Hak dostları kimdir o zaman?

Hak dostları, tasavvuf yolunda zĂ‚hir ve bĂ‚tınını ikmĂ‚l etmiş, hem zĂ‚hir hem de bĂ‚tınını ikmĂ‚l etmiş ve kalbî merhaleler katederek davranış mukemmelliğine ulaşmış bahtiyarlardır.

Onlar, nebevî irşad ve davranış mukemmelliğinin zamanlara yayılmış zirveleridir.

Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ve O’nun ashĂ‚bını gorebilme şerefine nĂ‚il olamayan butun insanlar icin fiilî ve muşahhas bir rehberdir.

MevlÂn Hazretleri buyuruyor ki:

“Hak dostları ile, yani mĂ‚nĂ‚ ehli ile beraber ol da, onlardan hem lûtuflar, ihsanlar elde et, hem de mĂ‚nevî guc kazan, ilĂ‚hî muhabbetle genc, zinde ve dinc kal.”

“Eğer sen, kaskatı bir taş veya mermer parcası olsan (diyor), yani nĂ‚dan olsan, gĂ‚fil olsan, bir gonul sahibine erişirsen, o zaman cevher, yani zumrud, pırlanta ve elmas olursun (diyor). Hak dostlarının (sevgisini) gonlune yerleştir. Âriflerin muhabbetinden başka bir şeye de gonul verme.” buyuruyor.

Hak dostu olmak isteyenlerin başlıca hususiyetleri:

‒Mu’minin nefsiyle ilgili hususiyetleri var.

‒CenĂ‚b-ı Hak ile ilgili hususiyetleri var.

‒Mahlûkat ile ilgili hususiyetleri var.

‒Mu’minin dunyaya karşı hĂ‚lindeki ozellikler var.

Mu’minin nefsiyle ilgili hususiyetleri:

Demin okuduğumuz Ă‚yet-i kerîme:

“(İnsanları) AllĂ‚h’a davet eden, sĂ‚lih ameller işleyen, «Ben muslumanlardanım.» diyenden kimin sozu daha doğrudur?” (Fussilet, 33)

Muʼmin, mesʼûliyetini idrĂ‚k edip icinde bulunduğu hĂ‚li muhĂ‚sebe edecek.

Zira CenĂ‚b-ı Hak:

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…O gun, verdiğimiz butun nîmetlerden sorguya cekileceksiniz!” (TekĂ‚sur, 8) buyuruyor.

İkincisi;

CenĂ‚b-ı Hak ile ilgili hususiyetler:

CenĂ‚b-ı Hak kuldan ne istiyor?

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…(Nereye gitseniz) nerede olsanız, O sizinle beraberdir…” (el-Ha*dîd, 4)

Demek ki biz CenĂ‚b-ı Hakʼla ne kadar beraberiz?

CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olabilmenin gayreti icinde olmamız.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak AllĂ‚h’ı zikretmekle huzur bulur!” [Ra’d, 28])

Oyle bir huzura varabilmek.

Yine CenĂ‚b-ı Hak şah damarından yakın olduğunu bildiriyor. Biz ne kadar yakınız?

Şiblî var Allah dostlarından. O bir mecliste bulunur. Mecliste; “Allah şunu soracak, bunu soracak…” filĂ‚n, birtakım orada bir sohbetler oluyor.

Şiblî diyor ki:

“Allah sana ilk defa şunu soracak: «Kulum! Ben dunyada seninle beraberdim. Sen kiminle beraberdin?»”

Yaratan, ihsĂ‚n eden, ikrĂ‚m eden CenĂ‚b-ı Hak soracak.

Demek ki CenĂ‚b-ı Hakʼla olan munĂ‚sebeti… Kul ne kadar, hĂ‚limiz, ibadetimiz, tĂ‚atimiz, muĂ‚melĂ‚tımız, ahlĂ‚kımızla CenĂ‚b-ı Hakkʼa yaklaşabiliyoruz?

Muʼminin mahlûkat ile ilgili hususiyetleri:

Yine okunan Âyet:

“İyilikle kotuluk bir olmaz. Sen (kotuluğu) en guzel bir şekilde sav!..” (Fussilet, 34)

Muʼmin ne olacak? Berraklaşacak, şeffaflaşacak, yağmur suyu gibi olacak. Tertemiz olacak. Affedici olacak.

“…Seninle arasında duşmanlık bulunan kimse, sanki candan sana bir dost oluverir.” (Fussilet, 34)

Muʼminin dunyaya karşı hĂ‚lindeki ozellikler:

HĂ‚lıkʼın nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzı kazanacak. NefsĂ‚nî arzularından vazgececek, Rabbine guzel bir kul olabilmenin gayreti icinde olacak.

Peygamber Efendimiz zamanında zuhd, takvĂ‚ ve ihsan diye ifade edilen kalbi duyuşların hepsine, daha sonra “tasavvuf” ismi verilmiştir. Bunlar aynı mĂ‚nĂ‚yı ihtivĂ‚ eden değişik lĂ‚fızlardır. Yani tasavvuf, kalbin safĂ‚ya erebilmesi, CenĂ‚b-ı Hak’la huzur bulabilmektir. CenĂ‚b-ı Hak:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak AllĂ‚h’ı zikretmekle huzur bulur!” [Ra’d, 28])

CenĂ‚b-ı Hakʼla bir huzur bulabilmektir.

Tabi birkac tarif yapılmıştır:

“TakvĂ‚ya erebilme sanatıdır.”

“Hayatta med-cezirlere takılmama sanatı.”

“Değişen şartlar altında Allah’tan razı olabilme sanatı.”

“Guzel ahlĂ‚ka kavuşabilme sanatıdır.”

En muhimi:

“Şikayeti unutma sanatıdır.”

ظَلُومًا وَ جَهُولًا CehĂ‚letten ve kendine zulmetmekten kurtulma gayretidir.

Biz bu hikmetli oğutlerde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin hadîs-i şerifiyle kendimizi bir mîzĂ‚n etme durumundayız.

Efendimiz buyuruyor ki:

“İnsanlardan oyleleri vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre de kilittirler. Oyleleri de vardır ki, şerre anahtar hayra kilittirler.

AllĂ‚h’ın, ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! AllĂ‚h’ın, şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!” (İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 19; Beyhakî, Şuab, I, 455)

Demek ki, acaba, kendimizi bir mîzĂ‚n etmemiz lĂ‚zım, bize ne kadar hayrın anahtarı elimizde, ne kadar şerrin anahtarı? Ne kadar hayra doğru gidiyor, ne kadar şerre doğru? MîzĂ‚n etmemiz…

Efendimiz yine buyuruyor:

“Yalnız (şu) iki kişiye gıpta edilir:

Biri, AllĂ‚h’ın kendisine (ihsĂ‚n ettiği) KurʼĂ‚n-ı Kerîm verdiği kişidir. O kişi, gece gunduz Kur’Ă‚n ile meşgul olup (KurʼĂ‚nʼla yaşar, KurʼĂ‚nʼla) amel eder. Diğeri de kendisine mal verildiği kimselerdir ki (Allah bu malı bana niye verdi, der, başkasına vermedi, bu da malını kullanmayı bilir. Malı Allah yolunda) infĂ‚k eder.” (Muslim, MusĂ‚firîn, 266, 267)

Mal benim demez, mal Rabbimindir der.

Yine Efendimizʼin bir duĂ‚sı… Tabi bu, menfîden başlıyor. Neyle telĂ‚fî edilecek; takvĂ‚ ile telĂ‚fî edilecek:

“AllĂ‚h’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten, icĂ‚bet edilmeyen duĂ‚dan Sana sığınırım.” (Muslim, Zikir, 73)

Demek ki bu dort tane şeyden kacınmalı:

İlim, beni CenĂ‚b-ı Hakkʼa yaklaştırıyor mu bildiğim şeyler, yoksa dunyevî menfaatlere mi donduruyor? Ne kadar?

Huşû duymayan kalpten: Ne kadar bir vecd, bir duygu derinliği icindeyiz?

Doymak bilmeyen nefisten: Nasıl bir ihtiras var mı, yok mu? Ne durumdayız?

İcĂ‚bet edilmeyen duĂ‚dan: Dil soylemiş ama kalp Allahʼtan uzak. Onun demek ki faydası yok. Bu hĂ‚lden, Rasûlullah Efendimiz; “YĂ‚ Rabbi! Sana sığınırım.” buyuruyor.

Efendim, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-ʼtan bir nukte. DiğergĂ‚m insanın hĂ‚lini bildiriyor Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-:

“Dort kimse AllĂ‚h’ın sĂ‚lih kullarındandır (buyuruyor. Yani bu, diğergĂ‚m bir gonlu bildiriyor. Demek ki biz ne kadar, bizde bu hisse var?):

Birincisi: Tevbe eden kişiyi gorduğu zaman (onun kurtuluş yoluna girmesinden haz duyarak) sevinen kimse.

İkincisi: GunahkĂ‚rların affı icin Rabbine yalvaran. (Kendine yalvardığı gibi gunahlarının affına, diğer butun muʼminler icin de yalvarıyor mu? Yani merhameti nereye kadar? Yalnız kendine mi?)

Ucuncusu: Din kardeşine gıyĂ‚bî duĂ‚ eden.

Dorduncusu: Kendinden muhtac kişiye yardım ve hizmette bulunan kimse.”

Demek ki o kişi bana zimmetli. Nedir bu? İctimĂ‚îleşme. Ferdî ibadetlerin başında “namaz” gelir, ictimĂ‚î hizmetlerin başında da “hizmet” gelir. Kendimiz icin istediğimizi, diğer din kardeşimize de ikram edebilmek.

Ebû Bekir Efendimizʼin Hazret-i Omer Efendimizʼe bir nasihati var:

“Omer! (Diyor.) CenĂ‚b-ı Hakk’ın senden gunduz yapılmasını istediği ameller vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gunduz kabûl etmez!”

Demek ki gunduzle gece, bilhassa seherlerde ne vazifemiz var? Nasıl bir seher yaşayacağız? Nasıl bir duyuşlarımız artacak? Nasıl CenĂ‚b-ı Hakʼla bir beraber olacağız? Onu gunduz yapsak olmaz. O tarĂ‚vet, o guzellik olmuyor. CenĂ‚b-ı Hak da bizi seherlerde davet ediyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 17]) buyuruyor.

Yine Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz:

“Bir hayrı kacırırsan onu yakalamaya calış, elde edince de onu gecmeye bak, daha guzeline, daha oteye gitmeye gayret et!..”

Muʼminin ufku, hayırda ufku olacak…

Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- buyuruyor:

“En cok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.”

Tabi bunu usûluyle haber verir. Samimiyetle haber verdiği zaman tesir eder ona kusurlarını bildirdiği zaman.

Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- halîfe oldu, hutbeye cıktı:

“Cemaat! (Dedi.) İcinizde en hayırlı ben değilim (dedi). Fakat (dedi), bana (dedi), yardımcı olun (dedi). Eğer bir hata işlersem beni îkaz edin.”

Bu sırada bir bedevî kalktı, colden gelmiş bir bedevî, belki yeni musluman olmuş:

“‒Omer! (Dedi.) Hic merak etme (dedi). Kılıcını cekti, şoyle bir salladı. Hic merak etme, eğer sen yamulursan (dedi), seni bu kılıcımızla biz doğrulturuz.” dedi.

Omer -radıyallĂ‚hu anh- elini actı:

“YĂ‚ Rabbi! (Dedi.) Beni îkaz edecek bir ummet verdin.” buyurdu.

Demek ki kardeşlerimizin de yanlışlarını tenhĂ‚ bir yerde, latîf, guzel bir lisanla “قَوْلًا لَيِّنًا (Bkz. TĂ‚hĂ‚, 44)” onları bir îkaz etmemiz lĂ‚zım.

Diğer bir husus:

Bir kimse Hazret-i Omer’in yanında başka birisinden sitĂ‚yişle bahsediyordu. Medhediyordu onu. Hazret-i Omer ona uc soru sordu:

“‒Onunla bir yolculuk yaptın mı?” dedi. Tabi o zaman zor yolculuk, col yolculukları.

Adam “hayır” dedi.

“‒Ticaret gibi bir alışverişte bulundun mu?” dedi. Yani ictimĂ‚î bir muĂ‚melede bulundun mu?

Adam yine “hayır” dedi.

Uc:

“‒Peki ona sabah-akşam komşuluk ettin mi?” dedi.

Adam “hayır” dedi.

Bu uc soruya da “hayır” deyince, Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:

“‒Kendisinden başka ilĂ‚h olmayan AllĂ‚h’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun!” buyurdu.

Demek ki bu cok muhim. Cunku CenĂ‚b-ı Hak, meselĂ‚ namazı, oyle bir namaz olacak ki, huşû veren bir namaz istiyor.

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ buyuruyor. “Yazıklar olsun o namaz kılana.” (el-MĂ‚ûn, 4) buyuruyor.

Demek ki namazın, orucun vs. onu bir huşû derecesini bilemiyoruz. Esas kul, muĂ‚melede ortaya cıkıyor kulun karakteri ve şahsiyeti.

Yine bu, anne-babalar icin muhim bir tavsiyesi Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-ʼın:

“İnsanları duzeltmeniz icin once kendinizi ıslah edin. İnsanların en cĂ‚hili, kendi Ă‚hiretini başkasının dunyası icin satandır.”

Bu da cok muhim. Yani yavrularımıza guzel bir, annenin-babanın guzel bir numûne olabilmesi lĂ‚zım. Sonra yapar, sonra eder dediği zaman, ana-baba o yavruyu kaybediyor.

Yine Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:

“Cok konuşan, yanılır.

(Rasûlullah Efendimiz;

“Ya faydalı soyle, yahut da sus.” buyuruyor. [Muslim, ÎmĂ‚n, 77])

Cok yanılan kimsenin, hayĂ‚ duygusu azalır. HayĂ‚ duygusu azalan kimsenin, gunah ve harama duşme endişesiyle şuphelilerden sakınma titizliği kaybolur. Şuphelilerden sakınma titizliği kaybolan kimsenin de kalbi olur.” buyuruyor.



Osman Nûri Topbaş//2016 SOHBETLERİ


__________________