
Her şey gonlumuzce olmasa bile, doğruluk sancağının dalgalanmaya başladığı muhakkak.. hÂdiseler arzu ve isteklerimize gore cereyan etmese de, ruhlarımıza inşirah veren esintilerin olduğunda şuphe yok.. evet, yer yer acı bir poyrazın estiği doğru; ama beri yanda, ilÂhî lutufların bir neş'e ve sevinc cağlayanı haline geldiği de apacık. HÂdiselerin buyuk olcude bir sis ve duman arkasında cereyan ettiği her zaman soylenebilir; ancak dunyamızın bir bahar iklimine doğru kaydığı da bir gercek...
Azıcık olsun, hÂlihazırdaki durumun şikÂ*yetlere esas teşkil eden yanlarından nazarlarımızı cevirip, hayalen birkac adım gerilere doğru gidebilsek, şimdilerde cok karanlık ve meş'um gorduğumuz gunlerin, nispetler perspektifinde ne denli aydınlık, nasıl umit ve inşirah verici olduğunu sezip anlayacak ve tali'imize tebessum edeceğiz.
Dun, col gibi kupkuru bir zemin ve kaos gibi kapkara bir sem ile cevrili bulunan bu yoksullar, bu tÂli'sizler diyÂrı, şimdi dort bir yanıyla umit ışıldayan gokleri, ovayı-obayı saran rengÂrenk cicekleri ve bu iki Âlem arasında arılar gibi gelip-giden, gelip-gidip geleceğin dantelasını işleyen ışığa uyanmış insanlarıyla Âdeta İrem ulkesi... Her şey, bir "ba'su ba'de'l-mevt" mesajı almış gibi hayat solukluyor, her şey İsrÂfîl ile hem-hÂl olmuş gibi pur neş'e.. sular "Y Hayy!" deyip gonullere urperti veren cağıltılarla bir bahara doğru akıyor; zemin, karın-buzun yol verdiği yerlerde yemyeşil fistanıyla gozlerimize ve gonullerimize guzellikler sacıyor; her yanda cicek kokularına karışıp esen var olma duygusu, ruhlarımıza saadetler ufluyor.. yıllar ve yıllar boyu hayat adına kÂbus yaşayan bitkin yığınlar, vicdanlarında yepyeni emellerin yeşerdiğini duyuyor ve bir cocuk neş'esi tadındaki bu yeni sabahta, iyiliğe, guzelliğe susamış ruhlarının butun iştiyakıyla dirilişlerini haykırıyorlar.. tıpkı Cennet yamaclarının huzur, neş'e, sevinc ve endişesizliğine ermiş gibi...
Evet, hayallerimizle az gerilere gidip; inanc, umit ve basîretlerimizle az ilerilere doğru bakabilsek, her sabahın bir başka zafer rengiyle tullendiğini; her yeni gunun buyuyen bir hilÂlle ufkumuzda kapandığını, her gecenin değişik bir doğum sancısıyla gelip-gectiğini gorecek ve hayretten hayrete duşeceğiz.
Bunlar, gorulup sezilemeyecek gibi şeyler değil ama, yine de bir suru kor ve bir suru kalbsiz, dolayısıyla da bir yığın bedbîn ve bir yığın da karamsar var... Kor ve kalbsizler, yuksek mefkûremiz adına, her şeyin bir inÂyet eliyle ve bir gece sessizliği icinde yumaklaşıp orguye hazır hÂle geldiğini, kelepleşip tarih şuuru tığının ucunda ve yepyeni bir kanevice ile irtibatlandığını goremiyorlar... Kor ve kalbsizler, eşyÂnın tabiatına vukufları yok, ilÂhî teennîdeki hikmeti de sezemiyorlar. Duşunun ki, "ol!" dediğinde cihanları bir kerede var eden Kudreti Sonsuz, kÂinatı altı zamanda yaratıyor.. insanı, cağlar ve cağlar gectikten sonra varlığa nezÂrete memur ediyor.. yavruyu anne karnında -hem de onca cile ve onca ızdırapla- aylarca tutuyor.. yumurtadan civcive olan o minik mesafeyi haftalar icine serpiyor ve uzatıyor.. deniz derinliklerinde mercana, ne kanlar ne kanlar kusturuyor, kusturuyor da ondan sonra gun yuzune cıkma vizesi veriyor.. suları bir sırlı teennî ile bulutlaştırıyor; bulutları akıl almaz bir takdîrle damlalaştırıp yerin bağrına indiriyor.. zeminin bağ ve bahcelerini zamanın tığına takıp, mevsim atkıları arasında ve sabırla bir dantela gibi oruyor; oruyor ve bize ilÂhî ahlÂkı talim ediyor...
Cocuksu ve aceleci ruhlar, bu teennîyi nasıl telakki ederlerse etsinler ezelden beri ilÂhî Âdetler, var olduğu gunden bu yana tekvînî emirler, hep boyle cereyan etmiş, boyle cereyan ediyor ve boyle cereyan edecektir. Beklenen her şey olacaktır ve O'nun vaadettiği gunler doğacaktır ama, kaderle tespit edilen olculer icinde olacak ve mevsimi geldiği zaman doğacaktır.
Varlığa bu perspektifle bakan, ic dunyalarını bu inanc ve bu kanaatle tanzim eden dengeli ruhlar, her zaman eşya ve hÂdiseleri daha bir değişik gormuş, daha bir değişik değerlendirmiş; en sevimsiz hÂl ve vaziyetler icinde bile, pek cok sevimli şeylerin bulunabileceği inancını taşımış ve hayatlarının her lÂhzasını Âdeta bir temÂşÃ‚ zevki icinde yaşamışlardır. Gunduzler, iyilikler, guzellikler onlara bir şey anlatmışsa, geceler, karanlıklar, acılar bin şey anlatmıştır; hem de ne dÂhiyÂne bir ed ile... Her gece, onların gonullerine benzeyen emeller, hulyalarına benzeyen arzular aşılar ve onlarda, sabahlara ulaşma azmini coşturur... Onlara gecmişin ruyalarını hikÂye eder; ruyalara giden yolları acar ve en mahrem hislerini tahrik ederek, en temiz hayal iklimlerinde gezdirir. Karanlıkların daha da koyulaşması, onlarda eşi-benzeri olmayan tat ve şivede bir munÂcÂt ve yakarış arzusu uyarır.. derken en muphem, en belirsiz durumlarda en şefkatli ilÂhî esintileri duyar; en karanlık anlarda en erişilmez mazhariyetlere ererler. Her şeye en derin hazlar sinerek, varlık ve hÂdiselerin, insanı, boyle surekli, guzelliğe, umide, tatlı ruyalara doğru cektiği bu enfes anlarda, icinde bulunduğumuz dunya sihirli bir diyar gibi parıldar; ruhlarımıza en romantik duygular fısıldar ve hislerimiz uzerinde en coşturucu bir mûsıkî tesiri icr eder.
Boylece, herkesin ve her şeyin boşlukta olduğu, rûhî rÂbıtaların butun butun gevşediği, arzu ve emellerin bir bir sarsılıp-devrildiği en buhranlı donemlerde bile biz, boşluk hissetmez, durgunlukla kilitlenmez, bir humm gibi ruhlarımızı dort bir yandan saran aşk ve benliğimizin derinliklerinde tutuşan dava duşuncesiyle, her zaman değişik bir hareket ayarlaması yapar ve yolumuza devam ederiz.
Zaten milletce bize ait, ruhlarımızdaki mÂnÂların kaynaşarak belli bir kıvama gelmiş bulunması, kalblerimizin yumuşayıp muhabbetle atması, nazarlarımızın herkesi emniyetle okşayıp gecmesi, fÂnî yanlarımızın bu kadar lÂhûtîleşmesi ve bu kadar tatlılaşması, ham ruhlarımızın bu kadar pişip-olgunlaşması, mevsimlerin birer merhamet cağlayanı haline gelip hep bahar gibi gecmesi; zamanın, tıpkı şehrÂyinlerdeki havÂî fişekler gibi başımızın uzerinde ışıklarla acılıp-kapanması ve bizleri zumrutten kanatları altına alıp "devlet-i ebed-muddet" duşuncesi etrafında seyahat ettirmesi de şimdiden bize, firdevsî gelecekten mesajlar sunmakta ve gonullerimizi hep umit iklimlerinde gezdirmektedir.
*Bu yazı, Sızıntı dergisinin Nisan 1991 tarihli 147. sayısından alınmıştır.
__________________