--------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------

Kuran, bilgiden ziyade esasında bir bilinc kaynağıdır. Epistemolojiden ziyade ontolojiye dÂhildir. Yani bilgi kaynağı olmaktan ziyade, bilgiye ulaşacak olan insanoğluna hitaptır


Kur’an, peygamberin kıyamet gunu Allah’a şoyle şikayette bulunacağını soyler:


“Peygamber diyecek ki: “Ey Rabbim! Benim halkım bu Kur’an’ı terketti.” (Furkan; 25/30)

Ayette gecen “Kur’an-ı mehcur” tabiri terk edilmiş, bir kenara atılmış, bırakılmış, uzaklaşılmış Kur’an demek…

Peygamber rabbine hangi halkı şikayet edecek dersiniz?


Kim bu Kur’an’ı bir kenara atan halk?


***

Elinize aldığınız herhangi bir mushafın uzerinde “Kur’an-ı azim” veya “Kur’an-ı Kerim” yazar.


Buyuk, şanlı, asil Kur’an; icinde insanlığın şerefi ve itibarı olan, kemikleşmiş değer ve ilkeleri bulunan, onları ısrarla vurgulayan, insanlığa surekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerinin (hablun min’ennÂs) savunucusu, vicdanının sesi (basÂiru li’nnÂs) olan Kur’an demek…


Ne asil bir isim…


Demek artık şoyle okuyacağız: Kur’an-ı mehcur…


“Gecip giden varsa İslam’ın şu ciğnenmiş diyarından”, viran olmuş yurtların, metruk binaların, ot basmış evlerin orumcek bağlamış duvarlarında asılı duran, artık bir manası kalmamış, bunun icin de donup bakmaya gerek olmayan, terkedilmiş, bir kenara atılmış, kendi haline bırakılmış Kur’an demek…


Ne hazin bir isim…



***


“Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye meşhur bir soz var…


Kur’an’ın tarihteki serancamını adeta ozetliyor: Nazil oldu… Okundu… Yazıldı…


Peki nerede anlaşıldı? Nerede yaşandı? O niye yok?


Manidar değil mi?



***

Kendinizi bir yoklayın.


En son ne zaman Kur’an’ı okudunuz demiyorum, ne zaman dediğini anlamaya calıştınız?


Yani Kur’an’ı en son ne zaman terk ettiniz?


Biliyorum bir coğumuz icin trajik bir soru.


Kur’an’ı terk etmek…


Ondan umudunu kesmek…


Gerek duymamak…


Heyecan duymamak…


Okuduğu halde terk etmek…


Yazdığı halde terk etmek…


Konuştuğu halde terk etmek…


Saygı duyduğu halde terk etmek…

***


Bu kitap bir coğumuz icin artık Kur’an-ı azim değil Kur’an-ı mehcur…


Yani buyuk, şanlı, asil kitabımız; icinde şerefimiz ve itibarımız olan, kemikleşmiş değer ve ilkelerimizi ısrarla vurgulayan, bize surekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerimizin (hablun min’ennÂs) ve vicdanımızın sesi (basÂiru li’nnÂs) olan kitap değil; ya cocukluk yıllarımızı, ya mahalle camilerini, ya kandil gecelerini, ya da pişmanlık ve nostaljiyle karışık cemaat ortamlarındaki tefsir derslerini hatırlatan, artık terk ettiğimiz bir kitap…


Peki, Kur’an nasıl terk edilir?

Kimimiz Kur’an’ı “okuyarak” terk ederiz.


Gece gunduz hatim indiririz. Bir olunun toprağına okuyup geceriz. Şifa niyetine okur, fal bakar, sağa sola ufurur, şifre arar, gullu yasin hatmeder, teberruken tilavet ederiz. Hafızlık yarışmalarında birincilikler alırız. Davudi seslerimizle salonları inletiriz. Ne dendiğine hic bakmayız cunku onemli değildir. Onemli olan lahuti bir sesin icimizi huzurla doldurmasıdır.


İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlarda okunmak, ne fal bakmak icin



***

Kimimiz “saygı gostererek” terk ederiz.


İşlemeli kılıflara koyup duvarlara asarız. Belden aşağıya indirmeyiz. Ayağımızı ona uzatarak yatmayız. “Abdestim yok, aybaşıyım” vs. diyerek zinhar el surmeyiz. Saygımızdan peygamberin ismini bile anmayız. Anınca da kırk ceşit salavat getiririz. Oyle saygılıyızdır ki Kur’an’a, saygımızdan ne dediğini anlamayı bile saygısızlık sayarız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el surulmemek icin



***

Kimimiz “yazarak” terk ederiz.

Kufi’den rıka’ya, sulus’ten culus’a hat sanatının nadide ornekleriyle bezenmiş turkuaz ve altın sarısı yazmalara işleriz. Hat ve tezhip sanatının mukemmel orneklerini sergileriz. İnceden inceye yazar, bir noktası icin kırk divid harcarız.


İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tezhip, ne sulus, ne hat yazmak icin



***

Kimimiz “konuşarak” terk ederiz.


Kur’an uzerine bol bol konuşuruz. Nutuklar atar, hutbeler irad ederiz. Konuşmalarımızı en guzel ayetlerle susleriz. Besmele, hamdele ve salvele ile başlar, “hur-i iyn” dualarıyla bitiririz. Tefsir dersleri yapar, tapınaklarda vaaz verir, kursulerde gerdan kıvırmaya bayılırız.
İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini icin



***

Kimimiz “kenarında dolanıp durarak” terk ederiz.

Emsile, bina, maksut, avamil, beleğat, usul, hadis, fıkıh, kelam vadilerinde dolanır dururuz. 72 ilmi oğrenmek icin bina okur doner doner bir daha okuruz. Omur biter 72 ilim bitmez. Meslek kaygılarından, kariyer hesaplarından ilahi mesajın ozunu unutur gideriz. Peygamberin ağzından “Bu kız cocukları hangi sucundan dolayı olduruldu” ayetini duyar duymaz kılıcını cekip “Bundan boyle kılıcım bu sozun arkasındadır!” diyen sokaktaki adamın sadeliğini, heyecanını, doğrudan muhataplığını hissetmeye kasınıp durmaktan bir turlu sıra gelmez. Halbuki iş bu kadar sade ve basittir.


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları icin


***


Kimimiz de “acık arayarak” terk ederiz.


Kur’an’da habire acık ararız. Dorde kadar evlenmeyi emrediyormuş, koleliği onaylıyormuş, erkeğe iki kadına bir hak veriyormuş, kadını aşağılıyormuş, zina edeni taşlayın diyormuş, Muhammed cocuk yaşta kızla evlenmiş, hurafeyle doluymuş vs. diyerek terk ederiz. Kur’an’ı sonmuş bir yıldız gibi goruruz. Eski cağların kitabı muamelesi yaparız. Cağa ayak uyduramadığını soyleriz. Col kitabı veya Arap dini olarak goruruz. Butun bunları gosterebilmek icin acık ustune acık ararız.

İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…


İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne erkeği yuceltmek, ne kadını aşağılamak icin
Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor gormek icin


***

Oysa bu kitap esas itibarîyle “yaşayan hayatın” icinde “okunur”. Yaşayan hayattan koptuğu an terkedilmiş (mehcur) olur. Cunku onun oluş ve doğuş tabiatında dosdoğru “yaşayan hayatın” icinden gelen (kitabun qayyime) ozelliği vardır. Keza hakkında bilgi sahibi olurken bile “metafizik bir gerilim” icinde ve “korku ve titreme” (huşu) halinde olmak icap eder. Aksi halde size kendini acmaz.

Zira bu kitap tapınaklarda değil, varoluş sancısı ceken bir oksuzun mağaradan şehre inmesiyle şehrin sokaklarında, evlerinde, carşılarında, pazarlarında ve de giderek savaş alanlarında doğmuştur. Bu nedenle onu okurken, icinden, “dışarıda gurul gurul akan hayatın” sesini; diri diri toprağa gomulen kız cocuklarının yalvarışlarını, kolelerin zincir seslerini, at kişnemelerini, kılıc şakırtılarını, şehit feryatlarını, gazi cığlıklarını duymuyorsanız onu asla okumuş olamazsınız.

“Metinde gecmeyeni duyabilmek” işte bu bunun icin vardır.

Cunku Kuran sadece bir “metin” değildir. Onun meali de metinde gorunenin yan tarafına yazılması değildir. Bilakis meal, metinde gecmeyeni duyabilme cabasının adıdır. Zira uzerinde calıştığınız metin, metinlerden bir metin değildir. Bu metin oyle kolayına ortaya cıkmamıştır. Arkasında yirmi uc yıl boyunca esen bir ruh, dalgalanan bir heyecan ve coşkun bir hareket vardır. Bunlardan nasibiniz yoksa Kuran okumak ha bir kuru emektir

Peki, nedir Kuran?

Kuran, bilgiden ziyade esasında bir bilinc kaynağıdır. Epistemolojiden ziyade ontolojiye dÂhildir. Yani bilgi kaynağı olmaktan ziyade, bilgiye ulaşacak olan insanoğluna hitaptır. İnsanı cevresine tepki vermeye cağırır. Onda “Allah şuuru” (takva) uyandırarak hayat yolculuğunda “birlikte yurumeye” davet eder. Bu şuur uyandıktan sonra bilgiye insan kendisi ulaşacaktır.

Bilgi ise butun varlığa sacılmıştır; tarih, tabiat ve hayat... Bilgi butunuyle tek bir kişiye veya bolgeye inhisar edilmemiştir. İnsana duşen bunları aramak, esaslı bir hakikat arayışına girmek, tarihin, tabiatın ve hayatın neresinde ise bulup ortaya cıkarmak, Cin’de de olsa gidip almaktır.


Kuran sınırlı sayıda bilgi verdiği yerde bile esas itibarîyle şuur oluşturmak istemektedir. Kuran’ın yazılı bir metin olarak, tekrarlı, kesintili, vurgulu ve dalgalı akışında bunu gormek mumkundur. Esasında Kuran, deruni dile ve cÂnu gonule yonelmiş bir hitabettir.


Kuran, insanlığa hic duyulmamış yepyeni şeyleri getirmez. Bilakis bilindiği halde uygulanmayan, o cok bilenen fakat oralı olunmayan, ceşitli sebeplerle savsaklanan, her insanda fıtraten var olan insanlık vicdanını (basÂirun li’n-nÂs) uyandırmak ister (45/20). Uyanan vicdanın hayata yansımasını bekler; iyilik, guzellik, doğruluk, durustluk, sevgi, saygı, soz, namus, adalet, erdem, vefa, dostluk, kardeşlik, comertlik, yiğitlik, mertlik gibi temel insanlık değerleri (hablu’n-nÂs) uzerinde ısrarla durur (3/112) ve surekli olarak bunları talep eder. Bunları aynı zamanda Allah’ın ipi/yolu/değerleri (hablullah) olarak vazeder (3/112).


Kuran bize hakikat arayışında yoldaş olmak ister. Yardım eder, aptalca bir yanlışlığa duşmememiz icin bizi uyarır. “Allah” kavramının peşine duşurerek, her şeyden bağımsızlaşmamızı sağlar. Boylece bizi her tur batıl bağımlılıktan kurtararak ozgurleştirir. Bu anlamda Kuran işaret parmağı gibidir. Bilfiil, bizzat ve “hemen şimdi” işaret ettiği yone gitmemizi ister, işaret parmağının kendisi ile uğraşıp durmamızı değil… (Yaşayan Kur’an; Turkce Meal-Tefsir, Onsoz’den, İnşa yayınları, İst. 2007).



***

Bu Kitab’tır: her insana icin dışın oğreten
Gokte, yerde, tende, canda bir Yaratan sezdirten


Bu Kitab’tır: Her kişiye benlik veren, yol acan.
İnsanlığın sergisine armağanlar astırtan
Bu cerağdır: Obalara, konaklara nur sacan
Bir koylunun işlerini tarihlere basdırtan


Bu Kitab’tır: Yurekleri iyilikle besleyen
“El bağına girme” diyen, dost yarasın bağlatan.
Bu anadır: Her oksuze “Yavrum” diye sesleyen
Nice canları kardaş eden birbirucun ağlatan


Bu Kitaptır; akıllara her bir şeyi sordurtan
“Duşun sonra inan” diyen, doğru yollar gosteren
Bu bilgidir: Ululuğun yapıların kurdurtan
Cıplak dağlar yeşilleten, viran koyler şenleten


Ey kardaşlar! Şu kucucuk armağanım atmayın;
Bir goncadır; Muhammed’in gul yaprağından derildi
Sakın, bunu yapma cicek demetine katmayın
Bu şey size ozunuzu acmak icin verildi.

(M. Emin Yurdakul, Kur’an-ı Kerim)




İşte bu da Kur’an-ı azim’dir…


Onu terk eden kendini terkemiştir.


İhsan ELİACIK

Not : Alıntıdır. Yazının orjinalini Buradan Okuyabilirsiniz.
__________________