GUZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’nın Gonul DeryĂ‚sında Sır ve Hikmet İncileri

Peygamber Efendimiz buyurur:

“Ben, guzel ahlĂ‚kı tamamlamak uzere gonderildim.” (İmam MĂ‚lik, MuvattĂ‚, Husnu’l-hulk, 8)

Bir başka hadîs-i şerif:

“KıyĂ‚met gunu, mu’min kulun terazisinde guzel ahlĂ‚ktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah TeĂ‚lĂ‚ cirkin hareketler yapan, cirkin sozler soyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62)

Anlaşılmaktadır ki;

Dînin ve ibĂ‚detin yani AllĂ‚h’a kulluğun hulĂ‚sası guzel ahlĂ‚k ve edeptir.

Hazret-i MevlÂn buyurur:

“Kendimizi muhasebe ederek, CenĂ‚b-ı Hak’tan, edepli bir insan olmak husûsunda bizi başarıya ulaştırmasını niyĂ‚z edelim. Cunku edebi olmayan kişi, AllĂ‚h’ın lutfundan mahrum kalır. Edebi olmayan, yalnız kendisine kotuluk etmiş olmaz; belki edepsizliği yuzunden butun dunyayı ateşe vermiş olur.”

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Kur’Ă‚n-ı Kerim’deki kıssalara da edep zĂ‚viyesinden bakıp ibret almaya davet eder:

EDEP YUKSELTİR, EDEPSİZLİK ALCALTIR

Edep tĂ‚ Hazret-i Âdem ile İblis’in kıssasında nirengi noktası oldu:

Şeytan huzûr-i ilĂ‚hîden, ilim veya amel noksanlığı sebebiyle değil, edepsizliği yuzunden kovuldu. Hazret-i Âdem’i de kurtaran edebi oldu.

Bu yuzden mu’minin hayatında şeytanı mahveden en guzel fazîlet, edeptir.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ bunu şoyle îzah eder:

“İblis, Hazret-i Âdem’e secde etmeyip AllĂ‚h’ın emrine karşı gelince;

«–Benim zĂ‚tım ateşten, onunki camurdandır. Yuksek olanın aşağı olana secde etmesi nasıl yakışık alır?» dedi.

İşte İblis, AllĂ‚h’a edepsizce karşılık vermesi yuzunden lĂ‚nete uğradı ve huzûr-i ilĂ‚hîden kovuldu. Ustelik bir de kustahlık edip, kendisini halk edenle cidĂ‚le kalkıştı.” (Fîhi MĂ‚ Fîh, s. 159)

Nitekim Ebû Ali ed-Dekkak -rahmetullĂ‚hi aleyh- buyurur ki:

“Edebi terk etmek, ilĂ‚hî huzurdan kovulmayı îcĂ‚b ettirir. Her kim sultanın onunde terbiyesizlik ederse kapıya, kapıda edepsizlik ederse ahıra gonderilir.”

Bir başka misal de şudur:

İsrailoğulları, CenĂ‚b-ı Hakk’ın lutfuyla Firavun’un zulmunden kurtulmuş ve Hazret-i Musa ile Mısır’ı terk etmişlerdi. CenĂ‚b-ı Hak onlara bu esnada kudret helvası ve bıldırcın ikram ediyordu. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şoyle anlatır:

“Hicbir zahmet ve baş ağrısı olmaksızın, ilĂ‚hî lutuf olarak İsrailoğulları’na gokten sofra iniyordu. Fakat Hazret-i Musa’nın kavmi arasında bulunan birkac edepsiz;

«Hani sarımsak, hani mercimek?» diye soylendiler.

Bunun uzerine gokyuzunden inen sofra inmez oldu. Ekmek kesildi, bıldırcın kuşu ile kudret helvası bulunmaz oldu. Bundan sonra insanlara; ekin ekme, bel belleme, capa ve orak yorgunluğu kaldı.

Hazret-i Musa, tekrar şefaat edince, CenĂ‚b-ı Hak gokten sofra indirdi. Tabaklar icinde nimet gonderdi. Fakat kustahlar, yine edepsizlik ettiler. Dilenciler gibi sofradan yemek aşırdılar.

Hazret-i Musa onlara yalvardı. Dedi ki:

«Bu sofra devamlıdır. Yeryuzunden kalkmayacak, eksilmeyecektir.»

Buyuk bir zĂ‚tın sofrasında bulunup da acgozluluk etmek, hırsa kapılmak nankorluktur. O gormemişlerin hırsı yuzunden, kendilerine ilĂ‚hî rahmet kapısı kapandı.”

Bu kıssada bir misal verildiği gibi; aslında insan nice nimetlere gark olduğu hĂ‚lde, bunları unutup nankorluğe dûcĂ‚r olur ve edepsizliğe duşerse, elinden o nimetler de alınır.

Hazret-i MevlÂn der ki:

“Gamdan, kederden ve sıkıntıdan başına ne gelirse bunlar; curetkĂ‚rlıktan, edepsizlikten ve kustahlıktan gelir. Dost yolunda edepsiz kişi, başkalarının da yolunu vurmuş olur. Boyle kişi mert değil nĂ‚merttir. Edepten dolayı bu gokler, nûra gark olmuştur. Melekler de edeple*rinden oturu temiz ve masum olmuşlardır.”

EDEP RÂZI OLMAKTIR

AllĂ‚h’ın takdirine rĂ‚zı olmak, edeptir. Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚, -hĂ‚şĂ‚- kullarının isteklerini yerine getirmek mecburiyetinde değildir. BilĂ‚kis kulları, Rablerinin tĂ‚limatlarını yerine getirmek zorundadır.

CenĂ‚b-ı Hak; kullarına ne verirse, lutuf ve ihsĂ‚nıdır. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“AllĂ‚h’ın, kullarından dilediğine karşılıksız nimette bulunduğu herhangi bir ikrĂ‚mının (sadaka) olmadığı hicbir gun ve gece yoktur. (Yani Allah gece-gunduz, kullarına nice ikramlarda bulunmaktadır.)

Ve Allah TeĂ‚lĂ‚; kendisini anmayı, yani «zikrullĂ‚h»ı ilhĂ‚m ettiği kulu gibi, kimseye nimette bulunmamıştır. (Yani AllĂ‚h’ın en buyuk ikrĂ‚mı, kuluna ZĂ‚tını zikretmeyi hatırlatmasıdır.)” (İbn-i Ebi’d-DunyĂ‚, KitĂ‚bu’z-Zuhd, Beyrut-Dımaşk: DĂ‚ru İbn-i Kesîr, 1999, s. 181 No: 454)

O -celle celĂ‚luhû- lutuf ve kerem sahibidir. Kullarına rızık vermesi, onları şifĂ‚ ve afiyete kavuşturması, muhafaza etmesi hep O’nun rahmetinin fazlıdır, ikrĂ‚mıdır.

Bu hakikati Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şu kıssa ile anlatır:

“Bir gun Hazret-i Ali, yuksek bir koşkun uzerinde idi. CenĂ‚b-ı Hakk’a gosterilmesi gereken hurmet ve tĂ‚zimden habersiz, inatcı bir kişi Hazret-i Ali’ye dedi ki:

«–Ey akıllı kişi, Allah seni muhafaza eder mi?»

Hazret-i Ali;

«–Evet.» dedi. «O bizim varlığımızı cocukluğumuzdan beri korur, hem de O, ganîdir.»

O kustah kişi dedi ki:

«*–Oyle ise AllĂ‚h’ın seni koruduğuna guvenerek, kendini damdan aşağı at bakalım. Kendini at aşağı da, bana da senin tam inanc sahibi olduğuna dair bir kanaat gelsin.»

Emîr ona dedi ki:

«–Sus, defol git de bu kustahlık yuzunden canın belĂ‚ya uğramasın. Bir kulun kendini tehlikeye atarak AllĂ‚h’ı imtihana kalkışması, Kulluğa yaraşır mı? Ey bilgisiz ahmak! Bir kul; edepsizliği yuzunden, AllĂ‚h’ı nasıl imtihan etmeye kalkışır?

O imtihan Hakk’a yakışır, cunku o her an kullarını imtihana cekmektedir.

Boylece de Allah; bizim kendi kendimizi apacık gormemizi, icimizdeki gizli inancı bilmemizi sağlar.

Bu sonsuz gok kubbeyi yuceltmiş olan AllĂ‚h’ı sen nasıl imtihan edebilirsin? Ey kendi hayrını, şerrini bilmeyen zavallı! Once kendini imtihan et de sonra başkasına sıra gelsin! Sen; kendini imtihan edecek olursan, başkalarını imtihan etmekten vazgecersin. Eğer bir zerre kalkar da, dağı tartmaya girişirse; o dağ yuzunden, terazisi kırılır, parcalanır!»”

Anlaşılmaktadır ki;

EDEP, HADDİNİ BİLMEKTİR

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, haddini bilmeyen bir nĂ‚dĂ‚nın hĂ‚lini şoyle anlatır:

Bir gun Hazret-i İsa -aleyhisselĂ‚m-’a bir kimse yol arkadaşı olmuş. Beraber giderlerken bu kimse, bir koşede bazı kemikler gormuş ve Hazret-i İsa’ya yalvarmış:

“–Ne olur yĂ‚ İsa! Bildiğin «İsm-i Âzam»ı bana da oğret de bu kemikleri diriltip kaldırayım.”

Hazret-i İsa ise cevaben;

“–O iş senin kĂ‚rın değildir. «İsm-i Âzam»ı okuyup oluyu diriltmek icin yağmurlardan daha temiz bir nefes sahibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek. İsm-i Âzam, pĂ‚k bir lisan ve temiz bir kalp ister. Yani oyle bir kimse ki, nefsi haram ile mulevves olmasın ve melekler gibi isyan ve gunahtan pĂ‚k olsun. Cunku bir kimsenin nefsi pĂ‚k olursa; o kimsenin duĂ‚sı makbul olur. Hak TeĂ‚lĂ‚ o kimseyi hazinelerinin emîni eyler.

MeselĂ‚ farz edelim ki, sen; Hazret-i Musa’nın asĂ‚sını elinde tutabilirsin. Fakat Musa’daki kuvvet sende var mı ki, onu ejderhĂ‚ yapabilesin ve onu zaptetmeye kādir olabilesin?!. HattĂ‚ Musa’nın asĂ‚sı ejderhĂ‚ olunca kendisi bile korkmuştu da CenĂ‚b-ı Hak ona;

«Korkma yĂ‚ Musa!» (en-Neml, 10) buyurmuştu.

İşte bunun gibi, sende İsa’nın nefesi yokken «İsm-i Âzam»ı okuyup ezberlemenin sana ne faydası olur ki!” dedi.

Fakat gafil, yine durmadı ve;

“–YĂ‚ İsa! Bu istîdat bende yoksa bari sen o kemiklerin uzerine oku!” dedi.

Hazret-i İsa, bu ahmağın sozleri karşısında hayretle CenĂ‚b-ı Hakk’a ilticĂ‚ etti:

“–YĂ‚ Rabbî! Bu esrĂ‚rın hikmeti nedir? Bu ahmağın bu derece cidĂ‚le meyli nedendir? Kendisinin kalbi olu, başkasının cesedini diriltmeye calışıyor. HĂ‚lbuki ona duşen, asıl olu olan kendisini ihyĂ‚ etmek. Kendisini diriltmek icin duĂ‚ edeceğine, başkalarını ihyĂ‚ya calışıyor. Bu ne gaflettir!”

HĂ‚lbuki bir kulun vazifesi, evvelĂ‚ Rabbine kulluğudur. Bundan gafil iken cok daha ileri ve boyunu aşan hususlarla meşgulmuş gibi gorunmesi, haddini aşmaktır ve edepsizliktir.

Şu kıssa da kul ile Rabbi arasındaki munasebetin hakikatini ne guzel ifade eder:

OYLE BİR KUL Kİ!

Adamın birisi bir kole satın almıştı.

MĂ‚lûmdur ki;

Gecmişte milletler arası harp hukuku, kolelik muessesesinin varlığını zarûrî kılıyordu.

İslĂ‚miyet, kolelerin haklarına son derece îtinĂ‚ gosterilmesini emretmiştir. Efendimiz son nefesinde dahî;

“Emrinizin altındakilerin hukukuna riĂ‚yet edin!” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 123) buyurmuştur. Bu hukuk oyle ileridir ki; kole sahipleri, kolelerine kendi yediklerinden yedirmekle, ictiklerinden icirmekle emrolunmuşlardır. Bu hukuka riĂ‚yet etmenin zorluğundan bircok sahĂ‚bî, kolelerini Ă‚zĂ‚d etmişlerdir.

Zaten;

Koleleri Ă‚zĂ‚d etmek, buyuk bir sevap olarak teşvik edilmiştir. (el-Beled, 11-13) Yemin keffĂ‚reti gibi bircok yolla, kole Ă‚zĂ‚dına imkĂ‚nlar bahşedilmiştir.

Esir ve kole hukukuna nasıl bir riĂ‚yetin talep edildiğini şu hĂ‚dise ne kadar guzel gostermektedir:

Bedir Harbi’nde muslumanlar Mekkelilerden esirler almıştı. Onları Medine’ye gotururlerken, esirler hayvanlara binmiş, muslumanlar ise yaya yurumuşlerdir. (VĂ‚kıdî, I, 119)

İşte asrımız ve işte 1400 sene evvelki saĂ‚det asrı!..

Adamın aldığı bu kole; takvĂ‚ sahibi, sĂ‚lih bir mu’min idi. Efendisi onu alıp evine goturunce, aralarında şoyle bir konuşma gecti:

«–Benim evimde neler yemek istersin?»

«–Ne verirsen onu.»

«–Nasıl elbiseler giymek istersin?»

«–Ne giydirirsen onu.»

«–Evimin hangi odasında kalmak istersin?»

«–Hangi odada kalmamı istersen orada.»

«–Evimin hangi işlerini yapmak istersin?»

«–Hangi işleri yapmamı istersen onları.»

Bu cevaplar karşısında, efendi bir muddet tefekkure daldı ve gozlerinden suzulen yaşları silerken şoyle dedi:

«–Keşke ben de Rabbime boyle teslim olabilseydim. O zaman ne mutlu olurdum!..»

Bu arada kole dedi ki:

«–Ey benim efendim! Efendisinin yanında, kolenin irade ve ihtiyĂ‚rı olur mu?..»

Bunun uzerine efendi;

«–Seni Ă‚zĂ‚d ediyorum. Allah icin hursun. Fakat, benim yanımda kalmanı da arzu ediyorum. TĂ‚ ki canım ve malımla sana hizmet edeyim…» dedi.

İşte kulluğun edebi…

Takdir ne ise onu sevmek ve ondan rĂ‚zı olmak.

Takdir; zor ve muşkil ise de sabır ve tahammul gostermek. Bazen bu zorluk ve sıkıntılar, başka kullardan gelecektir. Mu’mine yakışan yine İslĂ‚m ahlĂ‚kı ve edebini sergilemektir.

Nitekim Mekke doneminde nĂ‚zil olan Furkan Sûresi’nde RahmĂ‚n’ın rahmetle yoğrulmuş kulları şu vasıfla zikredilir:

“CĂ‚hiller sataştığı zaman edep ve vakarla; «selĂ‚mĂ‚» diyerek tebessumle gecmek.”

CĂ‚hillerin sataşmalarına tenezzul etmemek. Fakat istihkar da etmemek…

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“BelĂ‚ların en şiddetlisi peygamberlerin başından gecer!” (Tirmizî, Zuhd, 57)

Bu hadîsin izahı sadedinde Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ buyurur:

“En buyuk iptilĂ‚, ham insanları terbiye etmektir.”

“Ey musluman! «Edep nedir?» dersen, bil ki edep; edepsizlerin her işine sabretmekten ibarettir. Onların kabalıklarına ve kotu sozlerine tahammul etmekten ibarettir.”

Bu ince bir edep hassĂ‚siyetidir, edebin bĂ‚tınıdır. Buna riĂ‚yet cok muhimdir. Zira Hak dostları şoyle demişlerdir:

“ZĂ‚hiren ve bĂ‚tınen edebe sarıl. Cunku bir kimse zĂ‚hirî edepte kusur ederse zĂ‚hiren ceza gorur, bĂ‚tınî edepte kusur ederse bĂ‚tınen ceza gorur. Kim edebi zĂ‚yî ederse; kendini Hakk’a yakın zannetse de uzaktır, makbul zannettiği hĂ‚lde merduttur (reddedilmiştir).” (Rûhu’l-BeyĂ‚n, X, 401)

CenĂ‚b-ı Hak, cumlemizi edebe riĂ‚yet eden guzel ahlĂ‚klı kullarından eylesin. Sûretlerimizi ve yaratılışımızı ahsen-i takvîm uzere halk ettiği gibi, ahlĂ‚kımızı ve sîretimizi de ahlĂ‚k-ı Muhammediyye ile guzelleştirsin. Kulluğumuzu dergĂ‚h-ı izzetinde kabul buyursun.

Âmîn!..


Osman Nuri Topbaş-Yuzakı Dergisi
Yıl: 2016 Ay: Eylul Sayı: 139

__________________