Kur’Ân-ı Kerîm Peygamberimiz (s.a.)’in en buyuk mucizesi. O’nun evrensel mesajının ve kişiliğinin en katî isbÂtı. Her zaman tazeliğini, diriliğini ve canlılığını koruyan surekli bir mucize. Butun cağları ve coğrafyaları nazmındaki belÂğÂtı ve derin mÂnÂlarıyla kuşatan ilÂhî bir soluk. Diğer butun peygamberlerin mucizeleri kendi donemlerine hitap etmiş. O donemde yaşayan insanları iman ve tevhide cağırmaya bir vasıta olmuş. Peygamberin risÂletini tamamlamasından sonra da mucize sona ermiş. Ancak Peygamberimiz (s.a.) kıyÂmete kadar gelecek tum insanlara, son peygamber olarak gonderildiği icin, onun nubuvvetini ortaya koyacak surekli bir mucizeye ihtiyac vardı. İşte Kur’Ân-ı Kerîm, o eşsiz mucize...
Butun cağlara hitap edecek bu mucizenin sağlam bir şekilde korunması gerekliydi. Oyle ki Hakk katından nasıl gelmişse oylece taşınmalıydı gelecek nesillere. Bu iki şekilde gercekleşti. Evvelemirde Kur’Ân, Hz. Peygamber(s.a.)’in kalbinde cem’ edildi. Hz. Peygamber (s.a.) kendisine indirilen butun Âyet ve sûreleri once kendi kalp ve zihninde muhÂfaza etti. Sonra bunları hem insanlara teblîğ etti, hem de ezberlenmek ve yazılmak uzere ashÂbına oğretti. YÂni Kur’Ân ezber (hıfz) ve yazı(kitÂbet) yoluyla muhÂfaza edildi. Bir başka deyişle sadırlarda ve satırlarda… İlÂhi Âyetler butunune “Kur’Ân” denmesi, onun şifÂhî olarak; “KitÂb” denmesi de yazılı olarak korunacak olmasına işÃ‚ret etmekteydi.
İlk donemlerden itibaren, sahÂbeden, nÂzil olan butun Âyet ve sûreleri ezberleyenler vardı. Onların onune boyle bir mecburiyet konulmamıştı. Onlar bu işi tamamen gonullu olarak yapmaktaydılar. Mesel Abdullah İbn Mes’ûd yetmiş sûreyi bizzat Rasûlullah’ın ağzından işittiğini ifade etmektedir. (İbn Hacer, el-İsÂbe, II, 369) Onun gibi sırf buna kendini adayan daha pek cok sahÂbînin varlığını biliyoruz.
Allah (c.c.) bu fedÂkarlığa soyunanlardan ovguyle soz etmekteydi, aziz kitabında. “Fakat o (Kur’Ân) kendilerine ilim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan apacık Âyetlerdir ve bizim Âyetlerimizi ancak zÂlimler inkÂr eder.” (Ankebût, 29/49) buyrulmakla onlar acıkca onurlandırılmaktaydı. Bir başka yerde: “Muhakkak ki Zikri(Kur’Ân’ı) biz indirdik biz, onu koruyacak olan da elbette biziz.” (Hıcr 15/9) buyrulmuştu. Onceki kitaplardan ne Tevrat’a ne de İncil’e boyle bir husûsiyet verilmişti. Bu kitaplar tam olarak kayıt altına alınamadıkları gibi Peygamberlerinden başkası tarafından da ezberlenmemişti. Allah (c.c.) Kur’Ân’ın ezberlenmesini kolaylaştırdı. Bu kitaba tÂbi olanlara boyle bir kabiliyet verdi. Onlar da bu işte azmettiler, kararlı davrandılar. Boylece Onların kalplerinde ve hÂfızalarında bu kitap korunmuş oldu.
Hz. Peygamber (s.a.) de surekli bu konuda teşviklerde bulunmaktaydı. Kimi zaman onlara cok buyuk değer verdiğini fiilî olarak gostermekte, kimi zaman bunu sozlu olarak ifÂde etmekteydi. CÂbir İbn Abdullah şoyle bir olay nakleder. “Uhud gunu savaş bittikten sonra Hz. Peygamber (s.a.) şehidleri defnediyordu. Şehidlerden iki kişiyi aynı kabre koyuyor, koymadan once de: “Bunlardan hangisi daha cok Kur’Ân biliyordu?” diye soruyordu. Hangisine işÃ‚ret edilmişse onu kabirde kıble tarafına koyuyordu.” (BuhÂrî, CenÂiz, 73,74.) Peygamberimiz (s.a.)’in bu davranışı hÂfızlara verdiği kıymetin acık bir nişÃ‚nesiydi.
Asr-ı saÂdette yaşanan en hazîn olaylardan biri de Bi’r-i Maûne hÂdisesidir. Efendimiz (s.a.) davetin butun gonullere ulaşmasını şiddetle arzu ediyordu. Bu maksatla Âmir İbn MÂlik isimli bir adamın sozune itimat ederek sahÂbenin ileri gelen Kur’Ân hÂfızlarından yetmiş kişiyi, cevre kabilelere İslÂm’ı tebliğ ve ta’lim icin gonderdi. Yolda giderlerken niyeti değiştiren munÂfıklar, Peygamber emÂnetine ihÂnet edip, civardaki muşriklerden de yardım alarak bu nÂdide insanları şehid ettiler. Haber ulaşınca o şefkat ve merhamet Âbidesi Peygamber o kadar cok uzuldu ki, bir ay boyunca sabah namazından sonra bunu yapanların kahrı icin kunutta bulundu. Halbûki o gune kadar boyle bir şey yaptığı hic gorulmemişti. (BuhÂrî, KitÂbu’l MeğÂzî, 28.) Bir insanın yetişmesi kolay değildir elbet. Hele bu insan Kur’Ân’ı oğrenmiş, ozumsemiş ve başka insanlara taşıyabilecek bir kıvama gelmişse… Bu insanı kaybetmekten daha hazîn ne olabilir. Muallim bir peygamberin yureği nasıl kavrulmaz boyle bir olayla.
Onun nezdinde Kur’Ân taşıyıcısı olmak, her zaman icin artı bir değerdir. Bu sadette “Ummetimin en şereflileri Kur’Ân taşıyıcılarıdır (hamele-i Kur’Ân)” (TaberÂnî, Beyhak&#238 diye buyurarak onlara yuksek bir pÂye verir. Tabii ki bununla Kur’Ân’ın ezberlenmesini teşvik yanında onlara bir misyon da yukler. Kur’Ân’ın insanlarla buluşturulması misyonunu… Hz. Âişe (r.a.)dan gelen bir rivÂyete gore ise onlar daha şerefli bir konuma sahiptirler:“Kur’Ân’ı ezberinden okuyan kimsenin misÂli, vahiy kÂtibi olan değerli ve guvenilir meleklerle beraberliktir.”(BuhÂri, Tefsîr, Abese 1.) Onlar icin va’d edilen nice mukÂfÂt vardır. Bunlardan bir kacını daha derc edelim: “(KıyÂmet gunu) dunyada surekli Kur’Ân’la birlikte olan kimseye denilir: “Oku ve yuksel! Dunyada okuduğun gibi oku! Muhakkak senin makamın beraberindeki son Âyeti okuyana kadar yukselecektir!” (Tirmizî, FedÂilu’l Kur’Ân, 17.) “Kur’Ân’ı okuyunuz! Zira Allah TeÂl Kur’Ân’la dolu bir kalbe azap etmez. Bu Kur’Ân Allah’ın ziyÂfetidir. Kim ona girerse guvendedir. Kim Kur’Ân’ı severse onu mujdele!” (DÂrimî, FedÂilu’l Kur’Ân, 1.)
Asr-ı saÂdette Hz. Peygamber (s.a.)’in Kur’Ân taşıyıcılarına yuklediği misyona ve bu mukÂfÂtlara gonul verip Kur’Ân’ı hıfz eden insanların sayısı her gecen gun arttı. Onlar zaten Nebi (s.a.) ne verirse alacak bir kıvama ulaşmışlardı. Bu sebeple o’nun kendilerine va’d ettiği bu nimeti devlet bildiler. Hz. Ebû Bekir Donemi. YemÂme savaşı. İslÂm ordusu sahte peygamber Museyleme’nin uzerine yurumuş. Kalabalık duşman ordusuna nispetle Muslumanların sayısı az. İslÂm’ı ilk kabul edenlerden Kur’Ân bilgileri yuksek bir kıt’a da ordunun icinde hazır. Bu kıt’aya “Kur’Ân hÂfızları kıt’ası” deniyordu. Başlarında da Kur’Ân’ı en iyi bilenlerden SÂlim (r.a.) vardı. Bu kıt’a asıl savaş birliklerinden ayrılarak duşman kuvvetlerine saldırdı. Kıran kırana mucadeleden sonra sayıları uc bini bulan bu kıt’adan kumandanlarıyla birlikte yediyuzu şehid oldu. Savaş kazanıldı. Museyleme’ye gereken ders verildi. (İbn Kesîr, 7/439; M. Hamidullah, Kur’Ânı Kerim Tarihi, cev. Salih Tuğ, s.45.)) Bu olay, Kur’Ân hıfzına onem verenlerin sayılarının daha o gunlerde nerelere ulaştığını ve onlara Kur’Ân’ın ne buyuk bir heyecan ve aşk verdiğini gostermektedir.
Kur’Ân’ın hıfzına bu denli onem verilmesi ciddi bir oto kontrol sistemi oluşturmuştur. Bu sistemle, Kur’Âna gelebilecek butun tahrif ve saptırmaların onune kolaylıkla gecilebilmiştir. Bunu Elmalılı şoyle ifade eder: “Bir kimse Kur’Ân’ın bir harfini veya bir noktasını değiştirecek olsa butun Âlem ona: “Bu yanlıştır, Allah’ın sozunu değiştirmektir” der. Hatta heybetli bir adam Allah’ın kitabının bir harfinde veya harekesinde yanlışlıkla bir hata veya lahn yapacak olsa cocuklar bile ona hemen,”Efendi yanıldın, doğrusu şoyledir!” derler. (Elmalılı, Hıcr 15/9. Âyetin tefsiri.)
Bunun guzel bir orneği de şu olaydır: Napolyon Mısır’ı işgal edince Kur’Ân’ı tahrif gayesiyle uzerinde oynanmış, yanlışlarla doldurulmuş elli bin tane Mushaf bastırır ve her yerde dağıttırır. Aradan yıllar gecer dağıtılan Mushafların akıbetini merak eden ilgililer yanlış Mushafları aramaya koyulurlar. Hayret hepsi dağıttıkları yerlerde durmaktadır. Heyecanla acarlar bakarlar: ne gorsunler her bir yanlış tek tek duzeltilmiş! İnsanlar bu Mushaflardan istifÂdeye devam etmekteler.
HÂfızlık geleneği bizim medeniyetimizde boyle işlemiştir. Bu ummet, peygamberinin mucizesini kalbinde taşımış getirmiştir, bu cağa. Ve her donemde Muslumanlar Kur’Ân’ı hıfz etmek, ya da cocuklarına hıfz ettirmek icin buyuk bir caba icine girmişlerdir. Gunumuze kadar da bu gelenek kendisinden pek bir şey kaybetmeden surup gelmiştir. İslÂm tarihinde hangi Âlimin hayatına baksanız, o Âlimin daha kucuk yaşlarda Kur’Ân’ı hıfzettiğini gorursunuz. Buna muvaffak olamayanlarınsa hÂfızlık yapmak hep bir ukde olarak kalmıştır iclerinde. Şu an İslÂm dunyasında ve ulkemizde sayılamayacak kadar cok hÂfız vardır.
Devam eden geleneğimizde- son zamanlarda- varsa bir eksiklik o da Kur’Ân hÂfızlarının Kur’Ân’ı tam olarak anlayamıyor ya da bu noktada yeterli gayreti sarf etmiyor olmalarıdır. Peygamberimizin onlara değer vermesinin sebebi, onların aynı zamanda Kur’Ân’ın ince mÂnÂlarını kavramaya, canlı bir şekilde onu yaşamaya calışmalarıdır. Bir Kur’Ân hÂmilinin gonlunde taşıdığını anlamaması ve de ona aykırı davranması elbette kabul edilecek bir tutum değildir. Bir şey anlaşılmadan nasıl yaşanacak ki? Bu, İsrÂiloğullarına hitap eden bir Âyetin muhÂtabı olmaya varır ki bu da Kur’Ân hÂfızına yakışmayan bir durumdur. (Cuma 62/5.) HÂsılı gecmişte olduğu gibi gunumuzdeki hÂfızların da gercek birer Kur’Ân taşıyıcıları olmaları beklenir.

__________________