Bu sozu halk arasında sık sık duyarız. Soz eğer muhatabı tarafından idrak edilebilmişse cok ağırdır ve uc gunluk dunya icin tevessul ettiği haksızlıktan el cektirecek kadar dehşet vericidir! Ama dediğimiz gibi bu eğer o muhatap “ahirete inanıyorsa”, “kul hakkından yılandan korkar gibi korkuyorsa” gecerlidir.
İnsan, boşuna yaratılmamıştır. (Muminûn Suresi, 23/115). Başıboş bırakılmamıştır. (KıyÂme, 75/36). Her nefis de olumu tadacak, inanan ve iyi amellerde bulunan kişiler mukÂfatlandırılacak, kÂfirler ve zalimler de cezalandırılacaktır.

Allah’u TeÂlÂ, icinde yaşadığımız bu dunyayı ve uzerindeki butun varlıkları gecici bir zaman icin yaratmıştır. Ve hayat gercekten de uc gunluktur: Doğduğumuz gun, olduğumuz gun ve arada “bir gun imişcesine” gecen zaman dilimi.

Bir gun dunya ve dunyadaki butun insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gokler parcalanacak (el-Karia, 101/4-5), Allah’tan başka tum Âlem son bulacaktır. (Rahman, 55/27).

Butun varlıkların, tekrar dirilmelerindeki hikmet, hesaba cekilmektir. Cunku insanoğlu ve cinler sahipsiz ve başıboş bırakılmış değillerdir.


Zalimin zulmu varsa, mazlumun da Allah’ı var


İnsanlar bu dunyada farklı farklı haller uzerindedirler. Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi kotu, kimi sağlıklı, kimi hasta, kimi zengin, kimi fakir, kimi hÂkim, kimi de mahkum durumundadır.

Şayet olup de tekrar dirilmeyecek olsaydık, iyilik yapanlar mukÂfat, kotuluk yapanlar da ceza gormemiş olsaydı, bu Allah’ın adÂletine aykırı olurdu. Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır. (İnkÂr edenler, kat’iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: “Hayır, Rabbim hakkı icin mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah’a gore kolaydır.”) (Teğabun, 64/7, Nahl, 16/30-40).


Hakkım yeniyor, kimsesizim, sahibim yok!


Boyle duşunenleri cok goruyoruz. Hayattan bezmiş, “batsın bu dunya” diyen, herşeyden umidini yitirmiş insanların sayısı giderek artıyor. Bunun sebebi, boylesine ortada kalmış insanlara imkanı olanların elini uzatmaması, mağdurların da İlahi takdirin kapısını layıkıyla calmasını bilmemeleridir. Her işinde doğru-yanlış yemin edenler, surekli etrafı ve kendisi hakkında beddua ve lanet okuyanlar, dikkat etsinler başlarından bela eksik olmamaktadır. Belayı kendimiz isteyip, sonra şikayetci olmak hic de zekice değildir. “İnsanın cektiği dilinin belasıdır” derler. Umitsizlik, karamsarlık, depresif haller her ne olursa olsun Musluman’a yakışmaz. Hele, Allah’ın rahmetinden umit kesmeye iten duşunce yapıları tamamıyla insan ve cin şeytanlarının topluma yaydıkları menfi havadan kaynaklanmaktadır. Butun bu olumsuz havayı dağıtabilecek tek ilac “mu’min kardeşliği”nin toplumda yaşanmasıdır. Herkes kendi imkanıyla bir başkasına faydalı olmalıdır. Bir oğretmen, avukat, eczacı, doktor, muhendis, zenaatkÂr ve hoca efendi surekli cevresiyle, kapı komşusuyla irtibatlı olacak, onların dertlerine derman olmaya calışacaktır. Yol yordam gosterecek, sağlık, eğitim, hukuk vb. alanlarında ufuk acarak kimseyi kendi koşesine unutulmaya terk etmeyecektir. Yine, bir mahallede bir fakir cocuk kış gunu delik ayakkabısıyla okula gidiyor da, 2 bina yanındaki zengin komşunun oğlunun daha sapa sağlam ayakkabısı cope gidiyorsa bu gazab-ı ilahîyi cekecek bir davranıştır. Herkes herkesle ilgilenmek durumundadır. Cunku, “Mu’min mu’minin kardeşidir”. Bu dayanışma ortamını ortadan kaldıran ahirete imana olan eksikliktir. Bu halde cemiyeti korumak mumkun değildir. Cunku bir yakınını cok da buyuk olmayan bir masraf yuzunden kaybetmiş bir insana, “Calma, oldurme, başkasının parasına goz dikme!” dememiz anlamsız gelecektir. O, “Benim yakınım olurken siz eğlenmeye devam ediyordunuz, benim yakınımı kurtaracak miktar sizin bir gunluk eğlence masrafınızdı!” diyecek ve herşeye olan inancını yitirebilecektir. Bu hale gelmiş bir insan toplum icin artık zehir hukmundedir. İnsanlığından da cıkmış, hatta zorla cıkarılmıştır.


Ahiret inancının kalkması anarşi ve bozguna yol acar


Ahiret inancı, insanlığa huzurlu bir dunya hayatı sağlama yolunda buyuk bir guc kazandıran muhteşem bir inanc sistemidir. CenÂb-ı Hakk şoyle buyurur: “Her kim inanarak ahireti ister ve onun icin gerektiği şekilde calışırsa, onun emeği mukÂfatla karşılanır.” (İsrÂ, 17/19). İnsan hayatı ile dunyanın varlığı, ancak sonunda butun yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır. Aksi takdirde hayatın ve dunyanın hicbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir boşvermişlik, adaletsizlik, zulum ve haksızlıklar hakim olacaktır. Bu da insanların buyuk bir bunalıma ve umitsizliğe suruklenmesine yol acar. Bu dunyada zahiren “adaletsizlikmiş” gibi gorunen haller, zenginlik/fakirlik, hastalık/sağlık, gucluluk/zayıflık gibi parametreler hep imtihan icindir. Kendinde guc, sağlık, genclik ve zenginlik bulunan insanlar bilirler ki, bu nimetlerde fakirlerin, hastaların, caresiz ve gucsuzlerin de hakkı vardır. Bu enerji ve imkanlar onlar icin de sarfedilmelidir. Ahiret inancı bu yuzden sağlıklıyı hastayla, fakiri zenginle, gucsuzu gucluyle kardeş eder ve bir saf uzerinde Rablerinin huzurunda eşitleyiverir. Ancak bu imanla toplum huzur bulabilir. Ahirete iman buyuk bir umit kaynağı olduğu gibi sonucta adil, durust ve sağlam bir toplumun da mayasını oluşturmaktadır.

Ahiret inancı olmayan toplumlarda, guclu, zengin, sağlıklı olanlar altta kalanları ezme haklarının olduğunu sanar ve bunu acımadan uygular. Onlar hayata bir “kavga” olarak bakarken, iman ehli ise hayatı bir “yardımlaşma ve dayanışma” olarak gorurler. “Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu gorecek ve kim zerre miktarı kotuluk yaparsa karşılığını gorecektir.” (ZilzÂl Suresi, 99/7-8).


Mu’min ahiretten ve hesaptan korkmaz


Ahirete iman, Kur’an’ın vaadettiği, mutlaka gercekleşecek olan korkunc hadisenin, dehşetinden butun peygamberlerin ve ummetlerin korktuğu kıyametin kesin olduğunu kabul etmektir. Bu dunya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır. Bu Âleme iman, İslÂm inancını meydana getiren altı esastan birisidir. Mumin, imanı ve Kur’an ahlÂkı ile ahlÂklanmasının neticesini ahirette goreceğine, Allah’ın lûtfuna nÂil olacağına yakînen inandığı icin olum ve Âhiret hayatı onu tedirgin etmez. Gunahı işlese de gunahı sevmez, onu savunmaya kalkmaz, tovbe ve pişmanlık duygusu her daim yureğindedir. Rabbinden korkmakla birlikte, O’nun engin rahmetini bilerek yine O’nun şefkatine sığınır. Bunu yaparken de şeytanın tuzağına duşup, “Nasıl olsa tovbe ederim” diyerek umursamazcasına tekrar tekrar gunahlara dalmaz.

Rabbine karşı boynu bukuk, “Curmum ile geldim sana!” mahviyetindedir.



MUSTAFA AYDIN
__________________