Osmanlı pĂ‚dişĂ‚hlarından KĂ‚nûnî SultanSuleymĂ‚n HĂ‚n zamĂ‚nında, Bursa’da yaşayan buyuk velîlerden. 1490 [H.895] senesinde Bursa’da doğdu. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed Efendidir. UftĂ‚de lakabıyla meşhûr oldu. Bursa’nın ceşitli cĂ‚milerinde muezzin ve imĂ‚m olarak vazife yaptı. 1581 [H.989] daBursa’da vefĂ‚t etti. Muhammed UftĂ‚de yeni doğduğunda, annesi bir ruyĂ‚ gordu. Cocuğu buyuk bir sut deryĂ‚sında yuzuyordu. TelĂ‚şla uyanıp, ruyĂ‚yı kocasına anlattı. O da; “Oğlumuz buyuyunce, inşĂ‚allah cok buyuk bir Ă‚lim ve velî olacak.“ diye tĂ‚bir etti.



Mehmed Efendi, daha kucuk yaşta bulunan oğlu Muhammed UftĂ‚de’yi, ipek satan bir tuccarın yanına calışmaya verdi. Muhammed UftĂ‚de, orada calışmaya başladı. Fakat bir hafta icinde, ustası ve babası vefĂ‚t edince, cocuk yaşta Ă‚ilesinin gecim yukunu omuzuna aldı. Hem calışıyor, annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtĂ‚c olmadan gecinmelerini sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursa’daki medreselere gidip gelerek, zĂ‚hirî ilimleri oğrenmeye gayret ediyordu. Seneler sonra, zĂ‚hirî ilimleri oğrenerek, Bursa Ulu CĂ‚miinde muezzinlik yapmaya başladı. Sonra Doğan Bey CĂ‚miine imĂ‚m oldu. Senelerce bu vazifeyi yaparak, insanların ibĂ‚detlerini doğru yapmasına vesîle oldu. MuhammedUftĂ‚de’nin, Ulu CĂ‚mii medheden bir beyti, cĂ‚minin batı kapısı cevresinde hĂ‚len yazılıdır. Arabî olan beyt şoyledir:

“YĂ‚ cĂ‚mi’al-kebîr ve yĂ‚ mecma’alkibĂ‚r,
TûbĂ‚ limen yezûruke fil-leyli vennehĂ‚r.“

MĂ‚nĂ‚sı:

Ey Ulu cĂ‚mi! Ey buyuklerin toplandığı yer!

Seni gece-gunduz ziyÂret edenlere olsun mujdeler!

Bir gun ruyĂ‚da Seyyid Emîr BuhĂ‚rî hazretlerini gordu. “Bizim cĂ‚mide vĂ‚z ve nasîhat eyle!“ emri uzerine, sabahleyin Emîr BuhĂ‚rî CĂ‚miinde vĂ‚z ve nasîhate başladı.

Muhammed UftĂ‚de, uzun boylu, muşfik bakışlı, devamlı tebessum hĂ‚linde olan bir zĂ‚ttı. Gorunuşu ile etrĂ‚fındakilere guven ve îtimĂ‚d telkin eder, herkesin takdîrine mazhĂ‚r olurdu. Kur’Ă‚n-ı kerîm okurken, guzel sesinde sanki ağlıyormuş hĂ‚li muşĂ‚hede edilirdi. Kimsenin kalbini kırmaz, kalb kırarım korkusuyla kendine hakĂ‚ret edenlere bile hic karşılık vermezdi.CĂ‚miye sabah herkesten once gider, yatsı namazından sonra orada gece gec vakitlere kadar ibĂ‚det ederdi. BĂ‚zı geceler evine giderken, ıssız sokaklarda bir sarhoşa rastlasa, ona yardım ederek evine kadar gotururdu. Herkese yardım ettiği icin, Bursalılar onu cok severdi.

Vakitlerini hep ibĂ‚det yaparak geciren Muhammed UftĂ‚de, tasavvuf buyuklerinin yolunda bulunmayı arzu ettiğinden, bir velînin yanında yetişmeyi cok isterdi. Bu sebeple, boyle bir velîyi hep arar dururdu. Bir gun Karacabeyli Hızır Dede isminde bir velînin Bursa’ya geldiğini ve Ulu CĂ‚minin yanında ikĂ‚met ettiğini oğrendi. Huzûruna varıp, talebesi olmak istediğini bildirdi. O da kabûl ederek, Muhammed UftĂ‚de’yi yetiştirmeye başladı. Muhammed UftĂ‚de, hocasının verdiği her vazifeyi en guzel şekliyle yaparak hizmet ediyordu. Nefsini terbiye etmek icin, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapıyordu. Haramlardan şiddetle kacıyor, şupheli korkusuyla mubahların bile fazlasını terkediyordu. Bu şekilde hocası Hızır Dede’nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla calıştı. Onun vefĂ‚tından sonra da Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin rûhĂ‚niyetinden istifĂ‚de ederek kalb gozu acıldı, kemĂ‚le gelip olgunlaştı. Her nefes alıp vermesinde Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd eder, cenĂ‚b-ı Hakk’ı bir an olsun hatırından cıkarmazdı. Luzumsuz hic konuşmazdı. Konuştuğu zaman da hikmetler sacar, dinleyenlerin herbiri, kĂ‚biliyeti kadar istifĂ‚de ederdi. Onun bu konuşmalarını talebesi Azîz Mahmûd HudĂ‚yî VĂ‚kı’Ă‚t adlı eserinde topladı.

Muhammed UftĂ‚de, hocasından sonra talebeleri yetiştirmek uzere dergĂ‚hta ders vermeye başladı. Onların en iyi şekilde yetişmesi icin gayret gosteriyor, hocasının kendisini yetiştirdiği gibi onları irşĂ‚d ediyordu.

Muhammed UftĂ‚de hazretlerini sevenlerden fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek parası olmadığı icin de bu arzusuna nĂ‚il olamazdı. Uzuntusunden hic yuzu gulmez, gozleri hep hacca gidenlerin yolu uzerine takılır kalırdı. Hanımı, yuzu gulmeyen kocasının bu hĂ‚line cok uzulurdu. Yine bir sene parası olmadığı icin hacca gidemeyen bu fakir, hanımına; “Eğer bu sene de hacca gidemezsem, seni uc talak ile boşadım.“ dedi. Gunler gecti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir duşuncedir aldı. Hacca gidemezse, hanımı boş olacaktı. Bir yerden de borc bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı bir gun, aklına Muhammed UftĂ‚de geldi. Hemen huzûruna gidip, ağlayarak durumunu anlattı. Muhammed UftĂ‚de; “Bizim Eskici Mehmed Dede’ye git, bizim selĂ‚mımızı soyle. O seni hacca goturup derdine dermĂ‚n olur.“ buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrıldı, suratle Mehmed Dede’nin dukkanına koştu. Mehmed Dede’ye hocasının selĂ‚mını soyleyip, derdini anlattı.Mehmed Dede; “Ey fakir! Gozlerini kapa. Ac demeden sakın acma!“ dedi. Fakir gozlerini actığında, kendilerini Mekke’de buldular. Mehmed Dede, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, fakiri bir anda kerĂ‚met gostererek Hicaz’a goturmuştu. O gun, Arefe idi, hacılar Arafat’a cıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat’a cıktılar. Ertesi gunu KĂ‚be-i muazzamayı tavaf ettiler. ZiyĂ‚ret yerlerine gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşehrileri olanMehmed Dede’yi ve fakiri gorunce sevindiler. Fakir, birkac hediye alıp, bir kısmını goturmeleri icin hemşehrisi olan hacılara emĂ‚net etti. VedĂ‚laşarak ayrıldılar. Aynı şekilde bir anda Mekke-i mukerremeden Bursa’ya geldiler. Fakir, getirdiği bĂ‚zı hediyelerle eve gelince, hanımı, birkac gundur eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; “Sen beni boşamadın mı? Hangi yuzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?“ dedi. Kocası da; “Hanım ben hacdan geliyorum. İşte bu getirdiklerimi de Mekke’den aldım.“ dediyse de, kadın; “Bir de yalan soyluyorsun. Uc-beş gun icinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim.“ dedi. KĂ‚dıya giderek durumu anlattı ve; “NikĂ‚hımızın feshedilmesini istiyorum. Cunku nikĂ‚hsız yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum.“ dedi. O sırada Bursa kĂ‚dılığına Azîz Mahmûd HudĂ‚yî bakıyordu. KĂ‚dı, hanımın kocasını mahkemeye cağırtarak onu da dinledi. Fakir, hacca gittiğini, KĂ‚be-i muazzamada tavĂ‚f edip, ziyĂ‚ret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla goruşup, getirmeleri icin emĂ‚net eşyĂ‚ verdiğini iddiĂ‚ etti. Bu sebeple boşanmanın vĂ‚ki olmadığını soyledi. Fakir, Mehmed Dede’yi şĂ‚hid gosterdi. Mehmed Dede de; “Şeytan, Allahu teĂ‚lĂ‚nın duşmanı olduğu hĂ‚lde, bir anda dunyĂ‚nın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de, bir velînin bir andaKĂ‚be’ye gitmesi nicin kabûl edilmez?“ dedi. KĂ‚dı hayret ederek, mahkemeyi diğer hacıların geleceği gunlerden birine tehir etti. Aradan gunler gecti. Bursalı hacılar hacdan donduler. Mahkeme gununde de, şĂ‚hid olarak fakirin hac vazifesini yaptığını, hattĂ‚ emĂ‚net verdiği şeyleri getirdiklerini bildirdiler. KĂ‚dı, şĂ‚hidlerin verdiği ifĂ‚de ile, dĂ‚vĂ‚cı hanımın nikĂ‚hı feshetme isteğini reddetti. Boylece, boşanma hĂ‚disesi olmadı.

KĂ‚dı Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Efendi, bu hĂ‚disenin gunlerce etkisinden kurtulamadı. NihĂ‚yet Eskici Mehmed Dede’nin yanına gidip; “Beni talebeliğe kabûl buyurmanız icin gelmiştim.“ deyince, o da; “Nasîbiniz bizden değil, UftĂ‚de’dendir. Onun huzûruna giderek murĂ‚caatınızı bildirin.“ dedi. Kadı, evine gitti. Hizmetcisine atının hazırlanmasını emretti. Kendisi de sırmalı kaftanını ve sarığını giyerek, hazırlanan atına bindi. Yanına seyisini de alıp, UftĂ‚de hazretlerine gitmek uzere yola cıktı. Bugunku Molla FenĂ‚rî CĂ‚miinin doğu tarafındaki sokağa geldiğinde, atının ayaklarının, bileklerine kadar kayalara saplandığını gordu. Butun uğraşmalarına rağmen atı ileri suremedi. (Bu kayanın Uckuzular semtinde olduğu da soylenmektedir.) Atından indi. Sırmalı kaftanıyla, UftĂ‚de’nin dergĂ‚hına doğru yurudu. DergĂ‚ha vardığında, eski bir hırka giyen ve bahceyi capalayan UftĂ‚de hazretlerini gordu. UftĂ‚de, gelenleri gorunce doğruldu ve; “Ey KĂ‚dı efendi! HerhĂ‚lde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır, biz de, fakirlik kapısının kuluyuz. HĂ‚lbuki sen varlık sĂ‚hibisin. Bu hĂ‚lde ikimiz bir araya gelip bağdaşamayız. Senin ilmin, malın, mulkun, şĂ‚nın ve mĂ‚mur bir dunyĂ‚n var. Bizim gibi kulların, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka hicbir şeyi yoktur.“ buyurdu. Bu sozler, KĂ‚dı Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’ye o kadar tesir etti ki, gozlerinden iki sıra yaş dokulduğu hĂ‚lde; “Efendim! Her şeyimi mubĂ‚rek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Yeter ki, talebeniz olabilmekle ve hizmetinizi gormekle şerefleneyim. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım.“ dedi. Bu samîmî istek uzerine, UftĂ‚de hazretleri tĂ‚ne tĂ‚ne buyurdu ki: “Ey Bursa kĂ‚dısı! KĂ‚dılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gun de dergĂ‚ha uc ciğer getireceksin!“ Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine soz veren KĂ‚dı, derhĂ‚l kĂ‚dılığı bırakıp, ciğer satmaya başladı. Aldığı ciğerleri Bursa sokaklarında; “Ciğerci! Ciğerciiii!“ diye bağırarak satıyordu. Bursalıların hayret dolu bakışlarına, kadınların ve cocukların alay etmelerine hic aldırmıyordu. Onu gorenler; “Bursa kĂ‚dısı Azîz Mahmûd HudĂ‚yî aklını oynatmış, tımarhĂ‚nelik olmuş!“ diyorlardı. Bu şekilde nefsini kırıp, rûhunu yukseltmek icin her turlu alaya alınmaya katlanıyordu. Her akşam UftĂ‚de’nin huzûruna geldiğinde, hocası; “Bugun ne yaptın, ciğerleri satabildin mi?“ diye soruyor, o da, o gunku olup bitenleri anlatıyordu. UftĂ‚de, bu şekilde yeni talebesinin nefsini kırıp terbiye ettikten sonra,Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’yi, dergĂ‚hta helĂ‚ temizleme işinde calışmak uzere vazifelendirdi. Onu husûsî sohbetleri ve teveccuhleri ile yetiştirmek, evliyĂ‚lık makamlarında yukseltmek icin uğraştı. Nefsini terbiyede, kısa zamanda diğer talebelerden cok ileri gectiğini gordu. Uc sene sonra ona icĂ‚zet, diploma verdi. Yerine halîfesi, vekîli olduğunu bildirdi.

Osmanlı SultĂ‚nı Ucuncu MurĂ‚d HĂ‚n ileUftĂ‚de, bir gun sohbet ediyorlardı. Bir ara UftĂ‚de, gorunuşte luzûmsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı. MubĂ‚rek yuzunun rengi, hĂ‚lden hĂ‚le giriyordu.Sonra eliyle bir yer sıvarmış gibi yaptı. PĂ‚dişĂ‚h, Ă‚niden yapılan bu hareketlere once bir mĂ‚nĂ‚ veremedi. Sonra UftĂ‚de’nin elinin siyahlaştığını gorunce; “Efendi hazretleri! Nicin boyle hareketler yapmaya başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebep nedir?“ diye sordu. O da; “SultĂ‚nım! Tebeanızdan bir balıkcı tayfası Karadeniz’in sularında balık tutuyordu. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istedikleri icin biz de imdĂ‚dlarına yetişerek, teknelerini tĂ‚mir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdulillah muslumanların boğulmaktan kurtulmasına vesîle olduk.“ buyurdu.

UftĂ‚de hazretleri bir gun talebeleriyle kıra gitti. Bir pınar başında oturup sohbete başladılar. Vakit ilerlemişti. Talebelerin bĂ‚zıları acıktıklarından; “Hocamız musĂ‚ade etse de bir yemek yesek.“ diye gonullerinden gecirdiler. Onların bu duşuncelerini anlayan UftĂ‚de; “YĂ‚ Rabbî! Bu talebelerime bir sini yemek ihsĂ‚n eyle!“ diyerek icinden duĂ‚ etti. O anda ortaya, getireni gorunmeyen bir sini yemek kondu. UftĂ‚de, talebelerine; “Haydi evlĂ‚tlarım, yemeklerimizi yiyelim.“ buyurdu. Besmele cekilerek yemek yendikten sonra, sini Ă‚niden kayboldu. İleri gelen talebelerinden KemĂ‚l Dede; “Sini, suyun icine girdi!“ diyerek sininin peşinden suya girmeye başladı. UftĂ‚de; “Suyun icine sakın girme!“ diyene kadar, KemĂ‚l Dede suyun icinde eli kılıclı iki kişinin kendisine doğru hucûm ettiğini gordu. Hızla sudan cıkarak hocasının yanına koştu. HĂ‚diseyi gorenler şaşırıp kaldılar.

Bir gunUftĂ‚de hazretlerine bir kadın gelip; “Efendim! Bir oğlum vardı. Hicbir sucu olmadığı hĂ‚lde iftirĂ‚cıların şikĂ‚yeti ile hapse attılar. Hakkımızı arayacak kimsemiz yok. Ne olur bir duĂ‚ buyurun da, oğlumun sucsuz olduğu anlaşılsın.“ dedi. Bunu derken, kadının iki gozunden ceşme gibi yaş akıyordu. Kadının bu hĂ‚line dayanamayan UftĂ‚de, ellerini acarak Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etti. Kadına donerek; “Evinize gidebilirsiniz.“ buyurdu. Kadın, merak icinde eve geldiğinde, oğlunun evde oturduğunu gordu. Oğlunun hasretiyle yanan kadın, evlĂ‚dına sarılıp gozlerinden optu ve; “Yavrucuğum! Seni hapishĂ‚neden nasıl oldu da bıraktılar?“ deyince, oğlu; “Ben de nasıl olduğunu bilemiyorum. HapishĂ‚nede otururken, bir anda bir el beni evimize koydu. Şaşırıp kaldım.“ dedi. Kadın, bunun UftĂ‚de hazretlerinin bir kerĂ‚meti olduğunu anladı.

UftĂ‚de hazretleri, bir gun katırına binmiş evine giderken, onune ihtiyĂ‚r bir zĂ‚t cıkıp, borclu olduğunu, yaşlılık sebebiyle calışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi. Sonra da bir miktar para istedi. UftĂ‚de, adamın hĂ‚line acıdı ve; “Kimseye soylemezsen borcunu vereyim.“ buyurdu. Adam soz verince, UftĂ‚de; “Şu taşı kaldır ve altındakileri al!“ dedi. Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı gorunce, hayret ederek hepsini cebine doldurdu. UftĂ‚de hazretlerine teşekkur ederek ayrıldı. Parayı saydığında, tam borcu kadar olduğunu gordu. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tamĂ‚h ederek tekrar o taşın yanına geldi. Buyuk bir heyecanla taşı kaldırdığında, hicbir şey bulamadı. Bu işin, UftĂ‚de’nin bir kerĂ‚meti olduğunu anladı. Huzûruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.

Bir gun Yalova’dan İstanbul’a bir gemi gidiyordu. İstanbul’a yaklaştıkları sırada, şiddetli bir ruzgĂ‚r esmeye, dalgalar gittikce buyumeye, gemiye şiddetle vurmaya başladı. Dalgaların vuruşundan tahtalar gıcırdıyordu. Gemi, koca denizde bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalıyor, devrilecek gibi oluyordu. Yolcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Herkes geminin bir tarafına birikince, tehlike daha da buyudu. Kaptan, yolcuları teskîn etmeye calışıyor ve herkesin yerinde oturmasını tavsiye ediyordu. Herkes birbiriyle helĂ‚lleşiyor ve şimdiye kadar işlediği gunahlarına tovbe ediyordu. BĂ‚zıları da, kurtulmaları icin adakta bulunuyordu. Yolcuların arasındaki bir genc, FĂ‚tiha-i şerîfe ve İhlĂ‚s sûrelerini okuyarak, hĂ‚sıl olan sevĂ‚bı; Peygamber efendimizin, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın, evliyĂ‚nın, Ă‚limlerin ve zamĂ‚nın velîlerinden UftĂ‚de hazretlerinin rûh-ı şerîflerine hediye etti. Sonra da; “YĂ‚ hazret-i UftĂ‚de! Himmetinizi, yardımınızı istirhĂ‚m ediyorum.“ dedi. O anda, uzaklardan bir karaltı peydĂ‚ oldu. Yaklaştıkca, bunun bir insan olduğunu, suyun uzerinde suratle kendilerine doğru geldiğini gorduler. Onun yuruduğu yerlerde dalgalar hemen sĂ‚kinleşiyordu. NihĂ‚yet o zĂ‚t geminin yanına geldi ve gemiyi eliyle bir mikdĂ‚r tuttuktan sonra, geminin onunden yurumeye başladı. Yuruduğu yerlerde deniz durgunlaşıyordu. Bir muddet sonra gozden kayboldu. Kaptan, o kimsenin su uzerinde gittiği istikĂ‚mete gore, geminin dumenini ayarladı. Bir muddet sonra, selĂ‚metle sĂ‚hile vardılar. Herkes bu hĂ‚dise karşısında şaşırıp kaldı. SĂ‚dece o delikanlı şaşırmamıştı. Yolcular sĂ‚hile cıktıklarında, bir kimse karşılarına cıkıp onlara; “Ey yolcular! UftĂ‚de hazretlerinin selĂ‚mı var. Sağ olduğum muddetce, bu sırrı kimseye soylemesinler diye bana emretti.“ dedi.

Bir kış gunu akşamı,UftĂ‚de hazretleri talebelerini toplamış sohbet ediyordu. Bir ara; “Dostlarım! Canımız tĂ‚ze uzum istedi. Acaba bulmak mumkun mudur?“ buyurdu.Talebeler iclerinden; “Bu kış gunu, bu karda tĂ‚ze uzum olur mu?“ diye duşunurlerken, Azîz Mahmûd HudĂ‚yî de kendi kendine; “MĂ‚demki bu sozu hocam soyledi, mutlakĂ‚ bunda bir hikmet vardır.“ diye duşunerek ayağa kalktı ve; “Efendim! MusĂ‚ade ederseniz bendeniz getireyim.“ dedi.MusĂ‚ade edilince sepeti aldığı gibi Bursa’nın Cekirge mevkiindeki bağa gitti.Bağ, karlar altında idi. Bir asma cubuğunun uzerinden karları temizlediğinde, salkım salkım uzumler gordu. Bunun hocası UftĂ‚de’nin bir kerĂ‚meti olduğunu anlayıp, uzumleri sepete koymaya başladı.Asmadaki uzumler bittiğinde, sepet de ağzına kadar dolmuştu. Sepeti omuzuna alarak dergĂ‚ha doğru yurudu. Hızlı hızlı yururken, birden ayağı kaydı ve bir cukura duştu. Cukur derin olduğundan, cıkmak icin cok uğraştıysa da başaramadı.CĂ‚resiz kalınca hocası UftĂ‚de’den yardım istemek hatırına geldi ve icinden; “İmdĂ‚t! YĂ‚ mubĂ‚rek hocam!“ der demez, cukurun başından bir ses; “Ey Mahmûd! Uzat elini de yukarı cekeyim.“ dedi. Bu sesin sĂ‚hibine baktı, fakat tanıyamadı. Cukurun başındaki kimsenin kendisine gulumsediğini gordu. Utanarak elini uzattı. Yukarı cıktığında o kimseyi goremez oldu. Yine sepeti omuzuna alarak dergĂ‚ha doğru suratle gitti. Hocasının huzûruna vardığında sohbet devĂ‚m ediyordu. Omuzunda uzum dolu sepeti goren talebeler şaşırıp kaldılar. UftĂ‚de hazretleri, yardım edeninHızır aleyhisselĂ‚m olduğunu soyledi. Talebeler hocaları UftĂ‚de’nin, Allahu teĂ‚lĂ‚nın katında yuksek bir velî olduğunu ve Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’nin hocalarına olan teslîmiyetini bir kere daha anladılar.

Bir gun UftĂ‚de, talebeleriyle kıra cıkmıştı. Talebeler hocalarına takdim etmek uzere, ciceklerden demet yaparak huzûra getirdiler. Herkesin ciceğini kabûl eden UftĂ‚de, Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’nin getirdiği kırık saplı ciceği gorunce; “EvlĂ‚dım! Butun arkadaşların demet demet cicek getirdikleri hĂ‚lde, sen nicin sapı kırık bir cicek getirdin?“ diye sordu. HudĂ‚yî de; “Efendim, zĂ‚t-ı Ă‚linize ne takdim etsem azdır. Fakat hangi ciceği koparmak icin eğilsem, o ciceğin; Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikrettiğini gordum. Ancak, bu gorduğunuz sapı kırık ciceğin zikredemediğini gorunce, onu size getirdim. Kusûrumu bağışlamanızı istirhĂ‚m ederim“ dedi. Bu cevap, UftĂ‚de hazretlerinin cok hoşuna gitti ve Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’ye hayır duĂ‚larda bulundu.

Muhammed UftĂ‚de hazretleri, 1581 (H.989) senesinde Bursa’da hastalandı. Talebelerini başına toplayıp, onlara son nasîhatlerini yaptıktan sonra, Kelime-i şehĂ‚det getirerek vefĂ‚t etti. Sağlığında kendi yaptırdığı cĂ‚minin bahcesine defnedildi. Mezarının uzerine turbe yapıldı. Sandukasının başucundaki levhada şu şiir yazılıdır:

BĂ‚ğ-ı aşkın andelibi, hazret-i UftĂ‚de’dir.
Dertli Ă‚şıklar tabîbi, hazret-i UftĂ‚de’dir.

VĂ‚sıl-ı kĂ‚mil odur, tevhîd-i ZĂ‚ta şubhesiz,
Gosteren rĂ‚h-ı HudĂ‚yı hazret-i UftĂ‚de’dir.

Eyleyen rûhundan istimdĂ‚d erişir matlûba,
Halleden her muşkilĂ‚tı, hazret-i UftĂ‚de’dir.

Sıdkile ol HudĂ‚î eşiğinde dĂ‚imĂ‚,
Bil hakîkat kutb-ul-aktĂ‚b hazret-i UftĂ‚de’dir.

UftĂ‚de’nin; Hutbe Mecmûası ve DîvĂ‚n adlı iki eseri vardır.

UftĂ‚de hazretlerinin yazdığı ve halk arasında meşhûr olan bir şiiri:

Hakka Ă‚şık olanlar,
Zikrullahtan kacar mı?
Ârif olan cevheri,
Boş yerlere sacar mı?

Gelsin mÂrifet olan,
Yoktur sozumde yalan,
EmmÂreye kul olan,
Hayr u şerri secer mi?

Gercek bu soz yÂrenler,
Gordum demez gorenler,
KerÂmete erenler,
Gizli sırrın acar mı?

UftĂ‚de yanıp tuter,
Bulbuller gibi oter,
Dervişlere taş atan,
ÎmĂ‚n ile gocer mi?

MESNEVÎ OKUT

UftĂ‚de hazretleri, dergĂ‚hta talebelere ders verdiği zamanlarda, bir gece ruyĂ‚sında MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî’yi gordu. MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî buyurdu ki: “Talebelere bizim Mesnevî’den de okutunuz!“ O da; “Farscayı bilemiyorum.“ deyince, MevlĂ‚nĂ‚ hazretleri; “Sen başla bir kere, Allahu teĂ‚lĂ‚ yardım eder.“ buyurdu. Ertesi sabah, hic FĂ‚risî bilmediği hĂ‚lde, kırk yıldır Farsca tahsîli gormuş gibi Mesnevî’den vĂ‚z ve nasîhat vermeye başladı.

BURSA’DAN KÂBE’Yİ SEYRETTİ

Bir ikindi vaktinde, MuhammedUftĂ‚de’nin yanına yaşlı bir kimse geldi. “Efendim! Bu sene cocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifelerimizi yaptıktan sonra, maddî gucum olmadığı icin onları getiremedim. Yanlarına bir mikdar para bıraktıktan sonra, kendim geldim. Eğer onları buraya getirmek mumkunse, getirmenizi istirhĂ‚m edecektim.“ diye yalvardı. UftĂ‚de de; “Sağlığımda kimseye soylemezseniz getirelim.“ buyurdu. Hacı da soylemeyeceğine soz verince, UftĂ‚de hazretleri adamın yonunu kıbleye doğru cevirdikten sonra; “Şimdi bakınız! KĂ‚be-i muazzamanın yanındaki namaz kılan şu kimseler hanımın ve cocukların değil mi?“ buyurdu. Adam hayretle binlerce kilometre uzakta bulunan KĂ‚be’nin yanındaki cocuklarını gordu. UftĂ‚de, namaz kılan cocuklara hitĂ‚b ederek; “Annenizle birlikte, Harem-i şerîfin dışındaki deveye binip acele geliniz!“ buyurdu. Cocuklar, namazlarını bitirir bitirmez annelerini aldılar ve dışarı cıktılar. Dışarda bir devenin beklediğini gorduler. Ucu birden deveye binip Bursa’ya doğru surduler. Devenin her adımı, gozun gorebildiği uzaklığı katediyordu. Kısa bir zaman sonra deve, cocuklarla birlikte yanlarına geldi. UftĂ‚de, deveye bir şeyler soyleyince, birden kayboldu. O, hacıya da; “Bunu sakın kimseye soyleme!“ diye tekrĂ‚r tenbih eyledi.

1) MenĂ‚kıb-ı UftĂ‚de (Selîmağa KutuphĂ‚nesi, HudĂ‚yî bolumu No: 982)
2) ŞakĂ‚yik-ı Nu’mĂ‚niyye Zeyli (AtĂ‚î s.357
3) OsmanlıMuellifleri; c.1, s.22
4) KitĂ‚b-ı Silsile-i İsmĂ‚il Hakkı; s.79
5) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; c.2, s.362
6) YĂ‚digĂ‚r-ı Şemsî; s.27
7) VĂ‚kı’Ă‚t
8) LemezÂt; vr. 187 b
9) KĂ‚mûs-ul-A’lĂ‚m; c.2, s.999
10) Guldeste-i RiyĂ‚z-ı İrfĂ‚n; s.109
11) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (50. Baskı) s.1107
12) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.12


EVLİYALAR ANSİKLOPEDİSİ
__________________