Osmanlı Hukumdarlarından Sultan Murat Han: Bir gun cok telaşlı gorunur. Bunun halini sezen Vezirʹi Azam Savuş Paşa Sultan Murat Hanʹa sorar:
‐ Hayrola Sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
Bu soruya verilen cevap ve muteakiben devam eden
konuşma şoyle cereyen eder:
‐ Akşam garip bir ruya gordum.
‐ Hayırdır, inşaallah..
‐ Hayırmı şer mi oğreneceğiz.
‐ Nasıl yani?
‐ Hazırlan dışarı cıkıyoruz.
İkisi de molla kıyafeti giyerek dışarıya cıkarlar. Hızlı adımlarla Beyazitʹa varırlar. Vefaya yonelip Zeyrekten Unkapanına inerler. Yerde yatan bir cesetle karşılaşırlar. Cesetin etrefına toplanmış ahaliye sorarlar:
‐ Kim bu ? Ahali.
‐ Aman hocam hic sormayın. Bu adam ayayaşın tekidir.
‐ Nereden biliyorsunuz?
‐ Kırk yıldır komşumuzdur.
İclerinden birinin cevapı da şoyledir:
‐ Bu adam iyi bir sanatkardı. Azaplar carşısında calışırdı. Nalının hasını yapardı. Kazandıklarını da ickiye ve fuhuşa
harcardı.
Mahalleli cesedi orada bırakıp herkes işine ve evine doner. Padişah ve vezir cesedin başında kalakalır. Vezir de oradan gecip gitmek ister. Ancak, Padişah buna razı olmaz. Vezire der ki:
‐ Millet bu, cekip gider. Kimseye bir şey diyemem. Lakin biz gidemeyiz.
Ne olursa olsun bu bizim bir tebamız ( vatandaşımız)ʹdır.
Defnini yapmamız gerekir.
‐ Sultanım, saraydan bir kac hoca gonderelim. Boylece vebalden de kurtulmuş oluruz?
‐ Olmaz, ruyadaki hikmeti daha cozemedik.
‐ Peki ne yapmamı buyuruyorsunuz?
‐ Mollalığa devam. Cesedi defnetmeliyiz.
‐ Sultanın nasıl kaldırırız? Bunun yıkanması var, kefenlenmesi var, tezkiyesi var.
‐ Merak etme ben hepsini beceririm.
‐ Gaslini ve defnini nerede yapacağız?
‐ Fatih camiiʹnde
Fatih camiiʹne gelirler. Padişah cenazeyi bizzat (molla kılığında) yıkar, kefenler. Musalla taşına yatırırlar. Namaz vaktine daha zaman vardır. Vezir Sultanʹa fısıldar:
‐ Sultanım eksik yaptığımız bir şey var galiba.
‐ Nedir eksik olan?
‐ Bu cenazenin hanımı, yetimleri var olamaz mı?
‐ Doğru, elbette var olabilir. Şimdi sen cenazenin başında bekle. Ben mahalleyi şoyle bir kolaşan edeyim de geleyim. Padişah garip maceranın başladığı yere koşar gider. Sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı takırdattığında, kapıyı yaşlı bir kadın acar. Padişah hadiseyi bu kadına anlatır. Anlatılanları metanetle dinleyen bu hanım, olumu bekler bir tavır ile soze başlar:
‐ Evladım, hakkını helal et. Belli ki cok yorulmuşsun, der.
Kadın olduğu yere yığılır gibi oturur.
‐ Biliyor musun Evladım; bizim efendi bir alimdi. Akşama kadar nalın yapardı. Birinin elinde şarap şişesi gorduğunde
parasını verir alır, eve getirip onu helaya dokerdi.
‐ Niye dokerdi?
‐ Ummet‐i Muhammed icmesin diye evladım.
‐ Hayret!
‐ Dahası var evladım. Malum kadınların ucretini oder, eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım. Şimdi burada oturmanız gerekir. Oturup dinlenin, derdi. Kendisi de cekip giderdi.
Ben o kadınlara menkıbeler anlatır, kitaplar okurdum.
‐ Bak sen! Millet bunu ne sanıyor, bu ne yapıyor?
‐ O hep uzaklardaki mescitlere giderdi. Oyle bir imamın arkasında namaz kılmalıyım ki, imam tekbir alınca Kabeʹyi gormeli derdi. Kimseye yukum olmasın diye mezarını bahceye kendisi kazdı. Kendisine:
‐ İş mezar ile bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkar, kim kaldırır?
‐ Peki o ne derdi?
‐ Once uzun uzun guldu, sonra:
‐ Hatun Allah buyuktur… Devrin padişahının işi ne? O yıkar ve kaldırır, derdi.
ALINTI#
__________________
Hukumdar
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
-
12-09-2019, 21:45:34