Allah,ı bilmek ve bulmak
Bel bezminde gectim bÂş u cÂndan ey kemÂn-ebrû
Gel imdi serguzeşt-i aşkı bÂşından gecenden sor. (Sabuhî

[Ey keman kaşlı! Ben turlu turlu belÂlar karşısında baştan da candan da gecmeyi goze almışım.
Gel şimdi aşk macerasının zorluğunu, benim gibi yaşamış birinden sor.]
Divan şiirinde sevgili tektir ama onu sevenlerin haddi hesabı yoktur. Ustelik bu cok sayıdaki Âşık, birbirleriyle kıyasıya mucadele halindedir. Hepsi de sevgilinin yakınında olma iştiyakıyla bir arada bulunan Âşıkların meydana getirdiği topluluk, bu sebeple bir bel meclisidir Âdeta. Yukarıdaki beyit, Âşıklar arasında, yani her turlu belÂnın kol gezdiği bir topluluk icinde candan da baştan da gecip olumu goze aldığını soyleyen bir Âşığın keman kaşlı bir sevgiliye karşı ovunmesi gibi gorunuyorsa da, şairin kastı bu değil. Kanunî devri divan şairlerinden Karamanlı Sabuhî, bel bezmi ifadesini bilhassa kullanarak buradan beytin ic yuzune, asıl manaya yonelmemizi istemiş. Bel bezmi, CenÂb-ı Hakkın Elestu bi-rabbikum? (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabına, ruhlarımızın cevaben BelÂ! (Evet, şuphesiz ki Sen bizim Rabbimizsin!) dediği Elest Meclisidir. BelÂ! cevabında, Allah TealÂnın bizim Rabbimiz olduğuna dair kesin bir tasdik vardır. Mutlak hakikati muşahededen, ilahî aşkın safasını yakîn ile yaşamaktan kaynaklanan bu tasdik, Allahı bilmek ve bulmak uğruna insanın kendi nefsi de dahil, fani olan her şeyden vazgecme taahhudunu de taşır.
İnsanın bu ahitle sınanacağı yer dunyadır. Bir vucuda burundurulerek dunyaya gonderilen ruhlardan beklenen, verdikleri sozun zeminindeki aşkı ve hakikat muşahedesini hatırlayarak doğru istikamete yonelmeleri; gecici bir yolculuktan, bir seyr u seferden ibaret dunya imtihanını boylece gecmeleridir. Zira insan da su misÂli, meylettiği istikamete akar. Lakin nisyan/unutkanlık ile malûliyeti coğu zaman, aslında var olmayan, serap hukmundeki mÂsivÂya/Allahtan gayrıya meylettirir onu. Bazıları yegÂne maksut ve matlup haline getirdikleri cezbedici dunyalık bir hedefe ulaştıktan sonra yaşadıkları burukluk yahut tatminsizliğin tesiriyle yanlış yolda olduklarını anlar, tevbe ile sırat-ı mustakim uzere yeni bir seyre koyulur.
Fakat ne boylelerinin ne de baştan beri hicbir yanlış yola sapmadan doğru istikamet uzere olanların meşakkatsiz yurumeleri mumkun değildir. Dunya yolculuğu madem bir imtihandır; mihnetsiz olmaz. Yol muhataralıdır, badirelerle doludur. Cenab-ı Hakka, Mutlak Sevgiliye meylederek yurumek, her dem yanan bir aşk ateşinin aydınlığını gerektirir bu sebeple. Halbuki candan da baştan da gecme kararlılığınız bazı zorluklar karşısında gevşeyebilir. Aşkınızın ateşinin azaldığı, yolunuzu yeterince aydınlatamadığı, karanlıkta ayağınızın surctuğu olur. Kısaca doğru yolda olursunuz ama arzuladığınız gibi yol alamayabilirsiniz.
Sabuhî, kemÂn-ebrû hitabıyla, işte tam da boyle duşe kalka yol almaya calışanlara sesleniyor. KemÂn-ebrû, Farsca kaşları hilÂl gibi olan demektir. İnsan yuzunde birbirine bitişik iki yarım daire şeklinde duşunulen iki kaş, tasavvuf dilinde inişli cıkışlı bir yolu ve bu yolda duşe kalka ilerleyen seyr ehlini temsil eder. Yahut kemÂn-ebrû, vazifelerini ihmal gibi, serkeşlik gibi sebeplerle, ulaştığı hÂl veya makamı kaybeden sÂliktir. Yol doğrudur. Yolda olan, Elest Bezmindeki ahdinin farkındadır. Muradı, Cenab-ı Hakka, Aslına vasıl olmaktır. Ama ilk defa katedilen bu yolda hangi tehlikelerle karşılaşacağını bilmediği gibi, aşk ve iştiyakının bunlarla baş etmeye yetecek kıvamda olup olmadığını da bilmemektedir. Gerektiğinde candan gececeğine soz vermiştir vermesine de, coğu zaman nefsin ve şeytanın ilham eylediği havÂtırla tevile yonelip kolaya kacmaktan bir turlu kendini alıkoyamamaktadır. Oyleyse seyr ehlinin aynı zamanda bir sulûka da ihtiyacı vardır. Cıkılan yolun doğruluğu kadar gidişat da onemlidir ve bu gidişatı belirleyen bir kılavuzun talimatına harfiyen uymak gerekir.
Bilindiği uzere sulûk, bir tarikate intisapla, bir murşid-i kÂmile bağlanmakla başlar. Cıkılan yolu, aşk macerasının zorluğunu bizzat yaşayarak muhabbetini ispatlamış ve Hakka vasıl olmuş Allah dostlarının elinden tutarak yurume iradesidir bu. Onlar başlarından serguzeşt-i aşk gecmiş, yani aşk macerasını baştan sona yaşamış, bu cetin yolu daha once yurumuş, yol bilen Âşıklardır. Onların el ve eteğinden tutarak yurumek, surctuğumuzde duşmekten kurtarır bizi. Yolun neresinde hangi badire var, bunlar nasıl atlatılır, ancak onların kılavuzluğunda onceden oğrenilebilir.
Murşid-i kÂmillerin kılavuzluğu sadece talimat vermekten ibaret değildir. Onlar, bilhassa işaret ettikleri tehlikelere, yani dunyanın aldatıcılığına, nefsin hevasına, şeytanın iğvasına nasıl karşı konulacağını gostererek ornek olan aşk oğretmenleridir.
Serguzeşt-i aşkı başından gecenden sor demek, ilahî aşkı yaşayandan oğren demek olduğu kadar, bu aşk uğruna başından gecenden, canını hice sayandan oğren manasına da gelir.
Hepimiz Bel Bezminde candan ve baştan gecme pahasına Cenab-ı MevlÂya kulluk etmeye soz verdik. Bu bir aşk iddiasıydı aynı zamanda. Şimdi ruhumuzda yahut fıtratımızda hissettiğimiz bu iştiyaktaki samimiyetimizle sınanıyoruz. Bizi sadece misakımızla sorumlu tutabilecekken, sonsuz merhametinin nişanesi olarak indirdiği kitaplar, gonderdiği peygamberler ile yolu ve yuruyuş tarzını tarif eden Rabbimiz, aşkı kendilerinden soralım diye, dunyamızı da bir an dahi velisiz bırakmıyor.
semerkand dergisi