Yahudiler icinde zalim, İsa duşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı. İsa’nın devriyle, nobet onundu. Musa’nın canı oydu, onun canı Musa. Şaşı padişah. Allah yolunda o iki Allah demsazını birbirinden ayırdı. Usta bir şaşıya “yuru, var, o şişeyi evden getir” dedi. Şaşı,”O iki şişeden hangisini getireyim? Acıkca soyle dedi. Usta dedi ki: “O iki şişe değildir. Yuru, şaşılığı bırak fazla gorucu olma!” Şaşı, “Usta, beni paylama. Şişe iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” Cırak birini kırınca ikiside gozden kayboldu.
İnsan taraf girlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur. Şişe birdi onun gozune iki gorundu. Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne oburu. Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır. Garez gelince huner ortulur. Gonulden goze, yuzlerce perde iner. Kadı kalben ruşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir?
Padişah, yahudice kininden dolayı oyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman! Musa dininin koruyucusuyum, arkasındayım diye yuz binlerce mazlum mumin oldurttu.
Padişahın oyle yol vurucu, oyle hilekar bir veziri vardı ki hile ile suyu bile duğumlerdi. Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler. Onları az oldur, cunku oldurmede fayda yok, Dinin kokusu cıkmaz; misk ve od ağacı değil ki! Yuz tane kılıf icinde gizli sırdır. Dışı sana malumdur ama ici aksine.”
Padişah : “Peki soyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, caresi ne? Ne yapalım ki dunya da ne acık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi
Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hukmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır! Ondan sonra beni dar ağacına gotur. O esnada bir şefaatci sucumun affını dilesin. Bu işi dort yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır. Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sur ki ben, onların arasına yuz turlu din kayıtsızlığı sokayım.
Bu halde diyeyim ki: ben gizli hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gonlumu bilirsin!Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden gorunmek istedim. Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sozlerim huzurunda kusurlu gorundu.
Dedi ki: “Sozlerin, icinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gonlumden senin gonlune pencere var. Ben o pencereden halini gordum, artık lafını dinleyemem.” Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parca parca ederdi .İsa icin başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yuz binlerce minnet bilirim. İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vakıfım. O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
İsa’ya şukrolsun ki biz, bu hak dine yol gosterici olduk. Belimizi zunnarla bağladığımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk. Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!”
Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dokunce padişahın gonlunden endişeyi tamamiyle giderdi.
Padişah vezire, vezir ne dediyse yaptı.Halk, bu gizli ve hakikati mechul hileden dolayı şaşırıp kaldı. Onu hıristiyanların oturdukları tarafa surdu.Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.

HIRİSTİYANLARIN VEZİRİN HİLESİNE İNANMALARI
Yuz binlerce hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı.O onlara gizlice İncil’in, zunnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.Gorunuşte din hukumlerini anlatıyordu;fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak icin ıslık ve tuzaktı.
Bunun icin (gizli hileyi anlamak muşkul olduğundan) bazı Ezhab, Peygamber’den, azgın ve hilekar nefsin hilesini sorarlar;
“Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlasa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi.
Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar;”Apacık ayıp hangisidir?”diye kotu huyları sorarlardı. Gulu kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi. Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı.
Hıristiyanlar tamamı ile ona gonul verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki? Kalplerinin icine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar. O ise hakikatte tek gozlu melun Deccal’dı.
Ey Allah, feryadımıza yetiş; sen ne guzel yardımcısın! Ey Allah, yuz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmış halis kuşlar gibiyiz. Her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer doğan ve simurk olalım.
Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve mustağni Allah, biz yine bir tuzağa doğru gitmekteyiz! Biz bu ambarda buğday biriktirmede, toplanan buğdayı yine kaybetmekteyiz. Biz, bu vahşi mahluklar topluluğu, duşunmuyoruz ki buğdayın noksanlaşması farenin hilesindendir. Fare, ambarımızı deldikce, hilesinden ambar harab olmuştur. Ey can, once farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye calış, cabala!
O buyukler buyuğunun haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkca namaz tamam olmaz.” Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?Her gunluk azar azar sadikane ibadet taneleri nicin bu ambarımızda toplanmıyor?
Cakmak demirinden bircok ateş yıldızı sıcradı, o yanmış gonul, onları kabul edip cekti.Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.Onları,felekte bir cırağ parlamasın diye, birer birer sondurmekte.
İnayetlerin bizimle oldukca o bayağı hırsızlardan bize nice ve ne vakit korku olabilir? Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukca hic gam yok! Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sokmektesin.
Ruhlar her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hakimi,ne de mahkumu olmayarak feragate ulaşırlar. Geceleyin zindan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler.Ne gam var, ne kar ve ne zarar duşuncesi.Ne bu filan kadının hayali, ne o filan erkeğin kuruntusu!
Arifin hali , uyanıkken de budur, Allah”onlar uykudadırlar” dedi. Bunu inkar etme.Onlar gece gunduz dunya ahvalinden uykudadırlar;Rabbin elinde evirip cevirdiği kalem gibidirler.Yazı esnasında eli gormeyen kimse, kalemin hareketini kalemden sanır.Allah arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gosterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı(gaflete dalıp arifi anlamadılar.) Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti.Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de.Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa ceker, hepsini teklif kaydine duşurursun.
*Sabah vaktinin nuru baş kaldırıp feleğin altın gerkesi kanat cırpınca, Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret alemine getirir; Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır. Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku olumun kardeşidir”sırrıdır.
Fakat gunduzun geri gelmeleri icin ayaklarını uzun bir bağla bağlar.Ta ki o cayırdan, onu geri ceke ve otlaktan yine yuk altına getire.Keşki Eshab-ı kehf gibi, yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı. Da bu fikir, bu goz ve kulak;şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı. Dunyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbaşında ve onundedir. Mağara da , dost da onunla terennum etmektir. Ne fayda, senin gozunde ve kulağında muhur var?
Halife, Leyla’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.Sen başka guzellerden guzel değilsin.” Leyla, “Sus, cunku sen mecnun değilsin” diye cevap verdi.
Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir. Canımız hak uyanı olmazsa uyanıklık, bizim icin iki dağ arasındaki boğaz ve gecit gibidir. Canın; her gun hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden cıkarma, kaybetme korkusundan. Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de goklere cıkacak yolu!
Uyumuş ona derler ki o,her hayalden umitlenir, onunla konuşur; Uykuda Şeytan’ı Huri gibi gorur, sonra şehvetle Şettan’a erlik suyu doker.Nesil tohumunu corağa dokunce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kacar. O ruyadan elde ettiği baş ağrısı, beden pisliğidir. Ah o zahirde gorunen, hakikatte gorunmeyen, aslı olmayan hayalden!
Kuş havadadır, golgesi yerde kuş gibi ucar gorunur.Ahmağın biri, o golgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar. O golgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o golgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok! Golgeye doğru ok atar. Bu araştırma yuzunden okluk bomboş kalır.
Omrunun okluğu boşaldı. Omur gitti; golge avı ardında koşmada yandı eridi! Bir kişinin dadısı, Allah golgesi olursa onu golgeden ve hayalden kurtarır.Allahya kul olan, Allah golgesidir. O bu alemden olmuş, Allah ile dirilmiştir. Fırsatı kacırmadan ve şuphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
Allah golgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir. Cunku veli , Allah guneşi nurunun delilidir. Bu yolda bu delil olmaksızın yurume, Halil gibi “Ben batanları sevmem de”! Yuru, golgeden bir guneş bul. Şah Şems-i Tebrizi’nin eteğine yapış! Bu duğun ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Husameddin’den sor!
Haset yolda gırtlağına sarılsa... bil ki İblis’in tuğyanı hasettir. Cunku o, haset yuzunden Adem’den arlanır... Kutlulukla haset yuzunden savaşır. Yolda bundan daha guc gecit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir. Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale duşer. Ten haset evidir ama Allah, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.
“Evimi temizleyin” ayeti beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gonul kararır. Allah erlerinin ayakları altına toprak at!
O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun icin abes yere kulağını, burnunu yele verdi! O umitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları ta canlarından zehirliye.
Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yuzun bulunduğu tarafa gotursun. Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.Bir koku alıp onun şukrunu eda etmiyen kimse, kufranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir. Hem şukret, hem şukredenlere kul ol. Onların huzurunda olerek ebedi hayat kazan! Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Allah kullarını namazdan menetme.
O kafir vezir, din nasihatcisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı!
Zevk sahibi olanlar onun sozunde acılık karışmış bir tat sezdiler.O, garezle karışık latif sozler soylemekte, gul sulu şeker şerbetinin icine zehir dokmekteydi. Sozunun dış yuzu, yolda cevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
Gumuşun dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir. Ateş kıvılcımlarıyla kızıl cehreli gorunurse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak! Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret gorunur;(fakat) goz nurunu calmak (gozu kamaştırmak) onun hassasıdır.
Vezirin sozleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları icin bir boyun halkasıydı(onun sozlerini kabul etmişler,ona uymuşlardı).Vezir padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu muddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu. Halk umumiyetle dinini de, gonlunu de ona ısmarladı. Onun emir ve hukmu onunde herkes, can feda ediyordu.
Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu.
Nihayet muradının hasıl olması, hıristiyanların toprağını yele vermesi icin. Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı. Vezir de “padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.
Hukumetleri zamanında, İsa kavminin on iki emri vardır.Her fırka bir emre tabiydi; kendi beyine tamah yuzunden kul olmuştu.Bu on iki emirler kavimleri, o kotu vezire bağlanmışlardı.Hepsi, onun sozune itimad ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu.O, ol, der demez her emir hemen o anda olurdu.
Vezir, her emrin adına birer tomar duzdu. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı.
Her birinin hukmu başka bir ceşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.Birinde riyazat ve aclık yolunu tovbenin ruknu, Allah’ya donuşun şartı yapmış.
Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda comertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti.
Birinde demişti ki: “Senin aclık cekişin, mal verişin mabuduna şirk koşmadır. Gam ve rahat zamanında Allah’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”
Oburunde demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkul duşuncesi suctan ibarettir.”
Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak icin değil, aczimizi bildirmek icindir. Ta ki onlardan aciz olduğumuzu gorelim de Allah kudretini bilelim, anlayalım” demişti.
Oburunde, “Kendi aczini gorme, uyan, kendine gel; o aczi goruş, kufranı nimettir. Kendi kudretini gor ki bu kudret ondandır. Kudretini, nimeti bil ki, kudret odur” demişti.
Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de gec, nazarına her ne sığarsa put olur!”
Oburunde; “Bu mumu sondurme ki bu goruş, meclise mum mesabesindedir. Eğer nazardan ve hayalden gecersen gece yarısı visal mumunu sondurmuş olursun” demişti.
Birinde demişti ki: “Sondur, hic korkma ki yuz binlerce karşılığını goresin. Cunku nazar mumunu sondurmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yuzunden Leyla’n Mecnun olur! Kim, zahitliği yuzunden dunyayı terk ederse dunya onun onune cok, daha cok gelir!”
Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmıştır, kolaylaştırmıştır. Onu guzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.
Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, cunku tabiatının kabul ettiği, merduttur, kotudur. Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur,eğer Hak’kın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Allah’yı duyar, anlardı” demişti.
Oburunde demişti ki: “Kolay, odur ki gonlu hayatı ve canın gıdası ola. Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti gecince, corak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez. Onun mahsulu, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez. O zevk, sonunda da onunde olduğu gibi kolay ve hoş gorunmez; nihayette adı guc olur, guclenmiş bir hale gelir.
Sen guclendirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırdet; bunun yuzunu de sonuna nazaran gor, onun yuzunu de sonuna nazaran”Bir tomarda da; “Bir ustad ara. Akıbeti gorme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla oğunende) bulamazsın.
Her ceşit din salikleri ustad aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın işlerin akibetlerini gorduler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlallerde bulundular da bu yuzden hata ve dalalete duştuler. Akıbet, gorme elle dokunmuş, orulmuş değildir. Boyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin, cunku ustayı da sen tanırsın. Er ol erlerin maskarası olma; kendi başının caresine bak sersemleşme.”
Bir diğerine; “Bunların hepsi birdir. İki goren kimse şaşı adamcağızdır” demiş.Bir tomarda da; “Yuz, nasıl bir olur, bunu kim duşunur, meğer ki deli olsun! Bunların her biri, oburunun zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur? Zehirden de şekerden de gecmedikce vahdet bahcesinden nice koku alabilirsin? demişti.
O İsa dinine duşman olan vezir bu tarz da bu ceşitte on iki tomar yazdı.
İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil
O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku alınamamıştı. O, İsa kupunun mizacından huy kapmamıştı.
Yuz renkli elbise, İsa’nın saf kupunden saba ruzgarı gibi sade ve latif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı. Birlikteki bu tek renklilik, insana usanc ve sıkıntı veren tek renklilik değildir.
Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe icindedirler. Karada gerci binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
Misal olarak soylenen balık kimdir, deniz nedir ki yuce ve ulu padişah, ona benzesin!Varlık alemindeki yuz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.
Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler sacıcı bir hale geldi. Nice kerem guneşi nur sactı da bulut ve deniz comertlik oğrendi. Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryuzu, tane ve tohum kabul eder oldu.
Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet gormeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, cunku adalet guneşi ona nur sacmıştır.
İlk bahar, Hak fermanı getirmedikce, toprak sırrını nice acığa vurur? O, oyle bir comert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada , kuru yeryuzune vermiştir. Fazıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celali de akıllı insanları kor eyler.
Canda, gonulde o coşmaya takat yoktur. Kime soyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok! Nerede bir kulak varsa; onun yuzunden, goz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lutfiyle yeşim taşına dondu.
Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır,simya ne oluyor ki? Benim bu oğuşum, oğmeyi terk etmenin ta kendisidir; cunku bu oğuş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: Onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir! Varlık kor olsaydı... Ondan erirdi, guneşin hararetini tanır, anlardı. Bu zahiri vucudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi korluğune delildir.
Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Allah ile penceleşiyordu. Oyle kudretli bir Allah ile penceleşiyordu ki bir anda yoktan bu gibi yuz tanesini var eder.
Senin gozune kendini gormek hassasını verince nazarında alem gibi yuzlerce alem meydana getirir. Her ne kadar dunya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir. Zaten bu alem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.
Bu alemin hududu vardır, o alem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir,maniadır.
Firavun’un yuz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asası ile kırdı.Yuz binlerce Calinus’un yuz binlerce hekimlik hunerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında batıl oldu. Yuz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ummi’nin kitabına karşı ayıp ve ar haline geldi.
Aşağılık olmayan kişi boyle galip Allah huzurunda nicin olmesin.Cok dağ gibi gonuller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu. Akıl ve zekada kemale ermekle Allah’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.
Hey gidi hey... Cok koşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o okuze(vezire) maskara oldular. Okuz kimdir ki sen onun maskarası olasın.
Bir kadının kotu işten yuzu sararınca, utanınca Allah, onu carpıp Zuhre yıldızı yaptı. Bir kadını Zuhre yapmak carpma oldu da balcık haline geliş, carpılma değil midir? Be inatcı!!!Ruh seni en yuksek goklere cıkarırken sen en aşağılıklara, su ve camura doğru gittin.Akılların bile imrendiği oyle bir varlığı, bu alcaklık yuzunden değiştin. Şimdi bak, bu senin kendini carpman nasıl? O carpılma yanında bu, gayet aşağı. Himmet atını yıldız cihetine surdun, nucum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Adem’i tanımadın!
Ey hayırsız evlat! Nihayet sen Ademoğlusun, ne vakte dek alcaklığı şeref sayarsın.Niceye dek “ben alemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?Dunyayı baştan başa kar kaplasa guneşin harareti, bir gorunuşte onu eritir.
O vezirin vebalini de, daha onun gibi yuz binlercesinin vebalini de Allah bir kıvılcımla yok eder. O, aslı olmayan hayelleri, tamamı ile hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.O zan ve şuphe doğuran sozleri, hakikat ve yakin haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve muhabbet belirtir.
İbrahim’i ateş icinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selameti yapar. Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestai gibiyim.
O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi. Muritleri yakıp yandırdı. Tam kırk elli gun halvette kaldı. Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sozunden, sohbetinden uzak duştukleri icin deli oldular.Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki buklum olmuştu.
Hepsi birden”Biz sensiz kotu bir hale duştuk, karışıklık icindeyiz, değneğini yeden birisi olmadıkca korun ahvali ne olur? İnayet et. Allah icin olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma! Bizler cocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim uzerimize o golgeyi doşe” demişlerdi.
Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı cıkmaya izin yok. Emirler rica ve şefaate, muritler dil uzatmaya başladılar:“Ey kerem sahibi! Bu ne kotu talih ki sensiz gonulden de yetim kalmışızdır, dinden de. Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yurek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz. Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sutunle beslenmişiz. Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lutfen bu gunu yarına bırakma! Gonlun razı olur mu, aşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar? Hepsi de karadaki balık gibi cırpınıyorlar. Suyu ac ırmağım bendini yık! Ey zamanede naziri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”
Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu duşkunleri! Dilden cıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar! Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gozunden duygu başını cozun! O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkca o can kulağı sağırdır. Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrcii-Allahna geri don” hitabını işitesiniz.
Sen uyanıklık dedikodusunda oldukca uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin! Bizim sozumuz işimiz, haricte yurumektedir. Batıni yurumek ise gokler uzerinde olur.
Cisim kuruluğu(bu alemi) gordu, cunku kuruluktan (bu alemden) doğdu; can İsa’sı ayağını denize attı. Kuru cismin yurumesi, kuruya duştu, ama canın yurumesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı. Omur kuruluk yolunda; gah dağ, gah deniz, gah ova aşarak gecip gittikten sonra...
Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın? Kara dalgası, bizimkuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geciş, sarhoşluk ve yokluktur.
Sen bu sarhoşlukta oldukca o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukca o kadehten nefret eder durursun.Zahir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir muddet dinlemeyi adet edin!”
Hepsi birden dediler ki: “Ey bahane arayan hakim bu cefayı bize reva gorme! Hayvana takati derecesinde yuk yuklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!
Her kuşun yiyeceği lokma, kendine goredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri(butun olarak) yutabilir? Cocuğa sut yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu oldu bil! Ondan sonra dişleri cıkınca kendi kendine onun ici ekmek ister.
Henuz kanadı cıkmayan kuş ucmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur. Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce,iyi ve kotu ıslık olmaksızın ucar.
Senin sozun Şeytan’ı susturur, senin lutuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir. Soyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibarettir.
Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir! Ey (sekizinci gokteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balığa kadar her şey kendisinden nurlanmış olan! Seninle olunca yer, bize gokten daha iyidir. Sensiz, biz goğun ta ustunde bile karanlık icindeyiz.
Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin? Goklerin sureta yuksekliği var. Mana yuzunden yukseklik temiz ruhundur. Sureta yukseklik, cisimlerindir, fakat mana huzurunda cisimler, isimlerden ibsrettir.
Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi can ve gonulden dinleyiniz. Emin isem, emin adam ittiham edilmez goğe ver desem bile!Eğer ben mahzı kemal isem kemali inkar nedir? Değilsem bu zahmet bu eziyet ne oluyor? Ben bu halvetten cıkmayacağım cunku, kalp ahvali ile meşgulum.”
Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkar etmiyoruz, bizim sozumuz ağyarın sozu gibi değildir. Ayrılığından goz yaşlarımız akmakta, canımızın ta icinden ahu vahlar coşmakta!”
Cocuk dadı ile kavga etmez. Gerci ne kotuyu bilir ne iyiyi... Fakat boyuna ağlar durur! Biz cenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden değil, sen inliyorsun!
Biz ney gibiyiz bizdeki nağme senden. Kazanıp kaybetmede satranc oyunu gibiyiz; ey huyları guzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.
Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, gorunelim! Biz yokuz. Varlıklarımız, fani suretle gosteren Vucud-u Mutlak olan sensin.
Biz umumiyetle aslanlarız ama bayrak ustune resmedilmiş aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri ruzgardandır. Hareketimiz de, varlığımız da senin vergindir. Varlığımız umumiyetle senin icadındır. Yoksa varlık lezzetini gosterdin.
Yok olanı kendine aşık eylemiştin! O İn’am ve ihsanın lezzetini... mezeyi, şarabı ve kadehi esirgeme!Esirgersen kim arayıp tarıyabilir? Nakış nakkaşla nasıl mucadele eder? Bize bizim efendimize bakma; kendi ikramına, kendi comertliğine bak!
Biz yoktuk, mucadelemiz de yoktu. Senin lutfun bizim soylenmemiş sırlarımızı da işitiyordu. Nakış, nakkaşın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki cocuk gibi aciz ve eli bağlıdır.
Kudret huzurunda butun alem mahlukları, iğne onunde gergef gibi acizdir.Kudret gergefe bazen şeytan resmi, bazen insan resmi işler; gah neşe, gah keder nakşeder.Gergefin eli yok ki onu def icin kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses cıkarsın.
Sen beytin tefsirini Kur’an dan oku Allah “Attığın zaman sen atmadın” dedi.Biz bir ok atarsak, atış, bizden değildir. Biz yayız, o yayla ok atan Allah’dır.Bu “cebir” değil, cebbarlığın manasıdır. Cebbarlığı anış da, ancak Allah’ya tazarru ve niyaz icindir.
Bizim figanımız muztar ve kudretsiz olduğumuzun delilidir. Yaptığımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar olduğuna delildir.Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanış, bu teeddup ne? Hocaların şakirtleri terbiye etmesi nicin; fikir, neden tedbirlerden tedbirlere donuyor?
Eğer sen “O, cebirden gafildir. Hak’ka mensup olan ay, bulutta yuzunu gizliyor” dersen.Buna hoş bir cevap var; dinlersen kufurden gecer dini tasdik eder, bana tabi olursun:Hasret ve figan, hastalık zamanındadır.
Hastalık zamanı tamamı ile uyanıklık zamanıdır. Hasta olduğun zaman gunahından istiğfar eder durursun.Sana gunahın cirkinliği gorunur; iyileşince yola geleyim diye niyet edersin. Bundan sonra kulluktan başka bir iş ihtiyar etmiyeyim diye ahdeylersin.
Şu halde bu yakinen anlaşıldı ki hastalık sana akıllılık bahşediyor. Ey asılı arayan kimse! Şu aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almış, dermana ermiştir.Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır.
Hak’kın cebrinden agah isen feryadın nerede? Cebbarlık zincirini goruşun hani? Zincire bağlanan nasıl olur da neşelenir? Hapiste esir olan nasıl hurluk eder? Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah cavuşlarının dikildiğini goruyorsan...Gayrı sende acizlere cavuşluk etme. Cunku bu vazife acizlerin huyu ve tabiatı değildir.Madem ki gormuyorsun; Allah’nın cebrinden bahsetme! Goruyorsan hangi gorduğunun nişanesi?
Hangi bir işe meylin varsa o işte kendi kudretini apacık gorur durursun; hangi işe meylin ve isteğin yoksa... Bu Allah’dandır diye kedini Cebri yaparsın! Peygamberler, dunya işinde Cebridirler, kafirler de ahiret işinde. Peygamberlerin, ahiret işinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dunya işinde.
Zira her kuş, kendi cinsinin bulunduğu yere gider, bedeni, geride ucmaktadır, canı daha tez, daha ileri gitmekte.! Kafirler “Siccin” cinsinden olduklarından dunya zindanına rahat rahat gelmişlerdir.
Peygamberler, (İlliyyi) cinsinden olduklarından can ve gonul İlliyyine doğru gitmişlerdir.Bu sozun sonu yoktur, fakat biz yine donup o hikayeyi tamamlayalım:
Vezir icerden seslendi: “Ey muritler, benden size şu malum olsun. Ki İsa bana “Hep yakınlarından, arkadaşlarından ayrıl, tek ol, yuzunu duvara cevirip yalnızca otur, kendi varlığından da halveti ihtiyar et” diye vahyetti.Bundan sonra konuşmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile işim yok.
Dostlar elveda! Ben oldum, yukumu dorduncu goğe ilettim. Bu suretle de ateşe mensup feleğin altında zahmet ve meşakkatler icinde yanmayalım. Bundan sonra dorduncu kat gok ustunde, İsa’nın yanında oturacağım.”
Neden sonra o emirleri yalnız ve birer birer cağırıp her birine bir soz soyledi.Her birine “İsa dininde Allah vekili ve benim halifem sensin. Obur emirler senin tabilerindir. İsa, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti. Hangi emir, baş ceker, tabi olmazsa onu tut; ya oldur yahut esir et, hapse at. Ama ben sağ iken bunu kimseye soyleme, ben olmedikce, reisliğe talip olma. Ben olmedikce bunu hic meydana cıkarma. Saltanat ve galebe davasına kalkışma.
İşte şu tomar ve onda Mesih’in hukumleri... Bunu ummete tasih bir tarzda oku!” dedi.
O, her emire ayrı olarak şunu soyledi: “Allah dininde senden başka naib yoktur!”Her birini ayrı ayrı ağırladı. Ona ne soyledi ise buna da onu soyledi. Her birine bir tomar verdi, her tomar oburunun zıddını ifade ediyordu. O tomarların metni “Ya” harfinden “Elif” harfine kadar olan harflerin şekilleri gibi birbirine aykırıdır. Bu tomarın hukmu, oburunun zıddıydı, bu zıt diyeti bundan once bildirdik.
Ondan sonra daha kırk gun kapısını kapadı. Kendisini oldurup varlığından kurtuldu.Halk onun olumunu haber alınca kabrinin ustu kıyamet yerine dondu. Bir hayli halk onun yası ile saclarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı ustune yığıldı.
Arap’tan ,Turk’ten, Rum’dan, Kurt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Allah bilir.Mezarın toprağını başlarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gorduler. Bir ay ahali, mezarı ustunde gozlerinden kanlı yaşlara yol verdiler. Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, buyukler de, kucukler de ah u figan ediyorlardı.
Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir. Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.
Madem ki guneş battı ve bizim gonlumuzu dağladı, onun yerine cırağı yakmaktan başka caremiz yok.Sevgili, goz onunden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigar kalması gerekir.Gul mevsimi gecip gulşen harap olunca gul kokusunu nereden alalım? Gul suyundan!
Ulu Allah acıkca meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir. Hayır yanlış soyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.Sen surete taptıkca ikidir. Suretten kurtulana gore ise birdir. Bir adam, gozun nuruna bakarsa iki gozun nuru, birbirinden ayırdedilemez.
Bir yerde on tane cırağ bulundurulursa gorunuşte her biri, oburunden ayrıdır. Nuruna yuz cevirirsen şuphesiz ki birinin nurunu oburlerinden ayırt etmeye imkan yoktur.
Yuz tane elma, yuz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yuz kalmaz hepsi bir olur. Manalar da taksim ve sayı yoktur, ayırma birleştirme olamaz. Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona yonel), suret serkeştir.Serkeş sureti, eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti goresin. Eğer sen eritmezsen onun (Allah’nın) inayetleri, esasen onu eritir.
Ey gonlum kulu olan Allah!O hem gonullere kendini gosterir, hem dervişin hırkasını diker. Hepimiz yayılmıştık ve bir. Orada başsız ve ayaksızdık; Guneş gibi bir cevherdik, duğumsuz ve saftık... su gibi.O guzel ve latif nur surete gelince kale burclarının golgesi gibi sayı meydana cıktı. Mancınıkla burcları yıkın ki bu boluğun arasından ayrılık kalksın.
Mutlaka ben bunu acar, anlatırdım, fakat bir fikir bile surcmesin, (bundan) korkarım. Nukteler keskin bir celik kılıc gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kac! Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Cunku kılıca kesmekten utanc gelmez.Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
Hikayeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakarlığından bahse geldik: O reisin olumunden sonra kalktılar, yerine bir vekil istediler.
O emirlerin birisi one duşup o vefalı kavmin yanına gitti. Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim. İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
Obur emirde pusudan cıkageldi. Hilafet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi. O da koltuğundan bir tomar cıkardı, gosterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.
Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca davaya kalkışıp keskin kılıclar cektiler.) Her birinin elinde bir kılıc ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine duştuler.
Yuz binlerce Hıristiyan oldu, bu suretle kesik başlardan tepe oldu. Sağdan soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya dağlarcasına tozlar kalktı. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti.
Cevizler kırıldı; ici sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve latif ruha malik oldu. Ancak ten nakşına ait olan oldurmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir. Tatlı olan nardenk şerbeti olur, curumuş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz. Esasen manası olan meydana cıkar; curumuş olan rusvay olur, gider.
Ey surete tapan! Turu, manayı elde etmeye calış! Cunku mana suret tenine kanattır. Mana ehliyle duş, kalk ki hem ata ve ihsan elde edesin, hem de feta olasın. Bu cisimde manasız can; hilafsız, kılıf icinde tahta kılıc gibidir. Kılıfta bulundukca kıymetlidir. Cıkınca yakmaya yarar bir alet olur. Tahta kılıcı muharebeye goturme, ah-u figane duşmemek icin once bir kere kontrol et; Eğer tahta ise, yuru... başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel!
Elmas kılıc, velilerin silah deposundandır. Onları gormek size kimyadır. Butun bilenler, ancak ve ancak bunu boyle demişlerdir: bilen alemlere rahmettir. Nar alıyorsan gulen (catlak) narı al ki onun gulmesi, sana tanesi olduğunu haber versin. O ne mubarek gulmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gonlu gosterir.
Mubarek olmayan gulme, lanetin gulmesidir: Ağzını acınca kalbinin karanlığını gosterir. Gulen nar bahceyi guldurur. Erler sohbeti de seni erlerden eder.Katı taş ve mermer bile olsan, gonul sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta... canının icine dik. Gonlu hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gonul verme.
Umitsizlik diyarına gitme, umitler var. Karanlığa varma guneşler var. Gonul seni gonul ehlinin diyarına; ten, seni su ve camur hapsine ceker. Agah ol, bir gonuldeşten gonul gıdasını al... onunla gonlunu gıdalandır. Yuru, ikbali bir ikbal sahibinden oğren!!!
İncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı. Sıfatları, şekli, savaşı, oruc tutuşu ve yiyişi anılmıştı. Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap icin. Yuce adı operler; latif vasfa yuz surerlerdi.
Bu soylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan emindiler. Onlar, o emirlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı. Onların neslide coğaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yar oldu.
Hıristiyanlardan AHMED adını hor tutan diğer fırka, fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yuzunden hor ve kıymetsiz bir hale geldi. Manaları ters, sozleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de muşevveş bir hale geldi, hukumleri de!
Ahmed’in adı boyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur? Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?
Vezirin belası yuzunden yoldan cıkmış olan o nasihat kabul etmez padişahtan sonra.



Mesnevi'den Hikayeler
Alıntı
__________________