
Mu’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatce ve hikmetce ve insaniyet-i kubra olan İslamiyetce ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı ictimaiyece ve hayat-ı maneviyece cirkin ve merduttur, muzır ve zulumdur ve hayat-ı beşeriye icin zehirdir. (...)
İkinci Vecih
Hem hikmet nazarında dahi zulumdur. Zira malumdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mana-yı hakikisinde olarak beraber cem olamazlar.
Eğer muhabbet, kendi esbabının ruchaniyetine gore bir kalbde hakiki bulunsa, o vakit adavet mecazi olur, acımak suretine inkılap eder. Evet, mu’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı icin yalnız acır. Tahakkumle değil, belki lutufla ıslahına calışır. Onun icin, nass-ı hadisle, “Uc gunden fazla mu’min mu’mine kusup kat’-ı mukaleme etmeyecek.” (Buhari, Edeb: 57, 62)
Eğer esbab-ı adavet galebe calıp, adavet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazi olur, tasannu ve temelluk suretine girer.
Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mu’min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulumdur. Cunku, nasıl ki sen adi, kucuk taşları Kabe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha buyuk desen, cirkin bir akılsızlık edersin. Aynen oyle de, Kabe hurmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslamiyet gibi cok evsaf-ı İslamiye muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mu’mine karşı adavete sebebiyet veren ve adi taşlar hukmunde olan bazı kusuratı iman ve İslamiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek buyuk bir zulum olduğunu, aklın varsa anlarsın.
Evet, tevhid-i imani, elbette tevhid-i kulubu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i ictimaiyeyi iktiza eder.
Evet, inkar edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşane bir alaka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkarane bir munasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gosterdiği ve bildirdiği esma-i İlahiye adedince vahdet alakaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet munasebetleri var.
Mesela, her ikinizin Halıkınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir, Razıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yuze kadar bir, bir. Sonra koyunuz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kainatı ve kureleri birbirine bağlayacak manevi zincirler bulundukları halde, şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren orumcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mu’mine karşı hakiki adavet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hurmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o munasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulum ve i’tisaf olduğunu, kalbin olmemişse, aklın sonmemişse anlarsın.
Mektubat, Yirmi İkinci Mektub
KAYNAK
__________________