Sahih din anlayışının itaat, teslimiyet, hakka bağlılık ve bÂtıldan yuz cevirme gibi temel direkleri olduğu gibi, yeni sapkın anlayışın da uzerine oturduğu temeller var. Bunların en onemli ucunu ele aldık.

Musluman icin İslÂm, Kur’an-ı Hakim’de ortaya konan, Rasul-i Ekrem s.a.v. tarafından en kÂmil şekilde acıklanan ve uygulanan ilke ve hukumlerdir.

Uymakla mukellef bulunduğumuz dinî hukumlerin aklî izahını hicbir zaman yuzde yuz oranında yapamayız.

Dunya insan icin bir imtihan yurdudur ve musluman, bu imtihan anlayışı icinde dinin hukumleri arasında kolay-zor, uygun-uygunsuz, devamlı-gecici… gibi ayrımlar yapmaz. (Hukmu Fıkıh ve Usul-i Fıkıh kaynaklarında belirtilmiş bulunan hususi durumlar bu cercevenin elbette dışındadır.) “Allah ve Rasulu bir işte hukum verdiği zaman musluman erkek ve kadının o işte kendi istediğini secme hakkı yoktur.” (AhzÂb, 36).

İnsanın değeri, takvası oranındadır; takva da ilme ve marifete bağlıdır. İlimde ve takvada bizden ustun oldukları icin Sahabe ve Selef kuşakları şayan-ı hurmettir.

Burada one cıkan “takva”, “itaat”, “teslimiyet”, “imtihan”… gibi kavramların modern İslÂm anlayışında yeri yoktur. Sozunu ettiğimiz anlayışın uzerine oturduğu sacayakları “akılcılık”, “kolaycılık” ve “değişim”dir.

Bu uc ilke, dinin ve onun kaynaklarının yorumlanmasında en temel başvuru mercileridir aydın musluman icin. Her ne ki bu uc ilkeden birine veya birkacına aykırı duşer, mutlaka dışlanmalıdır ona gore.

Eğer bu ilkelere uymayan şey bir Kur’an ayeti ise, onu turlu ceşit manevralarla yoruma tabi tutarak hukumsuzleştirir. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in bir sozu veya uygulaması ise, once “uydurma hadis” soylemini devreye sokar. Bu tutmazsa onu da te’vil ederek meselesini kitabına uydurur.

Bu ilkeleri biraz acacak olursak:

Akılcılık

“İslÂm mantık dinidir” sozu, modern muslumanın dilinden duşurmediği bir slogandır. Ona gore Kur’an ve Sunnet’in hukumleri de dahil olmak uzere her şey aklın kavrayış ve izah cercevesi icinde olmak zorundadır. Bu cerceveyi aşan, her ne olursa olsun yorumlanır veya reddedilir.

Bu cumleden olarak modern anlayışın “mucize” olgusuna bakışı hayli ilginctir. Kur’an’da zikri gecen mucizeler ona gore -hÂşÃ‚- “efsane/mitoloji”den ibarettir. Hz. Musa a.s.’a verilen 9 mucize (İsrÂ, 101), Dağların ve kuşların Hz. Davud a.s. ile birlikte zikretmesi (EnbiyÂ, 79; Sebe’, 10; SÂd, 18), Hz. Suleyman a.s.’ın kuşların ve karıncaların dilini anlaması (Neml, 16, 19), kuşlara, ruzgÂra ve (cinn&#238 şeytanlara hukmetmesi (EnbiyÂ, 81; Neml, 17; Sebe’, 12; SÂd, 36-38), Hz. İsa a.s.’ın daha beşikteyken konuşması (Âl-i İmran, 46), camurdan kuş yapıp uflemesiyle kuşun canlanıp ucması, korluğu ve alaca hastalığını iyileştirmesi ve halkın evlerinde ne yiyip ne biriktirdiğini haber vermesi (Âl-i İmran, 49) ve Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in İsra ve Mirac (İsrÂ, 1), gaybden haber vermesi (Tahrim, 3) gibi Kur’an’da belirtilenler yanında, sahih Hadis kaynaklarında nakledilen pek cok mucizesi hakkındaki yorumları buna ornektir.

Modern musluman butun bu mucizeleri, Kur’an’ın indiği donemde yaşayan insanların bilgi ve algı seviyesinin duşukluğu ile acıklar ve şoyle der:

“Seviyelerinin duşukluğu sebebiyle o insanlar, olağanustu hadiseler duyduklarında kolayca etkilenirlerdi. Kur’an onların bu zaafından istifade etmiş ve kendilerine bol bol peygamber mucizesi anlatmıştır ki, eğer inanmaz da inkÂrda diretecek olurlarsa başlarına bir bela gelmesinden endişe etsinler!..”

Her şeyde “akla uygunluk” aramasının tabii bir uzantısı olarak, Modern anlayış, bircok hadisi de “akla uymuyor” gerekcesiyle inkÂr etmiştir. Efendimiz s.a.v.’in mucizelerini anlatan rivayetler bunların başında gelmektedir.

Yine aynı gerekceyle İslÂm’ın bircok hukmune karşı cıkarken, dinde olmayan yeni hukumler ihdas etmekten de geri durmamıştır. Kadınların namazda erkeklere imam olup namaz kıldırmasının, herkesin kendi anadilinde namaz kılmasının, hayız halindeki kadının namaz kılıp oruc tutmasının ve KÂbe’yi tavaf etmesinin, kurban kesmeyip parasını tasadduk etmenin… caiz olduğunu soylemeleri bunun orneklerini oluşturmaktadır.

Oysa Hz. Ali r.a.’ın şu sozu bizi, Din-akıl ilişkisinde bu kadar serbest davranmadan once daha derin duşunmeye sevk etmektedir: “Eğer İslÂm akıl dini olsaydı, mestlerin ustunun değil, altının mesh edilmesi gerekirdi…” (Ebu Davud)

Elbette bununla İslÂm’ın akla aykırı bir din olduğunu soylemek istiyor değiliz. Demek istediğimiz, dinin her hukmunu aklî bir izaha dayandırmaya calışmanın yanlış olduğudur.

Namazda bir kere rukû ve iki kere secde edişimizi kim neyle acıklayabilir? Keza namazların vakitleri, rekÂt adetleri, haccın zamanı ve rukunleri, zekÂt, miras, evlenme ve boşanma ahkÂmı ve daha pek cok husus da oyle…

Kolaycılık

Modern muslumanın temel dayanaklarından biri de budur. Kur’an’da yer alan, “Allah sizin icin kolaylık ister, zorluk istemez” (Bakara, 185), “Muhakkak ki, her guclukle beraber bir kolaylık vardır” (İnşirÂh, 95, 96) gibi ayetleri de delil olarak kullanır ve şoyle der:

“Mezhep alimleri, ibadetler ve dinî hukumler icin sıkı sıkıya birtakım şartlar, rukunler vesaire tayin etmek suretiyle dini zorlaştırmış, adeta icinden cıkılmaz hale getirmişlerdir. Oysa İslÂm kolaylık dinidir. Neyi nasıl yaparsanız yapın, Allah kabul eder. Yeter ki niyetiniz duzgun, kalbiniz temiz olsun.”

Bu cumleden olarak tavuk, hindi vb. kucukbaş hayvanların kurban olarak kesilebileceğini, haccı senede birkac kere yapılabilecek hale getirmek suretiyle yuz binlerce insanın aynı anda haccetmesinin getirdiği sıkıntı ve eziyetin ortadan kaldırılabileceğini, Kur’an’ın hırsızlık sucu icin tayin ettiği cezanın, hırsızın eline kucuk bir cizik atarak da yerine getirilmiş olacağını, herhangi bir sebeple kılınmamış olan namazların kazasının gerekmediğini… soylemesi bunun orneklerini oluşturur.

Oysa ne ibadetlerin şart ve rukunlerini tayin edenler Mezhep alimleridir, ne de dinin hukumlerinin bu şekilde değiştirilebileceğini gosteren bir ayet veya hadis vardır. Butun mesele, dinin hukumlerini ağır bulduğu icin nazlanan, İslÂm’ı, adeta oturduğu yerden yaşamanın arayışı icinde olan modern muslumanın arızalı din anlayışındadır.

Değişim

Aslında bu ilke, diğer ikisini de ihtiva edecek kadar onemli ve kuşatıcıdır. Modern muslumana gore dinin hicbir hukmu, evet yanlış okumadınız, “dinin hicbir hukmu”, değişim ilkesinin kapsama alanının dışında tutulamaz. Yani her hukum, gerekli gorulduğu takdirde değiştirilebilir.

“Bu değişimin bir olcusu, sınırı yok mu?” diye soracak olursanız, evet var. Değişimin sınırı, modern muslumanın anlayışı, bilgisi ve kararı ile belirlenir. O hangi hukmun değişmesini arzu ederse, o hukum değişir, hangi hukmun kalmasını isterse o hukum kalkar!

Peki boyle sınırsız bir yetkiyle donatılmış bulunan bu değişim nedir? Bu sorunun cevabı, “modern insanın değer yargıları, alışkanlıkları, kabulleri ve redleridir” şeklinde verilecektir. Bunları da modernliğin kaynağı olan ve dunyaya hukmeden Batı ve Batılı insan belirlediğine gore, bu cevabı daha kısa bir şekilde şoyle ifade edebiliriz: Değişim, Batılı insan neyi nasıl yapıyorsa onu oyle yapmaktır.

Bunun icin hayat tarzları, inanclar, gelenek ve kulturler, hatta giyim kuşam ve damak tadı bile değişime uğratılmıştır. Bilhassa gorsel ve yazılı medya aracılığıyla Batı tipi hayat tarzı butun dunyaya devamlı surette empoze edilmekte ve model gosterilmektedir. Gelişmişliğin ve kalkınmışlığın ancak onlar gibi yaşamakla, onlar gibi tuketmekle ve onlar gibi davranmakla mumkun olacağı fikri aşılanmaktadır.

Elbette Batılı insanın anlayışına ters gelen dinî hukum ve uygulamalar da bu genel gecer durumun dışında değildir. Modern musluman, bircok İslÂmî meseleye, “Hangi cağda yaşıyoruz!” sloganıyla yaklaşırken ve onların miadını doldurduğunu, zamanının gectiğini soylerken, aslında Batılı insanın hayat tarzını ve anlayışını esas almaktadır.

Netice

Butun bu soylediklerimizin, modern Musluman anlayışı icin “kendini inkÂr” anlamına geldiği acıktır. Kafası karışmış, kalbi bulanmış, hakikat ile hurafe arasında, hak ile bÂtıl arasında bir o yana bir bu yana savrulmuş ve sonunda tercihini bÂtıldan ve hurafeden yana kullanmış olan modern musluman, şu ilahî uyarıları goz ardı etmekle olumcul hatayı işlemiştir:

“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, oysa hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şeyi seversiniz, oysa hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216) ve “Allah bilir; siz ise bilmezsiniz.” (Nur, 19)

“İnsana ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra, 85). Dolayısıyla sınırlı kapasite ve bilgisini Allah TealÂ’nın mutlak ilmi ile kıyaslama, O’nun hukumlerini kendi cuce olculeriyle değerlendirme, değiştirme, tahrif etme yanlışına duşmuş insan, isyan ve tuğyan icinde kendi helÂkını hazırlamış olmaktadır.

“İslÂm” kelimesinin anlam orgusu icinde “teslim olmak” da vardır ve bizim icin “usve-i hasene: mukemmel model” olan Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bu dini yaşamayı bize nasıl oğretmişse, ancak o şekilde yaşayarak dunyevî ve uhrevî kurtuluşu yakalamamız mumkundur. Hak ve hakikati temsil etmek, hak ve hakikat adına konuşmak da ancak kendimiz olmakla mumkundur.

Gayrısı şu ilahî uyarının muhatabı olmak demektir:

“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber’e muhalefet eder, muminlerin yollarından başkasına uyup giderse, onu donduğu yolda bırakır ve (ahirette) cehenneme sokarız. Ne kotu donuş yeridir orası!” (Nisa, 115)
__________________