Cevap: Her şeyden evvel, Kur’Ă‚n’ın yeryuzune iniş gayesi, tevhid (Allah’ın birliği, eşi ve benzeri olmadığı) inancını fert ve toplum planında hĂ‚kim kılmaktır. Bu acıdan, dikkatle bakıldığında, Kur’Ă‚n-ı Kerim’in hemen butun ayetlerinde tevhidin bir yonunun anlatıldığı gorulur. Onun bazı ayetleri tevhid-i ulûhiyeti, bazıları tevhid-i rubûbiyeti ve bazıları da tevhid-i ubûdiyeti gosterir.
Kitab-ı Hakîm, “Allah’tan gayri goklerde ve yerde bir kısım ilĂ‚hlar bulunsaydı, yer-gok fesada uğrar, bozulur ve her yeri bir kaos alırdı.” (Enbiya, 21/22) buyurarak, “KahhĂ‚r” kudretiyle kucuk buyuk her şeye tek başına hĂ‚kim bir İlahın varlığını vurgular; bu gerceği baştan sona butun surelerinde ayet ayet işler ve tevhid hakikatini şupheye mahal kalmayacak olcude zihinlere yerleştirir. Tevhid hakikati, Kur’Ă‚n-ı Kerim’de o olcude sağlam kaideler uzerine oturtulmuştur ki, munkirler ve muşrikler dahi onda tevhide muhalif bir husus olduğunu iddia edememişlerdir. Oyleyse, CenĂ‚b-ı Hakk’ın, kendi ZĂ‚t-ı Akdes’ini bazen “mutekellim-i maalgayr” yani “birinci coğul şahıs” zamiriyle nazara vererek “biz” ifadesini kullanmasında hic şuphesiz muhtelif hikmetler ve bir kısım nukteler mevcuttur.
Azamet Nûnu ve Coğul Kalıbı
Bu hikmetlerden bazılarını anlayabilmek ve o latif nukteleri kavrayabilmek icin oncelikle Arap dilinin karakteristik hususiyetlerine bakmak gerekir. Bazı lisanlarda olduğu gibi, Arapca’da da tevazu ve mahviyet sadedinde “ben” yerine “biz” denmesi ya da bazen başkalarını tezkiye ve tenzih icin “biz” denilecek yerde “ben” sozunun tercih edilmesi cok vĂ‚kidir. Şu kadar var ki, izzet, itibar, şan ve şohret sahibi birisi “biz” dediği zaman Araplar bunu belĂ‚gata uygun gorurler; aksine sıradan bir insan “biz” dediğinde ise, onu gurur ve kibir emaresi sayarlar.
Ayrıca, Arapca’da fiil sîgalarına eklenip coğul (cem’) mana ifade eden “nun” harfine “azamet nûnu” da denilir; cunku bu harf, genellikle cokluk ifade etse bile, kimi zaman da azamet, ululuk ve yucelik bildirir; sozu soyleyen kimsenin hurmete değer bir kimse olduğunu gosterir. O turlu beyanlardaki “biz” ifadesinden maksat, adet bakımından kesreti değil, guc ve kudretin buyukluğunu belirtmektir.
Aslında, biz de coğu zaman kendi şahsımızdan bahsederken “tek” olduğumuz halde, “ben” yerine, “biz” demeyi yeğleriz; cunku, “biz” sozu, daha mutevĂ‚zı, daha nĂ‚zik, daha muşfik ve kendini nefye daha munasip bir beyandır. Dahası, bazen muhatabımız tek kişi de olsa, ona hurmeten ve nezaketen “siz” diye hitap ederiz. Mezkur maksatları gozeterek ister “biz” diyelim ister “siz”, hic kimse bu turlu bir beyanı yadırgamaz ve ondan coğul manası cıkarmaz.
Nerede “Ben” ve Nerede “Biz”?
Haddizatında, CenĂ‚b-ı Hak, Kur’Ă‚n-ı Kerim’de, her zaman “ben” yerine “biz” diye hitap etmemektedir; bir meselenin anlatılışına ve konunun akışına gore ilahî hitap tarzı da değişmektedir. Sadece ZĂ‚t-ı Akdes’in mevzubahis olduğu yerlerde hem hitap şekli hem de fiil sîgası mufret (tekil) gelmektedir. “Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Oyleyse onlar da dĂ‚vetime icabette bulunsunlar ve hakkıyla inanıp Beni tasdik etsinler ki doğru yolda yuruyerek selĂ‚mete ersinler.” (Bakara, 2/186) “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (ZĂ‚riyat, 51/56) “Muhakkak ki Ben’im gercek İlah. Benden başka yoktur ilah. O halde sen de yalnız Bana ibadet et. Beni anmak icin namaz eda et.” (TĂ‚ HĂ‚, 20/14)
İşte, sadece birkac misal olması bakımından meallerini verdiğim bu ayet-i kerimeler misillu pek cok beyan-ı ilahîde mutekellim-i vahde (konuşan kimsenin yalnız kendine ait fiili gosteren kelimelerin sîgası, birinci tekil şahıs) kalıbı kullanılmaktadır. Cunku, bu ifadelerde, tevhid, ibadet ve ihlas gibi hususların doğrudan CenĂ‚b-ı Hakk’ın zĂ‚tıyla alĂ‚kalı olduğuna ve bu konularda arada hicbir vasıta kabul edilemeyeceğine dikkat cekilmektedir.
Evet, Allah TeĂ‚lĂ‚’nın ZĂ‚t-ı zulcelaline mahsus mevzular anlatılırken buyuk ekseriyetle mutekellim-i vahde sîgası secilmekte ve “Ben” diye hitap edilmektedir. Fakat, CenĂ‚b-ı Hakk’ın saltanat-ı Ă‚mme hesabına hitapta bulunduğu hususlarda, azamet ifade eden “Biz” sozuyle mesele ele alınmaktadır. MevlĂ‚-yı MuteĂ‚l’in mahlukĂ‚tla konuşması, ya hususi olarak vicdanlara ilham etme yoluyla ya da nubuvvet sahibine butun insanlığı ve mahlukĂ‚tı ilgilendiren bir vahiy gonderme şeklinde olur. Bu konuşmalar ya saltanat-ı Ă‚mme hesabına umumi bir hitap veya hususi bir fertle has dairede bir konuşma şeklinde cereyan eder.
Şoyle ki, devlet adamlarından biri, yetkili bir memuruna, “Halkına karşı davranışın şoyle olsun!” der ve bunu hususi bir telefonla, hususi bir iltifat tarzında, hususi bir emirle yapar. Buradaki konuşma “Ben, senden şunu şoyle yapmanı istiyorum.” şeklinde ozel bir hitap olarak gercekleşir. Bazen de aynı şahıs, radyo veya televizyon vasıtasıyla butun halka seslenir ve “Biz hukumet olarak şoyle kararlar aldık.” der. Burada kullandığı uslup, hakimiyetin, hakimiyet-i Ă‚mme adına dili ve ağzıdır; dolayısıyla, bu defaki konuşma umumi olur.
-Teşbihte hata olmasın- Yuce Yaratıcı da, mahlukĂ‚tına bazen hususi bazen de umumi bir tarzda hitap etmektedir. Mesela, Hazreti Musa’nın hususi kurbiyet istemesi ve muşahede arzusu uzerine CenĂ‚b-ı Hak ona, “Senin Rabbin Benim! Pabuclarını cıkar! Cunku sen, kutsal vĂ‚di TuvĂ‚dasın!..” (TĂ‚hĂ‚, 20/12) buyurur. Bu hitapta butun İsrailoğullarını veya umum beşeri ilgilendiren bir emirnĂ‚me yoktur; dolayısıyla, bu muhaverede mutekellim-i vahde sîgası secilmiş ve “Ben” diye seslenilmiştir.
Fakat, Allah TeĂ‚lĂ‚, Rasûl-u Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e “Ve mĂ‚ erselnĂ‚ke illĂ‚ rahmeten li’l-Ă‚lemîn - Ey Habib-i ZîşĂ‚nım! Biz seni -başka değil- butun alemlere rahmet olarak gonderdik.” (Enbiya, 21/107) derken, “mutekellim-i maalgayr” sîgasını kullanmış ve “Biz” diye hitap etmiştir; cunku, Rahmet Peygamberi’nin (aleyhi ekmeluttehĂ‚yĂ‚) gonderilişi butun mahlukĂ‚tı ilgilendiren bir hadisedir.
Evet, KainĂ‚tın Medar-ı Fahri’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilmesi, butun varlığı alĂ‚kadar eden bir husustur; zira, inananlar O’nun sayesinde dunyevî ve uhrevî hayatlarını tanzim eder ve ebedî huzuru kazanırlar. İmanın lezzetini tadamayanlar da, hic olmazsa kufr-u mutlaktan kurtulur, kufurlerini tereddute ve şekke donuştururler; İslam’ın prensiplerinden istifade eder, hayatlarına bir olcude de olsa dengeyi, duzeni hakim kılarlar ve boylece dunyevî lezzetlerin kendileri icin butun butun acılaşıp zehir halini almasından kurtulmuş olurlar.
Habîb-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir peygamber olarak gonderilmesi ins u cinnin yanı sıra butun hayvanları ve bitkileri, hatta canlı-cansız topyekun varlığı alĂ‚kadar eder. Cunku o, butun canlıların haklarına dair prensipler getirmiştir. Kufur sebebiyle umumi bir mĂ‚temhĂ‚ne halini alan kainĂ‚t, Seyyid’ul-EnĂ‚m (aleyhissalatu vesselam) sayesinde mektubat-ı SamedĂ‚nî keyfiyetine burunmuş ve her varlık kendi seviyesine gore HĂ‚lık-ı kainĂ‚ta bir ayna olmuştur. Evet, butun mahlukĂ‚t, Rasûl-u Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) gelişiyle şereflenmiş ve değer kazanmıştır. Dolayısıyla, O’nun peygamber olarak gonderilişi butun mahlukĂ‚tı ilgilendiren bir mevzudur; bu itibarla da, O’na “Ey Rasûlum, Biz seni butun alemlere sırf bir rahmet olarak gonderdik!” şeklinde hitap edilmiştir. CenĂ‚b-ı Hak, O’nunla saltanat-ı Ă‚mme hesabına umum beşerin duyabileceği bir tarzda konuşmuş ve O’na seslenirken “Biz” ifadesini kullanmıştır.
Allah Rasûlu, (sallallahu aleyhi ve sellem) tecessum etmiş bir rahmet olduğu gibi, Kur’Ă‚n-ı Kerim de O’nun tercumanlık yaptığı hakikatleri dile getiren, butun mahlukĂ‚tın mana-yı harfî cihetinden kıymetini gosteren ve topyekun kainĂ‚tın manasını tercume eden bir kitab-ı rahmettir. Bu yuzden Hazreti MevlĂ‚, “Biz, Kur’Ă‚n-ı Kerim’i Kadir Gecesi ceste ceste indirdik.” (Kadir, 97/1) derken de yine saltanat-ı Ă‚mme hesabına hitap etmiş ve butun varlığı ilgilendiren boyle bir haberi verirken “mutekellim-i maalgayr” sîgasıyla “Biz” diye seslenmiştir.
Mufessirler, bu ceşit ayet-i kerimelerde CenĂ‚b-ı Hakk’ın, EsmĂ‚-i HusnĂ‚sı ve SıfĂ‚t-ı Subhaniyesi zaviyesinden ulûhiyet ve kibriyĂ‚sı ile hitap ettiğini ve kendi azametini, kudretini, buyukluğunu ve celĂ‚lini nazara verdiğini belirtmişlerdir. MeselĂ‚, “Hic şuphe yok ki o zikri, Kur’Ă‚n’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” (Hicr, 15/9) mealindeki Ă‚yet-i kerimenin metninde cem’ (coğul) ifade eden ve “biz” manasına gelen dort kelime vardır. Burada, hem CenĂ‚b-ı Hakk’ın kibriya ve azametinin vurgulanması bahis mevzuudur, hem de meselenin ehemmiyeti zamirlerle kuvvetlendirilmektedir. Kur’Ă‚n’ın indirilişinin ve hıfzının her kuvvetin ustunde İlĂ‚hî kudretin inayetiyle ve her kemĂ‚lin otesinde Mutlak Kemal Sahibi zĂ‚tın himayesinde gercekleşeceğini beyan sadedinde “azamet nûnu” ile “Kur’Ă‚n’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” buyurulması, indirenin buyukluk ve kudretini ifade ederken, indirilenin şanına ve kıymetine de dikkat cekmektedir. Ebu's-Suûd Efendi de, bu ayetin tefsirini yaparken, “Azamet-i şĂ‚nımız ve uluvv-i cenabımızla Kur’Ă‚n’ı Biz indirdik” manası uzerinde durmaktadır.
Fahruddin RĂ‚zi Hazretleri de, Kevser Sûresi’ndeki “Muhakkak Biz sana Kevser’i verdik” mealindeki ayet-i kerimeyi tefsir ederken, bu ilahî beyandaki “Biz” sozunden muradın, CenĂ‚b-ı Hakk’ın azametini gostermek olduğunu belirtmiştir. Kevser’i, Mahbub-u Âlem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e hediye olarak veren yerin ve goklerin sahibi CenĂ‚b-ı Hak’tır; ayrıca, hediyenin onu verenin buyukluğune gore bir kıymet ve azamet kazanacağı da muhakkaktır. Dolayısıyla burada da saltanat-ı Ă‚mme hesabına bir hitap soz konusudur.
Musebbibu’l-Esbab ve Sebepler
Bundan başka, “Biz” diye hitap edilen ayet-i kerimelerde umumiyetle, diğer manaların yanı sıra, bir de arada bir vasıta, bir vesile ve bir sebep bulunduğuna işaret vardır. MeselĂ‚, Kur’Ă‚n’ın indirildiğini haber veren Ă‚yet-i kerimelerde “Biz indirdik” buyurulur ve ayetlerin vahiy kanalıyla indirildiğine, Vahiy Meleği olarak CebrĂ‚il Aleyhisselam’ın vahye vesilelik ettiğine imada bulunulur. Binaenaleyh, az once kısaca değinilen “Hic şuphe yok ki o zikri, Kur’Ă‚n’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz!” mealindeki beyan-ı ilahîde, CenĂ‚b-ı Hakk’ın kibriya ve azametinin vurgulanmasıyla beraber, Musebbibu’l-Esbab’ın bazı icraatına sebepleri vesile kıldığına da işaret edilmektedir. Kur’Ă‚n’ı indiren de, onu koruyan da Hazreti Allah’tır. Fakat, Rabb-i Hakîm, Kur’Ă‚n’ı indirirken Hazreti CebrĂ‚il gibi bir elciyi vazifelendirdiği gibi, Yuce Kitab’ını korurken de vahiy katiplerini, onların yazdığı nushaları ve daha sonra da onun her harfine vakıf hafızları vesile olarak kullanmıştır/kullanmaktadır.
Nur Muellifi, İşĂ‚rĂ‚tu’l-İ’cĂ‚z adlı eserinde, CenĂ‚b-ı Hakk’ın, Bakara Sûresi’nin 30. ayetinde “Ben yeryuzunde bir halife yaratacağım...” derken mutekellim-i vahde sîgasıyla “Ben” şeklinde hitap ettiğini, ama hemen akabindeki 34. ayette “O vakit meleklere, ‘Âdem icin secde edin!’ dedik” ifadesinde ise mutekellim-i maalgayr kalıbıyla “Biz dedik” manasına gelen “KulnĂ‚” kelimesini kullandığını hatırlatır ve şoyle der: “CenĂ‚b-ı Hakk’ın halk ve îcat fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelĂ‚m ve hitabında vasıtanın bulunduğuna işarettir.”
Hazreti Ustad, bu değerlendirmesini başka bir misalle daha şerh ve tekit etmektedir. “İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hukmetmen icin Biz sana kitabı gerceğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik.” mealindeki Nisa Sûresinin 105. Ă‚yetinde “Biz” manasına gelen “nĂ‚” zamirinin tefsirinde şu hususa değinmektedir: “Bu ayette azamete delalet eden “nĂ‚” zamir-i cem'i, vahiyde vasıtanın bulunduğuna işaret olduğu gibi, “Allah'ın sana bildirdiği” mealindeki ifadede mufred hukmunde olan Lafz-ı CelĂ‚l, manaları ilham etmekte vasıtanın bulunmadığına işarettir.”
Âlûsî de, “Biz sana aşikĂ‚r bir fetih ve zafer ihsan ettik.” (Fetih, 48/1) mealindeki ayette “azamet nûnu” kullanılıp “Biz” dendikten sonra, “Bu da Allah’ın, senin gecmiş-gelecek butun kusurlarını bağışlaması... icindir.” (Fetih, 48/2) ifadesinde mağfiretin sadece İsm-i CelĂ‚l’e isnad edilmesini nazara verirken şu inceliği dile getirir: “Allah TeĂ‚lĂ‚, fetih ve zaferi pek cok vasıta ile mumkun kılarsa da “mağfiret” doğrudan doğruya ZĂ‚t-ı Akdes’e aittir, Gafûr u Rahîm bizzat bağışlar. Burada fetih icin vesileler bulunduğuna ama mağfiretin vasıtasız olduğuna işaret vardır. Buyuklerin şahıslarıyla alĂ‚kalı meseleleri “biz” diye mutekellim maalgayr sîgası ile ifade Ă‚detleri, kendilerinden meydana gelen fiillerin coğunlukla hizmetkĂ‚r calıştırmak şeklinde olmasındandır.”
Aslında, insanlar arasında bulunan makam ve mansıp sahiplerinin bile bir izzet, azamet ve haysiyetleri vardır ve bundan dolayıdır ki, perde arkasından ve bir takım vasıtalarla icraatta bulunurlar. Mesela, bir devlet başkanı, belediye zabıtası gibi elinde makbuz carşı-pazarı bizzat denetlemez. –Teşbihte hata olmasın– aynen bunun gibi, butun mevcudĂ‚tın tek sahip ve hĂ‚kimi Yuce Yaratıcı (celle celaluhu) da, kainĂ‚tta cereyan eden butun hadiseleri, kanun ve sebepleri perde yaparak sevk ve idare etmektedir. Zira, izzet ve azamet bunu gerektirir. “Uzerinize bulutları golge yaptık.” (Bakara, 2/57) mealindeki ayette ve benzerlerinde de ima edildiği gibi, işi yaptıran Allah TeĂ‚lĂ‚, vesilelik acısından işi yapan “Allah'ın memurları” mesĂ‚besindeki melekler ve sair esbabdır; dolayısıyla ayette “yaptık” denilmektedir. Evet, CenĂ‚b-ı Hak, kainĂ‚tta cĂ‚ri kudretinin icraatını ilan etmek ve onlar vasıtasıyla azametini bildirmek icin sebepleri istihdam etmektedir. Hazreti Ustad bu hakikati ne guzel dile getirir: “İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celĂ‚l ister ki, esbab-ı tabiî, dĂ‚menkeş-i tesir-i hakikî ola (hakikî tesirden elini ceke, icada karışmaya) kudret eserinde.”
Bu arada, CenĂ‚b-ı Hakk’ın, bazı ayetlerde boyle vasıtaları da sozun ihĂ‚tası icine alması, “biz” ifadesinin kullanıldığı yerlerde bu şekildeki bazı aracı ve vesilelerin istihdam edildiğine işarette bulunmanın yanı sıra, O’nun emre mutî ve vazîfeye duşkun kullarına ne derece muşfik ve merhametli olduğunu da gosterir. MevlĂ‚-yı MuteĂ‚l’in, o muvazzaf memurlarına da değer vererek “Biz” demesi, onların vazîfelerinden hoşnut bulunduğunu da ima etmektedir.
İlahî İsimlerin Tecellîleri
Diğer taraftan, Allah’ın sonsuz isimleri vardır. Her isim, kendi tecellîsine ma’kes olacak aynaların vucudunu gerektirir. MeselĂ‚, RezzĂ‚k ismi, rızka muhtac olanların varlığını iktiza ettiği gibi, ŞĂ‚fî ismi de hastalıkların ve o hastalıklara giriftar olanların mevcudiyetlerini ve var olmalarını ister. Bu tecellî keyfiyetini bize bakan yonuyle te’vil ederken, buna “isimlerin imdada koşması” deriz. Allah (celle celaluhu), Mucîb ismiyle darda kalanların, KĂ‚bız ismiyle gaflete dalanların, BĂ‚sit ismiyle de sıkıntıda boğulanların imdadına koşar.
CenĂ‚b-ı Hak, Kendisini bu guzel isimleriyle tanıtmakta ve bize CelĂ‚lî ve CemĂ‚lî tecellîlerini gostermektedir. Bir gulun dikenine CelĂ‚lî isimleriyle tecellî edip bize CelĂ‚lini tattırdığı gibi, gulun nazik yapraklarına da CemĂ‚lî isimleriyle tecellî etmekte ve bize CemĂ‚lini tanıttırmaktadır. Bu sırrı anlamayan bazı felsefi akımlar ve din kisveli cereyanlar CenĂ‚b-ı Hakk’ın her bir sıfat ve ismine karşılık bir Tanrı uydurma ihtiyacını duymuş, “gazap tanrısı”, “rızık tanrısı”, “yağmur tanrısı”, “şifa tanrısı”, “olum tanrısı”... gibi sayısız tanrılar edinmişlerdir. Oysa, İslam’da tevhid hakikati esastır. İşte Kur’Ă‚n-ı Kerim’in bazı ayetlerinde CenĂ‚b-ı Hakk’ın birden fazla isim ya da sıfatına işaret edildiğinden “biz” ifadesi kullanılmıştır.
Bu hususa bir misal olarak, “Biz gercekten insanı en guzel bicimde, en mukemmel sûrette yarattık.” (Tin, 95/4) mealindeki ayet-i kerime hatırlanabilir. Bu ayette, Allah TeĂ‚lĂ‚, insanı ahsen-i takvîme mazhar olarak yarattığını anlatırken “Biz” ifadesini kullanmaktadır. Cunku, insanın uzerinde CenĂ‚b-ı Hakk’ın pek cok ism-i şerifi tecellî etmektedir; insan, butun yuce manalar kendisinde toplanmış bir fihrist gibidir. Bundan dolayıdır ki, Hazreti Ali (radiyallahu anh) insanın mahiyetindeki ulvîliğe bakarak ona seslenir ve “Kendini kucuk bir cirim goruyorsun; halbuki butun Ă‚lemler sende gizlidir. Sen butun hakĂ‚ike bir fihristsin.” der. M. Akif, Hazreti Ali’ye isnad edilen bu sozu serlevha yaptığı bir şiirinde insana şoyle seslenir:
“HaberdĂ‚r olmamışsın kendi zĂ‚tından da hĂ‚lĂ‚ sen,
"Muhakkar bir vucûdum!" dersin ey insan, fakat bilsen.
Senin mĂ‚hiyyetin hattĂ‚ meleklerden de ulvîdir:
AvĂ‚lim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir:
Zeminlerden, semĂ‚lardan taşarken feyz-i RabbĂ‚nî,
Olur kalbin tecellî-zĂ‚r-ı nûrĂ‚-nûr-i YezdĂ‚nî.
Musaggar cirmin amma gĂ‚ye-i sun'-i İlĂ‚hîsin;
Bu haysiyyetle pĂ‚yĂ‚nın bulunmaz, bîtenĂ‚hîsin!”
Evet, insan boyle mukemmel yaratılmış bir varlıktır ve o, HĂ‚lık-ı Kerim’in pek cok isminin aynasıdır. Bu acıdan, CenĂ‚b-ı Hak, insanın yaratılışını ZĂ‚t-ı zulcelalinin kemĂ‚l-i azĂ‚metini ifade eden “Biz” sozuyle anlatmaktadır. Ayrıca, bu hitapta, insanın hilkatinde de bir vasıta ve vesileden bahsedilebileceği ima edilmektedir. İzzet ve azamet sahibi MevlĂ‚-yı MuteĂ‚l, insanın yaratılışında da anne-babayı vasıta kılmış, onları dest-i kudretine perdedar yapmıştır.
Son bir husus da şudur ki, CenĂ‚b-ı Hak butun azamet ve izzetiyle beraber “biz” ifadesini kullanarak bize bir de edep oğretmektedir. Hic ihtiyacı yokken, vesile ve sebeplere de soz hakkı verdiğini beyan buyurmakta, “ben, ben” deyip duran egoist nefislere benliği bırakıp “biz” demenin gereğini talim etmektedir. “Yaptım”, “ettim”, “cattım”, “kurdum”... demek suretiyle surekli kendisini nazara veren kimselere, şahs-ı manevînin bir ferdi olma ve kolektif şuurla hareket etme ufkunu gostermektedir. Malum olduğu uzere, HĂ‚lık-ı Kerim, Hazreti Adem’in (aleyhisselam) yaratılması hususunda meleklerle adeta istişare etmiştir; oysa meşveret etmek, aklı ve ilmi sınırlı olanlara mahsustur. Bu meseleyi değerlendiren Hazreti Ustad, “CenĂ‚b-ı Hakk’ın meleklerle istişare etmesi, insanlara istişare yapmaları hususunda bir ders vermek icindir; yoksa, Allah muşavereden munezzehtir” buyurmaktadır. İşte, Allah TeĂ‚lĂ‚’nın meleklerle istişare etmesinde istişareyi talim buyurması soz konusu olduğu gibi, bazı ayetlerde “biz” demesinde de kullarına kendini nefyetme ve tevazuyu esas edinme dersi verdiği duşunulebilir.
Her meselenin en doğrusunu ve hakikatini Allah bilir...
Fethullah GULEN
__________________