İstanbul’un hamisi Hızır Aleyhisselam’dan ders alanlar, onun hikmet denizine dalanlar hayatı, sanatı, şehri gercek haliyle anlamaya başlıyor.

5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece Turkiye’nin dort bir yanında, Balkanlarda ve Turkî cumhuriyetlerde Hıdrellez ateşleri yakıldı, nahıllara dilekler takıldı, gul diplerine yuzukler gomuldu, aşırı tuzlu kurabiyeler yiyen genc kız ve erkekler kısmetlerini ruyada gormek umidiyle koydular başlarını yastıklarına. Ciftciler Hızır Aleyhisselam’ın bağ ve bahcelerini ziyaret edip yeşertmesini, ev hanımları mutfakları bereketlendirmesini, genc kızlar kısmetlerini acmasını bekledi. Turk ve Roman kulturunde Hızır ile İlyas Aleyhisselam’ın buluştukları gun olarak bilinen Hıdrellez, İslam oncesi dinlere ait bir gelenek olmakla birlikte bugun sadece İslam topraklarında kutlanıyor. 6 Mayıs gunu karaların koruyucusu Hızır Aleyhisselam ile denizlerin koruyucusu İlyas Aleyhisselam’ın buluştuklarına inanıldığından kutlamalar genellikle su kenarlarında gercekleştiriliyor. Dinimizde Hızır ile İlyas’ın buluştukları yonunde bir inanışa yer olmamakla birlikte Hızır’la buluşan, ondan ders alan insanların bulunduğu yonunde kuvvetli bir inanc var. Hızır’la goruşenlerin en meşhuru da Hz. Musa.

PEYGAMBERE OĞRETMENLİK YAPAN BİLGE
“Hani Musa genc yardımcısına demişti: ‘İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar gecireceğim.’ Boylece ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; balık denizde bir akıntıya doğru kendi yolunu tuttu.” Kehf Suresi’nde, anlatımına bu şekilde başlanılan yolculuğun, Hz. Musa’nın kendisinden hikmet oğreneceği Hızır Aleyhisselam ile buluşmasıyla neticelendiği bilinir. Bilinmeyen, buluşma mekÂnı olarak zikredilen ‘iki denizin birleştiği yerin’ İstanbul’daki Kız Kulesi olma ihtimalidir. En azından Hızır’la goruştuğu iddiasında bulunan Oktan Keleş boyle inanıyor. Keleş, 1999 yılında başlayıp 2005 yılına kadar devam eden ‘goruşmelerini’ Kırk Kandil Yayınları’ndan cıkan ‘Bir Meczubun Ruyası’ adlı kitabında anlatmış. Kitapta İlhami Abi adıyla sunulan Hızır Aleyhisselam, gundelik hayatın akışını sorgulayan Âdem adlı gence (Oktan Keleş), ledun ilminden sırlar vermekle kalmıyor, cephesi her yer olan bir savaştan ve bu savaşta yuklendiği rolden de bahsediyor.

Oktan Keleş kitabında, goruştuğu İlhami Abi’nin Hızır Aleyhisselam olduğunu veya ondan sırlı bilgiler aldığını iddia etmiyor. Ancak Aksiyon’a verdiği demecinde kendisinin tıpkı Ladikli Ahmet Ağa gibi Hızır’la yaptığı goruşmeler hakkında ‘konuşma izni verilenlerden’ olduğunu ifade ediyor. Yine Kırk Kandil Yayınları’ndan cıkan Mustafa Ozdamar imzalı ‘Ladikli Ahmet Ağa’ isimli kitapta, bu kez Osmanlı’nın son donemlerinde yaşamış, Gazze cephesinde olume terkedilmişken Hızır Aleyhisselam tarafından kurtarılıp kendisine ‘hikmet oğretilmiş’ Ahmet Ağa’nın keramet ve ibret dolu hikayesi anlatılıyor. Hızır’la goruşenlerin cok olduğunu, hatta pek cok insanın bunun hicbir zaman farkına varmadığını soyleyen Oktan Keleş, bunlardan cok az bir kısmına bu konuda konuşma izninin verildiğini hatırlatıyor. Keleş, Hızır’la goruşmenin bir ustunluk veya ayrıcalık değil, bir lutuf olarak gorulmesi gerektiği uyarısında da bulunuyor.

Yine de buyuk peygamberlerden birine oğretmenlik yapmış bir zatla goruşmek, ondan ders almak, onun izni ve emriyle insanlara mesajlar ulaştırmak hafife alınacak iş değil. Hızır’la goruşmenin, onunla yolculuk yapmanın hic de kolay olmadığını bizzat Hz. Musa’nın Kehf Suresi’nde anlatılan kıssası gosteriyor. İki suyun buluştuğu yerden geri donup, Hızır Aleyhisselam’la buluşan Hz. Musa, Kur’an’ın adını bildirmediği bu bilge kişiye oğrenci olmak ister. Bu bilge kişi, ic yuzune vÂkıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe sabredemeyeceğini soylese de, Hz. Musa’nın ısrarı uzerine talebi kabul eder. Yolculuk sırasında bu zat once bindikleri gemiyi deler, sonrasında bir cocuğu oldurur ve nihayet şehir halkı kendilerini misafir etmediği halde orada yıkılmak uzere olan bir duvarı duzeltir. Hz. Musa her bir olay karşısında şaşkınlık icinde kalır ve sebebini sorgular. Bilge kişi de Hz. Musa’nın sabırsızlığı nedeniyle yolculuğu sona erdirir ve yaptığı işlerin hikmetlerini birer birer anlatır. İslam Âlimleri gerek bu bilge kişinin, gerekse asırlar sonra Hz. Suleyman’ın talep ettiği Belkıs’ın tahtını goz acıp kapayana kadar getiren zatın Hızır (as) olduğu kanaatindedirler.

Oktan Keleş sadece Hızır’ın goruştuğu kişiler hakkında yanlış kanaatler olmadığını, Hızır’ın da aksakallı bir pir-i fÂni olması gerektiği yonunde saplantıların olduğunu soyluyor. “Oyle yırtık pırtık elbiseli bir dilenci gormeyi bekler insanlar. Pekala gayet modern elbiseli biri olarak da gorunebilir Hızır Aleyhisselam.” diyen Keleş’e gore Hızır’la goruşmeler bizzat yaşadığımız hayat tabakasında gercekleşiyor. Bu meselenin sadece inancsız insanlar tarafından değil, İslam Âlimlerince de ihmal edilmiş olduğundan yakınan Keleş, tayy-ı mekan gibi meselelerin akla hic de uzak olmadığını, bazı dunya devletlerinin bizim gizli ilimler dediğimiz bu konuları acıktan araştırdıklarını soyluyor.

Aynı konulara değinen Ladikli Ahmet Ağa’nın anlattığına bakılırsa kendisi de Hızır’la goruşmuş ve Hızıriyet makamına cıkmış olan Bediuzzaman Said Nursi de Hızır’dan (as) bahsederken, “Hızır (as) hayattadır, ancak onun hayatı ikinci derece hayat olduğundan bircok Âlimler hayatta olmadığını duşunmektedirler.” şeklinde not duşmuştur. Hızır’ın (as) bu farklı tabiatı nedeniyle halk arasında ‘ihtiyacı olanın yardımına koşan’ şeklinde bir sıfatı vardır. Bu yuzden halk arasında “Hızır (as) imdadımıza yetişti.” tarzında soylentiler yayılmıştır. Yine bu soylem cercevesinde Hızıriyet makamı dediğimiz Hızır makamına cıkıp da Hızır’dan ders alan velilerin olduğu, bunların Hızır gibi darda kalanların imdadına koştuğu, bu yuzden de onların da Hızır’ın kendisi sanıldığı bilinir.

Boyle bir Hızır yardımına muhatap olanlardan biri de Melek Nine (Adını vermek istemediği icin bu adı kullanıyoruz.) Melek Nine on yıl kadar once İstanbul yollarından birinde karşıdan karşıya gecerken orta yaşlı birisi yanına gelip ona yardım etmiş ve elindeki eşyaları yolun karşı tarafına gecirmiş. Bundan cok memnun olan Nine; “Hızır gibi yetiştin oğlum. Allah razı olsun.” demiş. Orta yaşlı adam, “Hızır’ı gormek istiyorsan yarın Eyup Sultan Camii’ne git. Orada aksakallı, sen yaşlarında birisi seni bekleyecek.” demiş. Melek Nine hikayenin gerisini şoyle anlatıyor: “Bana cok tuhaf geldi. Zaten unuttum. Aradan uc gun gecti, aklıma geldi. Biraz da merakımı gidermek icin Eyup Sultan Camii’ne gittim. Camide cenaze vardı, cok kalabalıktı. Orada Hızır aranır mı? Sonra birden avlunun ortasında sakallı birisinin bana baktığını gordum. Yanına yaklaşıp, ‘Sen Hızır mısın?’ dedim. ‘Uc gundur seni bekleyen benim.’ cevabını verdi. Sonra donup kalmışım, kalabalıkta kayboldu aksakallı.” Melek Nine’nin Hızır ile goruşmeleri bundan sonra devam etmiş. Anlattığına gore Hızır ona sadece İstanbul surlarının icinde goruluyormuş. Melek Nine Hızır’dan bahsederken bir mahalleliden bahseder kolaylığında konuşuyor: “Her zaman değişik şekilde goruyorum. Allah razı olsun bana cok yardımcı oluyor. Konuşuyoruz, bana yol gosteriyor. En daraldığım anlarda karşıma cıkıyor.”

BU KEZ YARDIM DEĞİL MUCADELE İCİN GORUŞUYOR
Hızır’ın insanlarla goruşmesinin temelde ‘zamana atılmış bir neşter’ olduğunu soyleyen Oktan Keleş, bu goruşmelerin bazen yardım, bazen de mucadele ve mucahede icin olduğunu soyluyor. “Zulkarneyn, Yecuc Mecuc duvarını onararak zamanın yonunu nasıl değiştirmişse, Hızır’ın da yaptığı mudahalelerle tarihin yonunu değiştirmesi soz konusu. Canakkale’de o vardı, Kıbrıs’ta, Kore’de vardı. Melekler gibi, Rical-i Gayb dediğimiz insanlar da cephede yer almışlardı. Bunları cok goren, onlardan ders alanlar olmuştur.” şeklinde konuşan Keleş’i onlarca hatıra doğruluyor.

Oktan Keleş’e gore Hızır’ın kendisiyle goruşmesi de Kıbrıs gibi, Kore gibi tarihin seyrini değiştirmeye yonelik mudahalenin kucuk bir parcası. Hızır’ın kendisi vasıtasıyla bazı plan ve projeleri dunyaya duyurarak akim bırakmaya calıştığını soyleyen Keleş, Hızır’la goruşmeden onceki halini kitabında ‘akışın bir parcasıydım’ diye tasvir ediyor. Oysa şimdi perde arkasında buyuk bir mucadelenin olduğunu gormuş. Tarih boyunca varlığı devam etmiş olan bir ‘şer cephesi’nin bugun korkunc bir planla İslam coğrafyası uzerindeki emellerini hayata gecirdiğini soyleyen Keleş, ‘cephesi her yer olan bir savaş’tan bahsediyor. “Bu hak-batıl savaşının devamıdır.” diyen Keleş’in verdiği bilgilere gore şer cephesinin icinde bizzat şeytandan emir alan, adeta insî şeytanlar diyeceğimiz kişiler de var, şeytanın kalplerini kotuluğe meylettirdiği ve fakat yaptıklarının şeytani ve kotu olduğunun farkında bile olmayan insanlar da.

Oktan Keleş’in cephesi her yer olan savaş dediği mucadele kulturel, sanatsal, hatta şehir planlamasına bakan boyutları olan bir savaş. “Muziği alet ettiler. Her kavmin bir notası var. Turk-Osmanlı muziği bir huzun, bir zarafet, bir incelik muziğidir. Adeta Kur’an musikisiyle ortuşen bir muziktir. Bunun yerine neleri ikame ettikleri ortada. Dede Efendiler, Itriler milletimize cenaze marşı gibi gelmeye başladı.” şeklinde konuşuyor. Hemen Hızır’ın muzikle ne işi olur demeyin. Keleş’e gore hayatın da bir notası var ve insan bu nota ile insanlığını bilir. Şer cephesi bu notayı bozarak insana ve vicdana ait değerlerin her turlu gorunumunu yok etmeye calışıyor.

İLLUMİNATİ DEĞİL KULTUR SAVAŞI
Oktan Keleş İlluminati benzeri bir ‘şeytanın işgali’ iddiasından daha ote, şeytanın varlık sebebi olan insanlığı dinden ve inanctan uzak tutma hedefiyle alakalı bir savaştan ve Hızır Aleyhisselam’ın bu savaşta oynadığı rolden bahsediyor. Şer cephesi biyonik insan uretmekten hususen Turk dilinin yozlaşmasına kadar bir dizi proje yurutuyor. Turkce’de kutsala ait butun kelimelerin yok edilmesi veya anlam ve his kaymalarına uğratılmasının da projelerin bir parcası olduğunu soyleyen Keleş’e gore şer cephesi İslam coğrafyasının kaderinin Turk hÂkimiyetinde olduğunu biliyor. Bu sebeple de Turk milletinin İslam’la butun bağlarının koparılması herhangi başka bir milletin yozlaştırılmasından daha onemli.

Keleş, “Vakıf mallarını, mezar taşlarını yok etmeye calışıyorlar. Temelde İstanbul’un silueti değiştirilmeye calışılıyor. İnsanların zihninde minarelerin goğu deldiği bir İstanbul şekli vardır. Şimdi bunun yerini gokdelenlerin aldığı bir şekil oluşturuluyor. Galataport da boyle bir projeydi.” şeklinde konuşurken bir uyarıyı sıklıkla yapıyor. Bu projelerde yer alan herkes direkt şeytanın emrindedir diye bir şey yok. Bazılarını para, bazılarını piyasanın şartları, bazılarını rekabet surukluyor. Ama bunların hepsinin arkasında şeytani bir plan var.

İstanbul’un siluetinin değiştirilmesi ile Kabe’nin yıkılması arasında fazla bir fark gormuyor Keleş. Cunku Mekke İslam’ın zahiri merkezi ise İstanbul da batıni merkezidir. Tarih boyunca semavî dinler hep bu şehrin etrafında dolaşıp durdukları gibi, şehir ucler, yediler ve kırklar diye bilinen ricÂl-i gaybın da buluşma mekanı olagelmiştir. “Ahirzaman’da İstanbul cok daha merkezi bir rol ustlenecek.” diye uyarıyor. İstanbul uzerinden bir mucadele olur da İstanbul’un hamisi, Ayasofya’nın yonunu kıbleye cevirmiş olan Hızır Aleyhisselam mudahil olmaz mı?

Oktan Keleş birincisi cok buyuk bir rağbet uyandırmasa da ikinci kitabını yazmayı bitirmiş. Henuz ismini koymadığı kitapta İstanbul uzerinde oynanan oyunları daha bir netlikle ifade etmek istiyor. Kitap, “adeta Hızır’ın ofisi” dediği Kız Kulesi’nin mekanı hakkında da Hz. Hızır’dan alınmış bilgiler icerecek. “Şer cephesi’nin sizi ortadan kaldırmasından korkmuyor musunuz?” sorusuna, gulumseyerek, “Ben bir meczubum,” diye karşılık veriyor: “Birinci kitaba bu adı koydum: Bir Meczubun Ruyası. Onda bir hakikat varsa, onu hakikat erleri anlar. Bir hakikat bulamayanlar icin de guzel bir meczup ruyasından ibaret kalır…”

BİR MECZUBUN RUYASI
Kırk Kandil Yayınları’ndan cıkan kitap Oktan Keleş’in Hızır Aleyhisselam’la goruşmelerini roman tarzında anlatıyor. Altı yıl gibi bir zamana yayılan goruşmeler kitabın icinde bir gune sıkıştırılmış. İlk okunuşta bir tasavvuf sohbeti tadı veren kitap ‘Haberler’ adlı bolumde gelecekte yaşanacak bazı felaketleri bildiren bir kenahet kitabına donuşuveriyor. Kitabın kahramanı İlhami Abi’nin talebesi Âdem’e dediği gibi, ‘Surete takılmayıp, iceri girmek lazım!’

BEŞİNCİ BOYUT
Samanyolu Televizyonu’nun sevilen dizisi Beşinci Boyut, Kıbrıs HarekÂtı sırasında şehit duşerek başka bir hayat boyutuna gecen ve Hızır Aleyhisselam’la goruşerek ondan ders alan fedakÂr Turk genci Salih’in hikÂyesini anlatıyor. Hızıriyet makamına yukselen Salih, yardıma muhtac insanların hayatlarına yon vermelerini sağlıyor. Yonetmenliğini Melih Sezgin’in yaptığı dizinin başrolunde Cengiz Toraman oynuyor. Dizi yaşadığımız hayatın otesinde hayat tabakalarının var olduğu mesajını veriyor.

FARKLI KULTURLERDE HIZIR ALEYHİSSELAM
Hızır (as) ile ilgili soylemler Nusayriler başta olmak uzere, Şii, Yezidi ve Durzi kulturlerinde de yer almaktadır. Bazı oryantalistler, Hızır kultunun farklı destan ve efsanelerden esinlenerek oluştuğunu ileri surmektedir. Hızır kulturunun Gılgamış Destanı’ndaki Utnapiştim karakterinin veya İskender Efsanesi’nde olumsuzluğe ulaşan aşcısının veya Yahudi kaynaklarındaki İlya’nın İslamlaştırılmış bir hali olduğu da iddia edilmiştir. İslamiyet dışındaki kulturlerde gorunen Hızır figurlerinden en ilginc olanı kuşkusuz Hıristiyanlığın Aziz George karakteridir. Aziz George, milattan sonra 3. yuzyıl sonlarında ve 4. yuzyıl başlarında yaşamış Romalı bir asker olarak bilinir. Roma imparatorluğunun Hıristiyanları kesip doğradığı bir donemde, Hıristiyan olduğunu ilan eder ve onulmaz işkencelere maruz kalarak olur. Aziz George’un bir canavarı oldurerek bir prensesi kurtardığı ve koca bir şehrin Hıristiyan olmasına vesile olduğu yonunde inanclar da vardır. Aziz George başta İstanbul olmak uzere pek cok şehrin ve ulkenin koruyucu azizi kabul edilmiştir. 11. yuzyılda İngiltere kralları tarafından koruyucu aziz olarak benimsenmesiyle Aziz George para, pul ve bayraklarda sembol olarak kullanılmaya başlanmıştır.

“Aziz George’un Hikayesi” adlı kitabında Anthony Cooney, Aziz George’un herhangi bir millete hasredilemeyeceğini, onun evrensel bir koruyucu ve dardan kurtarıcı olduğunu vurgular. Hıristiyan dunyasında Aziz George’la alakalı anlatılan her şey Hızır Aleyhisselam’a uyarlanabilecek şeyler değildir. Aziz George’un Haclı ordularına rehberlik yaptığı gibi inanclar onun askerlerin koruyucusu ilan edilmesini sağlamıştır. İlginc olan Hızır Aleyhisselam’la goruşen ve Hızıriyet makamına cıkan pek cok kişinin bu goruşmeyi bir savaş sırasında yapmış olduğu gerceğidir.
__________________