Osmanlı İmparatorluğu’nun en guclu olduğu donemde batılı seyyahlar (gezginler) Osmanlı Devleti’ni sık sık ziyaret ederek, devleti bu kadar guclu ve yenilmez kılan noktaları oğrenmek icin araştırma yapmaya gelirlermiş.
Bu tur seyahatlerden birinde başkent İstanbul’a ulaşmak uzere yola cıkan bir seyyah grubu Edirne’yi gezerken, kendilerine yardımcı olan rehbere karşılarında duran bir tabelada ne yazdığını sormuşlar. Rehber, hat levhasındakinin Hz. Muhammed’in bir sozu olduğunu ve ““Kendi nefsin icin istediğini kardeşin icin de istemedikce gercek bir mu’min olamazsın” yazdığını soyleyince, seyyahlar goz goze gelmişler. Demişler ki; “Bir ulke halkı sadece bu dusturu yerine getirse, cennetvari bir toplum yapısı oluşturmak zaten işten bile değil…”
Kısacası, o kadar kanıksıyoruz ki bazen okuduklarımızı ve dinlediklerimizi…
Adet yerine gelsin diye dinliyor ve gereğini de yapıyor gibi davranıyoruz ya coğu defa (sizleri tenzih ederim)…
Fakat işin ozune inince ve mesaja derinden kulak verince durum sahiden bambaşka…
İnsanlığı kurtaracak hazinenin uzerinde oturup da, durumdan bihaber olmak gibi bir şey aslında bu…
Ağzına sağlık Paşam…
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Buyukanıt 12 Nisan Perşembe gunu yaptığı konuşmada “sozde değil ozde bağlılık” dedi ya hani…
O gun bugundur duşunuyorum, ozde zannedip de sozde kalan davranışlarımızı…
İyi ki de hatırlattın Paşam diyorum…
Meğer ne kadar da cokmuş ozune varamadıklarımız, sozde kaldıklarımız…
Paşa’nın konuşmasının hemen ertesindeki ilk cuma namazında daha bir esaslıca kulak verdim dinlediklerime…
Meğer insanlığı kurtaracak tek bir ayeti bile her zaman dinlermişim de, konuyu o kapsamda duşunmezmişim…
Hani cuma gunleri imamlar hutbeyi bitirirken okudukları ve minberin basamaklarından inerken de anlamını acıkladıkları o kısacık ayet var ya, ondan bahsediyorum…
İnanın değil ulkelerin tum ic hukuk sistemlerini, uluslar arası hukuku bile biran icin yok varsaysanız, huzur icinde bir dunyada yaşamak icin bu kısacık ayet bile tek başına yeter diye duşunursunuz.
Şimdi once her zaman dinleye geldiğimiz o ayetin mealini yazayım, sonra ayeti acıklayan bir tefsire yer vereyim, ardından da bir iki cumle ile konuyu ozetleyip son noktayı koyalım.
İşte o ayet…
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayÂsızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. Duşunup tutasınız diye size oğut verir” (Nahl Sûresi, 90. Ayet)
Ebu'l Al'a Mevdudi’nin “Tefhimu’l Kur'an” adlı eserinde bu ayetle ilgili şu acıklamalara yer veriliyor:
Uc emir, uc yasak…
“…Bu kısa cumlede Allah, dengeli ve sağlıklı bir toplumun dayanağını teşkil eden uc onemli şeyi emretmektedir: Bunlardan birincisi adalettir.
ADALET: Sınırlama olmaksızın herkesin sahip olduğu hakları elde etmesi icin gerekli olan duzenlemeleri yapmaktır. Orneğin butun insanlar, vatandaşlık hakları bakımından eşit olmalıdırlar. Allah herkese ahlÂkî, sosyal, ekonomik, kanunî veya siyasî olan tum haklarının, hak ettiği olcude verilmesini emreder.
İHSAN: Emredilen ikinci nokta, "İhsan"dır. Bu kelime iyi, comert, hoş gorulu, affeden, merhametli, nazik olma, bencil olmama... vs. anlamlarına gelir. Toplumsal hayatta bu adaletten daha onemlidir. Cunku adalet sağlıklı ve dengeli bir toplumun temeli ise ihsan onun mukemmele erişmesidir. Bir taraftan adalet, toplumun haklarını ciğnenmekten ve zulumden korurken, diğer taraftan ihsan, toplumu zevkli yaşamaya değer hale getirir.
SILA-I RAHİM: Emredilen ucuncu nokta ihsan'ın ozel bir uygulaması olan sıla-ı rahime (yakın akrabalara) iyilik etmektir. Bu, kişinin sadece akrabalarına iyi davranması, onların acılarını ve mutluluklarını paylaşması ve onlara kanuni sınırlar icinde yardım etmesi anlamına gelmez. İslÂm, akrabaları aclıktan kıvranırken zevk ve sefahat icinde yaşamayı buyuk bir gunah olarak tanımlar. Her bolumun kendi icindeki fakir bireyleri desteklediği bir toplum duşunun! Elbette boyle bir toplum hem ekonomik, hem sosyal, hem de ahlÂkî yonden yuce ve saf bir toplum olacaktır.
Yasaklar…
Yukarıdaki değinilen uc iyi ozelliğe karşılık Allah aynı ayette, hem bireyi hem de tum toplumu bozan uc kotuluğu de yasaklamaktadır:
FAHŞA: Arapca fahşa kelimesi, gayrı ahlÂkî, mustehcen, kotu, cirkin, adi, terbiyesiz; her şeye veya genel beğeni ve edep kurallarına uymadığı icin duyulması ve gorulmesi uygun kacmayan şeyleri; zina, fuhuş, homoseksuellik, cıplaklık, hırsızlık, soygun, icki, kumar, dilencilik, terbiyesizce konuşma ve benzeri şeyleri icerir. Aynı şekilde bu ahlÂksızlıkları toplumsallaştırmak ve yaymak da, orneğin yanlış propaganda, iftira, sucların acıktan işlenmesi, ahlÂksız hikÂyeler, bu turden gosteriler ve filmler aynı şekilde fahşanın kapsamına girer.
MUNKER: Genelde insanlar arasında kotu kabul edilen ve tum diğer ilÂhi kanunlar tarafından yasaklanan her şey demektir.
BAĞY: Genel ahlÂk kurallarını aşan, Yaratıcı olsun, canlı cansız tum varlıklar olsun, diğerlerinin haklarını ciğneyen her tur kotu davranıştır.”
Ebu'l Al'a Mevdudi’nin Nahl suresi 90. ayete ilişkin acıklamaları boyle.
Şimdi siz varın, guclu ulkelerin zayıf ulkelerle ilişkilerini, guclu insanların zayıf insanlarla ilişkilerini ayetin emrettiği adalet penceresinden bir daha duşunun.
Sahiden, her şey bir yana, şu kısacık ayette gecen sadece uc emir ve uc yasağı samimiyetle yerine getirseydik insanlığın icinde bulunduğu durum nasıl olurdu acaba?
Paşa’nın dediği gibi, ozu kaybettik, cok mu sozde kaldık dersiniz…
Farkına vararak ve gereğini yerine getirerek yaşamaya ne dersiniz?

Osman OZSOY

__________________