Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu. Cocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Allahnın kaza ve kaderinden şikayetimiz yok. Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber butun zincir yapanlara beydir” dedi. Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi:
“Ay, bedir halinden cıkar ve eski ay haline gelir ya... işte oyle” Eski ay gorunmez, sonra hilal olur da iki buklum bir halde gorunur. Fakat sonunda yine gokte bedir haline gelmez mi? İnci tanesini havanda doverler ama kadri yine yucedir, ya ilac olarak goze cekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı icin yenir.
Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar cıktı. Ondan sonra değirmende oğuttuler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.
Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi, ekincileri hayrete duşurdu. Bu sozun sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
Yusuf, başından gecenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi. Ey ulu kişi! Dostları gormeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Allah bile mahşer gunu, halka “ Kıyamet gunu icin armağanın nerede;
Bize yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi geldiniz. Kendinize gelin! Kıyamet gunu icin ne hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar donup geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugunun vadesi batıl mı gorundu ki? Der.
Ona konuk olacağımızı inkar ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kul alabilirsin. İnkar etmiyorsan nicin boyle elin boş. O sevgilinin kapısına boyle nasıl ayak atacaksın? Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla goruşmek icin bir armağan gotur. Geceleri az uyuyanlardan seher cağlarında istiğfar edenlerden ol.
Sen de rahimdeki cocuk gibi az oyna da sana da nurları goren duygular bağışlasınlar. Rahim gibi olan dunyadan cıkınca yeryuzunden daha geniş bir sahaya dalacaksın. “ Allah yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada gonul daralmaz; yaş ağac, orada kuru dal haline gelmez.
Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gun yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir ceşni bil.
Be inatcı; veliler, Eshab’ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yuruyup gezseler de uykudadırlar. Allah, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola cevirir. O sağa cevrilme nedir? İyi iş. Ya sola cevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
Yusuf “Hadi, armağanını cıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp adeta figan ederek.”Sana getirmek icin ne kadar armağan aradıysam hicbir şeyi beğenmedim, layık gormedim. Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl goturebilirim?
Sana gonul ve can bile getirsem Kirman’a kimyon goturmuş sayılırım. Senin, misli olmayan guzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana gonul nuru gibi bir ayna getirmeyi layık gordum.
Ey guneş gibi gokyuzunun ışığı olan guzel! Ona baktıkca kendi guzel yuzunu gorursun. Gozumun nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yuzunu gordukce beni hatırlarsın” dedi. Koynundan aynayı cıkarıp sundu. Guzeller, aynayla meşgul olurlar.
Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et. Varlık, yoklukta gorunebilir. Zenginler, yoksula comertlik edebilirler. Ekmeğin saf aynası actır; kav da cakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, butun sanatların guzelliğine aynadır.
Elbise bicilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti gorunebilir mi? Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer’e ait bir şey yapsın. Usta kırıkcı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider. Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının guzelliği nasıl gorunur?
Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder? Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yucelik ve ululuğa aynadır. Cunku yakinen zıt, zıddı gosterir. Ondan dolayı bal, sirke ile gorunur, (sirkengebin olur)
Kim, kendi noksanını gorup anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmul yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk sahibi Allahnın yolunda ucamaz. Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet olamaz.
Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gonlunden de cok kan akar, gozunden de! İblis’in illeti “Ben, Adem’den hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlukta vardır. Bu hastalığa muptela olan, kendisini hor gorse bile sen onu, altında pislik olan saf su bil!
İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak gorunuyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol bilen anlayışlı pir, Nefs-i kull bağlarına ark kazıcıdır.
Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Allah bilgisiyle fayda verir. Kılıc sapını kesebilir mi? Yuru, bu yarayı bir cerraha goster. Kimse, yarasının kotuluğunu gormesin diye her yaranın ustune sinek duşer.
O sinekler; senin duşuncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet! Eğer o yaraya pir merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir. Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş cekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!



Mesnevi'den Hikayeler
Alıntı
__________________