Mukemmel Cocuk Yetiştirmenin Uc Altın Kuralı


BAŞLIK DİKKATİNİZİ CEKTİ ve yazıyı okumaya başladınız değil mi? İstediğim de buydu zaten. Yoksa ne mukemmel cocuk yetiştirmenin sadece birkac kuralı vardır ve hatta ne de mukemmel cocuğun tarifi. Ama maalesef orada burada buna benzer başlıklarla yazılmış “mucizevi” receteler okuruz sık sık.
Sağlam bir dunya goruşu olmayan Batı medeniyetinin zavallı pedagog ve psikologları dipsiz kuyuya ipsiz inerek ortalama on yılda bir değişen fikirlerle ana-babalara yeni yeni receteler sunarlar. Hepsini de “Doğrusu budur, boyle davranın, cocuğunuz mukemmel yetişsin” diye pazarlarlar hep.

Freud’dan hayli etkilenen 68 kuşağının eğitimcileri “Cocuğu serbest bırakın, her istediğini yapsın, hevesi kalmasın, hic azarlamayın, sadece sevgi verin” diye diye gunumuzun serseri ruhlu, sabırsız, sorumsuz ve ahlaksız neslini yetiştirdiler elbirliği ile. Şimdilerde ise daha farklı sesler yukseliyor o taraflardan: “Cocuğa beklentilerinizi ve gorevlerini soyleyin, hata yaparsa ceza verin, hatta hafifce dovebilirsiniz bile.”



Biz Muslumanlar ise Kur’an ve hadisler ışığında nasıl cocuk yetiştirmek gerektiğini aslında biliyor olmamız gerekirken, maalesef bu kaynaklara da yuz cevirdiğimiz icin “iki cami arasında bînamaz” kalmış durumdayız uzun zamandır. Ve en dindar ailelerden bile “Cocuğumuza nasıl davranalım?” soruları yukseliyor.

Ben de uc cocuk babası olduğumdan, son zamanlarda cocuk eğitimine dair ipucları toplamakla meşgulum. İşte bu yazıda cocuk yetiştirmekte dikkat etmemiz gereken bazı temel prensipleri aktarmaya calışacağım.

Kendini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez
Once kendinizi duzeltin. Kendini ıslah etmeyen başkasını hic ıslah edemez tabii ki. İfsat eder hatta iyilik zannıyla.

Bir aile tanıyorum. Cocukları pırıl pırıl, ahlÂklı gencler olarak yetiştiler. Ozel bir cocuk yetiştirme eğitimi almadıklarını biliyorum.

Evlerine misafir olduğum bir gun “Nasıl boyle mukemmel cocuklar yetiştirdiniz” diyecek oldum. Ama demedim. Zira o kadar acıktı ki her şey.

Baba samimi ve tutarlı bir dindar, anne şefkatli ve temiz huylu bir fedakar. Evleri sade doşenmiş bir “dershane” gibi. TV genellikle kapalı. Sohbetler Allah icin. Yalan yok, dedikodu yok. Nasıl cocuklar cıkabilirdi ki boyle bir evden zaten?

“Armut dibine duşer”, “uzum uzume baka baka kararır”, “anasına bak kızını al” sozleri boşuna soylenmemiş tabii ki.

Bir psikiyatrist olduğumdan, bana sık sık cocuklarını getirir aileler. “Bu cocuk bir garip davranıyor nedense? Bir tedavi etseniz.” Hic istisnası yok gibidir; “odama cocuk girer ve cıkar ama aile girer ve kalır.” Hemen daima ailededir esas problem. Anne-babanın bir yığın hataları, kompleksleri, hatta psikiyatrik rahatsızlıkları vardır. Ama onlar bunları gormez, cocuktaki problemleri one surerler. Sanki o cocuk o evde yetişmemiştir de, uzaydan gelmiştir. “O kadar da gayret ettik ki, neden boyle oldu bu cocuk bilmem?” havası vardır genellikle. Ama biz aileyi terapiye alırız. Cocuk da toparlar ardından doğal olarak.

O yuzden “once kendimize bakalım” diyorum.

Temel guvenli olmalı
Bir evin en onemli kısmı temeli olduğu gibi, bir cocuğun ruhsal gelişiminde en onemli donem de ilk yıllardır. Cocuğun zekasının % 80’ i ilk 7-8 yılda geliştiği gibi, kişilik de buyuk olcude bu donemde oturur. Hele ilk 2 yıl cok onemlidir ve “temel guven duygusu”nun oluştuğu donemdir.

Bu donemde cocuğun en onemli ihtiyacı surekli ve tutarlı bir sevgidir. En yıpratıcı şey ise “anne figuru”nun surekli değişmesidir. Cocuğunuz isterse bir bakıcı tarafından buyutulsun, yeter ki sureklilik olsun. Surekli değişen kişilerce bakılan bebeklerde ileri yıllarda cevreye guvensizlik, ice kapanma gibi ozellikler gelişebilir. Sebebini anlayamadığımız bağımlılık, hırcınlık, şuphecilik gibi karakter ozelliklerinin temeli o ilk yıllardaki “hatırlayamadığımız hatıralar”dır genellikle.



Nitekim Filipinlerde yapılan bir saha araştırması, ilk yaşlarında mutlak ilgi ve sevgi ile yetişen cocukların ileride cok daha huzurlu insanlar olduklarını gostermiştir.

Cocuğunuzun bilincli olmadığı o ilk yıllar aslında bilincaltı’nın şekillendiği en onemli yıllardır, unutmayın.

Cennetteki gazoz nehirleri
Cocuğa hayatın, olumun, varlığın anlamına dair temel bilgileri verin.

Cocuğunuz 3-5 yaşından itibaren cevresinin ve dunyanın farkına vardığında ve “neden, nasıl” soruları başladığında sizden her konuda, ozellikle de varlığın ve olumun anlamına dair acıklamalar isteyecektir. “Anne sen de olecek misin? Olunce ne olur? Baba, Allah nerdedir?” gibi sorular peş peşe gelir bu donemden itibaren. Siz de cevap verin tum sorularına, onun anlayacağı dilde. Unutmayın, oğrenmeye hazır olmasalar sormazlar zaten. “Bu yaşta Allah’ı, olumu, ahireti anlatmak erken” deyip kacamak cevap veren ailelerin cocuklarında cok ceşitli ve sebepsiz korkular gorulebilir. Cevabı alınamamış her soru o minik beyinlerde kıvrım kıvrım şuphe ve problemler doğurabilir.

Hic unutmam, kucukluğumde anneme sormuştum:

- “Anne biz olunce ne olacağız?”

- “Cennete gideceğiz yavrum.”

- “Tamam da, ondan sonra ne olacak? Yani Cennette ne kadar yaşayacağız?”

Annem “bu cocuk bu yaşta sonsuzluktan anlamaz her halde; uzun bir zaman soyleyeyim de rahat etsin” diye duşunmuş olsa gerek ki,

- “1000 yıl yaşayacağız yavrum” demişti.

O kadar uzulmuştum ki.

“İster 10 yıl, ister 1000 yıl, sonucta yok olacaksak ne anlamı var? Ben sonsuzluk istiyorum, yok olmak istemiyorum” demişti o kucucuk zihnim bile. Siz anlatın cocuklarınıza bildiklerinizi. Allah’ı, Kur’an’ı, ahireti. Ozellikle de melekleri unutmayın. Kendilerini koruyan, kollayan, her yerde bulunan gorunmez varlıklara inanmak, “oculerden”, cizgi filmlerdeki hayali canavarlardan korkan ruhlarına ilac gibi gelecektir.

Peygamberimizin ve İslam buyuklerinin hayatını anlatmak da cok onemlidir. Zira buyuyen bir fidan gibi olan cocuk ruhu kendisine ornek alacağı mukemmel kişiler arar. Siz o zatları cocuğunuzun hayallerine ideal olarak kazımazsanız, cocuğunuz “Pokemon eğiticisi” veya “Zeyna” gibi olmayı kendine ideal secebilir.

Ancak dini eğitim verirken abartılı bir zorlamaya kacmamak da şarttır.

Cocuğa onun hoşuna gidecek orneklerle bezeli bicim

*****

Babam beni anlar mı?

Cocuğun seviyesine inin. Unutmayın ki, o erişkin olmadı ama siz cocuk oldunuz. Onun yaşlarında neler yaşadığınızı, hissettiğinizi hatırlayıp ona daha iyi yaklaşabilirsiniz. Yoksa cocuğunuz sizi “anlamadığı bir dilden konuşan yabancı bir rehber” gibi gorebilir.

Bunun en sık rastladığım bir orneği, his ve fikirlerini paylaşmayan cocuklardır. Cocuk bir yığın sorun yaşamakta, icini şuphe ve korkular kemirmektedir ama ailesine hicbir şey anlatmamaktadır. Cunku anne-babanın tum yaptığı, “evladım, bir derdin varsa anlat” demekten ibarettir. Oysa cocuk “Onlar buyuk ve olgun. Benim korkularımı anlamazlar her halde.” diye duşunebilir ve hislerini paylaşmaz.

Okula gitmek istemeyen bir cocuk getirilmişti bana. Ailesine hicbir sebep soylemiyordu. Ben cocuğa once, onun yaşında iken okulla ilgili yaşadığım kendi tedirginliklerimi anlattım. Karanlık okul yolu, cocuk kacıran cingene soylentileri vs. derken cocuk, “sacmalama amca, ben onlardan korkmuyorum, sadece bir arkadaşım beni dovuyor” deyiverdi. Sebep anlaşılmıştı.

Siz de zaman zaman kendinizi onun yerine koyun, kendi cocukluğunuzu da hatırlayıp neler hissettiğini tahmin etmeye calışın ve mumkun mertebe onun dilinden konuşarak duygularını paylaşın. Siz bir adım atarsanız o koşarak gelecektir.

Siz onu anlamaya calışmazsanız o sizi nasıl anlasın?

“Dar daire”ye vakit ayırın.

“Yata yata buyuyen” karpuz bile bakım ister.

Sizin vasıtanızla dunyaya getirilmiş ve her şeyi oğrenmeye muhtac, nazik, hassas o masum yavruların gunde 1-2 saat ilginize hakkı yok mudur? “Meyvenin 4. meselesi”nde gecen “dar daire”lerin en ehemmiyetli olanlarından biri aile değil midir? Falan futbolcunun ayakkabı numarasını bilip kendi cocuğununkini bilmemek, Başbakan’ın konuşmalarında hastalık işaretleri ararken kendi cocuğunun sozlerini yarım kulakla dinlemek komik kacmıyor mu? Hatta sevgili Metin Karabaşoğlu’nun bir yazısında dediği gibi, soru soran cocuğuna “lutfen beni rahatsız etme, kitap yazıyorum” demek bile (işin icinde hizmet olsa dahi) hata değil midir?

Mumlardan ornek vermeyin lutfen, guneş dibine de ışık veriyor.

Şefkat damarını yanlış yerde kullanmayın.

Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. “Aman cocuk zahmete girmesin, aman uzulmesin, ağlamasın” diye diye onu davranışlarında tumden serbest bırakmak, ona iyilik değil kotuluk etmektir.

Mesel okul cağına gelen cocuğa namaz kılmayı oğretmek, 10 yaşında ise namaz kılmazsa cezalandırmak dinimizde var. Kacımız yapıyoruz acaba, merak ediyorum.

“Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun” mealindeki ayet nazil olduğunda sahabeler Resulullah’a asm sormuşlar:

“Ya Resulullah, biz Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından sakınarak kendimizi ateşten koruyabiliriz. Ama aile ve cocuklarımızı nasıl koruruz?”

“Allah’ın size emrettiklerini siz de onlara emredin, Allah’ın size yasakladıklarını siz de onlara yasaklayın” buyurmuşlar.

Ozellikle bazı hanımların, kendileri ortulu oldukları halde kızlarını suslu ve acık kıyafetlerle buyuttuklerini, kendileri umumi yerlerde denize girmedikleri halde cocuklarını “daha kucuk o” diye plajlara saldıklarını cok goruyoruz. Kucukluğunde tesettur ve iffet konusunda sağlam temel kuramamış bu cocukların ileride nasıl bir cizgide yaşayacakları muhakkak ki şuphelidir.

Boyle davranan ailelerin bazıları da “biz de kucukken boyleydik, sonra toparlandık” derler. Ne kadar toparlanmışlardır acaba? Ya da daha sağlam bir terbiye almış olsalardı kim bilir nasıl olabilirlerdi?

Unutmayın ki eğitimin temel prensibi doğruları yapmaktır, tum yanlışları denemek değil.

Bir cok aileden de ahlakı bozucu yayın yapan tv’leri kendileri seyretmemekle beraber cocuklarına yasaklayamadıkları şikayeti duyarım. Sebep cocuğun sevdiği dizi icin ağlayıp sızlanmasıdır coklukla. “Ben Ruhsar’ı cok seviyorum.”

Bakın; cocuk ağlar, sızlar her zaman. Sizi test eder hep. Geri adım attınız mı da, o konu “kazanılmış hak” olur artık. Oysa cocukların ruhsal yapıları psikoloji tabiriyle “plastiktir”. Siz sağlam durursanız cocuk kendini size uydurur, merak etmeyin. Kaldı ki bugun birkac saat ağlamasın derken, ileride hem onun hem kendinizin pişmanlıkla yıllarca ağlamasına zemin hazırlamış olursunuz.

Eşinizle tutarlı olun.

En kotu ruhsal hastalık olan şizofreninin oluşma sebeplerinden biri de anne-babanın cocuğa verdiği mesajlar arasında tutarsızlık olmasıdır. Aynı konuda biri bir şey soyler, diğeri başka şey. Aynı olayda biri bir turlu davranır, diğeri başka turlu. Sonuc: Zihin bolunmesidir. O yuzden eşler once kendi aralarında konuşup belli prensiplerde anlaşmalıdırlar. Cocuk hangi durumda nasıl bir tavırla karşılaşacağını bilmelidir.

Buradan da hissedilir ki, aslında iyi cocuk yetiştirmek icin once uyumlu bir evlilik yapmak lazımdır.

Vazifenizi yapın, Allah’ın vazifesine karışmayın.

Malesef coğumuz cocuklarımıza verdiğimiz emeğin karşılığını nerdeyse zorla alma hevesindeyiz. “İlla ki şoyle olmalısın.” Aslında unutmamak lazım ki, o cocuk bizim malımız değildir. Biz sadece ona hizmetle gorevlendirilmişiz.

Eğer ustumuze duşeni layıkıyla yapmışsak otesi Allah’ın takdiridir. Aksi halde aşırı zorlamalar ters tepebilir ve cocuğun iyice zıt bir cizgiye girmesine yol acabilir. Biz de gereksiz derecede strese girip iyice yanlış davranmaya başlarız. “Ben sana bildiğimce doğruları gosterdim, artık secim senin” demek lazımdır, hele ergenlik cağında.

Zaten bizim tum bu onerdiklerimiz sadece sebeplerdir. Biz Allah rızası ve cocuğumuzun iyiliği icin bu sebeplere elimizden geldiğince muracaat ederiz ama sonucuna karışmayız. Zira Allah isterse Peygamber cocuğu hayırsız olabileceği gibi, oksuz-yetim kalmış, hatta Firavun’un sarayında buyumuş cocuklar da en buyuk Peygamberler olabilir.

O yuzden son olarak diyorum ki:

Cocuklarınız icin dua edin.…



Yusuf Karacay (Dr.)

__________________