
akademisyen, yazar
1964 yılında Sivas'ın Şarkışla ilcesinde doğdu. İlk, orta ve lise oğrenimini Kayseri'de tamamladı. 1986 yılında Dokuz Eylul Universitesi, Guzel Sanatlar Fakultesi, Sahne ve Goruntu Sanatları Bolumu, Sinema-TV Ana Sanat Dalı'ndan mezun oldu. Universite oğreniminden sonra İngiltere'ye gitti. 1989 yılında MEB'dan İngiltere'de "master+doktara" yapmak uzere burs kazandı. 1991 yılında East Angila Universitesi'nde "Story-Telling and Myth-Making Medium: Television" adlı master tezi hazırladı. 1992 yılının Nisan ayında Londra'da Londra Universitesi ve Middlesex Polytechnic'te Dr. Roy Armes'ın danışmanlığında doktara yaptı.
İlim ve Sanat, Yedi İklim, Kayıtlar, Kitap Dergisi, Girişim, İslam, Kadın ve Aile gibi dergilerle Zaman ve Milli Gazete gibi gunluk gazetelerde ceşitli yazı, roportaj ve cevirileri yayımlandı.
Focault, Baudrillard, Kundera, Eco ve John Berger gibi yazar ve duşunurlerden ceşitli ceviriler yaptı.
3 yıl Umran dergisini yonetti. Halen Bilgi Universitesi'nde oğretim uyeliği yapmakta ve Yeni Şafak Gazetesi'nde yazmaktadır.
Bilimsel Calışmaları
The Discourse of "the Discourse of Landscape" (Avant-Garde Sinema Ustune); John Grierson and British Documentary Film Movement; Editing, Space and Time in Porter's Films; Narration and Space in Expressionist German Sinema; Enformasyon Devrimi Efsanesi (derleme ve ceviri), Kayseri: Rey Yayınları, 1991; Afrikalılar: Uc Farklı Kulturel Miras, (ceviri), Prof. Ali Mazrui, İstanbul: İnsan Yayınları, 1992; Bilgeliğin Yedi Direği, Lawrence, (ceviri) Kayseri: Rey, 1992; Tarihin Sonu mu? Francis Fukuyama (ceviri) Kayseri: Rey, 1992.
HAKKINDA YAZILANLAR
YUSUF KAPLAN VE BİR MEDENİYET TASAVVURU
Cem Sokmen
Biyografi Analiz sayı 10 Nisan-Mayıs 2004
Yusuf Kaplan cıktığı medeniyet tasavvuru yolculuğunda Hadid Suresinin 25. ayetindeki kitap, mizan ve hadid dinamiklerini temel esaslar olarak belirliyor. Ve ‘hakim kulturle yuzleşme/ cevap uretme/ meydan okuma’dan oluşan uc ayaklı bir hareket tarzını ongoruyor. “Başkalarının urettiklerini tuketmekle yetinen toplumların varolabilmeleri iddia ve soz sahibi olabilmeleri, dolayısıyla konuşabilmeleri, ozgun şeyler soyleyebilmeleri, ozne olarak hayata mudahele edebilmeleri, kişiliklerini, kimliklerini, onurlarını ve varlıklarını koruyabilmeleri mumkun mu?” Eğer Yusuf Kaplan’ın sorduğu bu soruya, ciddi, anlamlı ve samimi bir cevap verme mesuliyetini uzerimize alırsak ne yapmamız gerektiğini de bu sorunun iceriğinden cıkarabiliriz. Bugunun dunyası ne yazık ki hakim olan Batı uygarlığının yaydığı sahte kulturle kitlelerin sele kapılıp gittiği bir hali yaşıyor. Amerika’da uretilip kitle iletişim araclarıyla butun dunyaya yayılan sahte kultur insanın varoluşunu anlamlandırabilmek icin gerekli birikimden, perspektiften yoksun olan insanlar icin dunyanın neresinde olursa olsun aynı sloganların, kelimelerin etrafında yaşamayı getiriyor. Bu sahte kulturu sorgulayabilecek altyapıya, tarihi birikime ve derinliğe sahip olan ulkeler ise ne yazık ki kendi potansiyellerinden habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyorlar.
Medya cağını yaşıyoruz. Medya ve meydana getirdiği kamuoyu bizi gereksiz bilgi bombardımanına tutup yanıbaşımızda, gozumuzun onunde cereyan eden hadiseler hakkında duşunememize ve bir tavır geliştirememize sebep oluyor. Kendisine ait bir bakış acısı geliştiremeyenler veya bunun cabasında olmayanlar nesneleşiyorlar, surekli silinen yeniden doldurulan hafızalarıyla olayların akışında suruklenip gidiyorlar. Bu nesneleşme ve suruklenme insanı duyarsızlaştırıyor ve yabancılaştırıyor. Bu insan icin artık populer olan her olgu tartışılmaz doğru olarak anlaşılıyor.
Cağın sorunlarını, cağın ruhunu kavramadan yol alabilmek cok zor. Once yaşadığımız kimlik sorunu ve medeniyet buhranı doğru durust anlaşılacak daha sonra İslam’ın temel kaynaklarına gidilerek, bu kaynaklardan hareketle yaşadığımız zamanın sorularına cozum olacak cevaplar uretilecek. Medeniyet perspektifine sahip olunmadan yapılan faaliyetler İslam’ın kulturel, toplumsal, ekonomik, siyasal alanlardaki teklif ve tespitleri ortaya konamayacak bicimde sığ anlaşılmasına sebep olacaktır. Bu anlayış bize ait kulturu, medeniyeti ve bu medeniyetin hayatın ceşitli sahalarında ortaya koyduğu uretimlerini bilmek yerine birkac saatlik sohbetlerle sınırlanabilecek şekilde anlaşılmasına sebep olur. Anlam haritaları ortadan kaldırılınca insan varoluşunu anlamlandırmak icin birinci ozelliği sathilik olan faaliyet ya da ilgi alanlarına başvuruyor. Bir futbol takımı, bir şarkıcı, bir sinema oyuncusu kısacası medyaların surekli gozumuzun onune dayadığı ne varsa bunlar belirleyici oluyor adeta putlaşıyor. Batı’nın ekonomik gucunun artmasıyla butun dunyayı somurerek oluşturduğu yapı ve dunya goruşu artık bizzat bu dunya nimetlerini paylaşan Batı insanını tatmin etmiyor. Yaşanan akıl tutulması ve zihni korleşme hakim kulture alternatif bir dunya goruşunun kurulmasına olan ihtiyacı her gecen gun arttırıyor. Batı kulturu dunyaya kesin doğrular butunu olarak yaydığı eğitim paradigmasıyla farklı kultur ve medeniyetlerin bırakın şimdi varlık gostermesini gecmişteki varlıklarını da inkar ediyor, yok sayıyor. Sahip olduğu ekonomik guc, kamuoyu ve medya gucu sayesinde dunya tarihini kendisi etrafında yeniden yazıyor. Bu cercevede eskiden etkin olmadığı zaman ve mekanlarda kendisini etkin gosterip o zamanın hakimlerini ise yok sayıyor, en iyi ihtimalle de onemsizmiş gibi gosteriyor. Yusuf Kaplan “Geleneği olmayanın geleceği yoktur”, asl olan bir gelenek oluşturmaktır diyor. Batı hegemonyasının dunya tarihine, dunya kultur tarihine uyguladığı bu silici tavırdan bizlerinde ders cıkarması gerekiyor. Bu dersin bir tarafı bize verilenlerle yetinmeyerek şahsi gayretimizle alternatif bilgiye ulaşmak ve bu bilgiyi işlemek. Bugun zihnimizde Batı kulturune ait posası cıkmış bir suru kalıbın bulunabileceğini iyi bilmek gerekir. Herhalde bundan dolayı Yusuf Kaplan “Cağı ve cağın sorunlarını oluşturan Batılı kavram ve kurumları geriye doğru iz surerek paradigmatik bir okumaya, yapı cozumune tabi tutmazsak esaslı şeyler soyleyemeyiz.” diyor. Bunu yapamazsak irade beyan edecek bir kendine guven ve istikamet şuurunu sağlayabilmek cok zordur. Sahip olmamız gereken ozguveni ancak birikimimizle bugunumuz ve geleceğimiz arasında sarsılmaz bir kopru kurarak, medeniyet eksenli duşunceyi inşa ederek kazanabiliriz. Burada hocanın surekli altını cizdiği Osmanlı Misyonunu, Osmanlı tecrubesi gibi bir organizasyonu bu milletin icat ettiği gerceğini hatırlamanın ve hep hatırda tutmanın ne kadar gerekli olduğu ortaya cıkıyor. Turkiye’nin bolgesel guc olması hedefine sahip olmak şu anda kureselleşme ve ulus devlet cercevesinde yapılan tartışmalarda alınan tavırlara gore daha farklı bir arka plana dayanıyor.Bu hedef Turkiye’nin kuresel emperyalizmle olan mucadelesinde,varlığını batı hegemonyasının antiliğinde bulmanın aksine kendi rotasına, kendi dunya goruşune sahip bir alternatif yapı kurmasını ongoruyor.
Bu, bir ice kapanmayı, ucuncu dunyacılığı değil aksiyoner ve kurucu olmayı ozne olmayı işaret ediyor. Kendisinden vazgecmiş, kendi kaderini başkalarının eline terketmiş, biz adam olmayız psikolojisinde yaşayan bir Turkiye’nin yerine var olduğu coğrafyada buyuk oynama iradesini gosteren Turkiye’ yi duşunuyor.
Uretmeden bu coğrafyada ayakta kalmak mumkun değildir. Kendi icine kapanan bir anti-emperyalist tavır sadece bu gunu kurtarır. Zaten gucunu kendisinden almayan bir tavrın ciddi tesirler yapabilmesi mumkun değildir. Turkiye’nin tarihini yapan butun dinamiklerle yuzleşerek yurumek gerekiyor. Bu yuzleşmeyi, bu yalınlaşmayı gercekleştiremeyenler kendileriyle başlayıp kendileriyle biten sloganları seslendirmekten ote bir vazifeye sahip olamayacaklardır.
Geleneği olmayan elenmeye mahkumdur diyerek Selefiliğe, İslam’ı protestanlaştırma projesi tespitini ortaya koyarak da Yeni-İslamcılık akımına gosterdiği tavır onun hem genel esaslara hem de 1500 yıllık zincirin kopmamasına, o butunluğe ne kadar buyuk bir hassasiyetle yaklaştığını gosteriyor. Bugunun dunyasında hakim olan Batı uygarlığının ve zihniyetinin karşısında bir kuvvet olarak ortaya cıkabilmek yani sağlam alternatifi teşkil edebilmek herşeyden evvel İslam’la manasını bulmuş butun bir mazinin, kulturel hafızanın doğru durust bilinmesine ve yeniden zihinleri inşa edici kaynak haline getirilmesine bağlıdır. İslam medeniyetinin iddiadan hale gecirilebilmesi icin gecmişten bugune aktarıldığında fayda verebilecek zerre kadar bilgi dahi işlenip ortaya konmalıdır. İslam’ı bir dunya goruşu, anlam haritalarımızın kaynağı olarak kabul ettiğini soyleyenler asla icinde bulundukları cemaat ya da grubun olabildiğince fazla zikretmek suretiyle İslam’ın birleştiriciliğine ve butunleştiriciliğine zarar vermemelidirler. Bu kendi grubunun onculeyen tavrın insanları goturduğu başka bir yanlışlık da İslam tarihini cemaatin tarihine indirgeyerek kulturel ve tarihi devamlılığımıza darbe vuran bir “milat” inşa etmektir. Buna ancak “Bindiği dalı kesmek” denir. İşte bu noktada Yusuf Kaplan’ın kurduğu terkip, gosterdiği medeniyet eksenli butunleştirici tavır bizi duşunce geleneğimiz adına umutlandırıyor. Onun Fatih Sultan Mehmet ile Necip Fazıl’ı aynı kader cizgisinde buluşturan, bizleri de aynı cilelere ve aynı ruyalara davet eden ruh ve tefekkkur derinliği duşunce hayatımızın derinleşmesini sağlıyor.
Yusuf Kaplan yazılarında isimlerini zikrettiği, alıntılar yaptığı yerli ve yabancı duşunurlerle onumuze cok geniş bir cerceve ve ufuk koyuyor. Sezai Karakoc, Nurettin Topcu, Necip Fazıl, Cemil Meric, Erol Gungor, Said Nursi, Turgut Cansever, İsmet Ozel, Şerif Mardin, Ahmet Davudoğlu, İsmail Kara onun Turkiye’de fikrin ve fikir uretiminin temel taşları olarak gorduğu isimler. Lacan, Weber, J Gray, A. Toynbee, Baudrillard, Millbank, Dawson, Foucault, L. Mumford, W. Mc Neill, P. Virilio ise hocanın bize tanıttığı okuyucularıyla tartıştığı yabancı isimlerden bazıları... Boylece Yusuf Kaplan yerli ve yabancı isimlerle onumuze buyuk bir cerceve koyuyor ve medeniyet tasavvuru projesinin beslenme kaynaklarını bize gosteriyor. Dunyaya asil şeyler soyleyebilmek icin dosdoğru ve geniş ufuklu bilgilenme şart. Bu bilgilenmeyle birlikte medeniyet perspektifinin kazanılması artık duşuncenin uretilmesini ve İslam’ın dunya goruşunun, medeniyet birikiminin rafine bir şekilde ortaya konulmasını gerektirecektir. Medeniyet tasavvurunun temel hedefi olan “Uzun soluklu, kapsamlı bir entelektuel silkinme; kalıcı bir ilim, duşunce, kultur sanat ve siyaset dili soylemi ve geleneği geliştirme projesi bir oncu kuşak tarafından gercekleştirilecek. Yusuf Hoca kendisine Necip Fazıl’a hitaben “Ustad musterih ol!” dedirtecek olan oncu kuşağın ozelliklerini ve gayesini ise şoyle ifade ediyor; “Mevlana’nın pergel metaforunda imajinatif bir şekilde ifade ettiği gibi bir ayağı ile sağlam ve muhkem bir şekilde buraya, İslam’a basan diğer ayağı ile de hakim kultur başta olmak uzere tum kulturlere, dunyalara ve ufuklara acılabilecek bir oncu kuşağın hazırlanması kacınılmazdır.” Gonul, zihin ve eylem eri olması beklenen oncu kuşaklar bizi tarihte tatile cıkmaktan kurtarmak icin,bu toplumun geleceğe guvenle bakabilmesi, yonunu tayin edebilmesi icin sahip olduğumuz imkanları, temel dinamiklerimizi, anlam haritalarımızı ortaya cıkarıp işleyecekler.
Bu cabalar bize medeniyet perspektifini taşıyan şahsi gayretlerin hem coğalmasına hem de bu şahsi gayretlerin muesseseleşebilmesine ihtiyacımız olduğunu gosteriyor
Nesneleşmemek, kendi kendimizi somurgeleştirmemek icin ozne olmanın yollarını araştırmamız gerekiyor. Kitle kulturunun yansıtıcısı kurmaca hayatları yaşamak yerine kendi hayatımızı yaşama iradesini gostermek gerekiyor. Bir yazısında ‘Buyuk bunalım anları buyuk arayışları da beraberinde getirir’ diyor.işte asıl mesele o arayışı gercekleştiren ozne olmaktır. Tespitlerle birlikte ancak teklif sahibi olanlar buyuk donuşumler meydana getirebilir. Yusuf Kaplan “Buyuk ruyalar, buyuk fikir oluş ve varoluş cilelerinden sonra anlam kazanabilir ve hayata gecirilebilir. Ancak cile uzerine bina edilmeyen ruyalar aşk derecesinde benimsenemez, buyuk doğumlara ve donuşumlere asla zemin hazırlayamazlar.” diyor. Bize de buyuk fikir, oluş ve varoluş cilesinin taliplerine aşkınız daim olsun demek duşuyor.
GORUŞ
3. Dunya Savaşı: Sunnî omurganın cokertilmesi...
Yusuf Kaplan
Yeni Şafak 6 Temmuz 2012
Birinci Dunya Savaşı'nın birincil amacı, Osmanlı'yı tarihten silmekti.
Sonunda, İngilizler, bu amaclarına ulaşmayı başardılar.
Ama hesap edemedikleri başka faktorler girdi devreye daha sonra: İkinci
Buyuk Savaş patlak verdi: İkinci Dunya Savaşı, hem Avrupa-ici guc
dengelerini, hem de dunyanın guc dengelerini alt ust eden bir savaş oldu.
Bu savaş'ın kazananı olmadı: Herkes kaybetti. Kazanan, Atlantik-otesinin
yukselen gucu, İngilizlerin kuzeni Amerika'ydı.
***
Bugun, dunya sistemi uc guc etrafında temerkuz ediyor: Dunya sisteminin,
kaba gucu'nu, Amerikalılar; para gucu'nu Yahudiler, beyin gucu'nu ise
-hÂlÂ- İngilizler oluşturuyor. Genel manzara boyle.
Ancak dunya sisteminin lordları Yahudilerdir: Amerika, sistemin kaba gucune
sahipmiş gibi gorunuyor; ama bu kaba guc (silah sanayii, bilişim sektoru,
medya endustrisi, akademi ve kultur dunyası) Amerika'da Yahudilerin
kontrolundedir. Ayrıca sistemin beyin gucu konusunda Yahudilerle İngilizler
(=İskoclar) arasında yaklaşık ceyrek asırdan bu yana buyuk ve ortuk bir
savaş yaşanıyor hem Amerika'da, hem de dunya genelinde.
Dunyanın karşı karşıya kaldığı buyuk olcekli siyasî, askerî, stratejik ve
ekonomik savaşların asıl nedeni, İngilizlerin -bir zamanlar Amerika'yı /
dunya gucunu kurarken birlikte hareket ettikleri- Yahudilerin, İngilizleri
dunya sisteminin merkezinden uzaklaştırma girişimlerine karşı verdikleri,
"geliyoruz, yok olmadık" mucadelesidir.
İngilizlerin asıl rakibi Almanya'dır; o yuzden, Almanlar, Yahudilerle
ilişkileri derinleştirdiler: 2008'den bu yana neredeyse her ay bir Alman
bakanın, İsrail parlamentosu Knesset'te arz-ı endam etmesi sizce de anlamlı
değil mi?
Dunya sistemi icinde İngilizlerin onunu tıkayan Yahudilere karşı ceyrek
asırdır surdurdukleri "gizli savaş", İngiltere'de Thatcher doneminden
itibaren ortulu olarak surdurulen bir savaştır ve 2008 ekonomik kriziyle
birlikte zirve noktasına ulaşmıştır.
***
Turkiye, son yıllarda, Yahudilere karşı, -ozellikle İsrail uzerinden- ilan
edilmemiş bir savaşın eşiğine suruklendi. Kim tarafından? İngilizler
tarafından.
İsrail'e karşı, olcusu iyi ayarlanmamış ve doğrudan surdurulen "mucadele",
İngilizlerin stratejik alanlarını alabildiğine acan ve Turkiye'nin onunu
tıkayan, elini kolunu bağlayan, butun imkÂnlarını buharlaştıran ve bizi de
sonu nereye varacağı belli olmayan bir cıkmaz sokağın eşiğine surukleyen
geri tepecek, faturası bize pahalıya patlayacak buyuk bir "tuzak"tır.
***
İngilizler, bu surecte iki buyuk stratejik hedefin izini suruyorlar:
Birincisi, Yahudileri - başka aktorleri de kullanarak- her bakımdan dize
getirmek. İkincisi, Turkiye-İran karşıtlığı uzerinden Şii-Sunnî
catışmasının zeminini oluşturmak ve Turkiye'yi cıkmaz bir sokağın eşiğine
suruklemek.
Sadece şu veri bile bu iki gozlemimi doğrulamak icin yeterlidir, sanırım:
Son ceyrek asırda Amerikalıların Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'da
girdiği butun savaşlardan iki ulke kazanclı cıkıyor surekli olarak:
İngiltere ve İran!
***
Turkiye, şu hÂliyle "oyun kurucu" olabilir mi? Hayır! "Hadım edilmiş" bir
ulke, oyun kurucu olamaz. Kendimizi kandırmanın Âlemi yok. Biz,
ayaklarımızı yere sağlam basabildiğimiz bir yer'de bile yaşamıyoruz ki
hÂlÂ.
Turkiye, kendi terimlerimle soylersem, dalga-kurucu bir ulke değil,
dalga-kırıcı bir ulke olabilir şu aşamada. Dalga-kırabildiği,
akıntıya-karşı durabildiği olcude, dalga-kuracak geniş bir hareket alanı
acma imkÂnına kavuşabilir ancak.
Dalga-kurmak, ipleri ellerinde bulunduran kuresel aktorlerin işidir.
Turkiye'nin kendi ipleri bile kendi ellerinde mi acaba? Turkiye, bu soruya
cevap verebilecek durumda bile değilken, Turkiye'nin dalga-kurma'ya
soyunması, sipsivri ortada kalmasıyla sonuclanabilir.
***
Zaman gazetesinin İran aleyhindeki -ummet bilincini gozardı eden- yayını
beni tedirgin etse de, Fethullah Gulen Hocaefendi'nin bu bağlamda takındığı
tutumun, daha ferasetli ve basiretli bir tutum olduğunu duşunuyorum.
Turkiye, Yahudileri karşısına almak yerine, daha zekice, daha buyuk olcekli
kuresel ittifaklara giderek Yahudilerin gucunu kırmanın yollarını
araştırmalı.
Ozenle altını ciziyorum: Turkiye'de ipler hÂl bu ulkenin cocuklarının
elinde değilken, Turkiye'nin - ateşe korukle gitmeye kalkışması, bunu da
İngilizlerin gazına gelerek yapmaya calışması, hem Turkiye'yi buyuk
felÂketlerin eşiğine surukler; hem de bin yıldır bizim kurduğumuz ve
koruduğumuz Sunnî Omurga'nın tam ortadan yarılmasına ve dolayısıyla İslÂm
dunyasını, buyuk bir felaketin eşiğine suruklemesine yol acar.
Unutmayalım: Batılılar, Birinci Dunya Savaşı'nı bizi tarihten silmek icin
cıkardılar. Ucuncu Dunya Savaşı'nı da bizim tarihî bir rol oynamaya
kalkışmamızı onlemek icin cıkaracaklar... O yuzden, -ozur dilerim ama-
"butun kavşakları tutmuş yavşaklar" olarak tarif ettiğim İngilizlerin -bizi
savaşa surukleme- dolduruşlarına gelmeden, geleceğimizi kendi elimize
alacak basiretli, ferasetli, uzerinde derinlemesine kafa patlatılmış kısa,
orta ve uzun vadeli projeler geliştirmenin yollarını araştırmalıyız,
diyorum...
HABER
İslamcılık Sempozyumu başlıyor
Zaman 15 Mayıs 2013
Turkiye’nin son yıllarda yaşadığı en aktuel gundem konularından biri olan “İslamcılık Duşuncesi” bilimsel bir sempozyumda bilim adamları, akademisyen, yazar ve gazeteciler tarafından tartışılıyor.
17-19 Mayıs gunlerinde Zeytinburnu Kultur ve Sanat Merkezi’nde gercekleşecek “Turkiye’de İslamcılık Duşuncesi Sempozyumu” sekiz oturumda yapılacak. “İslamcılığın Olumu: Tarihi ve Aktuel Gerekceler”, “İslami Fikriyat Temelinde Partileşme Olgusu”, “II. Dunya Savaşı Sonrası Şartlarda İslamcılık”, MuhafazakÂrlık ve Sağcılık Arasında İslamcı Edebiyat gibi konu başlıklarında sunumlar yapılacak. Sempozyuma Prof. Dr. İsmail Kara, Yusuf Kaplan, Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Prof. Dr. Mumtaz’er Turkone, Doc. Dr. Alev Erkilet, Doc. Dr. Ekrem Demirli, Prof. Dr. M. Fatih Andı, Omer Lekesiz, Cihan Aktaş gibi isimler katılıyor.
__________________