadan kalkmış durumda. Bunun en onemli sebebi ise Amerika'da ucan bir kelebeğin gundelik hayatımıza, dunyanın farklı yerlerinde kanat cırpan kuşlardan daha fazla etki ettiği gerceğidir. Tek kutuplu dunyanın hegemonu, onu arkası kestirilemez bir kaosla calkalanıyor. Hadiseye Amerikan tarihi acısından bir istisna olarak bakmak ne kadar yanlışsa, tarihin donum noktası olarak bakmak da o kadar yanlış. Zira Amerika'da yaşananlar, aslında bir suredir tum Batı demokrasilerinde ve kendisini Batı'ya nispet eden ulkelerde yaşanan krizin bir devamıdır. Soz konusu krizin, Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla icine girilen ve 11 Eylul ile zirveye cıkan bir surecin doğal neticesi olduğunu belirtmek gerekir. Bu sureci bir parca tartışabiliriz.
İki kutuplu dunyada Varşova Paktı'na karşı idealist soylemleri dillendiren Batı demokrasileri, en onemli antitez ortadan kalkınca, hicbir getirisi olmayan prensipleri ve idealleri peyderpey bir kenara bıraktılar. Ozellikle antikomunist bir saikle donemsel olarak varlığını kabul etmiş gorundukleri İslam alemine ve Muslumanlara karşı otekileştirici bir pozisyon almak, Batı demokrasilerinin giderek vasatı haline geldi. Elbette bu durum son derece gercek bir ihtiyactan kaynaklanan, tutarlı bir otekileştirmeydi. Batı demokrasileri antitezsiz kalmıştı ve mevcudiyeti karşısında kendilerini var edebilecekleri, en dinamik, ancak bir o kadar da etkisiz birlik olarak İslam alemini secmişlerdi. İslam alemi ise bir taraftan bu role hazırlıksız yakalanmıştı; ozellikle Ortadoğu'daki baskıcı yonetimler eliyle bicilmiş demokrasi karşıtı ve teror destekcisi imajı kendileri acısından son derece uygun bir libas olarak uzerine oturmuştu.
Gelgelelim, icine girilen bu paradigma, Batı'nın iki kutuplu dunya doneminde vaz ettiği cok-kulturculuk, din ve vicdan hurriyeti, toplumsal taleplerin mukaddes olması gibi temel kabullerle derinden celişen yeni bir duruma sebep olmaktaydı. Bundan dolayı, demokrasi ve ozgurluklerin yeniden tanımlanması gibi bir zorunluluk ortaya cıktı. Bir zamanlar baskıcı Doğu bloğuna karşı uretilmiş argumanlarının hepsi, şimdilerde bizzat ureticileri tarafından yanlışlanmaktaydı. Bu durum Alman siyaset kuramcısı Carl Schmitt'in "monarşiler yıkıldıktan, yani demokrasiler antitezlerini kaybettikten sonra, demokrasinin iceriğinin ideallerinden uzaklaştığı" yonundeki tespitini bizlere hatırlatır. Schmitt aynı zamanda, demokrasinin aslında insanları temel bir hedefe goturmeyen ve ceşitli suretlerde ortaya cıkabilecek bir yonetim şekli olduğunu iddia etmişti. Ona gore demokrasiyi diğer sistemlerden ayırt eden yegane ozellik organizasyon şekliydi. Organizasyon formunun ozgunluğu haricinde bir demokrasi diğer sistemlerden cok da farklı bir karakter ortaya koymamaktadır; yeri geldiğinde liberal yeri geldiğinde baskıcı, kah militarist, kah barışcıl bir surette konumlanabilir.
Amerika'da yaşanan son hadiseler, Schmitt'in herkesce bilinen bu en temel tezleriyle birlikte okunduğunda, donemsel bir kriz ve bir sapma olmanın otesinde bir durum olarak karşımıza cıkıyor. Bir zamanların meşruiyeti kendisinden turetilebilmesi ile oldukca konforlu kabul edilen sistemi olan demokrasi, alışılmış tarifleriyle pek cok Batı demokrasisi icin bir ayak bağına donuşmuş durumda. Demokrasinin, savunucuları tarafından kutsal bir hedef olarak onerildiği 20. yuzyılın en karakteristik ozelliği artık devre dışı kalmış durumda. Bu ise yoneten ve yonetilen arasında var olan ve kalın bir zar suretinde tek taraflı gecişkenliği mumkun kılan medyanın, temel fonksiyonunu giderek yitirmiş olduğu gerceğidir. Toplumlar sansur, propaganda ve manipulasyonla istenilen merkeze cekilebilecek pasiflikte olmaktan cok uzaklaşmış durumdalar. Aksine, sosyal medya etkinliği, bir zamanların pasif aktorlerini surece aktif şekilde dahil olan ve kendi karşıt manipulasyonunu topluma dayatabilecek iktidara sahip aktif aktorlere donuşturdu. Hal boyle olunca, kolayca manipule edilemeyecek olanın devlet politikaları hakkında belirleyici olması, eskisi kadar musaade edilebilir bir şey olmaktan cıktı.
Son iki başkanlık seciminde Amerikan toplumunun icine cekildiği tartışma, başkanın kim olacağına aslında oyları ile karar verenlerin, Amerikan secmeni olup olmadığı tartışmasıdır. Trump'ın kazandığı secim, Rusya'nın secime mudahalesi şayiasının golgesinde kalmıştı. Bu secimde de Biden'ın elde ettiği secim başarısının, aslında demokrasinin doğal işleyişi neticesinde elde edilmiş bir başarı olmadığına yonelik oluşan kanaat, toplumun buyuk bir kesimini ikna etmiş durumda. Amerikan toplumunun ozguvenini borclu olduğu ozgurluk fikrini de derinden haleldar eden bir algıdır bu. İnsanlar oyları ile başkan belirleyecek kadar ozgur olmadıklarına ikna olmuş durumdayken, Amerika'nın en temel kabulu olan liberal demokrasinin bir bacağı topal hale gelmektedir. Liberal demokrasiye ikna edilmiş bir toplum, demokrasinin yeniden tanımlandığı bu surece intibak etmekte gucluk cekiyor. Demokrasi ozu itibarıyla Amerikan toplumuna bir hedef cizmiyor, aksine, Schmitt'in işaret ettiği gerceklik gun yuzune cıkıyor. Kutsanan demokrasi bir organizasyon ve yonetim formundan ibaret bir sisteme indirgenirken, liberal demokrasi yerini manipulasyona dayalı şekli demokrasiye bırakıyor. Bu durum Amerika'ya mahsus bir durum olmanın otesinde, buyuk bir donuşumun bir parcası. Temel hakların yok sayıldığı Fransa'da, demografik ve kulturel kaygılarla yabancıların adeta koleleştirilmeye calışıldığı Avusturya'da, nufusunu kontrol etmekte zorlandığı icin varlık kaygısı ceken Hollanda ve Belcika'da yaşananlar ve benzeri donuşumler bu surecin parcaları.
Demokrasi, ideali olduğu iddia edilen ozelliklerinden arındırılarak bir şekil şartına donuşmekte ve bambaşka bir icerik ile yeniden sunulmakta. Bu sebepledir ki gectiğimiz yıllarda birbirine paralel onlarca demokrasi tarifine, yahut demokrasi namına alışılmadık taleplere şahit olduk. Yaşanan surec, aslında bir parantezin kapanması ve yeni bir parantezin acılması surecidir. Bu ise bir zamanlar kolayca ikna edilebildiği icin iktidar yetkisini elinde bulundurduğuna ikna edilen halkın, aslında iktidardan ne kadar uzak olduğu gerceğiyle yuzleştiği ve demokrasinin eski tanımları ile devletler acısından bir ayak bağına donuştuğu gerceğinin kabul edildiği yeni bir parantezdir. Yaşanan isyan, bir zamanlar ikna edilmiş oldukları ideali, demokrasinin gerceği kabul edenlerin yaşadığı hayal kırıklığının neticesinde yaşanan bir başkaldırıdır. Bu gercekle yuzleşmek Amerikan toplumunun bir kısmını isyana sevk ederken, Avrupa toplumunu ise daha apolitik bir cizgiye doğru itmektedir. Bizon kılıklı adamın Kongre'deki fonksiyonu tam olarak bu: "Bize oğrettiğiniz demokrasinin bir parcası olup iktidara karar veremiyorsam, bizon olur, kursuyu dağıtırım". Onumuzdeki surec bizon adama benzer pek cok "kahraman" yaratacağa benziyor.
[Siyaset psikolojisi, sekulerleşme teorileri, din-siyaset ilişkisi, Katolik teolojisi ve oksidental kultur alanlarında calışan Dr. M. Tacettin Kutay Turk-Alman Universitesi'nde araştırma gorevlisidir]
Kaynak: Anadolu Ajansı / Dr. M. Taceddin Kutay