Tarih icinde izine rastlanmadigi halde, gunumuzde bircok firka ve fikir akimi dikkat cekmektedir. Modernistler, Reformistler, Ehl-i Kur'an (Kur'aniyyun, Mealciler) ve IslÂm'in saf haline donme iddiasinda bulunan Selefîler bunlardan baslicalaridir.



Gunumuzde ilmin zayiflamasi ve dogru ile yanlisin birbirine karistirilmis olmasi sebebiyle bu tur akimlar, bazi iyi niyetli muslumanlarin aldanmasina, yanlis yollara sapmasina vesile olmaktadir.



Bu yazi, son donemlerde ortaya cikan akimlardan biri olan Selefîligi kisaca tanitmak ve yanlisliklarini ortaya koymak maksadiyla kaleme alinmistir. Bu akimin gorusleri, temsilcileri ve onlarin tenkidi, hakkinda mustakil kitaplar yazilacak kadar ayrintili ve onemlidir. Biz burada sadece konuyu ana hatlari ile ele alacak ve kisa degerlendirmeler yapacagiz.



Selef kime denir?



Hz. Peygamber s.a.v.'in “En hayirli nesil benim donemimde yasayanlardir. Sonra onlari izleyenler, sonra onlarin ardindan gelenlerdir.” (1) seklindeki hadisinde “en hayirli nesiller” olduklari haber verilen ilk uc kusaga Selef denir.



Bu ilk uc kusak, sirasiyla Sahabe, Tabiun ve Tebe-i Tabiîn'dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde butun muslumanlar icin ornek nesillerdir.



Sahabe kusagi, Hz . Peygamber s.a.v.'in vefatindan sonra IslÂm'in biricik temsilcileri olarak yasamis, gerek Hicaz bolgesinde, gerekse fethedilen yeni bolgelerde IslÂm'i hakkiyla teblig etmis, ogrenciler yetistirmislerdir. Kur'an'i, hadis-i serifleri ve IslÂmî uygulamalari butun muslumanlar Sahabe kanaliyla ogrenmistir. Bu sebeple Sahabe'nin IslÂm ilim tarihinde oldugu kadar, iman, amel, edep, zuhd, vera, takva ve ahlÂkta da mustesna bir mevkii vardir.



Onlardan sonra gelen kusaga Tabiun denir. Bu kusak da Sahabe'nin dizinin dibinde yetismis, imani, ilmi ve ameli onlardan almistir. Bu kusaga Tabiun (izleyenler, tabi olanlar) denmesinin sebebi, Sahabe'ye uymakta gosterdikleri titizlik, ciddiyet ve ozendir.



Sahabe'nin onemi, Kur'an'da hayirla yad edilmis olmalari, Hz . Peygamber s.a.v.'in yasantisinin ilk ve en onemli temsilcileri olmalari hasebiyle IslÂm'i en dogru sekilde anlayip yasamanin kistasi olmalari... gibi hususlardan kaynaklanmaktadir. Tabiun'un onemi ise temelde su iki noktaya dayanmaktadir:



1. IslÂm'i, Sahabe kusagindan, yani en dogru sekilde anlayip yasamis olan kusaktan ogrenmis olmalari.



2. Sahabe zamaninda rastlanmayan, sonradan karsilasilmis yabanci bircok fikir akimi, kultur ve inanc sekliyle ilk defa onlarin muhatap olmasi.



Basta felsefî akimlar ve Mu'tezile , Cebriye, Murcie gibi bid'at firkalar olmak uzere pek cok kultur, inanc ve cereyan ilk defa Tabiun doneminde IslÂm toplumuna girmis ve onemli fikrî ve akidevî sarsintilara sebebiyet vermistir.



Iste Tabiun nesline mensup buyuk alimler, bu akimlarla mucadele ederek Sahabe'den devralinan sahih IslÂm anlayisinin zedelenmeden yasamasina ve gelecek nesillere aktarilmasina sebep olmus ve cok buyuk hizmette bulunmuslardir. Dolayisiyla IslÂm'in ozune yabanci her turlu cereyan karsisinda nasil bir tavir takinacagimizi, Tabiun neslini ornek alarak tesbit etmekteyiz.



Tabiun donemi, ayni zamanda fikhî mezheplerin temellerinin atildigi ve mustakil mezheplerin ortaya ciktigi donem olarak da dikkat ceker. Bu donemde yasamis olan Hasan-i Basrî , Sufyan -i Sevrî , Ibrahim en- Nehaî , Sa'bî ... gibi pek cok buyuk alim, birer muctehid olarak, mustakil mezhep sahibi idiler. Hanefî mezhebinin imami Ebû Hanîfe de bu kusaga mensuptu. (Allah hepsinden razi olsun)



Tabiun'dan sonra gelerek onlara ogrencilik etmis olan kusaga da Tebe-i Tabiîn veya Etbau't-Tabiîn (Tabiun neslini izleyenler) denir. Bu donem de ilmî ihtisaslasmanin ya sandigi, hadis-i seriflerin yaygin olarak mustakil kitaplarda toplandigi, itikadî ve fikhî mezheplerin iyice yerlesip muesseselestigi bir zaman dilimidir.



Kisaca tanittigimiz bu uc nesil, gerek Kur'an ve Sunnet'te ovguye mahzar olmalari, gerekse sahih IslÂm anlayisinin bize kadar kesintisiz olarak gelmesinde kilit rol ustlenmistir. Bu sebeple, daha sonraki asirlarda devamli olarak merkezî bir yer tutmus ve adeta dogru-yanlis ayriminin olcusu olarak algilanmistir.



Tarih boyunca IslÂm toplumlarinda ne zaman bir sarsilma, gevseme ve bozulma gorulmusse, bu uc neslin temsil ettigi IslÂm anlayisina donus gayretleri sayesinde toparlanma olmus ve dogru cizgi muhafaza edilmistir.



Bu sebeple “Selef-i Salihîn”, IslÂm Ummeti icin vazgecilmez bir nirengi noktasi ve olcu olmustur.



Selefîlik nedir?



Selefilik, IslÂm'i, yukarida tanittigimiz Selef-i Salihîn'in anlayip yasadigi gibi anlayip yasama iddiasinin vucut verdigi bir akimdir. Ilk defa Misir'da Cemaleddin Efganî ve ogrencisi Muhammed Abduh tarafindan baslatilan “ IslÂmî islah” hareketi, daha sonra Selefîlik adiyla anilan zumrenin dogmasina kaynaklik etmistir.



Asagi yukari ayni donemde bugunku Suudi Arabistan'in sinirlari icinde bulunan Necid bolgesinde ortaya cikan ve Misir'daki hareket ile benzer soylemleri dillendiren Muhammed b. Abdilvehhab'in yuruttugu “ Vahhabîlik ” hareketine de daha sonra Selefîlik denmistir.



Bu iki hareket arasinda temelde onemli farkliliklar bulunmamakla birlikte, soz konusu iki akim su noktalarda birbirlerinden ayrilir:



1. Itikadî sahada Vahhabîler KelÂm mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sunnet'in iki buyuk kelÂm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu'l-Hasan el-Es'arî Vahhabîler'e gore, saf IslÂm akidesini kelamî deliller kullanmak ve akli nakle (ayet ve hadislere) hakem kilmak suretiyle bulandirmislardir. Ozellikle mutesabih (2) ayet ve hadislerin Allah TealÂ'nin sanina ve yuceligine uygun olarak tevil edilmesine siddetle itiraz eden Vahhabîler, tasavvufa da ayni siddetle karsi cikarlar.



Efganî-Abduh cizgisi ise itikadî sahada kelÂm alimlerinin kullandigi metoda temelde itiraz etmez; Felsefe, mantik ve kelÂm gibi ilimleri reddetmez ve mutesabih ayet ve hadislerin, Allah Teal ile mahlukat arasinda benzerlik kurulmamasi icin tevil edilmesi taraftaridir.



2. Vahhabîler, fikhî mezhep olarak Ibn Teymiyye ve ogrencisi Ibnu'l -Kayyim'in cizgisini izler. Diger mezhepleri ise istihsan, istislah, mesalih-i mursele ... gibi delillere yer verdikleri icin bid'atcilikle itham ederler.



Efganî-Abduh cizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, butun fikhî mezhepleri birlestirme egilimindedir.



Aralarindaki ihtilaflari kisaca zikrettigimiz bu iki cereyan, zaman icinde birbirine yaklasarak “Selefî” diye anilmislardir. Ortaya cikis doneminden gunumuze dogru ilerledikce, Selefîlik akiminin icine baska gorusler de katilmistir. Dolayisiyla “ Selefîlik ” dendigi zaman akla her ferdinin ayni sekilde dusundugu homojen bir gruptan ziyade, asagida zikredecegimiz gorusleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir.



Selefîlerin gorusleri



Mutesabih ayet ve hadislerle ilgili gorusleri:



Selefîligin en bariz vasiflarindan birisi, mutesabih ayet ve hadisleri lugat anlamini esas alarak oldugu gibi kabul etmek seklinde kendisini gostermektedir.



Buna gore Kur'an'da ve hadislerde Allah Teal hakkinda zikredilen “el, yuz, gelme, oturma, inme, Ars'a istiva etme, gazaplanma, gulme...” gibi sifatlar, mahlukat hakkinda ne ifade ederse, Selefîler'e gore Allah Teal hakkinda da ayni seyi ifade eder.



Oysa Kur'an'da yer alan pek cok ayet, Allah TealÂ'nin bu gibi sifatlarini mahlukatin sifatlarina benzetmenin dogru olmadigini ortaya koymaktadir.



Her ilim dalinda, o sahanin mutehassislarinin soylediklerine itibar edilecegi aciktir. Bu gercekten hareketle tefsir sahasinda mufessirler, hadis sahasinda muhaddisler , fikih sahasinda fukaha ve akaid sahasinda kelÂm/akaid alimleri ne demisse ona itibar edilir. Omrunu fikih ilminin meselelerine vakfetmis bir kimsenin akaid alaninda soyledikleri, bir akaid aliminin soyledikleri gibi degerlendirilmez. Yahut yillarini tefsir alaninda calisarak gecirmis bir alimin, hadis ilminin derinlik ve inceliklerini bir hadis alimi kadar bilmesi beklenmemelidir.



Tasavvuf hakkindaki gorusleri:



IslÂm dunyasinin bazi yerlerinde tasavvuf adi altinda sergilenen birtakim yanlis anlayi s, Selefîler'in tasavvufun ozune dusmanlik beslemesine gerekce teskil etmistir. Oysa Ehl -i Sunnet ve'l -Cemaat'ten asla ayri dusunulemeyecek olan gercek tasavvuf, Batinîlik, Hurûfîlik gibi sapik cereyanlardan uzaktir. Ehl-i Sunnet cizginin muhafazasinda ve yayilmasinda son derece buyuk katkilari bulunan gercek tasavvuf ehli, muslumanlarin kalbî ve ruhî hayatinin inkisafinda, ahlÂkin guzellestirilmesinde ve erdemli fertlerin yetismesinde Sahabe doneminden itibaren izlenen yolu izlemis ve tamamen onlara uymustur. Gerek itikadî, gerekse amelî sahada gercek tasavvuf buyuklerinin eserleri ve gorusleri ortadadir.



Taklid hakkindaki gorusleri:



Bir kisim Selefîler, fikhî meselelerde herhangi bir muctehid imamin taklid edilmesine de siddetle karsi cikarak, bunun da kisiyi sirke ve kufre goturecegini iddia ederler. Bu iddialarini ispat icin de birtakim ayet ve hadisleri delil olarak one surerler.

Oysa bu ayet ve hadislere yakindan bakildiginda taklidin haramligi iddiasina uygun hale getirmek icin zorlama yoluyla tevil edildikleri gorulur. Tipki tevessul konusunda oldugu gibi, taklidin haramligi konusunda da bu ummetin tatbikati Selefîler'in iddialarinin gecersiz oldugunu gosteren en buyuk delildir.



Hadis alimleri arasinda ittifakla dile getirilen bir husus vardir: Hadislerin sahih, hasen veya zayif oldugu konusunda hadis alimleri tarafindan verilen hukumler, onlarin kendi ictihadlarinin sonucudur. Dolayisiyla onlardan sonra gelen ve onlarin kitaplarinda yer alan hadisleri delil kabul edenler, onlarin bu hadislerin sihhati konusundaki ictihadlarini taklid etmis olmaktadirlar.



Bugun bizlerin, bizden bin ikiyuz, bin ucyuz sene once yasamis hadis ravilerinin ahvalini ve durumlarini bilmemizin bir tek yolu vardir. O da hadis alimlerinin bu konudaki goruslerini bize nakleden kitaplara basvurmaktir. Su halde bizim, herhangi bir hadisin guvenilir olup olmadigi yolundaki degerlendirmemiz, tamamen hadis alimlerinin ictihadina dayanmaktadir ve bu da tamamiyla bir “taklid”dir. Her hususta Selef'e tabi olduklarini iddia eden Selefîler dahi bu konuda hadis alimlerini taklid eden birer “mukallid”dir.



Eger herhangi bir alimin bir gorusunu, delilini bilmeden kabul etmek demek olan taklid haramsa, bu harami Selefîler de islemektedir. Eger hadis alimlerinin hadislerin sihhati-zaafi konusundaki kanaatlerini taklid etmek caiz ise, muctehid imamlarin fikhî konulardaki ictihadlarini taklid etmek nicin haram olsun?



Kiyas konusundaki gorusleri:



Gunumuzde Selefîler olarak anilan grup icinde, kiyasin ser'î bir delil sayilamayacagini, cunku kiyasin, “Allah'in dininde sahsi gorus ile hukum vermek” oldugunu soyleyenler mevcuttur.



Oysa fikih usulu kitaplarinda ayrintili bir sekilde aciklandigi gibi, gerek Kur'an ayetleri, gerekse hadisler, vakia olarak sinirlidir ve insanligin karsilastigi her olayin hukmunun, ayetlerde ve hadislerde zikredilmis olmasi mumkun degildir. Kur'an ve Sunnet konusunda biraz malumati olan herkes bu noktayi kabul ve itiraf eder.



Su halde hukmu Kur'an ve Sunnet'te zikredilmeyen olaylar hakkinda yapilabilecek iki secenek var. Ya bu olaylar hakkinda IslÂm'in herhangi bir hukmunun ve aciklamasinin olmadigini soylemek, ya da karsilastigimiz olayin bizzat kendisi olmasa da, benzeri hakkinda Kur'an ve Sunnet'te yer alan bir hukmu, aralarindaki benzerlik dolayisiyla yeni olaya da tatbik etmek.



Bu seceneklerden ilkinin dogru oldugunu soylemek, IslÂm'in evrensel oldugunu, butun zaman ve mekÂnlarin problemlerine cozum getirme ozelligini haiz bulundugunu inkÂr etmek demektir.



Kiyas'i inkÂr eden Ibn Hazm , bu iddiasi sebebiyle, birakalim bir “IslÂm alimi”ni, akli basinda siradan bir kimsenin bile gulup gececegi seyler soylemistir. Mesela Kur'an ve Sunnet'de domuz etinin haram oldugu zikredilmistir. Ama domuzun yaginin haram olduguna dair ne Kur'an'da , ne de Sunnet'te herhangi bir hukum yoktur. Sirf bu gerekceyle Ibn Hazm, domuzun yaginin haram olmadigini soylemistir.



Iste kiyasin reddedilmesi sonucunda varilacak komik nokta budur.



Ehl-i Sunnet ne diyor?



Her ne kadar Selefîler, yukarida ozetlemeye calistigimiz goruslerinde Selef-i Salihîn'i ornek aldiklarini soyluyorsa da, bunun sadece bir iddia oldugunu soylemek durumundayiz. Esasinda mesela Imam-i Azam Ebu Hanife Hazretleri de Selef'tendir ve onun gerek itikadî, gerekse fikhî goruslerini benimsemek, gercek Selefîliktir. Bu soyledigimiz diger buyuk imamlar icin de soz konusudur.



Ebu'l-Muzaffer el-IsferÂînî , Ehl -i Sunnet ve'l-Cemaat'in itikadî cizgisini ortaya koyan ozellikleri zikrettikten sonra soyle der:



“ Bilmis ol ki, Firka-i Naciye'nin (kurtulusa eren grubun) akaidinin ozellikleri olarak zikrettigimiz butun bu hususlar, imanin sihhati babinda bilinmesi gereken hususlardir. (...)



“ Ehl-i Sunnet ve'l-Cemaat'in itikadi olarak zikrettigimiz hususlarin hic birisi hakkinda Safi'î ile Ebu Hanîfe; (Allah her ikisine de rahmet eylesin) arasinda herhangi bir ihtilaf yoktur. Sadece bu iki imam degil, Malik, Evzaî , Davud ez-Zahirî, Zuhrî , Leys b. Sa'd , Ahmed b. Hanbel , Sufyan es-Sevrî , SufyÂn b. Uyeyne , Yahya b. Maîn , Ishak b. Rahuye , Muhammed b. Ishak el-Hanzalî , Muhammed b. Eslem et-Tûsî , Yahya b. Yahya en-Nisaburî , Huseyin b. Fadl el-Becelî , Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Zufer b. Huzeyl, Ebu Sevr ve Hicaz, Sam, Irak imamlari, Horasan ve Maveraunnehir imamlari gibi Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis'in tumu ile onlardan once yasamis olan Sahabe, Tabiun ve Etbau't-Tabiîn de butun bu konularda gorus birligi icindedir. Bu iki firka ( Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis) arasinda butun bu konularda herhangi bir ihtilaf bulunmadigini tahkik etmek isteyenler, Ebu Hanîfe'nin KelÂm sahasinda yazdigi Kitabu'l-Âlim (ve'l-Mute'allim)'e, el-Fikhu'l-Ekber'e (...) ve Osman el-Bettî'ye yazdigi (...) el-Vasiyye'sine baksin. Keza Safiî'nin yazdigi eserlere baksin. Bu ikisinin mezhebi arasinda herhangi bir farklilik bulamayacaktir.



“Butun bu imamlardan, burada zikrettigimiz hususlar ile celisik olarak nakledilen goruslerin tumu, bid'atcilerin, kendi mezheplerini guzel ve dogru gostermek icin uydurdugu yalanlardir. (...) Bu kimseler, Ehl-i Sunnet'in kiliclarindan korktuklari icin kendi habis akidelerini ihtiva eden sozleri Ebu Hanîfe'ye nisbet etmis ve onun arkasina gizlenmislerdir....” (et-Tabsîr fi'd-Dîn, s. 113-114)



Bu ifadeler bize sunu gostermektedir: Selefîler'in “Selef” anlayisi ile gercek Selef arasinda buyuk farklilik var. Dolayisiyla adina Selefîlik denen akim, her ne kadar Selef'in anlayis ve uygulamalarini esas aldigini soyluyorsa da, aslinda Selef'in anlayis ve uygulamalariyla bagdastirilmasi hayli zor olan fikirler benimsemistir. Onlarin reddedici, dislayici, kati ve tekelci anlayisi, ne “Ehl-i Sunnet-i HÂssa” dedigimiz Selef'te, ne de “ Ehl-i Sunnet-i Âmme” dedigimiz Halef'te gorulur.
__________________