İslÂm, mana itibariyle selam, selamet kokunden olup, kulun Rabbine, Yaratanına teslim olması, emirlerine boyun eğmesi, emin bir şekilde selamete, kurtuluşa yurumesi, her şeye ve herkese guven vermesidir.
Mumin olabilmek icin butunuyle şirk ve şaibelerinden uzak durmak gerektiği gibi, ihlÂsla kalbi Rabbu’l-Âlemin’e bağlamak gerekir. İbadetleri Rabbini goruyor veya Rabbi tarafından goruluyor olduğunu bilerek yerine getirmek, davranışlarını guzel ahlÂk cercevesinde ortaya koymak da, İslÂm ruhunun kulun hayatına yansımalarındandır.
Fakat İslÂm dinini sadece bir vicdanî, ahlÂkî meseleymiş gibi gostermek doğru değildir. Boyle bir davranış ona saygısızlık olduğu gibi, gercekten bir haddini bilmezliktir. Dini hayattan kopartıp, “Onemli olan kalptir, kişinin kalbine bakmak lazım...” diyenler, dinin amelî yonleriyle uğraşmayı aşırılık diye nitelendirenler, boş soz ve davranışlarıyla kendilerini aldatmakla kalmayıp, muminlere karşı da buyuk bir saygısızlık yapmaktadırlar.
. . .
İslÂm’ın, kişilerin kendi heva ve heveslerine gore yorumlanması onu din olmaktan cıkararak insanî/dunyevî bir sistem haline getirir. Oysaki mucella dinimiz İslÂm, bunun tam aksine, insanları heva ve heveslerinin girdabından kurtarıp, Hakk’a ve hidayete bağlamak icin gonderilmiş bir ilÂhi kanunlar butunudur.
Din, şuur ve akıl sahiplerini muhatap alarak onları kendi irade, istek ve secenekleriyle dunyada ve ahirette hayra yonlendirir. Buna uyanlara ebedi saadet bahşeder.
İslÂm, yarattıklarını ezeli ve ebedi ilmiyle bilen Rabbimizin bir vahyi, kanunu olduğu icin her zaman hayrı gostererek iyiye, guzele sevk eder. Guzel bir akıbet vaadiyle insanları heveslendirir, teşvik eder. Bunun yanında belli olcude kotu akıbet endişesiyle de uyarır ve temkinli, dikkatli olmaya cağırır. İslÂm’ın bu telkin ve tavsiyeleri hep taze, kalıcı ve değişmezdir.
İnsanoğlu hayatını İslÂm dinine gore yaşadığı muddetce hem bu dunyanın meşru butun nimetlerinden istifade eder, hem de ahirette akılların alamayacağı mukÂfatlara ulaşır. Cenab-ı MevlÂ’nın nice teveccuhlerine mazhar olur.
İnancı tam ve sağlam, ameli hak olculerine bağlı, kalbi her zaman Rabbiyle irtibatlı olan bir mumin, katiyen boş şeylerle uğraşmaz, asla hak ve hakikat cizgisinden ayrılmaz. Mahlukata karşı sevgi ve saygısı vardır, her turlu ilkellikten sakınır; duşunce ve davranışları cezbedici bir farklılığa sahiptir. İşte boyle bir hayat tarzı, hakkıyla yaşanılan İslÂm dininin tezahurudur.
. . .
Fahr-i Âlem s.a.v.’in insanlığa sunduğu bu din, yolların en mukemmeli ve Allah’a ulaştıran vesilelerin en guvenilir olanıdır. Dinimiz İslÂm, gercek yaşayanlarını, hakiki temsilcilerini bulduğu zaman herkesin koşarak sığındığı golgelik olmuştur. Celişkilerin, anlamsızlıkların, her turlu zulmun ateşinden koruyan bir golgelik.
İslÂm dini zamanımızda kendini tam ifade edemiyorsa, bunun sebebini once onun duşmanlarının asırlardan beri devam eden kin, nefret ve ofkelerinde, sonra da İslÂm temsilcilerinin cehalet, vurdumduymazlık, vefasızlık, gerceği anlayamama ve aymazlığında aramak gerekir.
Fakat bu boyle devam etmeyecek, zamanı gelince şimdi bir avuc olan yurekten kendisine sahip cıkanlar, hayatlarını ona bağlayıp yolunda olmayı yaratılışlarının gayesi bilenler sayesinde muhakkak yeniden hayatın her zerresinde kendini ifade etme fırsatını bulacaktır. O zaman yine kendi uslubunu kendi sedasıyla seslendirecek, semavî ahengiyle her yerde ve her lahzada kendini hissettirecektir.
. . .
Anlaşmazlık ve ayrılıklara duşmemek icin, İslÂm’ı Rabbu’l-Âlemin’in gosterdiği esaslar doğrultusunda kabullenip yaşamak gerekmektedir. İmanın her zaman insana hayat verebilmesi icin “amel-i salih”e ihtiyac vardır. İman, salih amelle desteklendiği, mumin de ibadetle beslendiği nispette MevlÂsına yakın olur, yakınlığını muhafaza edebilir. İbadetle, salih amellerle beslenip desteklenmeyen bir iman, gucunu tam gostermeyeceği gibi; kulluğu, ubudiyeti olmayan bir muminin yıkılmadan kendisi olarak ayakta durabilmesi de cok zordur, hatta imkansızdır. Bundan dolayıdır ki mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim hemen her zaman imanın ardından amel-i salihi zikreder.
İslÂm dini, can u gonulden ona inanıp yaşayan bağlıları icin her zaman bir guc kaynağı olmuş, yaşantıları olcusunde onları hep mesrur etmiştir. Asr-ı Saadet’ten gunumuze dek değişik zamanlarda onun sayesinde altın devirler yaşanmış, farklı medeniyetler kurulmuştur. Bunun yanında ona sırt cevrildiği ve onun hayattan uzaklaştırıldığı zaman dilimlerinde de felaketler ve yıkılışlar birbirini izlemiştir. İnsanlık onsuz bir turlu belini doğrultamamıştır.
Mumin, niyet ve duşuncesinde her lahza imanını salih amellerle besleme gayreti icinde olmalı, mumin olmanın hakkını vermeli ve bir an dahi kendisini gaflete bırakmamalıdır. Muminler bu ilÂhi nizama sahip cıktıkları, yaşayıp yaşattıkları muddetce imrenilen, Âleme ornek bir insan modeli olacaklardır. Yaşadığımız perişanlık ve utanc verici durumdan ancak boyle cıkacağız.
Muslumanlara duşen vazife yeniden, kendi değerlerine, kendi benliklerine donmeleri, kendileri olarak kalmaya azimli olmaları, kendi oz kaynaklarından beslenmeye gayret etmeleridir. Kaynaklarımız da bellidir: Kur’an-ı Kerim ve Sunnet-i Seniyye...
Mumin bir kalpte hem iman hem de başka inanc ve telakkilerin bir arada bulunması mumkun değildir. İman hakiki manada bir kalbe girince butun yanlış kabulleri siler goturur. İbadet onun her tarafına kendi rengini verir.
Ancak boyle bir irtibat sayesindedir kulun duşunce ve tavırlarında şaşmayan bir doğruluk, devamlı bir ihlÂs hali, kalpten bir yardımlaşma ve dayanışma gayreti ve bir uhrevîlik ahlÂkı ve nihayet Allah eri olma durumu belirir.
İşte bu olcude kulun ic Âlemine işleyen iman, muminin her halinde kendini hissettirir. İşinde, ticaretinde, evinde... kısaca hayatının butun merhalelerinde onun davranışlarını tesiri altına alır. İşte bu durum, “Gorulduklerinde Allah’ı hatırlatan” zumrenin, evliyanın durumudur.
__________________
Dİnİ DoĞru Anlamak, DoĞru YaŞamak
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Dİnİ DoĞru Anlamak, DoĞru YaŞamak