شَجَرَةُ الكَوْن

ŞECERETU’L- KEVN



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

.
Hamd olsun ALLAH’ a…
Ki, teklik ZÂt’ının hakkı…
Eşsizlik sıfatının şanı…
Yuzu cihetlere donuk olmaktan munezzeh…
Kudsiyyeti bir başka…

Kevnî ve muhdes şeylerden beri..
Ayağı yonlerden
Eli hareketlerden
Gozu lÂhzalardan ve bunların ifÂde ettiği mÂnÂlardan yana temiz-pÂk…

İstivÂsı, bitişmek ve yapışmaktan
Gucu isabetsiz olmaktan ve boşa harcamaktan cok uzak…
Hele iradesinin, beşerî vasıflardan olan şehvet unsuru ile hicbir ilgisi yoktur.

Kez O’nun;
ZÂtî Sıfatları, O’ndan sıfat alanların artması ile sayı yonunden artmaz.
İradesine, ceşitli arzuların belirmesi ile de bir değişiklik olmaz.

Butun kÂinÂtı:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” emriyle meydana getirdi…
Ve butun mevcûdatı o emri ile icÂd etti…
Bu Âlemde Vucûd bulan ne varsa, hepsi de o kelimenin gizli mÂnÂsından meydana geldi…
Ve butun saklılar, o kelimenin el değmeyen sırrından meydana geldi…

İşte bunun tasdiki-onayı:
Allah-u TeÂl buyurdu ki :
“Ancak bir şeye kavlimiz : Ona irademiz talluk ettiği zaman “ كُنْ - Kun! Ol! ” demek olur ki, olur….” (Nahl 16/40)

Sonra, gercekten ben kÂinÂta ve oluşuna, olanlara ve icinde tedvin edilen hikmete baktım..
Gordum ki: Butun KÂinÂt tumden bir ağactan ibÂret…
O ağacın asıl nuru ise ;
“ كُنْ - Kun! Ol! ” tohumundan meydana gelmiş..

Bu meydana gelenlerin –kevnîyyetin- “ك : KÂf” ı :
“Biz sizi yarattık…” (VÂkıa 56/57)
Âyet-i Kerîmesindeki: “نَحْنُ -Nahnu : Biz” tohumu ile aşılanmış,
İşbu aşılanmış tohumdan:
“Biz her şeyi şekline uygun şekilde yarattık.” (Kamer 54/49)
MeÂlinde belirtilen mÂnÂnın meyveleri hasıl oldu.

Ve bu yaratılışla iki ayrı dal meydana geldi.
Biri “KemÂliyet” kelimesinin “ك : KÂf” ı
Diğeri de “Kufur” kelimesinin “ك : KÂf” ı

KemÂliyeti şu Âyet-i Kerîme bildirir:
“…Bu gun dininizi sizin icin tamamladım….” (MÂide 5/3)

Kufur “ك : KÂf” ını da şu Âyet-i Kerîme bildirir:
“…Onlardan bir kısmı kÂfir bir kısmı da mu’min…” (Bakara 2/253)

“ن : Nun” Harfinin ozunden ise;
MÂrifet Nuru ile
Nekre Nuru meydana geldi.
YÂni, Bilmek ve Bilmemek…

Vakta ki, Allah-u TeÂlÂ, yokluk hazinesinden ezelî arzu hukmu uyarınca varlıkları yarattı…
Onlara Nurundan sactı…

Her kime ki o Nurdan isabet etti; o kimse “ كُنْ - Kun! Ol! ” emri tohumundan meydana gelen ağacı kavradı, anladı…
Ve ona o emrin “ك : KÂf” ındaki sırda:
“Siz hayırlı oldunuz…” (Âl-i İmrÂn 3/110)
MeÂlinde gelen Âyet-i Kerîmenin sûreti belli oldu…
Ve o emrin “ن : Nun” undaki şerhle de:
“Allah tarafından sînesi İslÂm’a acılanı mı sordunuz?... O, Rabb’ından gelen nur uzerinedir…” (Zumer 39/22)
Âyet-i Kerîmesindeki mÂn sûreti zÂhir oldu…

Ve her kime ki o Nurdan isabet etmedi, boş gecti..
İşte o zaman; ondan, “ كُنْ - Kun! Ol! ” yÂni “ك : KÂf” ve “ن : Nun” dan kasd olunan asıl mÂnÂnın keşfi istenir.
Cunku o, onların hecesinde yanıldı..
Ve iş umduğu gibi cıkmadı..
O, “ كُنْ - Kun! Ol! ” yÂni “ك : KÂf” ve “ن : Nun” un dış manzarasına baktı, yanıldı…
“ك : KÂf” ı KUFUR mÂnÂsında gordu..
“ن: Nun” u da NEKRE mÂnÂsında gordu…
İnkar yabancılık..
Kısacası, kÂfirlerden oldu…

Hasılı:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” olarak ifÂde edilen kelimelerden, her yaratılmışın hazzı başka başkadır..
Ki bu hazz ve nasibi, o kelimenin hecesinden edindiği bilgi kadardır..
Bir de onun gizli sırlardan elde ettiği muşÃ‚hede kadar…

Butun bu fikirleri onunuze sererken delilimiz:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin şu Hadîs-i Şerîfidir:
“Allah-u TeÂlÂ, yarttığı halkını bir zulmette yarattı.. Sonra onlara nurundan sactı.. O nurdan nasib alan hidÂyet buldu.. Ve o nur, her kime ki uğramadan gecti, o da şaştı.. azdı..”

Vaktaki Âdem aleyhisselÂm; Vucûd, Varlık Dairesine baktı..
Her mevcûdu , varlığı şoyle gordu:
Kevn, yÂni bir var oluş dairesi icinde donmektedir..
Sonra cift; biri ateşten diğeri de topraktan..
Yine gordu ki; o kevn, kÂinÂt..
YÂni o bir oluş dairesi ki:
“ كُنْ - Kun! Ol! ”
Emri sırları uzerine donmekte..
Onun isteğine gore hareket etmekte.
Bu sebebden o devr ettikce devrediyor..
Uctukca ucmak istiyor…
O emre sığınıyor ve ona gore cevelÂn ediyor.
Ondan olamıyor, arzusu dışına cıkamıyor…

Hasılı mÂnÂda herkesin muşÃ‚hedesi bir başkadır.
YÂni:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” Emrine dair muşÃ‚hedesi…
Ona biri bakar; KemÂliyetin “ك : KÂf” ını ve MÂrifetin “ن : Nun” unu muşÃ‚hede eder.
Bir başkası da Kufur “ك : KÂf” ı ile yabancılık “ن : Nun”unu… Nekreyi muşÃ‚hede eder…

Kim olursa olsun; yaptığı muşÃ‚hedenin mahkumudur..
Ama hic biri kendi başına bir işe sahip değildir.
Hepsi.. Ama hepsi:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” dairesinin merkez noktasına donuktur.
YÂni tÂbidir, bağlıdır…

Bu olanların haddi:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” Emrinin bir icÂbı olarak olanların haddi değildir ki;
“ كُنْ - Kun! Ol! ” Emrini veren ZÂt’ın arzusu dışına cakalar…
Yapılan muşÃ‚hede hukmu ne olursa olsun, İlÂhî hukum budur…

Baktığın zaman goreceksin ki bu “Şeceretu’l- Kevn” in
“KÂinÂt Ağacı” nın dallarının şekli, meyvelerinin ceşit ceşit olmalarına rağmen, hemen hepsi tek merkezden meydana gelmektedir ki o;
“ كُنْ - Kun! Ol! ”
Habbesi..
Tohumu ya da sevgisi…
Hepsi ama hepsi, ondan olmakta ve ondan meydana gelmektedir.

Âdem aleyhisselÂm’ın kaydolduğu bir yer vardı ki oranın adı: “Mekteb-i TÂlim…
YÂni dershÂne..
YÂni oğrenme yeri.

İşte o mektebe dahil olduğu zaman, oğrendi..
Butun isimleri.. hepsini.. hepsini…

İşte bu tÂlimden, yÂni bu oğrenmekten sonradır ki karşısına muazzam bir sahne cıktı..
Ki bu sahne:
“ كُنْ - Kun! Ol! ”
Emrinin temsil ettiği sahne idi..
Daha sonra, bu KÂinÂtı yaratan muradına baktı…
Oyle ya..
Boşa değil di bu yaratılış.
O hÂlde bunlardan muradı neydi?
İşte o zaman yine karşısına:
“ كُنْ - Kun! Ol! ” Emrinin “ك : KÂf” ı ve “ن : Nun” u cıktı…
O artık her şeyi biliyordu, oğrenmişti.
TÂlimli idi..
Bu oğrendikleri sayesindedir ki Hazine “ك : KÂf” ını..
YÂni Kenz KÂfını keşfetti.. MuşÃ‚hede etti ve gordu..
Ve şu mÂnÂyı:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyen.. Bilinmemi istedim..”
Bunu boylece muşÃ‚hede ettikten sonra, bir başka sır kapısı acıldı onune…

Ki o Nun Sırrı…
Ki bu enÂniyyet, yÂni “Ben” benlik kelimesindeki “Nun” Sırrı idi…
Bu sırr, bir Âyet-i Kerîme’de mÂnÂsını şoyle bulmuştu:
“Gercekten Ben Allah’ım.. Başka ilÂh yok.. Ancak Allah Ben..” (TÂ HÂ 20/14)

Vakta ki, heceler tamam oldu..
Ve umulan da tahakkuk etti..
İşte o zaman ona bir başka mÂn kapısı acıldı..
Bilhassa Kenz-Hazine KÂfı’ndan tekrim..
YÂni, Şeref-İyilik KÂfı ona belli oldu..
Bu mÂnÂyı şu Âyet-i Kerîme ifÂde eder:
“Biz Âdemoğlunu pek şerefl kıldık..” (İsr 17/70)

Daha sonra bir başka KÂf..
Kuntiyyet KÂfı..
Yapılış ve Oluş KÂfı..
Ki bu da:
“Onun kulağı, gozu ve eli olurum..” Kudsî Hadisi ile sabittir.

Sonra onun icin başka mÂnÂlar meydana geldi ki..
Bu da “Nun” Harfinin icabı idi ve Enaniyyet-Benlik Nunu’ndan isthrac ediliyordu…
Ki bu Enaniyyet-Benlik Nunu’ndan, Nuriyyet Nunu yÂni Nurlu olmak Nunu geldi..
Bu mÂnÂyı da şu Âyet-i Kerîme ifÂde eder:
“Ona fayadası icin nur kıldık..” (En’Âm 6/122)

Sonra bu Nimet Nunu ile birleşti..
Bu mÂnÂsı şu Âyet-i Kerîmede:
“Şayet Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız tuketemezsiniz.” (İbrÂhim 14/34)

Buraya kadar sayılanlar, Âdem aleyhisselÂm’ın durumu idi..
Ve butun bu mÂnÂlar;
TÂlim gorduğu mektepten: “ كُنْ - Kun! Ol! ” Kelimesinden oğrendikleri idi…
Ama hepsi değil..
Azdan da azı…
Yine anlatacağız…


kaynakhttp://www.muhammedinur.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=1965
__________________