İslÂm akınlarının sebebi, muşrikleri yıldırmak, rahatca ticaret yapabilmelerini engellemek, kÂfirleri imana davet etmek.

Ubeyde bin Haris kumandasındaki Seriyye, Ebu Sufyan emrindeki ikiyuz kişilik kuffara Rabiga denilen yerde kavuştu.

Karşılıklı saf bağlandı.

Bu tarafta en cok seksen mucahid, karşıda ikiyuz muşrik.

Sa'd bin Ebi Vakkas, "bismillah" diyerek ilk oku yaya tuttu ve cirişi gerdi gerdi gerdi ve duşmana fırlattı; tam isabet...

İşte islÂmda cekilen ilk ok! İlk ok ve tam isabet.

Duşman da karşılık vermeye başladı ama Sa'd radıyallahu anh her attığı okla ya bir duşman veya bir duşman atını deviriyor... mubarek okcunun sadağında yirmi ok vardı... o kadar guzel ok cekiyor ki hic biri boşa gitmiyor... arkadaşları kalkanları ile ona siper olmuşlar. Hazreti Sa'd ise:

Ya Hak!Diyerek hedefi vuruyor.

O ne guzel insandır; o ne guzel okcudur oyle ki hayırlı işlerde hep ilk olur. Mekke'de namaz kılarken kendisiyle alay eden kÂfirin kafasına deve kemiği savurup ilk duşman kanı akıtan da O olmuştu. O ne guzel insandır, O ne guzel okcudur oyle ki onyedi yaşında musluman oldu; butun gazalara katıldı; ve cennetle mujdelendi; radıyallahu anh...

Bu arada duşman tarafından muminler arasına iki de iltica oldu... Mıkdad bin Amr ve Utbe bin Gazvan, musluman olmalarına rağmen Hicret edememişlerdi..

Onlar da Resulullah, sallallahu aleyhi ve sellem, efendimize kavuşmak icin imkÂn arayıp duruyorlardı... bu sebeple Mekke'den cıkan kervanı fırsat bildiler ve sanki onlar da ticaret icin geliyorlarmış intibaı vererek Kureyşlilerin arasına katıldılar.

Ki bu carpışma onlar icin bulunmaz bir nimet oldu.. derhal Mekke'lilerden kacarak muminlerin safına gectiler...

Muslumanların boyle cesaretle mucadele etmeleri ve muşriklerin peşpeşe kayıp vermeleri onların gozunu korkuttu:

"Mutlaka arkada asıl kuvvet saklı. Yoksa bu kadar korkusuz olamazlar" diye duşunerek careyi kacmakta buldular...

Duşman, şimdi aksi istikamete yaya-yapıldak, atlı-eşekli bozgun halde firar ediyordu..

Ubeyde bin Haris vakur islÂm kumandanı, endamlı atının uzerinde dimdik bir halde kacışı seyrederken dudaklarında bir tebessum cizgisi belirip kayboldu ve bu gunleri gosteren Allah'a hamdu senalar etti. Ve emri verdi:

-Donuyoruz!..

Sa'd bin Ebi Vakkas'ın:

-Duşmanı takip edelim.

Teklifini Ubeyde bin Haris kabul etmedi...

Maksat elde edilmişti. Sevgili Peygamberimizi bu haberden daha cok ne sevindirebilirdi ki....

Aradan bir ay gecince Hicretin dokuzuncu ayına denk gelen Zilkade başında bir Seriyye daha tertip edildi. Muhacirlerden kurulan bu Seriyye en fazla yirmi kişi..

Butun eshab aynı zamanda hazır asker, "haydi" denince doğru akına... ancak şimdilik bu akınlara muhacirler gonderiliyor.

Ensar ise ic huzur ve emniyeti kurmak ve korumakla mukellefler. Boylece ustunler ustunu Resulullahın etrafında bir guvenlik cemberi oluşturuluyor.

Efendimiz, bu yeni Seriyye'nin başına Sa'd bin Ebi Vakkas'ı getirdiler. Beyaz bayrağı taşıyan bayraktar Mıkdat bin Amr, radıyallahu anh.

Harrar Suyu yakınından altmış kişilik bir Kureyş kervanının gececeği oğrenilmişti.

Birlik bu kervanın ustune yuruyecek, cağrıya rağmen imana gelmezlerse kervan vurulacaktı...

Sevgili Peygamberimiz, sallallahu teala aleyhi ve sellem, Sa'd radıyallahu anh'a buyurdular ki:

-Ya Sa'd Harrar'a kadar git! Kureyş kervanı Harrar'dan gececektir.

Sa'd bin Ebi Vakkas Seriyyesi derhal yola cıktı.

İslam birliği gunduz saklanıp gece yol alarak beşinci gunun sabahında hedef gosterilen yere vardıklarında muşriklerin sadece bir gece evvel oradan gecip gittiğini oğrendiler..

Duşmanın takibi pekÂl mumkun; ama buna izin yok ki. Emir acık: "Ya Sa'd Harrar'a kadar git!"Bu yuzden yiğitler yiğidi kahraman sahabi Sa'd radıyallahu anh, bir adım ileriye adım atmıyor...

Emr'e itaat şuuru işte bu!.

Sevgili Peygamberimiz'in askerin başında olarak cıktığı ilk seferin ismi Ebva-veddan Gazası...

İşte şanlı ve şerefli buyuk Resul, altmış kişilik atlı mucahidin başbuğu... Beyaz bayrağı dalgalandıran bu kere Hazreti Hamza radıyallahu anh. Kumandana gore bayraktar...

Medine'ye beş gunluk mesafedeki Ebva-veddan bolgesinden yine bir Kureyş kafilesinin gececeği duyulmuştur...

Bu sebeple Resulullah, Medine'de yerlerine Ensar'dan Sa'd bin Ubade'yi vekil bırakarak harekatın bizzat kumandasını ele alıyorlar...

Hem Kureyşle hesaplaşacak hem de yorede yaşayan Damra oğulları itaat altına alınacak... Sefer bu maksatla başlamıştır... mubarek islam ordusu, Ebva'ya geldi ama her taraf aranmasına rağmen Kureyşli muşriklerle karşılaşmak mumkun olmadı...

Damra Oğullarına haber yollandı... Aşiretin Reisi Mahşi bin Amr ul Damri geldi.

Muzakerelerden sonra yazılı bir anlaşma yapıldı.

Buna gore,

1-Damra oğulları, kat'i surette duşmanla ittifak etmeyecektir.

2-Damra oğulları aşiretinin can ve mal emniyeti muslumanların teminatı altındadır.

3-Buna karşılık Peygamberimiz, Damra oğullarını bir savaş icin cağırdığında derhal yardıma koşacaklardır.

İslÂm nufuzunun Medine'den beş gunluk uzaklıkta olan koylere kadar uzandığına ilk işaret... Ebva toprağının Sevgili Peygamberimiz icin ayrı bir guzelliği, unutulmaz bir hatırası da var; cunku Ebva karyesinde aziz annecikleri yatıyor.

Peygamberimiz altı yaşında iken valideleri; hepimizin tÂc annesi Amine Hatun ile Efendimizin babası Hazreti Abdullah'ın kabrini ziyaretten donuşte burada; işte bu Ebva'da vefat etmişti...

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ikinci seferleri Buvat Gazası...

Ebu Sufyan idaresindeki yuz kişilik bir muşrik kervanın iki bin beşyuz deve ile Şam'a gitmekte olduğu haber alınınca Kureyş muşrikleri ile hesaplaşma kararı alındı. Tarih, Hicretin onucuncu ayı başları Rebiulevvel ayı.

Efendimiz, Ebu Seleme ibni Abdil Esed'i yerlerine vekil bırakarak yuzelli mucahidin başında duşmana doğru at koşturdular... Beyaz bayrağı dalgalandıran bu kerre Sa'd bin Ebi Vakkas... Buvat dağına kadar her taraf adım adım aranmasına rağmen muşrikler yakalanamadı..

Arananların icinde Umeyye bin Halef ismindeki kÂfir de vardı ama bu defa kurtuldular...

Fakat islamın gucu bu gaza ile bir kac kat daha artarak hukumranlık Buvat dağına kadar genişlemişti. Buvat cevresinde Mudlicoğulları aşireti yaşamakta...

Mudlicoğulları ile de Damraoğullarınınkine benzer bir saldırmazlık andlaşması yapıldı; onlardan da muslumanları arkadan vurmayacaklarına dair soz alındı; emniyetleri icin teminat verildi...

Buvat Gazası'ndan doneli bir kac gun olmuştu ki Kurz ibni Cabiril Fihri ismindeki bir Kureyşli'nin adamları ile birlikte Cemma Dağı'na baskın vererek burada yayılan sığır ve develeri surup goturduğu haberi alındı...

Bu ağır bir haberdi. Bir kustah ve capulcuları Medine yakınlarına kadar sokularak Haram Bolge'den mal calsınlar... Bu cur'eti gosterenler tabii ki cezasına da katlanmalıydı...

Sevgili Peygamberimiz, yerine Zeyd bin Harise'yi vekil bırakarak bir mikdar eshabla birlikte vak'a mahalline at surduler... Bayrak, bu kerre de Hazreti Ali'de... Ruzgarda suzulen bir beyaz kartal gibi... yarınlara, one, ileriye, atılmak, yol acmak istercesine cırpınıyor...

Mucahidler, hadise yerine geldiğinde Kurz ve diğerleri hayvanları bırakarak izlerini kaybetmişlerdi. Bedir'in Safevan vadisine kadar her taşın altı yoklandıysa da bulunamadılar.. Bu sebeple bu sefere Safevan Gazası dendiği gibi Birinci Bedir Gazası da denir.Muşrikler anlamış olmalı ki muminlerin değil kendilerine; mallarına dahi eğri gozle bakmak artık kolay değildir... acaba anladılar mı!...

Hicretin onaltıncı ayı başlarında Zul Uşeyre Gazası yapıldı..

Yine Ebu Sufyan kumandasındaki bir Kervanın kıymetli mallar ve kalabalık bir Mekke'li ile Şam'a gitmekte olduğu haberi alındı...

Eğer bu kervan vurulabilirse duşman maliyesine ağır bir darbe indirilecek...

Efendimiz, Ebu Seleme bin Abdulesed'i yerlerine vekil bıraktılar. Hani şu Medine'ye ilk gocen mumini.

İslÂm akıncıları ikiyuz kadar. Bu gazada da Peygamberimizin bayraktarı Hazreti Hamza radıyallahu anh. Mucahidlerin bir at ve otuz develeri mevcut; nobetleşe biniyorlar...

Sevgili Peygamberimiz, duşmanın onunu kesmek icin Dinaroğulları Dağı ve Habar colunu aştılar fakat bu bolgede kÂfirleri bulamadılar.. Bunun uzerine yola devam ederek İbni Ezher vadisine geldiler. Zat us Sak ismindeki ağac altında namaz kılıp yemek yediler.. ki bu gunun hatırasına daha sonra buraya bir mescid yapılmıştır..

Yine yola cıkıldı... kırlık, sapa yollar aşıldı; ancak duşmandan hic bir iz yoktu.. Arama Mudlicoğullarının Zul Uşeyre kasabasına kadar surdu ama kervanı yakalamak mumkun olmadı....duşman yine pacayı kurtarmıştı fakat nereye kadar? Artık bu yollar kuffara korku yolları olmuştu..

Dağ, bayır, col aşarak duşman kollayan yorgun mucahidler Zul Uşeyre'de mola verdiler... Mudlicoğulları onlara ne guzel ev sahipliği yaptı.Zul Uşeyre, Medine ve Hayber'den sonra en guzel hurmaları yetiştiren bir yer...

Hazreti Ali ve Ammar bin Yasir bir hurma ağacı altına oturmuş koylulerin calışmalarını seyrederken oylece uyuya kaldılar.. Efendimiz başuclarına geldiğinde ruzgÂr, onları taze toprağa bulamıştı.. Once Ammar radıyallahu anh sıcradı. Fakat Hazreti Ali hÂl yumuşak toprak uzerinde kendinden gecmiş halde.

Merhamet Sultanı seslendiler:

-Kalk ya Eba Turab! Kalk ey toprağın babası..

Ali radıyallahu anh, guzel gozlerini aralayıp sevgili Peygamberimizi karşısında gorunce şimşek hızıyla yerinden fırladı...

O Ân Resulullah, Âh ne buyurdular; iki damla gozyaşı ne gun icin saklanır?

-İnsanların en kotusu elini senin kanına bulayandır ya Ali...

Dediler ve mubarek eli ile buyuk dÂv arkadaşının başını okşadılar...

Hicretin onyedinci ayı.. Medine.Sevgili Peygamberimizin halazÂdesi Abdullah bin Cahş da her sahabi gibi Allah aşkı ile dolu dolu.. Mekke'de olmadık işkencelere katlanmış; aclığa, susuzluğa hayret edilecek kadar dayanmış bir Peygamber sevdalısı.

Hazreti Abdullah, radıyallahu anh, Medine'de. En buyuk zevki KÂinatın Efendisi'nin sohbetlerinde bulunmak. Zaten eshab-ı kiram icin O'nun sohbetlerinden ustun lezzet var mı ki? Mubarek sahabi, bu sohbetlerde Peygamberimizden şehidlik ve şehidlerin ustunluğunu dinledikce şehid olma isteği kalbini catlatacak kadar kendini zorluyor...

Bir gun yatsı namazı eda edildikten sonra Sevgili Peygamberimiz, sallallahu aleyhi ve sellem, Abdullah bin Cahş'a:

-Yarın erkenden silahını da alarak bana gel. Seni bir yere gondereceğim, buyurdular.

Abdullah, radıyallahu anh, sabah namazından sonra Peygamber aleyhisselamdan once Hane-i saadetin kapısına gelerek Efendimizi beklemeye başladı...

Abdullah bin Cahş, yanına kılıc, ok tirkeşi, yay ve kalkanını almıştı. Efendimiz, geldiler ve aziz sahabiyi selÂmladıktan sonra muhacirlerin buyuklerinden Ebu Huzeyfe, Vakıd bin Abdullah, UkkÂşe bin Mıhsan, HÂlid bin Bukeyr, Sa'd bin Ebi Vakkas, Utbe bin Gazvan, Suheyl bin Beyza, Âmir bin Rebia, Âmir bin Fuheyre, AmmÂr bin Yasir, Sa'd bin Leys ismindeki arkadaşlarını yanlarına cağırdılar.

Peygamberimiz, Hazreti Abdullah'dan uzakta Ubeyde bin KÂb'a bir mektup yazdırdılar ve mektubu kapattıktan sonra Abdullah bin Cahş'a hitaben:

-Seni bu arkadaşların Emir-ul Mu'minin tayin ettim, buyurdular...

Once Necdiye yolunu tutmalarını, sonra Rekiyye'ye, kuyuya yonelmelerini boylece iki gun yol gittikten sonra mektubu acmasını ve yazılanlara uymalarını; iki kişiye bir deve verildiğini hayvanlara nobetleşe binmelerini istediler.

Boylece ilk defa bir muslûmana "Mu'minlerin lideri" mÂnÂsına "Emir ul Mu'minin" sıfatı veriliyordu. İslÂm hukuku, islÂm devleti yeni bir muessese kazanmıştı; emirlik... elel VÂdisi'ne geldiklerinde verilen sure doldu. Bu sebeple Emir ul Mu'minin Abdullah bin Cahş hayvan derisine yazılı mektubu koynundan cıkararak actı ve okumaya başladı:

-Bismillahirrahmanirrahîm!İmdi bu mektubu okuduktan sonra Mekke-Taif arasındaki Nahle Vadisi'ne kadar Allah'ın isim ve bereketiyle yuruyuşe devam et. Hic bir arkadaşını Nahle'ye gitmek icin asla zorlama. Nahle vadisine vardığında Kureyşlilerle onların kervanlarını gorup

-gozetleyerek bilgi ve haber toplayacaksın...

Mektubu derin bir hurmetle okuyan Hazreti Abdullah'ın ağzından ilk cıkan kelimeler şu oldu:

-Biz, Allahın kullarıyız. Yine O'na doneceğiz. Şahid olun ki Peygamber buyruğunu işittim ve tabi oldum.

Hafiften esen tatlı bir ruzgÂr mektuba dikkat kesilen yuzleri okşayıp geciyordu..

Butun seriyye mensupları ayaktaydı...

Uzaktan, cok uzaktan bir deve uzun uzun boğurdu... Bir kuş surusu nerdeyse onları cansız sanıp carpacak kadar dalış yapıp yeniden havalanarak uzaklaşarak tepelerin gerisinde kayboldu...

-Evet, dedi, Abdullah radıyallahu anh, mektubu işittiniz. Vazifem belli. Haber toplamak. Şu var ki bu istihbarat gorevimi size duyurmuş oluyorum. "Siz de geleceksiniz" demeye salahiyetli değilim... İsterseniz benimle gelirsiniz, isterseniz donmekte serbestsiniz... tercih elinizde.

Anlaşılan o ki, hem Abdullah bin Cahş, hem yoldaşı olan oteki muminler, umulmadık bir yer ve zamanda imtihandalar.. Hazreti Abdullah, tek başına haber almaya sevk edilirken diğerleri de iradelerinde serbest bırakılıyor.. ama onların sıcak corbaları, rahat yatakları tercih etmeleri mumkun mu?

Muminlerin emiri Abdullah bin Cahş'ın komutasındaki muslumanlar aynı kararlılıkla cevap verdiler:

-Mektubu dinledik!Biz, Allah'a, Resulune ve başımıza emir tayin edilen sana itaat ediciyiz! Her nereye istersen Allah'ın bereketiyle yuru! Olmek var, donmek yok! ....

Nahle Mekke'ye yakın bir yerin ismi...

Seriyye buraya kadar sokularak haber toplayacak. Bu sebeple Ukkaşe bin Mıhsan ve Amr bin Rebia başlarını kazıttılar ki gorenler bu kafileyi Umre yapmaya gidiyor sansınlar. Seriyye şimdi umre yolcuları gibi...

Ancak bu ara bir kucuk hadise oldu. Sa'd bin Ebi Vakkas'la Utbe bin Gazvan'ın develeri bir mola Ânında kayboldu. Diğerleri menzile doğru yola devam ederken iki sahabi hayvanların peşine duştuler... sonunda develer bulundu ama cok zaman gectiği icin yolu kaybedip seriyyeye ulaşamadılar...

Beriyye Nahle'ye varınca guya bir Umre kafilesi imiş gibi oturmuş sohbet ediyor, bir şeyler yiyip iciyorken dikkatle cevreyi gozetliyorlardı ki yakınlarına Taif istikametinden gelen bir Kureyş kervanı konakladı...

Develer hayli yuklu kervancılar şen şakraktı...

Amr bin Hadrami, Osman bin Abdullah ile kardeşi Neffel bin Abdullah ile azadlı kole Hakem bin Keysan, Abdullah bin Cahş ve arkadaşlarını farkedene kadar bu neş'eleri devam etti.

Bir kısmı bineklerini suluyor bir kısmı yiyecek bir şeyler hazırlıyor, bu arada birbirlerine takılıyorlardı... ama yakınlarında mechul birilerini gorunce hava değişti; tedirginleştiler.

Aralarında fısıldaşıyorlar:

-Osman! Sen de farkettin mi? Kim bunlar?

-Gordum ama bilmem ki. Soyguncu falan olmasınlar.

-Ya, Hakem! Şunlar kim?

-Bilmiyorum. Herhalde Umre ziyaretcileri. Baksanıza başları kazılı.

-Evet evet, kendi hallerinde insanlar, bizimle alakadar bile olmuyorlar...

Kureyş muşrikleri, casusluk faaliyeti icin gelen muminlerden once urkmuşlerse de onları kendi hallerinde KÂbe ziyaretcileri sanarak tekrar eski havalarına donmuşlerdi... Kervancılar yabancıları kendi halinde mola vermiş dinlenen insanlar sanırken muminler Mekkelilerin her hareketini takip ediyordu...

Kervan kuru uzum ve deri yuklu.

-Evet zengin bir kervan. Taif'den geliyorlar herhalde.

-Nerden geldikleri muhim değil de Recep ayı bitti mi?

-Bilmem ki kac gundur yoldayız.

-Sefere cıkarken Recebin sonlarıydı.

-Ya Abdullah! Bunlar Mekke'ye girerse tamamen elden kacırırız. Halbuki yukleri cok kıymetli..

-Doğru lakin haram aydayız. Bu ayda carpışamayız.

-E, belki Recep ayı cıkmıştır...

Seriyye kendi arasında muşriklere baskın verip vermeme konusunda hayli tartıştı ve sonunda kervanı basmaya karar verdiler.

Boyle bir kervanın vurulması duşmana iyi bir ceza olacaktı. Ama ilişmezlerse bu fırsatı bir daha bulamazlardı.

Ayaklarına gelen imkÂnı kacırmak istemiyorlardı...

Kendi halinde yabancılar gibi oturmuş sohbet ediyor gorunen mubarek sahabiler, uzun istişareler sonucu saldırıya karar verince bir Ânda kervanın etrafını cevirdiler ve onları islÂma cağırdılar:

-Sizi islÂma davet ediyoruz. Aksi halde canınızdan da malınızdan da olursunuz!!.

Muşrikler, yıldırımla carpılmışa donduler... demek Muhammediler, artık Mekke eteklerine kadar sokularak kendileriyle kavgaya tutuşacak kadar cesaret ve teşkilata kavuşmuşlardı...

Herkes ayakta, herkes tetikte; gozlerden kıvılcımlar fışkırıyor.

Amr bin Hadrami kılıcına davranacak olduğu Ân Vakıd bin Abdullah'ın oku ile goğsunden vuruldu. Kalbine isabet almıştı. Amr cansız yere yuvarlandı...

Ve iki taraf birbirine girdi... kılıc, mızrak, yumruk tekmelerle olduresiye vuruşuyorlardı... carpışma hayli surdu. İki taraf da hırslı ve mucadeleci idi.. Sonunda muminler galip geldiler.

Muminler, Osman bin Abdullah ve Hakem bin Keysan'ı esir aldılar ama Nevfel kactı... bir iki kişi Nevfel bin Abdullah'ı haylice kovaladı ise de atlı olduğu icin yakalanamadı... bir kişi olmuş, bir kişi kacmış diğer kervan halkı ve mal ve hayvanlar muslumanların eline gecmişti.

İlk defa ganimet/duşmandan kılıc zoruyla mal kazanılmıştı...

Boylece Abdullah bin Cahş bir kac mevzuda birden ilk olma şerefine kavuşuyordu... Emir ul mu'minin rutbesi ilk defa O'na nasip olmuştu; ilk ganimeti o kazanmıştı... Şu talimatı ise ileri goruşluluğune muazzam bir olcu:

Hazreti Abdullah dedi ki:

-Ey kardeşlerim! Duşmandan yuce Allah'ın lutfû ile aldığımız şu ganimet malının beşte biri Resulullah'ın, kalanı bizimdir... mubarek ve muazzez sahabi once canından aziz bildiği Peygamberini duşunmuştu.

Gercekten beşte bir hisse Efendimize ayrıldıktan sonra diğer mal muharip sahabiler arasında boluşuldu...

Oysa o gune kadar bu beşte bir uygulaması hic olmamıştı... Muminin firaseti işte. Daha sonra beşte bir hukmu Kur'an-ı Kerimle de farz kılınacaktır... Abdullah bin Cahş ve seriyyesi iki esir ve ganimet mallarla Medine'ye donduler. Lakin Sa'd bin Ebi Vakkas ile Utbe bin Gazvan'dan bir haber yoktu.

Hazreti Abdullah ile sefere iştirak etmiş diğer muminler Resulullah'a gelerek olanları arz edince Sevgili Peygamberimiz muteessir oldular ve ne esirler ne de ganimet mala alaka gosterdiler. Dedikleri şu oldu:

-Ben size haram olan bir ayda carpışın demedim!..

Evet boyle bir emir verilmemişti.


__________________