Nefs; icimizdeki butun kotu isteklerdir, suflî arzulara duyulan meyildir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran butun şeytÂnî hisler, nefsten ibÂrettir. Dunya, yaratıldığı gunden beri kulların kulluk değerinin tespit edildiği bir imtihan dershÂnesidir. Bu sebeple insanoğlu hem kotuluklerle donatılmıştır hem de iyiliklerle… Yine bu sebepledir ki nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye, yÂni tasavvufî eğitim şarttır.

NEFS OLMASAYDI NE OLURDU?

Nefs olmasaydı insan rutbesinde değil, melek olurduk. Oysa kÂmil bir insanın rutbe ve değeri, meleklerden ustundur. Oyle ki Allah, insanı yarattığında butun melekleri toplamış ve insana secde etmelerini emretmiştir. Kıskanclık ve kibir gostererek bu emri yerine getirmeyen şeytanı da huzurundan kovmuştur. Boyle yuce bir makÂmın, yani insanlık şerefinin elbette ki buyuk bir bedeli olmalıdır. Nitekim insanoğlu, işte bu bedeli odemek ve ozundeki bu cevheri parıldatmak icin bu dunyaya gonderilmiştir. Tabiî kimi gayret icinde oluyor, kimi de olmuyor. İşte bunun en guzel şekilde tespiti icin CenÂb-ı Hak bu dunyayı bir imtihan Âlemi yapmıştır. Buyurmuştur ki: «O ki, hanginizin daha guzel davranacağını sınamak icin olumu ve hayatı yaratmıştır…» (el-Mulk, 2)

Nasıl ki altınla uğraşan erbap kimsenin mahÂreti, yığın yığın onca topraktan bir gram altın uretmekte ise insanın mahÂret ve değeri de nefsin camurlarını takv ateşiyle temizleye temizleye gonlu pırıl pırıl hÂle getirebilmesindedir. Bir başka ifÂdeyle, hicbir şey yapmadan varlıklar değerli olmaz. Bal yapmasaydı, arılara kim değer verirdi? İnsan da kulluk yolunda binbir imtihandan başarılı bir şekilde gecmeli ve Hakk’a aşk ile ibÂdet hÂlinde olmalı ki, bir değer ifÂde etsin.

NEFSİ TEMİZLEMENİN YOLU NEDİR?

Nitekim insana, CenÂb-ı Hak musbet ve menfî/olumlu ve olumsuz, iyi ve kotu, yaklaştırıcı ve uzaklaştırıcı bircok ozellikleri bunun icin vermiştir. Ve buyurmuştur ki:

«Nefsini (fucurdan/kotu olan ve Allah’tan uzaklaştıran her şeyden) tezkiye eden/temizleyen mutlaka kurtuluşa erer.»

Nefisler ancak fucûrun zıddı olan takv ve ihlÂs ile temizlenir. TakvÂ, her şeyden once nefsÂnî arzuları koreltmektir. Fıtrattaki AllÂh’ın vermiş olduğu istîdat ve guzellikleri inkişÃ‚f ettirip AllÂh’a guzel bir kul olabilmektir. YÂni takvÂ, Kur’Ân ve Sunnet’i hayatın her safhasına aksettirmek ve boylece CenÂb-ı Hak’la huzur bulabilmektir…

İnsan duşunmeli: Varlık nedir? Sahibi kimdir? Ben kimim? Bu Âlemde vazifem nedir? Nicin hayattayız, olum niye var?

Bu gibi esaslı sorulara tatminkÂr cevaplar aramak, tabiî bir ihtiyactır. İslÂm dîni, bu muhim soruların cevabını vermiş; Peygamber Efendimiz’in 23 senelik peygamberlik hayatı bu cevapların net ve muhteşem bir orneği olmuştur.

Peygamber Efendimiz, her mechûlu aydınlatan ilÂhî bir nur ve sonsuz saÂdete nÂil eyleyen bir hidÂyet rehberi olmuştur.

CEHENNEMDEN KURTULMAK İCİN NE YAPMALI?

Kur’Ân, birtakım yasaklar bildirir. Bu yasaklara aldırmayanlar cennete giremezler. Cunku gunah kirleriyle perişan olmuşlardır. Dolayısıyla olmeden evvel temizlenmek îcÂb eder. Diğer taraftan her gunah, rûha sacılan bir zehir gibidir. Ancak guzel ameller, cehennemden kurtulmaya vesîledir.

Maddî ve nefsÂnî nîmetlerin coğunda hayvanlarla muşterekliğimiz vardır; yemek, icmek ve korunma ihtiyacımız gibi… Bu hususta onlardan farkımız pek azdır. Bizi hayvanlardan ayıran, bizi insanlığımız ve vicdÂnımızla baş başa bırakan asıl nîmetler, rûhÂnî nîmetlerdir. Bize bu rûhÂnî nîmetleri idrÂk ettirecek olan da, ancak dînin sesidir.

İnsan, bu dunyaya geldiğinde Âdeta boş bir kaset gibidir. Uzerine ne doldurursa ona gore bir hayat surer. KıyÂmet gunu «İkra’ KitÂbeke: KitÂbını oku!..» emriyle o kaset onune acılacak ve insana hayat senaryosu seyrettirilecek!.. Bu itibarla dunya ve ahret saÂdetini kazanma gayreti icinde olan her insan, gonlunu Kur’Ân’ın feyz ve rûhÂniyeti ile doldurmaya mecburdur. Cunku gonul, Kur’Ân ile yoğrulduğu nisbette «ahsen-i takvîm»e, yani en guzel yaratılış sırrına nÂil olur. Kur’Ân’ın sonsuz hikmetlerinden, ancak canlı bir Kur’Ân olarak yaşarsa nasip almaya başlar.

İnsan, bu sÂyede fıtratındaki menfîlikleri koreltir. Rabbinin lutfettiği meziyetleri inkişÃ‚f ettirerek fazîletler ve guzellikler menbaı hÂline gelir.

KALBİN TEDAVİSİ

Ancak unutmamalı ki insan kelimesi, unsiyet ve nisyan kelimeleriyle alÂkalıdır. Bir kalp, hayır veya şer, ne ile unsiyet ederse, onun istikÂmetine girer. Bunun icin, omrumuz boyunca kalbimizi bilhassa nisyandan, yani AllÂh’ı ve kendimizi unutmaktan korumamız zarûrîdir. Zîra nisyan; nefse mağlûbiyettir, kulun kulluğunu unutmasıdır.

CenÂb-ı Hak buyurur:

«(Rasûlum!) NefsÂnî arzularını kendisine ilÂh edinen kimseyi gordun mu? Ona Sen mi vekil olacaksın?» (el-Furkan, 43)

Kalpteki menfî hasletler, insanın Kur’Ân ile doğru buluşmasına mÂnî olur. Hatt Kur’Ân’ın rahmeti, şifÂsı ve hidÂyeti ile buluşamayanlar tam aksine murdarlığa dûcÂr olurlar.

İnsanın bu menfî hÂle duşmesine sebep, ten esareti altında yaşamasıdır. Cunku insan, bedeni itibÂriyle turÂbîdir, yani topraktan gelmiştir ve toprak terkibinden cıkanlarla gıdalanır. Boyle olunca gaflete dûcÂr oldukca nefsÂniyete temÂyul eder. Nihayet rûhun bedeni terk etmesiyle de toprağa doner.

Ancak insan, rûhu itibariyle de AllÂh’a mensuptur. Dolayısıyla kulluğunu unutan, yani nisyana duşen her kalbin tedÂvîsi, rûhun mensûb olduğu Rabbini cokca zikretmektir. CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede şoyle îkaz buyurur:

«AllÂh’ı unutan ve bu yuzden AllÂh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan cıkan kimselerdir.» (el-Haşr, 19)

Bu ilÂhî îkazın ehemmiyetini cok iyi idrak etmemiz lÂzımdır. Cunku bir insanda nefsÂnî arzular gÂlip gelince, kul Allah’tan uzaklaşmakta, rûhÂnî duygular gÂlip gelince de AllÂh’a yaklaşmaktadır. Bu itibarla CenÂb-ı Hakk’ın butun nîmetleri, iki ağızlı bir bıcak gibidir. AllÂh’ı unutup da ilÂhî ikramları nefsinde zehre donuşturenleri perîşan eder. Ancak CenÂb-ı Hakk’ı dÂim şukurle yÂd edip de ilÂhî lutufları gonlunde şifa ve berekete donuşturenleri iki cihan saÂdetine nÂil eder. Dolayısıyla bu Âlemde bize emanet ne varsa hicbirini nefsimize mÂl etmemeli ve hepsini sadece birer vasıta ve imtihan olarak gormeliyiz.

BU CİHAN NİCİN YARATILMIŞTIR?

Âyet-i kerîmede buyrulur:

«Nihayet o gun (dunyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba cekileceksiniz.» (et-TekÂsur, 8)

Şu bir gercektir ki bu fÂnî dunya, ebedî Âleme giden yolda sadece bir istasyondur. İstasyonda uyumak da perişanlık ve pişmanlıktır.

Er ya da gec, ama birgun mutlaka olum kapısından gecerek ebediyet yolcusu olacağımız icin, mezar otesi Âleme dÂir hazırlıkta bulunmak, her akıl, iz’an ve vicdan sahibi icin mecbûrî bir ihtiyactır.

Cihan, AllÂh’a kulluk icin yaratılmış, ince hakikatler ve lezzetlerle doldurulmuş bir ibÂdethÂne; bir vicdan ve irfan mektebidir.

Balıklar deniz vasatında hayat bulur. Karadakiler de atmosfer vasatında yaşar. İnsan rûhu ise, Kur’Ân vasatında saÂdete kavuşur. Bunun icin lÂzım olan en muhim malzeme de muhabbettir. Hakîkî muhabbetin kaynağı, Allah TeÂl ve Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu kaynağa kavuşabilmek, katlanılan guclukler, gosterilen samîmî gayretler ve yapılan fedÂkÂrlıklar nisbetindedir.

Allah’tan geldik, O’na donduruleceğiz. Asıl felÂket, dunyada O’ndan uzak kalmaktır. Cunku bu uzaklık, insanı ebedî mahrûmiyete dûcÂr eder. Asıl saÂdet de dunyada iken O’na yakınlıktır. Cunku bu yakınlık, ebedî yakınlığa mazhar eder.



KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011

__________________