Beyyine suresi Hicretin 3. senesi sonunda Beni Nadr Gazvesi oncesinde Talak Suresinden sonra nazil olmuştur. Mushaf sırası 98. Sure olmakla beraber Nuzul sırası 100. Suredir. Beyyine Suresi 8 ayettir; Besmele ile beraber 9 ayet olup 74 kelime ve 399 harftir.

Beyyine, delil, burhan anlamlarına gelir. Yuce Allah Yahudilerin Medine’de ahir zaman peygamberine iman etmek icin geldiklerini ve beklenti icinde olduklarını; ancak kendilerine “beyyine” ile ahir zaman peygamberi geldiği zaman kendi beklentilerine uygun olmadığı icin inkar ettiklerini taaccuple anlatır. Boyle acık delillerle gelen bir peygambere inanmayanların insanların en şerlileri olduğunu belirterek ebediyen cehenneme layık olduklarını anlatır. İman edip imanlarında ihlÂslı olanların, salih amel işleyenlerin de insanların en hayırlıları olduğunu belirtir. Salih amelin ise başta namaz ve zekÂt ibadeti olduğunu ifade eder. Halis tevhide inanıp, peygambere tabi olan, namaz kılıp zekÂt verenlerin insanların en hayırlıları olduğunu ve mukÂfatlarının da ebedi cennet olduğunu anlatır.

Kur’Ân-ı Kerimin sureleri “Hucurat” suresinden “Burûc” suresine kadar “Tıval-ı Mufassal” Burûc suresinden “Beyyine” suresine kadar “Evsat-ı Mufassal” ve Beyyine suresinden ahirine kadar “Kısar-ı Mufassal” olarak sınıflandırılmıştır. Sabah namazında Tıval-ı Mufassal surelerin, Oğle, ikindi ve yatsı namazlarında “Evsat-ı Mufassal” surelerin, akşam namazında ise “Kısar-ı Mufassal” surelerin okunması sunnettir.

SURENİN NUZUL SEBEBİ:
Sure Yahudi ve Hırıstiyanları muhatap almıştır ve ozel olarak da Ubey b. Kaab muhatap alınmıştır. Ubey b. KÂab Musluman olan Yahudi Âlimlerindendi. Ehl-i Kitap olan Yahudilerin peygamberimizle (sav) munakaşa etmeleri uzerine onlara sert eleştiride bulunmak icin nazil olmuştur. Sure nazil olunca Resulullah (sav) Ubey b. Kaab’a giderek “Allah sana Kur’Ân okumamı emretti” buyurdu. Ubey b. Kaab “Benim ismimi Allah mı sana soyledi?” dedi. Peygamberimiz (sav) “Senin ismini Allah soyledi” diyince Ubey (ra) ağlamaya başladı.

Peygamberimiz (sav) sureyi Ubey’e okumasının amacı gelen ayetleri ona tebliğ etmek, onun bilgisini sağlamlaştırmak, imanını kuvvetlendirmek icindir. (Buhaiı, Kitabu Tefsir, 98; Muslim, Fedail-i Sahabe, 121, 122; Tirmizi, Menakıb, 33; Taberi, Tefsir, 9:189)

SURENİN YUCE MEÂLİ:
1. Ehl-i kitaptan kufre girenler kendilerine apacık beyyine/delil gelene kadar ihtilafa duşecek ve kufurlerinden ayrılacak değillerdi.
2. Kendilerine gelen bu delil tertemiz sahifelerde yazılı vahyi okuyan peygamberdir.
3. O kitapta butun eski kitapların doğru hukumleri vardır.
4. Boyle iken kendilerine kitap verilenler apacık beyyine/delil ile ihtilafa duştuler.
5. HÂlbuki onlar ancak “Hanif Dini” uzere ihlÂslı bir şekilde bir olan Allah’a ibadetten, namaz kılıp zekÂt vermekten başka bir şeyle emr olunmamışlardı. Allah’ın gercek ve kadim dini budur.
6. Ehl-i kitaptan ve muşriklerden peygamberi ve kitabı inkÂr edenler insanların en şerlileri olup cıkmamak uzere ebediyen cehennemde kalacaklardır.
7. Şuphesiz iman edenler ve salih amel işleyenler ise insanların en hayırlılarıdırlar.
8. Allah katında inananların mukÂfatı ise altlarından ırmaklar akan cennetlerdir ve onlar o cennetlerde cıkmamak uzere ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır; onlar da Allah’tan razıdırlar. Rablerinden korkan ve ona saygı duyanlar da işte bunlardır.

SURENİN TEFSİRİ:
1. Ehl-i kitaptan kufre girenler kendilerine apacık beyyine/delil gelene kadar ihtilafa duşecek ve kufurlerinden ayrılacak değillerdi:

Yuce Allah “min-i beyaniyye veya teb’îziyye” ile inkÂrcıların hallerini vasfetmektedir. O inkÂrcıların bir kısmının muşriklerden ve bir kısmı da ehl-i kitaptan olduğunu ifade etmektedir. Ehl-i kitap olanlar da Allah’a cocuk isnat etmek ve teşbihe kail olmakla şirke ve kufre duşmuş olmaktadırlar. Onların Kur’Ân-ı Kerime ve Hz. Muhammed’e (sav) iman etmemeleri ve inkÂr etmeleri gercekte kendi kitaplarını ve peygamberlerini inkar manasına gelmektedir. Zira peygamberimiz (sav) onlara kendi kitaplarında bulunan gercekleri hatırlatmakta, tahriflerini tadil etmekte ve duzeltmekte, doğrularını ise tasdik etmektedir. Aslına Hz. Muhammed (as) onların dinlerini inkÂr etmemektedir, bilakis Hz. Âdem (as) zamanından “Suhuf” ve “Kitapların” insanlığa tebliğ ettiği “Tevhit dini” “Hanif Dini” ve “İslam Dinini” tebliğ etmektedir. “Kutub-u Kayyıme” hep “Tevhide imanı, ihlÂsla Allah’a ibadeti, namaz ve zekÂtı” emretmektedir. Hz. Muhammed (as) da aynı esasları ders vermektedir. Bu durumda ehl-i kitabın Hz. Muhammed’i (as) ve getirdiği Kur’Ân-ı Kerimi inkÂr etmeleri gercekte kendi dinlerini, peygamberlerini ve kitaplarını inkar etmekten başka bir anlama gelememektedir. Bu nedenle onlar “kufre” girmekte ve “kafir” sıfatı hak etmektedirler.

Kufur, ortmek ve gizlemek, delilleri karartmak anlamına gelmektedir. Allahın varlığını veya sıfatlarını veya peygamberimize (sav) ait vasıfları bildikleri halde kasıtlı olarak gizledikleri ve yanlış tevillerle insanları yanıltarak imanlarına engel oldukları icin “Ehl-i kitap” olan Yahudi ve Hıristiyanlar kufre girmiş olmaktadırlar. (Bakara, 2:89; Hazin, Lubabu’t-Tevil, 6:549)

Peygamberimiz (sav) ve Kur’Ân-ı Kerim kendilerine apacık delillerle gelince onların bir kısmı dinlerinde taassup gosterdiler, bir kısmı da iman ettiler. Bu nedenle aralarına ihtilaf duştu. Şayet Kur’Ân acık delillerle gelmemiş olsaydı onlar sapık inanclarında devam edecek ve aralarında ihtilaf da olmayacaktı.

Munfekkîn, (f-k-k) kokunden gelen bu kelime “muşkilu’l-kur’Ân” denilen kelimelerdendir. Manası vazgecmemek, devam etmek, inat etmek anlamındadır. Ehl-i kitap olan Yahudiler ve Hıristiyanlar teşbih, yani Allah’ı insan suretinde telakki etmek, teslis, yani Allah’a oğul ve kız isnat etmek gibi yanlış itikatlara kapılarak kufre duşmuşlerdir. Peygamberimiz (sav) elinde beyyine, yani delillerle, getirdiği kur’an-ı Kerim ve bizzat kendisi diliyle, aklî ve mantıkî delillerle onlara gercekleri acıklayarak imana davet ettiği halde onlar az bir kısmı haric kufurlerinden vazgecmediler. Ancak kufurleri kufr-u inadiden cıkarak kufr-u meşkuka ınkılap etti. Zira Kur’Ân-ı Kerim ile inanclarında şupheye duştuler.

Bir diğer anlamı ise Yuhudiler ve Hıristiyanlar daha once ahir zaman peygamberine inanacaklarına dair verdikleri sozu ciğnemiş olmalarıdır. Nitekim “Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden once gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi mujdeleyen, Allah'ın size gonderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elci, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apacık bir sihirdir» demişlerdi.” (Saf, 61:6)

Beyyine: Gayet acık ve net olan delil anlamındadır. Allah’ın ehl-i kitaba gonderdiği iki delil vardır. Birincisi okunan delil Kur’Ân-ı Kerim’dir. Kırk vecihle harika ve yedi vecihle mucize olan bu kitap en buyuk delil ve mucizedir. Kendisinden onceki kitapların doğrlarını tasdik ve yanlışlarını tashih etmekte, kendi dinlerini ve peygamberlerini yanlış anlaşılmaktan ve tahriften kurtarmaktadır. İkinci delil ise “Lisan-ı Natık” olan, konuşan ve Kur’Ân-ı Kerimi tebliğ, beyan ve tafsil eden Hz. Muhammed’dir. (sav) Binden fazla mucizatıyla ve lisanında Kur’an ile butun dinlere meydan okumuş, hak soylemiş ve soylediklerini de ehl-i kitabın kitapları ile de teyit ederek ehl-i kitabın ulemasına tasdik ettirerek onların imanına vesile olmuştur. Kur’Ânı lisanı ile “Benim evsafım sizin kitaplarınızda vardır” dediği ve ispat ettiği halde Kur’Ânı ve peygamberin (sav) nubuvvetini inkar etmeye cok buyuk gayret gosteren o Yahudi ve Hıristiyanlar bu konuda peygamberimizi ve Kur’Ânın beyanını inkar edememişlerdir. Şayet bir yanlışını bulmuş olsalardı alay-ı vala ile tum dunyayı veleveleye verecek şekilde ilan edip peygamberin yalancılığını ilan edeceklerdi. Buna asla yol bulamadıkları gostermektedir ki “Beyyine” cok kuvvetli ve inkÂrı mumkun değildir. Bu kadar acık olan “Beyyineyi” yani delilleri inkar etmeleri onların kufurde ne kadar inat ettiklerini ve bundan dolayı cehennemi hak ettiklerini gostermektedir.

2. Kendilerine gelen bu delil tertemiz sahifelerde yazılı vahyi okuyan peygamberdir:
O peygamber tertemiz değerli sahifelerde yazılı olan yuceltilmiş, değerli takva sahibi, yazıcı kÂtiplerin elleriyle yazılmış, (Abese, 80:13-16) sahifelerde yazılı olan vahyi okur ve onu insanlara beyan eder. “O hevasından konuşmaz. Onun butun sozleri vahiydir.” (Necm, 53:3-4) O yazılı olan Kur’Âna da temiz olanlardan başkası dokunamaz. Zira o Âlemlerin Rabbinin katından inzal edilmiştir. (Vakıa, 56:79) İşte peygamber o kitabı okur ve insanlara ondan ders verir.


3. O kitapta butun eski kitapların doğru hukumleri vardır:
Yuce Allah insanları sorumlu tutmak icin peygamber gondererek emrini duyurur, sonra onları sorumlu tutar. Kur’Ân-ı Kerim “Biz peygamber gondermediğimiz kavme azap etmeyiz” (İsra, 17:15) buyurur. Peygamber kendi hevasından konuşmaz, Allah’ın kitabından insanlara ders verir. Allah’ın kelamının sembolu olan kitap ise değişemeyen gercekleri ders verir. Bu nedenle “O kitapta butun eski kitapların doğru hukumleri vardır.” Allah’ın hukumleri değişmez gerceklerdir; insanlar onları tahrif edip değiştirdikleri icin yuce Allah yeni peygamber ile gercek hukumleri yeniden insanlara oğretir.

4. Boyle iken kendilerine kitap verilenler apacık beyyine/delil ile ihtilafa duştuler:
Peygamber (sav) gelerek Allah tarafından gercekleri beyan eden kitabı getirince muşrikler ve ehl-i kitaptan olanlar aralarında ayrılığa duştuler. Kimi dinlerinde taassup gostererek peygamberi ve kitaptaki gercekleri inkÂr etti, kimisi de kendi kitaplarında gelmesinin bekledikleri peygamberi ve beyyineyi gorerek kabul edip iman ettiler. HÂlbuki kendilerine kitap verilenlerin hemen kabul etmeleri gerekirdi. Nitekim yuce Allah “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim; yoksa benden korkun. Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkÂr edenler siz olmayın, ayetlerimi hicbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin. Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin” (Bakara, 2:40-42) ayetlerinde belirtildiği gibi ahir zaman peygamberine inanma sozu vermişlerdi. Ama o peygamber dilinde mucize olan Allah kelamı ve elinde mucize ile geldiği halde sozlerinde durmayarak inanmayıp inkÂr ettiler. Ona inanma konusunda ihtilafa duştuler. Bu iman konusunda muşriklerin bir mazereti olabilirdi; ancak kendilerinde kitap bulunanlar ahir zaman peygamberinin geleceği ve vasıfları konusunda bilgi sahibi oldukları icin geldiği zaman iman etmemelerinde hicbir mazeretleri yoktur. Yaptıkları kasıtlı inkÂr ve Allah’a doğrudan isyan vardır. Bu nedenle iki misli azabı hak etmektedirler.

Yahudiler arasındaki ihtilaflar Hz. İsa’nın (as) gelmesinden sonra daha da coğalmıştır. Nitekim yuce Allah “Hahamlar ve rahiplerin coğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar” (Tovbe, 9:34) buyurarak Hz. İsa’nın (as) onları uyardığını belirtir. Daha once Sadukiler, Esseniler, Ferisiler, Falanjistler ve Samiriler olarak ceşitli goruşlere sahip olan Yahudiler daha da ihtilafa duşerek Hz. Yahya (as) ve Hz. Zekeriya’ı (as) oldurduler ve Hz. İsa’ya tuzak kurdular. Ancak Allah Hz. İsa’yı semaya refetti. Bu olaydan sonra aralarında daha buyuk ayrılıklara duştuler.

Aralarında ihtilaf o kadar derinleşti ki Kur’Ân-ı Kerim “Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel uzerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da «Yahudiler bir temel uzerinde değil» dediler; oysa onlar Kitaplarını da okuyorlar. Bilgisizler de tıpkı onların soylediklerini soylemiştir. Allah, kıyamet gunu, anlaşmazlığa duştukleri şeylerde onların arasında hukum verecektir” (Bakara, 2:113) buyurarak bu ihtilafın koklerinin derinliğine işaret etmiştir.

Ehl-i kitap ile muşriklerin arasında inanc bakımından fark varsa da yuce Allah onların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu kabul etmeleri (Maide, 5:17) papazların ve hahamlarının sozlerini Allah’ın sozunun onune gecirmeleri (Tovbe, 9:31) sebebiyle kafir olduklarını acıkca haber verir.

5. HÂlbuki onlar ancak “Hanif Dini” uzere ihlÂslı bir şekilde bir olan Allah’a ibadet etmekten ve namaz kılıp zekÂt vermekten başka bir şeyle emr olunmamışlardı. Allah’ın gercek ve kadim dini budur:

Hanif, hakperest ve muvahhid olanlardır ki peygamberlerin atası ve babası Hz. İbrahimin (as) tevhid inancıdır. Hanif, muvahhid ve islam aynı inancı paylaşanlara isim olarak verilmiştir. İbrahim’in (as) dinine sahip cıkanlar Allah’ın birliğine inanan ve asla putlara tapmayan ve şirke duşmeyenlere hanif denilmiştir. Nitekim yuce Allah Kur’Ân-ı Kerimde “İbrahim (as) Yahudi de, Hıristiyan da değildi, ama doğruya yonelen bir muslimdi; Allah’a şirk ve ortak koşanlardan değildi” (Al-i İmran, 3:67) buyrularak Tevhid dini uzere Musluman olduğunu beyan etmektedir. Bu nedenle Allah katında din İslamdır. (Al-i İmran, 3:19) “Kim İslamdan başka bir dine yonelirse bu ondan kabul edilmez.” (Al-i İmran, 3:85)

Hanif dininde inanc olarak ihlÂslı ve samimi bir şekilde Allah’ın birliğine inanma ve her nevi şirke karşı olma vardır. Bu inancın gereği olan Allah’a itaat ve ibadet olarak da Namaz kılmak ve zekÂt vermek vardır. Bedenî ibadetlerin başı namaz, mali ibadetlerin başı da zekÂt olduğu icin yuce Allah bu iki ibadeti acıkca zikretmiş, diğer ibadetlerin bunların mutemmimi olduğunu belirtmiştir.

Tum peygamberler boyle bir iman ve ibadetle gelmişler ve inananlara bunları ders vermiş ve bizzat uygulayarak ibadetleri gostermişlerdir. Ancak onlardan sonra gelenler namazı bırakmışlar ve şehvetlerine uyarak zenginlikle şımarmış ve azgınlaşarak yoldan cıkmışlardır. (Meryem, 19:59) Cenab-ı Allah yeninden imanı, ibadeti ikame etmek icin yeni peygamber ve kitap gondermiştir. Allah’ın sunneti ve kadim dini budur.

6. Ehl-i kitaptan ve muşriklerden peygamberi ve kitabı inkÂr edenler insanların en şerlileri olup cıkmamak uzere ebediyen cehennemde kalacaklardır:

Yukarıda izah ve ifade edilen iman ve ibadet Allah’ın emrettiği, kabul ettiği ve kendisinden razı olduğu iman ve ibadettir. Tevhid inancını kabul etmeyen ve bu inancın gereği olarak Allah’a itaat icin namaz kılıp zekÂt vermeyenler gerek muşriklerden olsun gerekse ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlardan olsun fark etmez Allah’ın elcisini ve kitabını kabul etmedikleri icin ebediyen cıkmamak uzere cehennemde kalamaya mahkûm olacaklardır.

Zira “Allahın birliğine iman, ikame-i salÂt ve îtÂ-i zekÂt” yuce Allah’ın “Din-i Kayyime”si, yani Hz. Âdemden (as) kıyamete kadar insanlıktan istediği iman ve ibadetidir. Bunları yapmayanlar asla kurtuluşa eremeyeceklerdir. Cunku bu esaslar onceki kitapların ve daha once gelen tum peygamberlerin ortak inanc ve ibadetleridir. Bunu kabul etmeyenler de insanların en şerlileridir. Kabul ettikleri halde nefis ve şeytana uymak, tembellik ve ihmal sonucu ibadet etmeyenler mazur olabilirler; ancak bile bile inkÂr ve ret edenlerin hicbir ozurleri yoktur ve kabul de ettiremezler. Bu nedenle cıkmamak uzere ebedi cehennemliktirler.

7. Şuphesiz iman edenler ve salih amel işleyenler ise insanların en hayırlılarıdırlar:

Allah’ın dilediği şekilde iman eden ve peygamberine itaat edenler, Allah’ın farzlarını yapıp yasaklarından sakınanlar ve Salih amel ile Allah’ın rızasını kazanma caba ve gayretinde olanlar, iman ile Allah’ı tanıyıp ibadetle kendilerini Allah’a sevdirmeye calışanlar ise insanların en hayırlılarıdırlar.

“Amel-i Salih” mutlak bırakılmış ve herhangi bir kayıt konmamıştır. Zira salih amel Allah rızası kastedilen her nevi ameli icine almaktadır. Bunlar farzlar, haramlardan sakınmak, ibadet ve muamelÂta ait hukumleri hayra ve salaha hizmet eden her nevi faideli amelleri icine almaktadır. Hatta zalimin zulmune engel olmak dahi bir nevi salih ameldir.

Yuce Allah bu surede “Salih Amelin” ucunu acıkca zikretmiştir. Bunlar da “Tevhide iman” “Namaz kılmak” “Zekat vermek” ve bu ibadetlere ihlasla devam etmektir.

8. Allah katında inananların mukÂfatı ise altlarından ırmaklar akan Adn cennetlerdir ve onlar o cennetlerde cıkmamak uzere ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır; onlar da Allah’tan razıdırlar. Rablerinden korkan ve ona saygı duyanlar da işte bunlardır.

İman ile Rabbini tanıyan, itaat ve salih amel ile kendisini Rabbine sevdirmek icin calışanların mukÂfatı ise altlarından ırmaklar akan cennetlerdir ki onlar asla cıkmamak uzere ebediyen o cennetlerde kalacaklardır.

Adn cenneti cismani ve ruhani her nevi nimetlerden ebediyen istifade edilen Allah’ın nimetlerinin bol olduğu bir cennettir. Hulûd ebedi kalmak anlamında olmakla beraber ayrıca “Ebedi” kelimesi ile de te’kid olunmuştur. Adn cennetinde ayrıca “CennÂt” olarak coğunluk izafesi her bir mu’mine bir cennet verilmesini ifade etmektedir.

Rıza makamı Allah’tan korkanlara verilen bir makamdır ki mu’minler Allah’tan korktukları ve haşyet duydukları icin bu makamı hak ederler demektir. “Bu Rabbinden haşyet duyanlarındır” cumlesi bunu ifade etmektedir. Peygamberimiz (sav) “O cennetlerde gozlerin gormediği, kulakların işitmediği ve insan aklına hayaline gelmeyecek nimetler vardır” (Tac, Mansur Ali NÂsıf, 5:402) hadisinde belirtildiği nimetler Allah’tan korkan kimselere vaat edilmiştir. Nitekim peygamberimiz (sav) “Hikmetin başı Allah korkusudur” (Munavi, Feyzu’l-Kadir, 3:574) buyurmuşlardır.

Yuce Allah “Kulları icinde Allah’ta gereği gibi ancak Âlimler kokrkarlar” (Fatır, 35:28) buyurmaktadır. Burada kast edilen ilim ve alim “Marifetullah” yani, “İman ilmidir.” Allah’tan ancak Allah’ı bilen ve tanıyan “Arif-i Billah” olanlar korkarlar demektir. Nitekim peygamberimiz (sav) “Allah’tan en cok korkan Allah’ı en cok tanıyanınızdır. Ben ise Allah’tan en cok korkanınızım” (Buhari, İ’tisam, 5; Edeb, 72; Nikah, 1; Muslim, Fezail, 127; Nikah, 5) buyurarak bu gerceği bize bildirmiştir.

SURENİN FAZİLETİ:
Peygamberimiz (sav) Yahudi alimlerinden olup Musluman olan ve Yahudilere İslama girmeleri konusunda tartışan Ubeyy b. Kaab’a (ra) “Yuce Allah bu sureyi sana okumamı emretti” buyurdular. Ubeyy b. Kaab (ra) ise “Allah benim adımı da andı mı?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Evet!” buyurunca Ubey b. Kaab (ra) ağladı. (Buhari, Kitab-u Tefsir, 98:1-3)

Yine peygamberimiz (sav) Hz. Ali’ye hitaben “Ya Ali! Kim bu ‘Lem Yekun’ suresini okursa bin melek onun cennetlik olduğuna şahitlik eder. Okuduğu her bir ayet icim bin ac olan insanı doyurmuş sevabı verir” (Firuzabadî, BesÂir, 534) buyurdular.

Yine peygamberimiz (sav) “Eğer insanlar ‘Lem yekunillezîne keferu min ehlil kitab’ suresinin onemini bilseydiler cocukları ve malları ile uğraşmayı bırakıp bu sureyi oğrenirlerdi. Huzaa Kabilesinden biri sordu: ‘Ey Allah’ın resulu! Onun sevabı nedir? Peygamberimiz (sav) cevap verdi. ‘O sureyi kabinde Allah’a karşı şuphesi olanlar ve munafıklar okuyamazlar. Allah’a yemin ederim ki mukarrep melekler onu okurlar. Kim onu gece okursa Allah bir melek gonderir ve o melek onun dinini ve dunyasını korur, Allah’tan okuyanı bağışlamasını dilerler. Gunduz onu okursa ona gunduzun aydınlattığı dunya kadar sevap verilir” (Kurtubî, Tefsir, 19:139) buyurdular.

Hz. Aişe (ra) “Ya Resulallah insanların en hayırlısı kimdir?” diyince peygamberimiz (sav) “Ya Aişe “İman eden ve Salih amel işleyenler insanların en hayırlısıdır’ (Beyyine, 98:7) ayetini okumaz mısınız?” (Suyutî, Durru’l-Mensur, 8:589) buyurmuşlardır.

SONUC:
Beyyine suresinin bir onceki sure “Kadir Suresi”dir. Kadir suresi Kadir Gecesinde Kur’Ân-ı Kerimin inzalini anlatmaktadır. Bu surede ise Kur’Âna imanın ve ahkÂmına uymanın onemi anlatılmaktadır. Kur’an inzal edildikten sonra “Ehl-i Kitabın” buna inanmaları istenmekte, inanmadıkları ve ahkamı ile amel etmedikleri takdirde Yahudi ve Hıristiyan inancına gore Allah’a ve Kitaba imanlarının fayda vermeyeceği ifade edilmektedir.

Beyyine Suresinden sonraki surenin ismi ise “Zilzal Suresi”dir ki kıyametin kopmasından bahsetmektedir. Bunun anlamı da artık nubuvvet kapısının kapandığını ve insanlık Kur’Âna ve onu inzaline sebep olan peygamberin (sav) hak peygamber olduğuna iman etmezlerse kıyametin kopacağını, başka peygamber ve kitap gelmeyeceğini ima etmektedir. Sonra da “Zerre kadar hayır işleyen onu gorecek, zerre kadar şer işleyen de onu gorecektir” buyrularak ahirette herkesin Allah’a hesap vereceği anlatılmaktadır.

Sure ozetle “Yahudi ve Hırıstiyanların Kur’Ân-ı Kerim ve Hz. Muhammed (as) gelmeden once Allah’a teşbih ve teslis ile şirk ve sapıklık icinde olduklarını ifade etmektedir. Kur’Ânın nuzulu ile bu şirk ve kufurlerinden vazgecerek “Tevhide” ve Hz. Muhammed’e (as) inanmaları, namaz kılıp zekÂt vermeleri şartı ile ihtilaflarına son vererek kurtuluşa erebileceklerini anlatır. Aksi takdirde kurtuluşlarının mumkun olmadığını ifade eder. Allah insanlığa ve bilhassa kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlara kendi varlığına ve hak dine delil olarak İhlÂslı iman olan Tevhidi ve tevhidin gereği olan ibadeti oğreten Hz. Muhammed’i (as) ve Kur’Ân-ı Kerimi gondermiş ve onları yanlış inanclarından vazgecerek İslama girmelerini, namaz kılıp zekat vermelerini istemiştir. Onlar ise bu konuda direnerek delillere karşı cıkmışlar, yeryuzunde inanc ve salih amel konusunda fesat ve ifsada, anarşi ve kargaşaya baş vurarak insanların en şerlileri haline gelmişler ve ebedi cehennemi hak etmişlerdir.

İnsanların en hayırlısı ise Allah’ın birliğine iman eden, ihlÂsla İslama giren ve Kur’Ân ve Hz. Muhammed’e teslim olan, namaz kılıp zekÂt verenlerdir. Onlar ebedi kalmak uzere Adn Cennetlerine gireceklerdir. Allah onlardan razıdır ve onlar da Allah’tan razıdırlar” buyurur.

Peygamberimiz (sav) yuce Allah’ın razı olduğu kullarına “gozlerin gormediği, kulakların işitmediği ve insanın aklına ve hayaline gelmeyen nimetler vereceğini” (Buhari, Tevhid, 35; Muslim, İman, 312) mujdelemiştir. Ebu’lleys Semerkandi tefsirinde peygamberimizin (sav) “Kim Beyyine suresini okur ve gereğini yaparsa ahirette en hayırlılarla beraber olur” dediğini nakleder.


__________________