
Bir cok insanın Dunyada yaşanan hadiseler karşısında aklına gelen ilk sorulardan birisidir bu. İşte bu sorulara Bediuzzaman hazretleri cevap vermiş, dikkatlice okuduğunuzda Muslumanlar olaraka nerede hata yaptığımızı cok net goreceksiniz. Yedi bolumden oluşan cevapların yedincisini buraya aktarıyoruz.
Muhim ve mudhiş bir sual:
Neden ehl-i dunya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar?
İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lazımı iken, neden bu hak oraya gecti ve şu haksızlık şuraya geldi?
Elcevab; Ehl-i hak ve hakikatın ihtilaf ve rekabetleri, kıskanclıktan ve hırs-ı dunyadan gelmediği gibi; ehl-i dunyanın ve ehl-i gafletin ittifakları dahi, civanmerdlikten ve uluvv-u cenabdan değildir.
Belki ehl-i hakikat, hakikattan gelen uluvv-u cenab ve uluvv-u himmet ve tarik-ı hakta memduh olan musabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve naehillerin girmesi yuzunden bir derece su'-i istimal ettiklerinden; rekabetkarane ihtilafa duşup hem kendine, hem cemaat-ı İslamiyeye ehemmiyetli zarar olmuş.
Ehl-i gaflet ve ehl-i dalalet ise, meftun oldukları menfaatlerini kacırmamak ve menfaat icin perestiş ettikleri reislerini ve arkadaşlarını kusturmemek icin, zilletlerinden ve namerdliklerinden, hamiyetsizliklerinden; mutlak arkadaşlarıyla, hatta deni ve hain ve muzır olsalar dahi, halisane ittihad.. hem menfaat etrafında toplanan ne şekilde olursa olsun şerikleriyle samimane ittifak ederler. Samimiyet neticesi olarak istifade ederler.
İşte ey musibetzede ve ihtilafa duşmuş ehl-i hak ve ashab-ı hakikat!
Bu musibet zamanında ihlası kacırdığınızdan ve rıza-yı İlahiyi munhasıran gaye-i maksad yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz. Umur-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıbta, hased ve kıskanclık olmamalı ve hakikat nokta-i nazarında olamaz.
Cunki kıskanclık ve hasedin sebebi; bir tek şeye cok eller uzanmasından ve bir tek makama cok gozler dikilmesinden ve bir tek ekmeği cok mideler istemesinden muzahame, munakaşa, musabaka sebebiyle gıbtaya, sonra kıskanclığa duşerler. Dunyada bir şey-i vahide coklar talib olduğundan ve dunya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği icin, rekabete duşuyorlar.
Fakat, ahirette tek bir adama beşyuz sene ve yetmiş bin kasır ve huriler verilmesi ve ehl-i Cennet'ten herkes kendi hissesinden kemal-i rıza ile memnun olması işaretiyle gosteriliyor ki, ahirette medar-ı rekabet birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Oyle ise, ahirete ait olan a'mal-i salihada dahi rekabet olamaz; kıskanclık yeri değildir.
Kıskanclık eden ya riyakardır, a'mal-i saliha suretiyle dunyevi neticeleri arıyor veyahud sadık cahildir ki, a'mal-i saliha nereye baktığını bilmiyor ve a'mal-i salihanın ruhu, esası ihlas olduğunu derketmiyor. Rekabet suretiyle evliyaullaha karşı bir nevi adavet taşımakla, vus'at-ı rahmet-i İlahiyeyi ittiham ediyor.
Bu hakikatı teyid eden bir vakıa:
Eski arkadaşlarımızdan bir adamın, bir adama karşı adaveti vardı. O adamın yanında senakarane onun duşmanı amel-i salihle, hatta velayetle tavsif edildi. O adam kıskanmadı, sıkılmadı. Sonra birisi dedi: "Senin o duşmanın cesurdur, kuvvetlidir." Baktık ki o adamda şiddetli bir kıskanclık ve bir rekabet damarı uyandı.
Ona dedik: "Velayet ve salahat hadsiz bir hayat-ı ebediyenin pırlantası gibi bir kuvvet ve bir yuksekliktir. Sen buna bu cihette kıskanmadın. Dunyevi kuvvet okuzde ve cesaret canavarda dahi bulunmakla beraber, velayet ve salahata nisbeten; bir adi cam parcasının elmasa nisbeti gibidir."
O adam dedi ki: "Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dunyada gozumuzu dikmişiz. Oraya cıkmak icin basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun icin kıskandım. Ahiret makamatı hadsizdir. O burada benim duşmanım iken, orada benim samimi ve sevgili kardeşim olabilir."
Ey ehl-i hakikat ve tarikat!
Hakka hizmet, buyuk ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şoyle dursun, gayet samimi bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını muftehirane alkışlamak lazım gelirken, nedendir ki rekabetkarane o hakiki kardeşlere ve fedakar yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kacıyor.
Vazifenizde muttehem olup, ehl-i dalaletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yuz derece aşağı olan, din ile dunyayı kazanmak ve ilm-i hakikatla maişeti temin etmek, tama' ve hırs yolunda rekabet etmek gibi mudhiş ittihamlara maruz kalıyorsunuz.
Bu marazın care-i yeganesi:
Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak. Fenn-i Adab ve İlm-i Munazara'nın uleması mabeynindeki hakperestlik ve insaf dusturu olan şu: "Eğer bir mes'elenin munazarasında kendi sozunun haklı cıktığına tarafdar olup ve kendi haklı cıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder.
Cunki haklı cıktığı vakit o munazarada bilmediği bir şeyi oğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde cıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi oğrenip, menfaatdar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı icin nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı gorse, yine rıza ile kabul edip, tarafdar cıkar, memnun olur.
İşte bu dusturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarikat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihaz etseler, ihlası kazanırlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu feci' sukut ve musibet-i hazıradan rahmet-i İlahiye ile kurtulurlar.
KAYNAK
__________________