"Gevşeklik gostermeyin, tasalanmayın;
Eğer iman ediyorsanız ustunsunuz."
HÂlihazırdaki tablo oldukca urpertici; ancak iman, umit ve Allah’a teveccuh sayesinde aşıl-mayacak gibi de değil. Eğer insan, guneşe doğru yurur veya ucarsa, golgesini arkasına almış olur; sırtını guneşe donerse bu defa da golgesinin arkasında kalmış olur. Bu itibarla gozlerimiz hep sonsuz ışık kaynağında olmalıdır. Evet, her şey, Âkifce ifadesiyle: Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete rÂm olmaktan gecmektedir. Ulkede ic ice kriz yaşandığı bir gercek; ancak, sebepleri bili-nip, iman, umit ve azimle karşı cıkıldığında, bu kabîl krizler hemen her zaman aşılmış; aksine, problemler vehim ve hayallerle kopurtulup ya da onlar uzerinde politika yapıldığında şişmiş, bu-yumuş, olduğunun ustunde bir gorunume ulaşmış ve psikolojik tahribatıyla icinden cıkılmaz hÂle gelmiştir.
Gunumuzde, tarihî tekerrurler devr-i dÂimlerinden biriyle daha karşı karşıya bulunuyoruz; her tarafta ust uste felÂketler, her yerde toplumu sarsan musibetler; depremler, seller, yangınlar, trafik faciaları ve bilmem daha ne belÂlar.! sonra değişik turden zulumler, istibdatlar, komplolar, cinayetler, vicdanlara baskılar.. ve onca mazlumiyetlere, mağduriyetlere rağmen “belÂ-yı dertten” ah etmeyen iradesizler, sessizler.. buna karşılık insanlara zulum ve gadirde bulunan, zulmederken de ağlayıp-sızlayıp mazlumu haksız gostermeye calışan şarlatan zalimler.. değişik sÂiklerden oturu her zaman ofkeyle oturup-kalkan muvazenesiz yığınlar; onları her an biraz daha şiddete, hiddete iten farklı cevreler: mutegallipler, vurdumduymazlar, idare bilmezler ve tahrikciler.. aldatmayı akıllılık, hırsızlığı mÂrifet sayan hortumcular; hortumculardan pay alan fırsatcılar.. teşriî masûni-yete sığınan haramhor ahlÂkzedeler.. tekvînî masûniyet (!) gucunu “Hak kuvvettedir.” deyip so-nuna kadar kullanan Yezid ve ŞimirzÂdeler.. ruşvetciler, irtikÂpcılar, ihtilÂscılar, silah kacakcıları, uyuşturucu şebekeleri ve uyuşturucular.. ve daha adı konmamış ne mel’un organizasyonlar..!
Evet, bugun hemen her bucakta urperten bir hazan.. ve her yerde insanî değerler ayaklar al-tında; ne insana saygı var ne de evrensel değerlere. Uc-beş tane saygılı gibi davranan bulunsa da, onlar da gosterdikleri saygıya ucret peşinde. Kitleler, her kesimiyle hemen her yerde yığın telÂkki edilmekte; yığınların hÂli ise en acı şekliyle gelip yureklere oturmakta. İş-aş-ekmek vaadi, secim zamanlarında sıkca duyulan sozlerden. Bugune kadar onunla da yuz yuze goruşup tanışma imkÂnı olmadığından şimdilerde o turlu vaatlere de kimse itibar etmiyor. Her yerde ilim, Allah’a emanet!. mÂrifet, Kafdağı’nın arkasında.. sanat, ideolojilere kavaslık yapıyor.. pek coğu itibarıyla ilim yuvaları taklide teslim.. hakikat aşkı, ilim tutkusu, araştırma şevki, iltifat gormeyen gayretler.. iltifat gormeyen bir kısım gayretler de ihtimal birer hobiden ibaret.. bugunumuzu-yarınımızı emanet edeceğimiz hayatî muesseselerde hayattan eser yok.. propagandalara bakınca, dunyalara yetecek kadar bir guce sahip gibiyiz; oysaki realiteler bir kasabaya bile yetmediğimizi haykırıyor. AhlÂkî değerler, sorumluluk duygusu, hak duşuncesi, adalet mulÂhazası acısından dunya stan-dartlarının cok cok altında olduğumuz apacık: Coğumuz itibarıyla ne ar, ne hayÂ, ne hakka saygı ne de duşunceye hurmetimiz var.. Allah korkusu, fazilet hissi coktan unutulmuş.. kuldan utanma ise şimdilerde o can sıkan duygudan da (!) kurtulma peşindeyiz.. bir yığın kalbsizler, ruhsuzlar hÂline geldiğimiz, yuzlerimizden okunuyor; coğumuzda ne merhamet ve şefkat hissi ne de hurmet duygusu kaldı. Dini, diyaneti, eski pusku, partal bir muessese kabul edenlerin sayısı hic de az değil.. her yerde dinî duygular harap, dindarlık makhur; her tarafta lÂubÂlîlik ve ahlÂkî cokuntu; her yanda ic ice hıyanet ve her bucakta Âh u efgÂn.. insanî duygular acısından erozyona uğramış ruhlarda hissizlik, hareketsizlik.. veya “Âlemi ben mi kurtaracağım?” mazeretleri.. muteessir go-nuller, heyecanlarının esiri ve muvazenesiz.. “Gun bugundur, dem bu demdir.” diyenlerin sayısı belli değil.. hayatını koşe donmeye veya koşe kapmaya bağlamışların adedini Allah bilir. Butun bunlara karşılık azıcık duyan ve duşunen kafalar ise, kaba kuvvetin balyozları altında inim inim.. millete hizmet edenlerin kaderi ezilmek.. ve samimiyetle carpan sinelere karşı her koşe başında ayrı bir şeytanî tuzak.. şimdilik sessiz duranlara bir şey diyen yok.. yarın, obur gun ne olacak, onu da bekleyip goreceğiz...
Hemen her fırsatta iman, İslÂm ve insanî değerlerin karşısına cıkan marjinal fakat cığırtkan bir kesim var ki dine, imana duşman oldukları kadar hur duşunceye, gercek demokrasiye, insan haklarına karşı da fevkalÂde saygısızlar. Bunlar, kendilerine ters gelen her duşunce, her goruşe karşı hemen savaş ilÂn etmekte; farklı goruş taşıyan hemen herkesi karalamakta; haysiyetleriyle, şerefleriyle oynamakta, hatta baş edemedikleri duşunceleri kontrgerillÂlarla ortadan kaldırarak muhalif her sesi kesmekteler. Hele bunların icinde oyle tipler var ki ne fikir namusu tanırlar ne de ruh iffeti. Bugun doğru dediklerine yarın rahatlıkla yalan diyebilir; bugun alkışlayıp goklere cıkar-dıklarını yarın yerin dibine batırabilirler. İkiyuzlu bu fıtrat garibelerinin hic değişmeyen bir yanları varsa o da, her zaman yuzup gezmeleri ve her zaman yılan gibi zehirlemekten lezzet almalarıdır. Hele bazılarında bir kufur yobazlığı var ki hic sorma!. ne Allah bilir ne de Peygamber tanırlar.. bunlar, basiretleri acısından kordurler gormezler, kulakları sağırdır işitmezler.. ne ruhla munase-betleri vardır, ne de beyinle ciddî bir alÂkaları, ne Allah’a karşı saygı taşırlar, ne de Peygamber hurmeti bilirler.. coğu oyle muk’ap cahildir ki; bilmezler, bilmediklerini de bilmezler, ama kendile-rini bilir sanırlar.
HÂsılı, bugun, olmamasını arzu ettiğimiz ne kadar menfilik varsa her yerde diz boyu, hatta ondan da ote; yıllardan beri milletce beklediğimiz şeylere gelince, onlardan da hic mi hic haber yok. Manzara bu olunca, umitten, azimden soz etmek de oldukca zor; ama biz milletce bu zoru aşma mecburiyetindeyiz. Bugun başımıza gelenler, gelecekte de katlanarak karşımıza cıkabilir.. ulke bir baştan bir başa mezaristan hÂlini alabilir.. milletin azmi, umidi, tıpkı bir kefen gibi onun başına gecirilebilir.. ırmaklar RevÂn Nehri’ne, coller KerbelÂ’ya, duşmanlar Şimir’e, aylar Muharrem’e donuşebilir.. kundaklamayı kundaklamalar takip edebilir.. dev yangınlar olabilir, yangınlar evlerimizin-barklarımızın yanında, beklentilerimizi, plÂnlarımızı da kul edebilir.. dost-duşman herkes bizi yalnız bırakabilir; yalnız bırakmaktan da ote, hic ummadığımız kimselerce arkadan hancerlenebiliriz. Evet, işte duşmanların boyle esirip kopurduğu, dostların vefasızlık gos-terip bizi butun butun terk ettiği durumlarda dahi kat’iyen teslim olmamalı, eğilmemeli; iman ve umitlerimize dayanarak dimdik ayakta durmalı ve bir kuheylan gibi hız kesmeden catlayıncaya kadar koşmasını bilmeliyiz.
Hatta hÂlihazırdaki fecÂyi ve fezÂyi şimdikinin kat katına ulaşsa.. etrafımız Âh u efgÂn ile inle-se.. cevremizdeki cığlıklar gidip t Âsumana dayansa.. yaşanan ızdıraplar magmalar gibi kopurup yureklere vursa ve butun bir millet caresizlikle kıvranıp dursa.. duşunen başlar uzerinde kılıclar kavisler cizse, beyinler balyozlarla ezilse.. dort bir yanda sadece zalimlerin “hayhuy”u duyulsa.. en canlı, en temiz vicdanları simsiyah bir yeis sarsa.. hanlar devrilip hÂnumanlar yerle bir olsa.. ay batsa, guneş sonse, nazarlarla beraber gonuller de karanlığa gomulse.. kuvvet gemi azıya alsa, hak kaba kuvvetin paletleri altında kalıp ezilse.. her yerde dişli dişini gosterip gezse, zayıf dilini tutup sessizlik murÂkabesine dalsa.. butun mukavemetsiz ruhlar bir bir yıkılsa ve kalbzedeler ust uste devrilse...
Her şeye rağmen biz duruşumuzu, tavrımızı değiştirmeden konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde durmalı, herkesin başvuracağı bir guc, bir umit kaynağı olmalı ve sonmeye yuz tutan butun meş’aleleri yeniden tutuşturmaya calışmalıyız.
Allah’a inancımız tam ise, umit, azim, kararlılık şiarımız olmalı; millete hizmet de vazifemiz. O kadar Hakk’a saygı duymalı ve o denli hayatımızı başkalarının mutluluğu icinde gormeliyiz ki, yemeyip yedirdiğimizi, giymeyip giydirdiğimizi ve kendimize rağmen yaşadığımızı gorenler, ema-nette emin bir kısım kimselerle karşılaşmanın mutluluğunu yaşasınlar. Biz o denli nezih yaşamalı-yız ki; haramlar, gayri meşrular değil hayatımızı, ruyalarımızın ufkunu bile kirletmemeli.. aslında boyle bir kirlenme, kim bilir belki de hic beklenmedik şekilde ne irtifa kayıplarına sebebiyet veri-yordur..! Konumunun hakkını veremeyip bulunduğu noktadan kayanların iflÂh olduğu hic go-rulmemiştir. Kaldı ki biz, değil bir kısım dunyevî mulÂhazalar, yaşama sevdasını ya da menfaat ve cıkar duşuncesini dahi intihar sayma konumundayız. Dahası biz Cennet’i bile kulluğumuza gaye yapmaktan kacınmalı ve butun gonlumuzu Hak rızasının engin vÂridÂtına bağlayarak şahsî istek-lerimize karşı kat’î bir tavır alma durumundayız. Hicbir zaman almayı duşunmeden hep vermeli, geriye doneceğini beklemeden de surekli ihsanda bulunmalıyız.. ve “CÂnÂn” deyip sefere azmet-tiğimiz bu kutlular yolunda hic ama hic mi hic “can” sevdasına duşmemeliyiz.
Dunden bugune bu kutlular yoluna baş koyanlar, dort bir yanda duşmanlık duygularının ko-ruklendiği, dost gonullerin bile vefasızlık edip hasımları sevindirdiği, varlığını kine, nefrete bağla-mış ruhların diş gıcırdatıp hiddetle uzerlerine geldikleri durumlarda bile ne yeis, ne sarsıntı, ne ofke ne de duşmanca duygularla onlara karşılık vermeyi duşunmemiş; kotulukleri hep iyilikle savmış; fena muameleleri husnuhÂl, yumuşak beyan ve farklı ihsanlarla rehabilite ederek, Âdeta butun kırılmaları ve tahribatı tamire cevirmiş ve yıkma duşuncelerine yapma hamleleriyle muka-belede bulunmuşlardır. Bu itibarla da –maÂzallah– bir gun ulkede her şey altust olsa, yığınlar gidip karanlıklara gomulse, yollar harap olup kopruler yıkılsa; bu insanlar paniklemeyi inanc ve iradelerine karşı saygısızlık sayarak, yeis ve durgunluk icinde olum goruntuleri sergilemektense başkalarının yaşama hislerini harekete gecirmek icin ucma gayretlerinde bulunacak ve her hÂlle-riyle, yuruyebilene yolların acık olduğunu haykıracaklardır.
Ben inanıyorum ki, bu azim kahramanlarına, bugun olmasa da yarın mutlaka bir inayet eli uzanacak.. yollarını kesen tipi-boran dinecek.. kar-buz eriyip gidecek ve cevrelerindeki birkac asırlık o kupkuru coller Cennetlere donecek ve mutlaka tÂli’ onlara da gulecektir.
Yeis, yol kesen bir gulyabanî, acz ve caresizlik duşuncesi ise ruhu olduren birer hastalıktır. Şanlı gecmişimizde yol alanlar, hep imanla, umitle yol almışlardır. Kendini acz ve umitsizliğe sa-lanlar da yollarda kalmışlardır. Hissizler, hareketsizler yol alamazlar.. uyuyanlar hedefe ulaşamaz-lar.. hele azmini, iradesini yitirenler asla uzun zaman ayakta kalamazlar.
Şimdi, eğer yarınlarımızı duşunuyor ve dipdiri geleceğe varmayı duşluyorsak, yolların yuru-nerek alınabileceğini ve zirvelere azim, irade ve plÂnlarla ulaşılabileceğini asla hatırdan cıkarma-malıyız. Ulaşılmaz gibi gorunen zirveler şimdiye kadar defaatle aşıldı; defaatle yuksek tepeler az-min, iradenin ayaklarına yuz surdu ve onlarda ulaşılmaz şahikalara ulaşma azmini coşturdu. As-lında hangi devirde olursa olsun yuruduğu yolun, yoneldiği gayenin ve dayanıp bel bağladığı kuvvetin farkında olanlar, bu şuur ve kendi ic dinamikleri sayesinde tekrar tekrar o zirveleri aşmış ve o şahikalara ulaşmışlardır. Arz, onların ayaklarının altında kuculdukce kuculmuş, gokler onla-rın irfanlarına sine acmış, mesafeler onların gayretlerine selÂm durmuş ve karşılarına cıkan engel-ler de onları hedefe taşıyan birer kopru hÂline gelmiştir.. evet, bu babayiğitler karşısında karanlık-lar her zaman bozgun yaşamış, musibetler rahmete inkılÂp etmiş, sıkıntılar kurtuluş yolu olmuş, tazyikler de birer terakki rampası...
İşte boyle birinin bugununu butun butun yıksalar, o yonelir yarınlara ve yoluna o kulvarda devam eder; yarınlarını da yok etseler, atını mahmuzlar ve obur gunlere koşar. Baş edemezler boyle biriyle ve edememeliler de. Zira o, imanı, azmi, umidi sayesinde, bozgunlar yaşadığı ya da yıkıldığı durumlarda bile hep bir başka muvaffakiyet ve zaferin projeleriyle serinlemiştir. Ve yine boyle biri, onunde kinlerin, nefretlerin kudurup durduğu, ufkunu ust uste karanlıkların sardığı anlarda bile asla umitsizliğe duşmemiş ve paniğe kapılmamıştır. Zira o, ne sadece dun, ne bugun ne de yarındır. O butun bu zamanların hepsine sozunu gecirme konumunda bir “sahibulvakt” ve bir “ibnuzzaman”dır. Bilir yaşadığı zamanın dilini, bildiği gibi dinin ruhunu, Kitab’ının esrarını. Gorulduğu ve hissedildiği her yerde hatırlatır Saadet Cağı’nın insanlarını. O, duyguları, duşunce-leri, iffeti, ismeti, vefası, sadakati ve eğilip bukulme bilmeyen sağlam karakteriyle Âdeta granitten bir Âbide gibidir; cevresinde her şey ust uste devrilse –alimallah– tırnak kadar bir parcası dahi kopup duşmez.
Oyle umit ediyoruz ki; işte bu sağlam karakter sayesinde, bugun olmasa da yarın mutlaka, hicranla yanan sinelerin hicranı dinecek, asırlardan beri iki buklum yaşayanlar bellerini doğrulta-rak var olduklarını haykıracak, zulmetlere yenik ruhlar dirilip cevrelerini saran karanlıkları kova-cak ve herkes olağanustu bir gayret ve performansla kendi ruh ve mÂn koklerinin kılavuzluğun-da butun engelleri aşarak, ozuyle butunleşip tali’inin zirvesine ulaşacaktır.
*Not: Sızıntı dergisinin Mayıs 2001 tarihli 268. sayısında yayınlanan bu makalenin, icinde yazıldığı şartlarla gunumuz arasında fark olmadığı duşuncesiyle bu sayımızda tekrar yayınlanması uygun go-rulmuştur.
__________________