Onlara delillerimizi hem ufuklarda hem kendi benliklerinde gostereceğiz. Ta ki onun gercek olduğu kendilerine apacık belli olsun. Efendinin her şeye tanık olması yetmez mi?
41 Fussilet Suresi 53
Ayette "benlik" diye cevirdiğimiz kelimenin Arapcası "nefs"tir. Turkce'de bu kelimenin ifade ettiği anlama karşılık "can, ruh" gibi kelimeleri de kullanmaktayız. Kuran'da bu kelime bircok yerde gecer ve bizim maddi bedenimizin dışında olan fakat maddi bedenimizle butunleşmiş olan ozumuzu ifade etmek icin kullanılır. Kuran, olduğumuzde nefsimizin alınacağını soyler. (Turkce'de biz bunu ruhun alınması şeklinde ifade ediyoruz. Kuran'da ruh kelimesi gecmekle beraber Turkce'de bizim kullandığımız ruh kelimesi Arapca'da nefis kelimesine karşılık gelmektedir.) Kuran nefsi bizim bilinc halimiz, benimizin ozu olarak takdim eder. oyle ki uyuduğumuz zaman da nefis maddi vucudumuzda değildir. (Bakın 39Zumer Suresi 42) Buna karşılık nefis, maddi vucudumuzla tamamen butunleşmiş olarak vardır; yaptığımız iyilik ve kotulukleri meydana getiren nefis denen benliğimiz, bilincimizdir.
Şuursuz, bilincsiz, %99'u boşluk olan atomların gorme, işitme, duşunme gibi bilincli hareketler sergilemesinin vucudumuzun maddi yapısıyla acıklanamayacağını, bunun ancak maddi varlığımız dışında bir benlik (nefis, ruh) ile acıklanabileceğini ileride yazacağımız kitapta uzunca bir şekilde incelemesi ve zihin felsefesinden, kuantum teorisine kadar son asırda gelişen bircok bilim dalını bu bağlamda irdelemeyi duşunuyoruz. Bu konu kitabımızın hacmini ve konu sınırlarını cok aştığı icin şimdilik bu konuya girmiyoruz.
Kitabımızın bu bolumunde ele almak istediğimiz konu ayette benliklerimizde (nefislerimizde) deliller olduğunun vurgulanmasıdır. Kuran "ufuklarda" ifadesiyle dış dunyada delillerin varlığından bahsettiği gibi, benliğimizi dış dunyada gorduğumuz maddi objelerden ayırarak onda da deliller olduğunu ozellikle vurgulamaktadır. Felsefede ontolojik deliller diye ifade edilen deliller, apriori diye ifade edilen duyu deneyine hic başvurmadan yalnız akıldan ve aklın etkinliğinden turetilen bilgiler, Kuran'ın işaret ettiği benliklerimizdeki (nefislerimizdeki) delillere ornektir. Daha once incelediğimiz mucizeler; uydu, teleskop, mikroskop, denizaltı, vb. olmadan, fizik, kimya, biyoloji bilimleri son asırdaki seviyesine gelmeden soylenmesi mumkun olmayan bilgilerle ilgilidir. Bu bolumde incelediğimiz ifade ise felsefi bir kulturun, zengin bir duşunce yapısının olduğu bir ortamda soylenebilecek bir sozdur. Peygamberimiz'in kabilesi ticaretle, hayvancılıkla uğraşan insanlardı. Peygamberimiz, ne antik cağdaki Platon'un Akademiya'sı, ne de modern cağdaki Kartezyen okulları gibi duşunce hayatının renkli ve canlı olduğu bir ortamda bulundu. Bu yuzden dış dunyada gorunen deliller dışında, insanın kendi benliğinden gelen deliller olabileceğinin ayrı ayrı soylenmesi, Peygamberimiz'in bulunduğu ortam ve şartlar icinde dikkate değerdir.
ONTOLOJİK DELİL
Allah'ın gonderdiği tum dinlerin en temel mesajı, Allah'ın mukemmel bir varlık oluşudur. Dış dunyada Allah'ın yarattıklarının her birini incelediğimizde buna daha cok tanıklık ederiz. Ontolojik delilde ise farklı olarak Allah'ın varlığına dış dunyadan değil, zihnimizde yaratılışımız gereği var olan “mukemmellik” veya “Mukemmel Varlık” fikrinden ulaşılır.
Felsefe tarihinde ontolojik kanıtın ilk acıklamalarına Farabi ve İbni Sina'da rastlıyoruz. Farabi, ontolojik delili, dış dunyaya (kozmolojik) dayanan delillerle karıştırarak inceler. Buna gore Allah'ın varlığı zorunludur, bir an icin Allah'ı yok kabul etmeye kalkarsak zihin celişkiye duşer. Geri kalan tum varlıklar mumkun varlıklardır; bu varlıkların varlığı gibi, yokluğu da duşunulebilir. Mumkun varlıklar, zorunlu varlıkta son bulmazsa, zihinsel celişki ortaya cıkar.
Farabi'nin delili ontolojik ve kozmolojik delillerin karışımı olduğu icin bircok kişi felsefe tarihinde bu delilin izlerini ciddi bir şekilde ilk olarak İbni Sina'nın eserlerinde bulduklarını soylerler. Batı dunyasında Anselm ile ve ondan sonra da Descartes ile meşhur olan bircok izah aynen İbni Sina'nın eserlerinde mevcuttur.
Herşeye rağmen bu delil duşunce tarihinde en cok Descartes ile anılmaktadır. Descartes hicbir yanlışa duşmemek icin bildiği tum bilgileri yok sayarak felsefesine başlar. Daha sonra "Duşunuyorum oyleyse varım" diyen Descartes, kendi benliğinin inkÂr edilemeyecek şekilde var olduğunu; duşunmenin asla inkÂr edilememesinin, apacık gercekliği temelinde kabul eder. (Descartes'ın burada kabul ettiği varlığı, temelde Kuran'ın "nefs" kavramı ile ifade edilen benlik kavramıdır, maddi bedeni kastetmemektedir.) Daha sonra Descartes bilmenin şuphe etmekten daha buyuk bir mukemmellik olduğunu anlar ve bu mukemmellik fikrinin kendisini nasıl en Mukemmel'e goturduğunu şoyle acıklar: "Bundan sonra şuphe etmem, yani varlığımın mukemmel olması uzerine duşunerek (cunku bilmenin şuphe etmekten daha buyuk bir mukemmellik olduğunu acıkca goruyordum) olduğumdan daha mukemmel olan bir şeyi duşunmeyi nereden oğrendiğimi araştırmaya karar verdim ve bunu gercekten daha Mukemmel bir Varlık'tan oğrenmiş olmam gerektiğini apacık anladım. Kendi dışımdaki başka bircok şey; orneğin gok, yer, ışık, sıcaklık gibi daha binlerce şey hakkındaki duşuncelerime gelince, bunların nereden geldiğini bilmekte o kadar zorluk cekmiyordum; cunku onlarda kendilerini benden ustun kılacak hicbir şey gormediğimden, hakiki oldukları takdirde ise onları yokluktan edindiğime, yani bir eksikliğim bulunması dolayısıyla bende bulunduklarına inanabilirdim. Ama bu, kendi varlığımdan daha Mukemmel bir Varlık fikri icin aynı olamazdı. cunku onu yokluktan edinmek acıkca imkansız bir şeydi; sonra da en mukemmelin daha az mukemmelden cıkmasında, ona bağlı olmasında, hicten bir şeyin meydana gelmesinden daha az aykırılık bulunmadığına gore, onu kendimden de edinemezdim. Boylece, olduğumdan daha mukemmel bir varlık hatta herhangi bir şekilde bende bir fikir bulunan butun mukemmelliklere sahip olan bir varlık tarafından, yani tek kelimeyle soylersem, Allah tarafından bu fikrin bana verilmiş olması olasılığı kalıyordu geriye."
Descartes benliğindeki (nefsindeki) delilleri inceleyerek Allah'ı bulur. Descartes insanın benliğine bu bilginin, bir esere sahibinin kendi markasını basması gibi, Allah tarafından işlendiğini soyler: "Zihnimin uydurması veya yapması da değildir. Zira ondan bir şey eksiltmek veya ona bir şey katmak elimde değildir. Dolayısıyla onun da yaratıldığım zaman benimle birlikte doğmuş ve meydana getirilmiş olduğunu soylemekten başka diyecek hicbir şeyim kalmıyor. Doğrusu Allah'ın bu fikri, beni yaratırken, sanatkarın eserine işlediği bir marka gibi, zihnime koymuş olmasını garip bulmamalıdır..."
Spinoza da Allah'ı zorunlu bir cevher olarak kabul eder ve O'nun yokluğunun mantıksal celişki doğuracağını soyler. Leibniz ise Descartes'ın goruşlerine ilaveler yapılması gerektiğini duşunerek, İbni Sina'ya benzerlikleri olan acıklamalarıyla ontolojik delili formule eder.
KANT'IN ZAMAN VE MEKAN KATEGORİLERİ
Kuran benliklerimizde deliller olduğunu soyler. Buraya kadar Farabi, Descartes gibi duşunurlerden benliklerimizde doğuştan "Allah'ın varlığı" fikrinin var olduğuna dair acıklamalarını inceledik. Tahminimizce Kuran'ın benliklerimizde deliller olduğunu soyleyen ayeti "Allah'ın varlığı" fikrinin zihnimizde olmasından daha geniş anlamda delillere de işaret etmektedir. Kanımızca "Apriori" olarak tanımlanan benliğimizin, zihnimizin doğuştan sahip olduğu tum ozellikler, bu ayetin işareti kapsamındadır.
Kant'ı Kant yapan eşsiz buluşuna gore zaman ve mekan bizim her turlu deneyden, dış dunyayla buluşmadan once sahip olduğumuz sezgilerdir. Kucuk bir cocuğun mesafeler hakkında hicbir fikre sahip olmamasına rağmen, hoşuna gitmeyen şeylerden uzaklaşması, beğendiği şeylere yaklaşmak istemesi bunun delilidir. oyleyse insan, doğuştan hazır bir sezgiyle bu şeylerin onunde, yanında, dışında, kendisinden başka yerde olduklarını apriori olarak bilir. Yani dış dunyayla temas etmeden once zihnimizde mekan fikri hazırdır. Zaman icin de aynısı gecerlidir. Her algıdan once cocuk, once ve sonra duygusuna sahiptir. Bunlar olmasaydı; tum algılarımız birbirine karışır ve duzensiz, sırasız, karmaşık algıları kavrayamazdık. Zaman ve mekan sezgilerinin doğuştan bizde var olduğunun diğer kanıtlarına konu uzadığı icin girmiyoruz.
Kant, benliğimizin doğuştan sahip olduğu bu ozellikleri dış dunyayla temasımızı irdelerken kullandı. Bunların Allah'ın varlığının delilleri olduğuna dair bir şey soylemedi. Kant'ın bu buluşu benliğimizde var olan ozelliklerin dış dunyayla nasıl uyumlu olduğunun bir delilidir. Biz tek bir benliğe sahibiz ve tek bir mekanda yaşıyoruz. Yaşadığımız mekanı cok kompleks bir kapıya benzetebiliriz. Benliğimiz ise doğuştan sahip olduğumuz zaman ve mekan kategorileriyle tek anahtarımızdır. Bu cok kompleks kapıya, benliğimiz gibi cok kompleks bir anahtarı sokuyoruz ve karşımızdaki kapı acılıyor. Bu anahtarın (benliğimizin) tesadufen var olduğu hic soylenebilir mi? cok acıkca bellidir ki bu Evren'i, zamanı ve mekanı Yaratan kim ise insan benliğini tum donanımıyla Yaratan da odur.
Bu bolumden onceki bolumde gorduğumuz gibi dil oğrenme yeteneğimiz de doğuştan apriori olarak benliğimizde, zihnimizde hazırdır. İnsanın bu en onemli ihtiyacının zihninde hazır olarak yaratılması da, aynı zaman ve mekan kategorileri gibi Yaratıcımızın bizi mukemmel yarattığının delilleridir. Dış dunyada var olan ortama uyum sağlaması icin maddi bedenimiz gibi zihni yapımız da her turlu donanımla hazır olarak yaratılmıştır.
Gorulduğu gibi doğuştan benliğimizde var olan apriori seziler bizi hic yanıltmamaktadır. Kant bu apriori sezilerin deney alanına uygunluğunu gosterdi. Bu da aslında apriori sezilerin deney alanında deneylenmesi demektir. Buradan hareketle apriori sezgileri deney alanının dışına taşıracak guveni elde edebiliriz. orneğin bir İbni Sina, bir Descartes gibi; zihnimizde doğuştan var olan Allah fikrini bir delil olarak kabul edebiliriz.
Kant apriori olan zaman ve mekan sezgileriyle ilgili acıklamasının "Kuran'ın benliklerimizde deliller olduğunu" soyleyen ayetine konu olduğunu duysa herhalde cok şaşırırdı! Bize gore Kant'ın ahlakın varlığı icin Allah'a ve ahirete inanmamız gerektiğini soyleyen acıklamalarından da insanın sahip olduğu apriori bilgiler icin sonuclar cıkarılabilir. Kant ahlÂk ilkesinin uygulanması icin kacınılmaz olarak Allah'a ve ahirete inanılması gerektiğini soyledi. Kant bunu apriori ozelliklerimizden kaynaklanıyor olarak değerlendirmedi, bu durumu pratik bir ihtiyac olarak, pratik aklın bir tavrı olarak gordu. Fakat belli donanımlarla yaratılan aklı, bu sonuclara goturen yaratılıştan sahip olduğu apriori donanımdır. Yani biz, ahlÂkın gerekliliğine inandığımız zaman apriori ozelliklerimizden dolayı Allah'a ve ahirete inanmak (bunları postulat olarak kabul etmek) zorunda kalıyoruz. Ayrıca ahlÂkın Kant'ın deyimiyle insan icin bir "maksim" olması da yaratılışımızdan gelen apriori ozelliklerden dolayıdır... Bu konuyu da ilerideki calışmalarımızda irdelemek uzere burada kesiyoruz.
Kısacası: Apriori'ye savaş acan perişan olmaya mahkumdur!
YARATILIŞIMIZA KODLANANLAR
O halde sen yuzunu Allah'ı birleyen olarak dine, Allah'ın yaratılıştan verdiğine cevir ki, insanları onun uzerinde yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişiklik olmaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların coğunluğu bilmemektedir.
30 Rum Suresi 30
Yaratılışımızdan bizde kodlu olan (apriori) bilgiler hem Allah'ın dininin soylediklerine uygundur, hem de bu yaratılış Allah'ın mukemmel yaratışının delilidir. Ayette "yaratılıştan verilen" diye cevirdiğimiz kelime ilk yaratmayı ifade eden "fatara" fiilinin mastar halidir ve ilk yaratılış tarzını, yaratılışımızın başlangıcında verilen ozellikleri ifade etmektedir. Bu bolumun başında benliklerimizde deliller olduğunu soyleyen ayeti "yaratılışa uygunluk" olarak duşunursek daha da rahat anlaşılır. Descartes'ın savunduğu şekilde "doğuştan fikirler, yaratılıştan gelen fikirler" şeklinde acıklama bircok kişiye anlaşılması zor gelmektedir. Descartes'ın savunduğu tarzda bu fikri anlamak icin insanın zihin yapısı uzerine cok dikkatli bir konsantrasyon gerekmektedir. "Doğuştan fikirler" şeklinde acıklama da muhakkak yaratılışa uygunluğu ifade eder, fakat yaratılışa uygunluğun "yaratılışımız ve dinin soylediklerinin uyumu" cercevesinde ele alınması da mumkundur ve bu geniş kitlelerce daha rahat anlaşılabilir.
Bircoğumuz "Nereden geldim", "Niye varım", "Nereye gidiyorum" sorularına cevap aramaktadır. Dikkatli duşunursek tum bu soruları sorma nedenimiz bu soruları soracak şekilde yaratılmamızdır. Bircok insan bu sorulardan kactığı, duşunmemeye uğraştığı ve kendi yaratılış ozelliklerini bastırdığı icin yaratılış gereği olan bu soruları sormaz. Kısacası bizi Yaratanın bize bu soruları sordurtması bizi "dine inanacak şekilde yaratması", bu ise "bir din gonderecek olması" demektir. cunku bu soruların din dışında cevabını veren hicbir sistem yoktur. Yani bir dinin olması gerektiğinin delili, bizim yaratılıştan bir dine inanacak şekilde yaratılmamızda gizlidir.
Bizi susatan Allah, karşılığında su bulma imkanını da, suyu da yaratmıştır. Bizi acıktıran Allah, karşılığında sayısız yiyeceği yaratmıştır. Dikkat edilirse acıkma, susama hissi; dış dunyada suyun, yemeklerin olmasından farklıdır. Canımız su yerine, yani hidrojen ve oksijen atomlarından oluşan bu molekul yerine, Dunya'da hic olmayan, bize yararsız veya vucudumuzla alakasız bir molekulu de arzulayabilirdi. Fakat, hayır! Vucudumuz kendisi icin en gerekli olanı ve var olanı yaratılıştan isteyecek şekilde yaratılmıştır.Sonsuza dek var olmak, hic yok olmamak; bizim sudan, yemekten daha buyuk ihtiyacımızdır. Hayatın devamı her turlu istekten, arzudan ustundur. Yani Allah, bizi ahirete baştan muhtac yaratmıştır. Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi. Yaratılıştan bize verilen bu istek ise ahiretin bir delilidir.
Gorulduğu gibi bizim yaratılışımızda hem Allah'ın, hem dinin, hem ahiretin delilleri mevcuttur. Rum suresinin 30. ayetinin sonlarındaki ifadeye dikkat edelim. "Bu doğru ve eskimez dindir." cunku bu ilk insanın yaratılışından beri var olan, insanın yaratılışında taşıdığı delillerdir. Bu delilleri okumayı beceren Allah'a inanır, dine inanır, ahirete inanır. Fakat ayetin en son cumlesi de cok anlamlıdır. "Fakat insanların coğunluğu bilmemektedir." Gercekten de bircok insan, yaratılıştan kendisinde olan bu delilleri değerlendirememekte ve kendi kendilerini inkÂr etmektedirler.
Bize susama hissini veren Allah, suyu da yaratmıştır. Acıkma hissini veren Allah, yiyecekleri de yaratmıştır. Eğer Allah, Ahiret'i yaratmayacak olsaydı, bizi Ahiret'e muhtac yaratmazdı. Vermek istemeseydi, istemek vermezd
A.O.L un
__________________
YaratiliŞimizla Bİrlİkte Bİzle Var Olan Delİller
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- YaratiliŞimizla Bİrlİkte Bİzle Var Olan Delİller