Giriş
Evrim teorisi, 150 yıldır gundemdedir ve insanların dunyaya bakış acılarını derinden etkilemektedir. Onlara, bu dunyaya tesadufler sonucunda gelmiş bir "hayvan turu" oldukları yalanını telkin etmektedir. Dahası, yaşamın tek kuralının bencil bir yaşam mucadelesi ve ayakta kalma savaşı olduğunu empoze etmektedir. Bu telkinlerin etkileriyse 19. ve 20. yuzyıllarda acıkca gorulebilir: İnsanların giderek daha fazla bencilleşmesi, toplumlarda ahlaki curumenin, cıkarcılığın, acımasızlığın, şiddetin hızla yayılması, faşizm ve komunizm gibi totaliter ve kan dokucu ideolojilerin gelişmesi, dinsizleşen insanların sosyal ve bireysel buhranlar icinde kıvranması...
Evrim teorisinin bu sosyal sonuclarını diğer kitaplarımızda inceledik. (Bkz. Harun Yahya, Darwinizm'in İnsanlığa Getirdiği Belalar, Komunizm Pusuda, Darwinizm'in Karanlık Buyusu, Darwinizm Dini ve Darwin'in Turk Duşmanlığı, Vural Yayıncılık) "Bilimsellik" iddiasında olan bu teorinin gercekte hicbir bilimsel dayanağı olmadığını, koru korune savunulan senaryo ve hurafelerden ibaret olduğunu da diğer pek cok eserimizde ortaya koyduk.
Evrim teorisinin ic yuzunu oğrenmek ve 150 yıldır dunyada sistemli bir bicimde şiddeti, vahşeti, acımasızlığı, catışmayı korukleyen "dunya goruşu"nu tanımak isteyenler, mutlaka bu eserlere başvurmalıdır.
Bu kitapta ise evrim teorisinin bilimsel gecersizliğini daha genel bir duzeyde ele alacağız. Toplumda yaygın olarak merak edilen ve cevapları tam manasıyla bilinmeyen sorular ile evrimcilerin bu konulardaki iddialarını cevaplandıracağız. Burada verdiğimiz cevapların daha detaylı bilimsel acıklamaları Evrim Aldatmacası, Hayatın Gercek Kokeni, Evrimcilerin Yanılgıları, Evrimcilere "Net Cevap" gibi kitaplarımızda bulunabilir.
1. EVRİM TEORİSİ NEDEN BİLİMSEL VE GECERLİ BİR TEORİ DEĞİLDİR?
Evrim teorisi, yeryuzundeki canlılığın tesadufler sonucunda, doğal şartlarla kendiliğinden meydana geldiğini savunur. Bu teori bilimsel bir kanun, ispatlanmış bir gercek değil, bilimsellik kisvesi altında toplumlara empoze edilmeye calışılan materyalist bir dunya goruşudur. Modern bilim tarafından her alanda yalanlanan bu teorinin en buyuk dayanakları ise birtakım hile, sahtekarlık, carpıtma, aldatmaca ve goz boyamalardan oluşan telkin ve propaganda yontemleridir.
19. yuzyılın ilkel bilim anlayışıyla hayali bir varsayım olarak one surulen evrim teorisi bugune kadar hicbir bilimsel bulgu veya deney tarafından doğrulanamamıştır. Tam tersine, teorinin iddialarını doğrulamak icin başvurulan tum yontemler boyle bir teorinin gecersizliğini kanıtlamıştır.
Darwin doneminde hucrenin kompleks yapısı hakkında hicbir şey bilinmiyordu.
Ancak, coğu insan bugun bile bu teoriyi, aynen yercekimi kanunu ya da suyun kaldırma gucu gibi ispat edilmiş bilimsel bir gercek sanır. Cunku başta da belirttiğimiz gibi, evrimin topluma yansıtılan yuzu gercek yuzunden cok farklıdır. Pek cok kimse, son cırpınışlarla ayakta tutulmaya calışılan bu teorinin ne kadar curuk temellere dayandığını ve bilim tarafından nasıl her aşamada yalanlandığını bilmez. Evrimcilerin desteksiz varsayımlar, taraflı, gercek dışı yorumlar, carpıtmalar, aldatmacalar, hayali cizimler, psikolojik telkin yontemleri, sayısız sahtekarlık ve goz boyama tekniklerinden başka bir dayanakları yoktur.
Bugun biyoloji, paleontoloji, genetik, biyokimya, mikrobiyoloji gibi bilim dalları, canlılığın hicbir şekilde tesadufler ve doğa şartları sonucunda kendiliğinden meydana gelemeyeceğini kanıtlamıştır. Canlı hucresi, bilim dunyasının ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugune kadar karşılaştığı en kompleks yapı unvanını korumaktadır. Modern bilim, tek bir canlı hucresinin dahi buyuk bir şehirden cok daha kompleks bir yapıya ve icice gecmiş karmaşık sistemlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Boyle kompleks bir yapı, ancak butun parcaları aynı anda ve eksiksiz olarak ortaya cıktığında işlev gorebilir. Yoksa hicbir işe yaramaz, zaman icinde dağılır, parcalanır ve yok olur. Evrimin iddia ettiği gibi milyonlarca sene diğer parcalarının "tesaduflerle" oluşmasını bekleyemez. Dolayısıyla sadece tek bir hucrenin kompleks tasarımı dahi, canlılığın Allah tarafından yaratılmış olduğunu acıkca gostermektedir. (Detaylı bilgi icin bkz. Harun Yahya, Hucredeki Mucize, Vural Yayıncılık)
Hucredeki kompleks yapılardan ornekler; sağda: Hucredeki protein sentezinin gercekleştiği "ribozom"; solda: Kromozomdaki DNA birimlerini paketleyen "nukleozom". Hucre bunlar gibi, hatta daha da kompleks pek cok yapı ve sistemi icinde barındırmaktadır. İlerleyen teknolojiyle tespit edilen bu karmaşık yapıların tesadufen meydana gelebilmelerinin imkansız olduğunun anlaşılması evrimcileri icinden cıkılamaz bir duruma sokmuştur.
Ancak, materyalist felsefeyi savunan belli kesimler, ceşitli ideolojik cıkar ve beklentileri nedeniyle yaratılış gerceğini kabul etmek istemezler. Cunku Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda hak dinin insanlığa sunduğu guzel ahlakı yaşayan toplumların varolması ve yaygınlaşması bu materyalist kesimlerin işine gelmez. Kendi cıkarları doğrultusunda yonlendirebilecekleri, suistimal edebilecekleri, maneviyattan soyutlanmış, dini ve ahlaki değerlerden yoksun nesiller her zaman icin bu kesimlerin dunyevi beklentilerine daha uygun olacaktır. Dolayısıyla, insanlara yaratılmadıkları, tesaduflerle ortaya cıkıp hayvanlardan evrimleştikleri yalanını telkin eden evrim teorisini, her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmaya ve toplumlara empoze etmeye calışırlar. Bilimin, evrimi curuten ve yaratılış gerceğini doğrulayan tum acık kanıtlarına rağmen, akıl ve mantığı bir kenara bırakarak her ortamda ve her fırsatta bu safsatayı gundeme getirir ve savunurlar.
Francis Crick
Oysa ilk canlı hucresinin, hatta bu hucrenin icindeki milyonlarca protein molekulunden tek bir tanesinin dahi kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğu, akıl ve mantığın yanı sıra, ihtimal hesaplarıyla matematiksel olarak da kanıtlanmıştır. Yani evrim daha ilk aşamada, ilk canlı hucrenin varoluşunu acıklama aşamasında cokmuştur.
En kucuk canlı birimi olan hucre -evrimcilerin iddia ettikleri şekilde- ilkel ve kontrolsuz dunya koşullarında rastlantılar sonucu asla oluşamadığı gibi, 20. yuzyılın en gelişmiş laboratuvarlarında bile sentezlenememiştir. Canlı hucresinin yapı taşı olan amino asitlerden ve bunların oluşturduğu proteinlerden yola cıkarak değil hucre, hucredeki mitokondri, ribozom, lizozom, hucre zarı, golgi aygıtı, endoplazmik retikulum, vs. gibi organellerinden tek bir tanesi bile oluşturulamaz. Dolayısıyla evrimin tesadufen oluştuğunu iddia ettiği ilk hucre yalnızca hayal gucune dayalı bir fantezi urunu olarak kalmıştır.
Halen aydınlığa kavuşturulamamış pek cok sırrı icinde barındıran canlı hucresi, evrim teorisinin en buyuk acmazlarından birini oluşturur.
Gerek hucre, gerekse hucrenin yapı taşı olan proteinlerden tek bir tanesi bile rastlantılar sonucunda oluşamayacak derecede kompleks bir yapıya sahiptir. Laboratuvar deneyleri ve olasılık hesapları, bu imkansızlığı gozler onune sermiştir. Gunumuzun en gelişmiş laboratuvarlarında, en son teknolojiyle bile canlı hucresindekine benzer bir verim ve başarıyla protein uretimi yapılamamaktadır.
Evrim acısından benzer bir acmaz da canlı hucresinin cekirdeğinde bulunan ve yaklaşık 3.5 milyar birimlik bir şifreleme sistemiyle canlının tum bilgilerinin kodlu olduğu DNA molekuludur. 1950'lerde elektron mikroskobunun icadıyla yapısı keşfedilen DNA, muhteşem bir plan ve tasarıma sahip dev bir molekuldur. Uzun yıllar evrim teorisine inanan Nobel odullu bilim adamı Francis Crick bile DNA'yı keşfettikten sonra, yaşamın kaynağının rastlantı ve tesadufler olamayacağını şoyle itiraf etmek zorunda kalmıştır:
Darwin'in teorisinin bilim dunyasına hakim olmasından bu yana, paleontoloji (fosil bilimi) bu teori temel alınarak yurutulmektedir. Ancak buna rağmen dunyanın pek cok farklı bolgesinde yapılan fosil kazıları, teoriyi destekleyen değil, curuten sonuclar vermiştir. Fosiller, farklı canlı gruplarının yeryuzunde ozgun yapılarıyla aniden ortaya cıktıklarını, yani yaratıldıklarını gostermektedir.
Bugunku mevcut bilgilerin ışığında durust bir adam ancak şunu soyleyebilir: Bir anlamda hayatın kokeni mucizevi bir şekilde ortaya cıkmıştır.1
Ulkemizdeki evrimcilerin en tanınmışlarından olan Prof. Dr. Ali Demirsoy da protein ve DNA'nın meydana gelmesi hakkında şu itirafı yapmaktadır:
Esasında bir proteinin ve cekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin cok otesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya cıkma şansı astronomik denecek kadar azdır.2
Unlu Amerikalı mikrobiyolog Homer Jacobson ise canlılığın tesadufen oluşumunun ne derece imkansız olduğunu şoyle ifade etmektedir:
İlk canlı ortaya cıktığı zaman, ureme planlarının, cevreden madde ve enerji sağlamanın, buyume sırasının ve bilgileri buyumeye cevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu ise tesadufen gercekleşemez.3
Amber icinde bulunmuş 25 milyon yıllık termit fosilleri. Gunumuzde yaşayan termitlerden tumuyle farksız.
Evrim teorisinin bir diğer buyuk hezimeti de fosil kayıtlarındadır. Yıllar suren arkeolojik calışmalarda bulunan fosiller arasında, evrimin one surduğu gibi, canlıların basit turlerden kompleks turlere kademe kademe evrimleştiğini gostermesi gereken ara geciş formlarına bir turlu rastlanamamıştır. Eğer gercekten bu tur canlılar gecmişte yaşamışsa bunların sayılarının ve ceşitlerinin sayılamayacak kadar cok olması gerekir. Daha da onemlisi, bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Cunku bu ara geciş formları gercekten var olmuş olsa, bunların sayısı bugun bildiğimiz hayvan turlerinden bile fazla olmalı ve dunyanın dort bir yanı fosilleşmiş ara geciş formu kalıntılarıyla dolup taşmalıdır. Evrimciler 19. yuzyılın ortasından bu yana dunyanın dort bir yanında yaptıklarıhummalı fosil araştırmalarındabu ara geciş formlarını aramaktadırlar. Oysa, 150 yıla yakın bir suredir buyuk bir hırsla aranan bu ara geciş formlarından eser yoktur.
Kısacası fosil kayıtları da canlı turlerinin, evrimin iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe doğru bir surec izlediğini değil, bir anda ve en mukemmel halde ortaya cıktıklarını gostermektedir.
Evrimciler, yuz elli yıla yakın bir suredir buyuk bir gayretle teorilerine delil toplamaya calışırlarken, kendi elleriyle evrim diye bir surecin yaşanmış olamayacağını bizzat kendileri ispatlamışlardır. Sonucta modern bilim şu tartışılmaz gerceği ortaya koymuştur: Canlılar kor tesadufler sonucu evrimle oluşmamış, Allah tarafından yaratılmışlardır.
2. EVRİM TEORİSİNİN CURUTULMESİ YARATILIŞ'IN DOĞRULUĞUNU NASIL GOSTERİR?
Canlılığın yeryuzunde nasıl ortaya cıktığı sorusunu sorduğumuzda, karşımıza iki farklı cevap cıkar:
- Bu cevaplardan birincisi, canlıların evrim yoluyla ortaya cıktıklarıdır. Bu iddiayı savunan evrim teorisine gore canlılık tesaduflerle ortaya cıkan bir ilk hucreyle başlamıştır. Bu canlı hucre de yine tesadufler sonucunda gelişip evrimleşmiş ve ceşitlenerek dunya uzerindeki milyonlarca farklı turu oluşturmuştur.
- İkinci cevap ise "Yaratılış"tır: Butun canlılar tum evrene hakim olan bir Yaratıcı'nın yaratmasıyla var olmuşlardır. Hicbir şekilde tesadufle meydana gelmesi mumkun olmayan canlılık ve milyonlarca canlı turu, ilk yaratıldıklarında da bugunku gibi eksiksiz, kusursuz ve ustun bir tasarıma sahiplerdi. En basit gibi gorunen canlı turlerinin dahi, kendi kendine, doğal şartlarla ve rastlantılarla oluşamayacak derecede kompleks yapı ve sistemlere sahip olması, bunun acık bir kanıtıdır.
Bu iki secenek dışında, canlılığın nasıl ortaya cıktığı konusunda bugun ortaya konabilecek ucuncu bir iddia, bir teori hatta herhangi bir varsayım bile yoktur. Mantık kurallarına gore cevabı iki secenekli bir sorunun cevap seceneklerinden birinin kesin yanlış olduğu ortaya konursa, diğer seceneğin kesin doğru olduğu da anlaşılır. En temel mantık kurallarından biri olan bu kurala "ayrık cıkarım" (modus tolendo ponens) adı verilir.
Yani eğer yeryuzundeki canlı turlerinin, evrimcilerin iddia ettiği gibi tesaduflerle evrimleşerek ortaya cıkmadığı ispatlanırsa, bu durum canlıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını kesin olarak ispatlar. Evrim teorisini savunan bilim adamları da "ucuncu bir alternatif" olmadığını kabul ederler. Bunlardan biri olan Douglas Futuyma bunu şu sozleriyle ifade etmektedir:
Canlılar dunya uzerinde ya tamamen mukemmel ve eksiksiz bir bicimde ortaya cıkmışlardır ya da kendilerinden once var olan bazı canlı turlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mukemmel bicimde ortaya cıkmışlarsa, o halde ustun bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.4
Evrimci Futuyma'nın bu sozlerinin cevabını fosil bilimi verir. Fosil bilimi (paleontoloji) tum canlı gruplarının farklı zamanlarda, birdenbire ve mukemmel bicimleriyle yeryuzu sahnesine cıktıklarını gostermektedir.
Yuzyılı aşkın bir suredir surdurulen arkeolojik kazılarda ve araştırmalarda elde edilen butun bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryuzunde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir bicimde ortaya cıktıklarını, yani "yaratıldıklarını" gostermiştir. Bakteriler, omurgasız deniz canlıları, balıklar, yumuşakcalar, eklembacaklılar, amfibiyenler, surungenler, kuşlar veya memeliler aniden, kompleks organ ve sistemleriyle yeryuzunde belirmişlerdir. Aralarında birbirine sozde bir geciş olduğunu gosteren fosiller de yoktur. Fosil bilimi de diğer bilim dallarının verdiği mesajı vermektedir: Canlılar evrimleşmemişler, yaratılmışlardır. Sonucta evrimciler, gercek dışı teorilerini kanıtlamaya calışırken, kendi elleriyle yaratılış gerceğinin delillerini ortaya cıkarmışlardır.
Unlu İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın evrim teorisinin tum iddialarını gecersiz kılan bu acık gerceği şoyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, turler ya da sınıflar seviyesinde olsun, surekli olarak aynı gercekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryuzunde oluşan gruplar goruruz.5
KAMBRİYEN DEVRİ, EVRİM TEORİSİNİ YIKMAK İCİN YETERLİDİR
Canlılar alemi, biyologlar tarafından bitkiler, hayvanlar, mantarlar gibi temel "alemlere" ayrılır. Bunlar da kendi iclerinde ilk olarak farklı "filum"lara bolunurler. Bu filumlar belirlenirken, her birinin tamamen farklı vucut planlarına sahip oldukları goz onunde bulundurulmuştur. Orneğin artropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine has bir filumdur ve filuma dahil edilen tum canlılar temelde benzer bir vucut planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir ağına sahip olan canlıları barındırır. Bizim icin tanıdık olan balıklar, kuşlar, surungenler, memeliler gibi hayvanların tumu, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir.
Burgess Shale fosil yatağında bulunan ilginc fosil canlılardan biri: Marrella. Kambriyen devrine ait bir fosil
Hayvanların farklı filumları arasında, ahtopotlar gibi yumuşak bedenli canlıları barındıran Molluska filumu ya da yuvarlak solucanları barındıran Nematoda filumu gibi cok farklı kategoriler vardır. Bu kategorilerin en onemli ozelliği ise, başta da belirttiğimiz gibi tamamen farklı vucut planlarına sahip olmalarıdır.
Peki bu farklı canlılar nasıl ortaya cıkmıştır?
Once evrim teorisinin bu konudaki varsayımını ele alalım. Bilindiği gibi teori, canlılığın tek bir ortak atadan geldiğini ve kucuk değişimlerle farklılaştığını one surmektedir. Bu durumda, canlılığın, ilk başta birbirine cok benzer ve basit formlarda ortaya cıkmış olması, sonra zamanla gelişip ceşitlenmesi gerekir.
İLGİNCDİKENLER: Kambriyen devrinde bir anda ortaya cıkan canlılardan biri, sağ ustteki Hallucigenia'dır. Bu ve diğer pek cok Kambriyen canlısının fosilinde, saldırılara karşı korunma sağlayan dikenler ya da sert kabuklar yer alır. Evrimcilerin acıklayamadıkları bir konu da, ortada hicbir "avcı" canlının bulunmadığı bu devirde bu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir korunmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcı hayvanların bulunmayışı, bu durumu "doğal seleksiyon"la acıklamayı imkansız kılmaktadır.
Yani evrim teorisine gore, canlılık tek bir kokten gelen, ancak sonra dallara ayrılan bir ağac gibi olmalıdır. Nitekim bu varsayım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgulanır ve "hayat ağacı" kavramı sık sık kullanılır. Bu hayat ağacına gore, once tek bir filum oluşmalı, sonra diğer filumlar kucuk kucuk değişimlerle ve uzun zaman dilimleri icinde yavaş yavaş belirmelidir.
Denizyıldızı, denizanası gibi pek cok kompleks omurgasız canlı gunumuzden yaklaşık 500 milyon yıl once hicbir sozde evrimsel ataya sahip olmadan, birdenbire ortaya cıkmıştır. Yani yaratılmıştır. Bugunku orneklerinden hicbir farkları da yoktur.
Evrim teorisinin iddiası budur. Peki ama gercekten boyle mi olmuştur?
Kesinlikle hayır. Aksine, hayvanlar, ilk ortaya cıktıkları donemden itibaren cok farklı ve kompleks yapılara sahiptirler. Bugun bilinen tum hayvan filumları, yeryuzunde aynı anda, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik donemde ortaya cıkmışlardır. Kambriyen devri, yaşı 530-520 milyon yıl olarak hesaplanan 10 milyon yıllık bir jeolojik donemdir. Bu devirden onceki fosil kayıtlarında, tek hucreli canlılar ve cok basit birkac cok hucreli dışında hicbir canlının izine rastlanmaz. Kambriyen devri gibi son derece kısa bir donem icinde ise (10 milyon yıl, jeolojik anlamda cok kısa bir zaman dilimidir) butun hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya cıkmışlardır!
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, sungerler, solucanlar, denizanaları, denizyıldızları, yuzucu kabuklular, deniz zambakları gibi cok farklı canlılara aittir. Bu tabakadaki canlıların coğunda, modern orneklerinden hicbir farkı olmayan, goz, solungac, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu yapılar hem cok kompleks, hem de cok farklıdır. Evrimci literaturun populer yayınlarından Earth Sciences dergisinin editoru Richard Monestarsky, Kambriyen Patlaması hakkında şu bilgileri vermektedir:
500 milyon yıl once Kambriyen devirde aniden ortaya cıkan kompleks omurgasız canlılardan biri de yukarıda fosilleri gorulen "trilobit"lerdir. Trilobitin evrimcileri cıkmaza sokan bir diğer ozelliği ise sahip olduğu petek goz yapısıdır. Trilobitin son derece gelişmiş kompleks gozleri coklu mercek sistemine sahiptir. Bu sistem gunumuzdeki orumcek, arı, sinek gibi pek cok canlıda bulunan orneklerinden farksızdır. Boyle kompleks bir goz yapısının bundan 500 milyon yıl once yaşamış bir canlıda birdenbire ortaya cıkması, evrimcilerin tesadufe dayalı teorilerini cope atmak icin yeterlidir.
Bugun gormekte olduğumuz oldukca kompleks hayvan formları aniden ortaya cıkmışlardır. Bu an, Kambriyen devrin tam başına rastlar ki, denizlerin ve yeryuzunun ilk kompleks yaratıklarla dolması bu evrimsel patlamayla başlamıştır. Gunumuzde dunyanın her yanına yayılmış olan omurgasız takımları erken Kambriyen devirde zaten vardır ve yine bugun olduğu gibi birbirlerinden cok farklıdırlar.6
Prof. Philip Johnson
Darwinizm'in dunya capındaki en onemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley Universitesi profesoru Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerceğin, Darwinizm'le olan acık celişkisini şoyle acıklamaktadır:
Darwinist teori, canlılığın bir tur "giderek genişleyen bir farklılık ucgeni" icinde geliştiğini ongorur. Buna gore canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk havyan turunden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yuksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu ucgenin gercekte başaşağı durduğunu gostermektedir: Filumlar henuz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.7
Philip Johnson'ın belirttiği gibi, filumların kademeli olarak oluşması bir yana, tum filumlar bir anda var olmuşlar, hatta ilerleyen donemlerde bazılarının soyu tukenmiştir. Cok farklı canlıların bir anda ve kusursuz şekilde ortaya cıkmalarının anlamı ise, evrimci Futuyma'nın da kabul ettiği gibi, yaratılıştır.
Gorulduğu gibi eldeki butun bilimsel bulgular evrim teorisinin iddialarını gecersiz kılmakta ve yaratılış gerceğini gozler onune sermektedir.
3. İNSANA AİT BULGULAR NE KADAR ESKİYE GİDER? BU BULGULAR NEDEN EVRİMİ DESTEKLEMEZ?
Tanzanya Laetoli'de bulunan 3.6 milyon yıllık insan ayak izleri
İnsanın yeryuzundeki varoluş zamanıyla ilgili sorunun cevabını bulmak icin fosil kayıtlarına başvurmak gerekir. Fosil kayıtları insanla ilgili bulguların milyonlarca yıl oncesine uzandığını gostermektedir. Bu bulgular iskelet ve kafatası parcaları ve ceşitli donemlerde yaşamış insanlara ait kalıntılardan oluşmaktadır. İnsana ait kalıntıların en eskisi, unlu fosil bilimci Mary Leakey tarafından 1977 yılında Tanzanya'nın Laetoli bolgesinde bulunmuş "ayak izleri" dir.
Bu kalıntılar bilim dunyasında buyuk yankı uyandırmıştı. Yapılan calışmalar bu ayak izlerinin, 3.6 milyon yıllık bir tabakada yer aldığını gosteriyordu. İzleri inceleyen Russell Tuttle şunları yazmıştı:
Bu izler, cıplak ayaklı bir Homo sapiens (insan) tarafından bırakılmış olmalıdır. Yapılan tum morfolojik incelemeler, bu izleri bırakan canlının ayağının, modern insanlarınkilerden farklı olmadığını gostermektedir.8
Yapılan araştırmalarla, ayak izlerinin sahipleri de tanımlanabildi. 10 yaşında modern bir insanın 20 tane ve daha kucuk bir insanın 27 tane fosilleşmiş ayak izi mevcuttu. Mary Leakey'in bulduğu izleri inceleyen Don Johanson ve Tim White gibi unlu paleoantropologlar da bu sonucu teyidettiler. White bu fikrini şu sozlerle acıklıyordu:
Hic kuşkunuz olmasın… Bunlar gunumuz insanının ayak izlerinden tamamen farksız. Eğer bu izler bugun bir California plajında olsalardı ve bir cocuğa bunların ne olduğu sorulsaydı, hic tereddut etmeden burada bir insanın yuruduğunu soylerdi. Bunları, kumsalda yer alan diğer yuzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası siz de ayırt edemezdiniz.9
1.7 milyon yıllık taş kulube kalıntısı
Soz konusu ayak izleri evrimci bilim adamları arasında onemli bir tartışmayı başlattı. Cunku bu izlerin bir insana ait olduğunu kabul etmeleri, maymundan insana doğru cizdikleri hayali sıralamalarının artık savunulamaz hale gelmesi anlamına gelecekti. Ancak bu noktada dogmatik evrimci mantık bir kez daha kendini gosterdi. Evrimci bilim adamlarının bircoğu bir kere daha on yargıları uğruna bilimden vazgectiler. Laetoli'de bulunan izlerin maymunumsu bir canlıya ait olması gerektiğini iddia ettiler. Bu iddiayı savunmaya calışan evrimcilerden biri olan Russell Tuttle şunları yazıyordu:
Sonucta, Laetoli bolgesindeki 3.6 milyon yıllık ayak izleri bugunku gunumuz insan ayak izlerine cok benzemektedir. Bulgu, bu izleri bırakan canlıların bizden daha kotu ya da farklı yuruyen bir canlı olduğunu gostermemektedir. Eğer bu izler bu kadar eski olmasalardı, bunların da bizim gibi bir homo (insan) tarafından bırakıldıklarını hic tartışmasız kabul edebilirdik... Ama yaş sorunu nedeniyle, bu izlerin Lucy fosili ile aynı ture, yani Australopithecus Afarensis (Evrimcilerin yarı insan-yarı maymun olarak gostermeye calıştıkları, gercekte soyu tukenmiş bir maymun turu) turune ait bir canlı tarafından bırakıldığı varsayımını kabul etmek durumundayız.10
İnsanla ilgili en eski kalıntılardan biri de Louis Leakey tarafından 1970'lerin başında Olduvai George bolgesinde bulunan taş bir kulubenin kalıntılarıdır. Kulubenin kalıntıları 1.7 milyon yıllık bir katmanda bulunmaktaydı. Afrika'nın bazı bolgelerinde benzerleri bugun de kullanılan bu tarz yapıların sadece Homo sapiens, yani gunumuz insanı tarafından yapılmış olabileceği bilinmektedir. Kalıntının onemi, insanın, evrimciler tarafından atası olarak gosterilen sozde maymunumsularla aynı tarihte yaşadığını ortaya koymasıdır.
Turkana cocuğu
Etiyopya'nın Hadar bolgesinde bulunan 2.3 milyon yıllık modern insan cenesi de yine modern insanın yeryuzunde evrimcilerin ongorduğu tarihten cok daha once var olduğunu gostermesi bakımından onemlidir.11
İnsanla ilgili bulunan en eski ve en eksiksiz fosillerden biri de KNM-WT 15000 veya diğer adıyla "Turkana Cocuğu" iskeletidir. 1.6 milyon yıllık bu fosili evrimci Donald Johanson şoyle tarif eder:
Uzun ve zayıftı. Vucut şekli ve uzuvlarının oranları bugunku Ekvator Afrikalıları'nınkiyle aynıydı. Uzuvlarının olculeri, bugun yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla tamamen uyuşuyordu.12
Yapılan araştırmalar fosilin 12 yaşında bir cocuğa ait olduğunu ve buyuyebilmiş olsaydı 1.83 m. boyuna ulaşabileceğini gostermiştir. ABD'li paleoantropolog Alan Parker "sıradan bir patoloğun bu cocuğun iskeletiyle, gunumuz insanına ait bir iskeleti birbirinden ayırmasının cok guc olduğunu" soyler.13
İnsanla ilgili bulunan kalıntılardan en cok yankı getirenlerden biri de 1995 yılında İspanya'da bulunan bir fosildi. İspanya'nın Atapuerca bolgesindeki Gran Dolina mağarasında yapılan araştırmalarda ortaya cıkarılan 800 bin yıllık fosil 11 yaşında bir insana aitti ve onu bulan araştırmacıları şaşırtmıştı. Madrid Universitesi'nden uc İspanyol paleoantropologdan oluşan araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras şunları soyluyordu:
Evrimci literaturun en populer dergilerinden biri olan Discover, Aralık 97 sayısında, 800 bin yıllık insan yuzunu kapaktan vererek, evrimcilerin, "Bizim gecmişimize ait yuz bu mu?" şeklindeki hayret ifadesini başlık yapmıştı.
Buyuk, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir cocuktan beklentimiz, Turkana Cocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz butunuyle modern bir yuzdu… Bunlar sizi sarsan turden şeyler: Fosil bulmak değil, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve guzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı bugune ait olduğunu duşunduğunuz bir şeyi gecmişte bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina'da kasetcalar bulmak gibi bir şey. Boyle bir şey cok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık "modern" bir yuz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gorduğumuzde cok şaşırmıştık.14
Gorulduğu gibi fosil bulguları, "insanın evrimi" iddiasını yalanlamaktadır. Bu iddia bazı medya kuruluşları tarafından topluma sanki ispatlanmış bir gercek gibi sunulur, oysa ortada sadece hayali teoriler vardır. Nitekim evrimci bilim adamları da bu gerceği kabul etmekte ve "insanın evrimi" iddiasının bilimsel delillerden yoksun olduğunu itiraf etmektedirler.
Orneğin evrimci paleontologlar Villie, Solomon ve Davis, "biz insanlar fosil kayıtlarında aniden beliriyoruz" diyerek, insanın yeryuzunde aniden, yani hicbir evrimsel atası olmadan ortaya cıktığını kabul etmektedirler.15
Collard ve Wood ise 2000 yılında kaleme aldıkları bir makalede "insan evrimi hakkındaki mevcut filogenetik (evrimsel) hipotezler hic guvenilir değil" demek zorunda kalmışlardır.16
Elde edilen her yeni fosil bulgusu -bazı ciddiyetsiz gazetelerde "Evrimin Kayıp Halkası Bulundu" gibi uydurma başlıklarlaaktarılsadahi- evrimcileri daha da fazla cıkmaza sokmaktadır. 2001 yılında bulunan ve Kenyanthropus platyops adı verilen kafatası fosili bunun son orneğidir. George Washington Universitesi Antropoloji bolumunden evrimci paleontolog Daniel E. Lieberman, Nature dergisinde yazdığı makalesinde, Kenyanthropus platyops hakkında şu yorumu yapmıştır:
EVRİMCİLERDEN NEANDERTALLERE ZORUNLU "İADE-İ İTİBAR"
1975 YILININ NEANDERTAL TASVİRİ - Geheimnisse der Urzeit, Deutsche Ubersetzung, 1975 (solda)
2000 YILININ NEANDERTAL TASVİRİ - National Geographic, Temmuz 2000 (sağda)
Evrimciler 20. yuzyılın başından itibaren, kaybolmuş bir insan ırkı olan Neandertalleri "yarı maymun" canlılar olarak gosterdiler. Ustteki gibi "maymun Neandertal" tasvirleri, on yıllarca evrim propagandası icin kullanıldı. Ancak 80'li yıllardan itibaren, bu efsane cokmeye başladı. Hem fosiller uzerindeki incelemeler hem de Neandertal kulturune ait izler, bu insanların "yarı maymun" olmadıklarını gosterdi. Orneğin bulunan 26 bin yıllık iğne, Neandertallerin terzilik yeteneğine sahip medeni insanlar olduğunu belgeledi. Bunun bir sonucu olarak, National Geographic gibi evrimci yayınlar artık Neandertalleri alttaki gibi "medeni" insanlar olarak gostermek zorunda kalıyor.
"İnsanın evrim tarihi cok karmaşıktır ve cozumlenmemiştir. Şimdi 3.5 milyon yıllıkbaşka bir turun bulunması ile durum daha da karışacak gibi gorunuyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve turlerin davranışı konuları hakkında bircok soruyu beraberinde getiriyor. Orneğin neden alışılmışın dışında olarak, kucuk bir cene dişine ve one doğru kavisli cene kemiği olan buyuk duz bir yuze aynı anda sahip? Buyuk yuzu ve benzer şekilde yerleştirilmiş cene kemiği olan tum diğer insanımsı turlerin buyuk bir dişi var. K. Platyops'in onumuzdeki birkac yıl icindeki en başlıca rolunun, birlikleri bozucu ve insanımsılar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırmalarında karşılaşılan kargaşayı vurgulayıcı bir rolu olacağını duşunuyorum."17
Gercek bir insan olan Atapuerca fosilinin bulunduğu İspanya'daki Gran Dolina mağarası
Gorulduğu gibi eldeki bulguların sayısının artması, evrim teorisi lehinde değil aleyhinde sonuclar ortaya koymaktadır. Oysa eğer gecmişte bir evrim sureci yaşanmış olsaydı, bunun cok fazla kanıtı olmalı ve elde edilen her bulgu teoriyi biraz daha guclendirmeliydi. Nitekim Darwin, Turlerin Kokeni adlı kitabında bilimin bu yonde gelişeceğini iddia etmişti. Ona gore teorisinin fosil kayıtları acısından tek sorunu, yeterince fosil bulgusu olmamasıydı. Yapılacak araştırmalarda teorisini ispatlayacak sayısız fosil cıkacağını umid ediyordu. Oysa bilimsel bulgular, Darwin'in bu hayalini tamamen boşa cıkardı.
İNSANLA İLGİLİ KALINTILARIN ONEMİ
İnsanla ilgili burada bazı orneklerini saydığımız bulgular cok onemli gercekleri ortaya koymuştur. Oncelikle de evrimcilerin insanın atasının maymunsu canlılar olduğu şeklindeki iddialarının ne kadar buyuk bir hayal urunu olduğu bir kez daha gozler onune serilmiştir. Cunku anlaşılmıştır ki insan, yeryuzunde evrimcilerin "insanın atası" olarak gosterdikleri maymun turlerinden cok daha once ortaya cıkmıştır. Dolayısıyla bu maymun turlerinin insanın atası olmaları soz konusu değildir.
Sonuc olarak fosil kayıtları bize insanın bundan milyonlarca yıl once de aynı bugunku şekliyle var olduğunu ve hicbir şekilde evrim gecirmeden bugune kadar geldiğini gostermiştir. Bu noktada evrim savunucularının, eğer gercekten bilimsel ve durust olduklarını iddia ediyorlarsa, ellerindeki hayali maymun-insan sıralamalarını cope atmaları gerekmektedir. Bu hayali soyağaclarını terk etmemeleri evrimin bilim adına savunulan bir teori değil, bilimsel gerceklere rağmen yaşatılmaya calışılan bir dogma olduğunu bir kez daha gostermektedir.
4. EVRİM TEORİSİ NEDEN "BİYOLOJİNİN TEMELİ" DEĞİLDİR?
Evrimciler tarafından sık sık tekrarlanan bir iddia vardır: Evrim teorisinin bilimin temeli olduğu yalanı... Bu iddiayı ortaya atanlar, evrim teorisi olmadan biyoloji biliminin gelişemeyeceğini, hatta var olamayacağını iddia ederler. Aslında bu iddia caresizlikten kaynaklanan bir demagojiden ibarettir. Turkiye'nin bilim alanında yetiştirdiği onemli isimlerden biri olan bilim felsefecisi Prof. Dr. Arda Denkel bu konuyu şoyle yorumlamaktadır:
Orneğin, "Evrim Kuramı'nı reddetmek biyolojik bilimlerin, yer bilimlerinin, fizik ve kimyanın bulgularını da reddetmek anlamına gelir" dupeduz yanlış bir onerme. Cunku iddia edilen turden bir cıkarım (burada bir modus tollens) elde edebilmek icin, once kimya, fizik, jeoloji ve biyolojinin bulgularını dile getiren kimi onermelerin evrim kuramını iceriyor (implication) olması gerekirdi. Oysa bulgular ya da onların ifadeleri kuramları icermezler; ayrıca onları kanıtlamazlar (demonstration/proof) da.18
Sovyetler Birliği'nde Stalin donemindeki tum bilimsel calışmalar Marx ve Engels'in ortaya attığı "diyalektik materyalizm"e zorla uydurulmuştu. Darwinizm'i biyolojinin temeli gibi gosterenler, aynı dogmatik zihniyeti taşımaktadırlar.
Evrimin bilimin temeli olduğu' iddiasının ne denli gecersiz ve sacma bir iddia olduğu, sadece bilim tarihinin incelenmesiyle bile anlaşılabilir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, evrim teorisinin ortaya atılmasından once dunya uzerinde bilimsel bir gelişme olmaması, butun bilimlerin de evrim teorisinin ortaya atılmasından sonra doğmuş olmaları gerekirdi. Oysa biyoloji, paleontoloji (fosil bilimi) gibi bilim dallarının hepsi, evrim teorisinden once doğmuş ve gelişmişlerdir. Evrim ise bu bilim dallarına sonradan sokulmak, zorla kabul ettirilmek istenmiş bir varsayımdır.
Evrimcilerin bu yonteminin bir benzeri, Stalin doneminde SSCB'de de uygulanmıştı. O donemde Sovyetler Birliği'nin resmi ideolojisi olan komunizm, "diyalektik materyalizm" olarak bilinen felsefeyi tum bilimlerin temeli saymıştı. Bunun bir sonucu olarak Stalin tum bilimsel calışmaların diyalektik materyalizme uydurulmasını emretmişti. Boylece SSCB'de yazılan tum biyoloji, fizik, kimya, tarih, siyaset, hatta sanat kitaplarının başına, "bu bilimlerin diyalektik materyalizme, Marx'ın, Engels'in, Lenin'in goruşlerine dayandığı"na dair giriş bolumleri eklenmişti.
Ama SSCB cokunce bu zorlama yorumlar kitaplardan cıkarılmış ve kitaplar yine aynı bilgileri iceren teknik, bilimsel kitaplar olarak kalmışlardır. Diyalektik materyalizm gibi bir safsatadan vazgecilmesi asla bilimi golgede bırakmamış, aksine bilimin uzerindeki baskı ve zorlamaları ortadan kaldırmıştır.
Bugun de cağdaş bilimi evrime bağlı kalmaya zorlayan hicbir neden yoktur. Bilim gozlem ve deneye dayanır. Evrim ise, gozlemlenemeyen gecmiş hakkında ortaya atılmış bir varsayımdır. Dahası bu varsayımın iddia ve onermeleri her defasında bilimin ve mantığın kuralları tarafından yalanlanmıştır. Bu varsayım terk edildiğinde elbette ki bilim hicbir kayba uğramayacaktır. Amerikalı bir biyolog olan Harper bu konuda şu yorumu yapar:
Sık sık Darwinizm'in modern biyolojinin temeli olduğu iddia edilir. Oysa aksine, eğer Darwinizm'e yapılan butun gondermeler ortadan kaldırılsa, biyoloji biliminde hicbir değişiklik olmayacaktır...19
Hatta tam tersine bilim, dogmatizm, on yargı, safsata ve uydurmalarla dolu boyle bir teorinin dayatmasından kurtulduğu icin cok daha hızlı ve sağlıklı bir bicimde ilerlemeyi surdurecektir.
5. FARKLI IRKLARIN VARLIĞI NEDEN EVRİME DELİL OLUŞTURMAZ?
Farklı insan ırklarının varlığı bazı evrim taraftarları tarafından evrim teorisine delilmiş gibi gosterilmeye calışılır. Aslında bu iddia da daha cok, savundukları teoriyi bile yeterince bilmeyen amator evrimciler tarafından dile getirilmektedir.
Bu iddiayı savunanların one surdukleri tez, 'eğer canlılık İlahi kaynaklarda yer aldığı gibi, tek bir erkek ve kadınla başlamışsa birbirinden farklı ırkların nasıl meydana cıkmış olabileceği' sorusuna dayanır. Diğer bir ifadeyle, 'Hz. Adem ve Hz. Havva'nın boy, ten ve diğer fiziksel ozellikleri toplamda yalnızca iki kişiyi kapsadığına gore her biri farklı ozelliklere sahip olan ırklar nasıl ortaya cıktı?' demektedirler.
Gercekte butun bu soruların ya da itirazların altında yatan problem, genetik bilimi hakkındaki bilgi eksikliği ya da genetik kurallarının gozardı edilmesidir. Bugun yeryuzundeki insanlar arasında var olan ırk ceşitliliğinin nedenini anlamak icin once bu soruyla yakından ilgili olan "varyasyon" konusu hakkında genel bir bilgi sahibi olmak gerekir.
İlk insanın genetik materyali, ceşitli ırkların ozelliklerini icerdiği icin, zamanla farklı insan toplumlarında bu ozelliklerin bir kısmı baskın cıkmış ve boylece ırklar oluşmuştur.
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "ceşitlenme" anlamına gelir. Bu genetik olay, bir canlı turunun icindeki bireylerin ya da grupların, birbirlerinden farklı ozelliklere sahip olmasına neden olur. Varyasyonların kaynağı ise o turun icindeki bireylerin sahip olduğu genetik bilgidir. Bu bireylerin aralarındaki eşleşmeler sonucunda bu genetik bilgi yeni nesillerde değişik kombinasyonlarda biraraya gelir. Anne ve babanın kromozomları arasında genetik madde alışverişi olur. Boylece genler birbiriyle karışır. Bunun sonucu da bu bireyin fiziksel ozelliklerinde bir ceşitlenme meydana gelmesidir.
İnsan ırkları ve insanlar arasındaki birbirinden farklı fiziksel ozellikler de insan turune ait 'varyasyonlar'dır. Yeryuzundeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi cekik gozludur, kimisi kızıl saclıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Varyasyon potansiyelini anlamak icin, sarışın ve mavi gozlu bireylere sahip bir toplum ile esmer ve siyah gozlu bireylerin coğunlukta olduğu bir toplumu ele alalım. Her iki toplumun zaman icinde birbirine karışmaları ve aralarında evlilikler yapmaları sonucunda, ortaya esmer ve mavi gozlu yeni nesillerin cıktığı gorulecektir. Yani her iki toplumun belli fiziksel ozellikleri yeni nesillerde birbiriyle eşleşerek farklı gorunumlu bireyler ortaya cıkacaktır. Diğer fiziksel ozelliklerin de birbirleriyle karıştıkları duşunulduğunde ortaya cok buyuk bir ceşitlenmenin cıkacağı acıktır.
Burada bilinmesi gereken onemli bir nokta da şudur: Her fiziksel ozelliği belirleyen iki gen vardır. Bunlardan biri cekinik, diğeri baskın ya da her ikisi de eşit derecede baskın olabilir. Orneğin kişinin goz rengini belirleyen iki gen vardır. Bunlardan biri anneden diğeri ise babadan gelir. Baskın olan gen hangisi ise cocuğun goz rengi o gen tarafından kontrol edilir. Coğunlukla koyu renkler acık renklere baskındır. Buna gore, bir kişide yeşil ve siyah goz renklerine ait genler varsa o kişinin gozu, siyah renk geni daha baskın olduğundan siyah olur. Fakat cekinik olan yeşil renk daha sonraki nesillere aktarılarak ileriki bir jenerasyonda ortaya cıkabilir. Yani annesi ve babası siyah gozlu olan bir cocuğun gozu yeşil olabilir. Cunku bu renk genleri anne ve babada cekinik olarak bulunuyordur.
Bu kural diğer butun fiziksel ozellikler ve bunları belirleyen genler icin de gecerlidir. Kulak, burun, ağız şekli, boy uzunluğu, kemik yapısı, uzuvların ve organların yapısı, şekli, ozellikleri, vs. gibi yuzlerce hatta binlerce ozellik bu şekilde kontrol edilir. İşte bu ozellik nedeniyle, genetik yapıda yer alan sayısız bilgi o bireyin dış gorunumune yansımadan sonraki nesillere aktarılabilir.
İlk insan olan Hz. Adem ve eşi de genetik yapılarındaki zengin bilgiyi, kendi dış gorunumlerine bunların ancak bir kısmının yansımasına rağmen, sonraki nesillere aktarmışlardır. İnsanlık tarihi icinde ortaya cıkan coğrafi izolasyonlar da ceşitli insan gruplarında belirli ozelliklerin birikmesine uygun ortam oluşturmuştur. Bu surec, uzun zaman icinde insan gruplarının kemik yapısı, ten rengi, boy, kafatası hacmi gibi ozelliklerinin birbirinden farklılaşması sonucunu getirmiştir. Bunun sonucunda ırklar ortaya cıkmıştır.
Ancak bu uzun surec elbette bir tur farklılığını getirmemiştir. Boyu, ten rengi, kafatası hacmi ne olursa olsun tum ırklar insan turunun birer parcasıdır.
hepsi ve daha fazlası icin www.harunyahya.org
devamı gelecek....
__________________