İşler yetmezmiş gibi calan telefonlar da cabası. Bir yanda imza at, ote yandan telefondakine laf yetiştir, iyice sinirlerim gerilmişken diğer hatta bir başka telefon olduğu soyleniyor. Patlamaya hazırım, karşıdaki lafı gevelese yada alakasız bir iş icin aramış olsa dilime geleni sayacağım. Ahizeyi alıyorum. Arayan bizim Vahdet Bey olunca yelkenlerim suya iniyor:

- Nasılsın bakalım, bu ne hal, dunyaya dalmışsın?

- Ne olsun Vahdet Baba! İşler bunalttı biraz.

- Akşama surprizim var. Felekten bir gece calalım. Tabii evden izin alabilirsen!

Tahrik etmese olmaz! Kazmayı pek sever. Benlik toprağı kazıldıkca Ozun madeninden cevher cıkarmış. Canım acıyor ama dinleyen kim, ha bire vurur Vahdet Bey.

- Şeyyy, nereye, nasıl bir sohbet?...

- Cok soran kavimler helak oldu! Uzatma, ozlediğin ortamı hazırladım, geliyor musun?

Ben gerginim ama Vahdet Bey zaten sırf Celal! Onunki sevimli bir asabiyet. Derûnunda ego ve beklenti olmayan, halis insanların sinirlenmesi ayrı bir guzellik. Onlar sinirlenince hic kırılmıyor insan. Kacıp gitmek yerine kalkıp sarılasın geliyor. Niyet temiz olunca Celalde Cemal seyrediliyor! Guzel insan; adam gibi adam Vahdet Bey.

İşte bu nedenle Ona karşı gelemem. Eve nasıl soylesem? Ama kabul etmeliyim.

- Tamam Vahdet Bey. Geliyorum. Akşama nerede, kacta buluşalım?...

- Akşam namazından sonra iskelede ol. Haydi kal sağlıcakla.

Ne iskelesi, nerede, ne yapacağız diye sormama fırsat vermeden kapatıyor. İşleri toparlıyorum. Vakit ikindiye doğru akarken eve bildiriyorum durumu. Gonulden isteyince kolaylaştırıyor Hak. Eşim; tamam diyor Vahdet bey cağırmışsa kırmak olmaz. Ama bizi de bir akşam mehtaba cıkar denizde diye soz alıyor. Ona ve cocuklara soz veriyorum.

Akşamı iskeleye yakın tarihi camide kılıyorum. Gozum cemaati kesiyor. Tespih cekilirken sutunlardan birinin ardında olduğunu fark ediyorum. O da ne? Ağlıyor. Hem ne ağlamak, gozyaşları yuzunu yıkıyor. Bu kadar Celalli, bu kadar hırcın bir adam ve ağlamak! Duadan sonra yanına yaklaşıyorum. Musafaha ediyoruz. Yakaladım seni hırcın adam, bu ne duygusallık dercesine bakıyorum. Taşı gediğine oturtuyor: “Tovbe tohumu gozyaşı ile sulanırsa Mağfiret fidesi cabuk yeşerir!” Mevlana boyle demiş.

- Ağlamak zafiyettir. İnsan guclu olmalı. Duyguların esiri olmamalı.

- Ağlamak ve Aşkı kalıplardan cıkararak duşun! Zafiyet, duygu etiketlerini yırt, salt duşun!

Avluya cıkıyoruz. Uzun sure susarak yurudukten sonra sahildeki balıkcı teknesine yoneliyor. Takip ediyorum.

- Misbah Reis, vira Bismillah diyor, yaşlı balıkcıya.

- Eyvallah beyim, haydi rast gele deyip halata uzanıyor Misbah Reis. Motorun pat pat sesleri eşliğinde uzaklaşıyoruz rıhtımdan. Gokyuzunde yıldızlar cok az gorunuyor. Belli ki; sahte ışıklarla kirlenen şehir; hakiki nura perde cekiyor. Ay ise bulutların ardında. Ruzgar yanaklarımı okşarken uşuduğumu hissediyorum. Pardosusunu cıkarıp veriyor. Ama siz uşursunuz, diyorum.

- Ateş- i Aşka, volkanın orta yerine duşen niye uşusun? Kayıtlılar uşur!

Susuyorum. Gene diyorum delilendi Vahdet Bey. Gene sıyırdı kılıcı, bakalım bu gece ne yanlarımı doğrayacak? Yıldızlara ve git gide uzaklaşan sahile daldığımı fark ediyor:

- Allah nerede seyredilir?

- Bilmem, buyuklerimiz daha iyi bilir!

- Edebini sevsinler, buyukler bilirmiş deyip gulumsuyor kinayeli bicimde.

- Allah nerede seyredilir duşundun mu hic?...

- Uşuyorum Vahdet Baba, sen soyle yorma fakiri.

Teknenin ortasına yakılan ocağa hamsileri diziyor, ısınmaya calışıyorum. Aheste aheste devam ediyor:



-Yıllar evveldi. Bir Hak Dostuna uğradı yolum. Allah’ın en iyi denizde seyredileceğini soyledi. Karanlık gecede , denizin ortasında, yıldızlara bakarak seyredilirmiş Allah! Hani sen de gece yarısı bir tekne ile yonleri, sahili kaybedecek kadar denize acılmak isterdin ya? Senin icin tuttum Misbah Reisi. Allah’ı seyretmen icin!

Kızaran hamsilerden yarım ekmek icine bir miktar doldurup veriyor. Yanındaki şişeden pembe bir icecek de cıkarıyor. Bu defa takılma sırası bende:

- Ne o? Şarap mı cekiyoruz?

- Evet diyor ve dolduruyor kocaman bardağı. Berrak, pembe bir karışım. İc denmişse icilecek elbet. İcimde tuhaf bir his; ya şarapsa? Vahdet Bey bunu bana yapmaz diyorum garip bir eminlikle ve kaldırıp dikiyorum. Aman Allah’ım bu ne lezzet? İcim dışım gul kokuyor. Vahdet Bey naat-ı şerifler mırıldanıyor:

GUL CEMALİNİ GOREN HAYRAN OLUR EFENDİM

CAN SANA, VARLIK SANA KURBAN OLUR EFENDİM

Sonra bir kaside tutturuyor:

Seyrimde bir şehre vardım
Gordum sarayı guldur gul
Sultanımın tacı tahtı
Bağı duvarı guldur gul

Gul alırlar gul satarlar
Gulden terazi tutarlar
Gulu gul ile tartarlar
Carşı pazarı guldur gul

- Baba bu ne diyorum bardağı gostererek. Biliyorum gulden mamul bir şey ama bu defa ben kazmalıyorum ne cıkar diye… Başlıyor yarı melankolik, yarı sarhoş gibi:

- Buna gul şurubu derler evlat! Senin gibi gazoz ve ciklet nesli ne bilsin gulu, ne bilsin şurubu!

İlla bana saldıracak. Saldırmadan, yıpratmadan, guzel guzel anlatsa olmaz! Benlik testisi kırılmadan dolmazmış. Once kırıp nefsin pis sularını boşlatırlar sonra kırıkları onarıp gulsuyu, pardon Hak Şarabı doldururlarmış.

Etrafı kolacan ediyorum. Dalgalar tekneyi salladıkca Vahdet beyin kasidelerine ritim tutar gibi cûşa geliyoruz. Yıldızlar oylesine cok, oylesine parlak ki! Yer- gok yıldız. Hem de pırıl pırıl. Elini uzatsan alıverecekmişsin gibi. Dolunay biraz daha bulutlar gerisinde ama bir cıksa, sevgilinin siması gibi bakmaya doyum olmaz herhalde. Ona takılacağım gene:

- Vahdet Bey, Sevgilinin yuzu neye benzer?
- Sevgili Guldur, Sevgili Goncadır, Sevgili Gulistandır…
İşi biraz ileri goturuyorum:
- Senin sevgilin de kim bilir nasıldı?.. Cok koştun mu peşinden?..
Cekmek istediğim yere ayak basmadan devam ediyor:
- Butun sevgililer; Bir - Tek Sevgilinin sırrına ermek icindir. Sevgili; Guldur. Her aşık; maşuk simasında Gulu seyreder! Gul; Muhammed’dir oğul. Kime tutulursan tutul; yolun Muhammed’e cıkar nasibinde varsa!

Camideki gibi değil bu defa hıckıra hıckıra başlıyor ağlamaya. Goğsu koruk gibi inip cıkıyor. Nefesi daralıyor, titriyor… Bir şey olacak, bayılacak diye yanına sokuluyorum. Kolunu tutmak istiyorum, cekiyor. Ayağa kalkıyor birden. Tekne sallanırken duşecek diye korkuyorum. Acıyor ellerini semaya ve alabildiğine haykırıyor:

- Seni istiyoruuuuum…. Seni istiyoruuuuum… Kaldır perdeleriiiii, dokulsun yıldızlaaaaar, cekilsin deniiiiiz, sonsun guneeeeeş… Seni istiyoruuuuummm! Bıktım varlık kalabalığından. Hic et beni, ver kendiniiiii… Seni istiyoruuuuuum!..

Aman Allah’ım o ne Haşyet, o ne coşku?… Niyaz ediyor icinden geldiği gibi:

- Kim neyi istiyorsa veeeerrrrrrrrr! Dunya isteyene dunyaaaa, şohret isteyene şohreeet, mal isteyene maaal. Beeeen seni istiyoruuuuummmmm!.. Ver artık veeeeeeeeeerrrrrrrr!

Aşkın getirdiği nokta bu olsa gerek diye hayretle izliyorum. Misbah Reis motoru durdurup tekneyi demirliyor ve yanıma geliyor. Gayet sakin. Soruyorum:

- Reis bir şey olmasın!

- Hicbir şey olmaz. Bu adam yandı Hak Aşkına. Senelerdir yanar. Bu benim icin ilk değil.

Yıllardır cıkarız tekne ile. Haykırır, ağlar, kendinden gecer ve sukunete erer.

- Ne istiyor Vahdet Bey?

- Bu adamın hicbir şey istemeyecek kadar cok şeyi oldu evlat. Şohreti, cevresi, eserleri, malı mulku... Hicbir şey acmadı Onu. O hep Onu ister durur! Bir kere tutuşmasın Hakkın Cırası; her şeyini yakar kul eder. Hicbir şey acmaz olur o zaman!



Vahdet Bey yavaş yavaş sakinleşiyor. Vakit hayli ilerlemiş. Butun zerafetiyle gecenin assolisti Dolunay sahne alıyor. Dalgalar yakamozlarla alkış tutuyor Sevgili Dolunaya. Misbah Reis ikimize de sıcak cay getiriyor. Anlaşılan sabahı edeceğiz buralarda. Vahdet Bey sukunetle anlatıyor bu defa:

- Allah denizde seyredilir. Deniz; yalnızlıktır. Deniz; sessizliktir. Bak, tamamen Ona emanetiz, fırtına cıksa gucumuz yok… Teslimiyettir, tevekkuldur deniz… Deniz sensin oğul. Sinende bir deniz saklı. Bırak dışarısını, bırak yıldızları, bulutları, icindeki denize bak. Acılabilir misin icindeki sonsuz ummana? Acılırsan seyredersin Allah’ı!.. Fırtınadan, yağmurdan, karanlıktan korkanların işi değil Hakikate sefer! Cesur ol cesur, diyerek yakamdan silkeliyor. Cay elime dokuldu, parmaklarım yandı ama gorecek gibi değil bizimki.

Dokturuyor inci tanelerini bir bir::

- Tespih ediyor Onu her şey…. Alem tespih ediyor…

Oyle şaşkınım ki! Daha dun akşam TESPİH konusuna takılmıştım. “Yerde ve gokte ne varsa Allah’ı tespih eder” ayeti neyi işaret ediyordu? Her şey Onu tespih halinde ise gunahkarları, alcakları, zalimleri nereye koyacaktım? Onun iradesi dışında bir şey yoksa, izni dışında yaprak kımıldamazsa onların tespihi ne? İcimi okurcasına mırıldanıyor:

-Her şey, ama her şey Onu tespih ediyor… Bebeler sut emerek, Kuzular meleyerek, Kuşlar ucarak, Dunya donerek, Dalgalar kabararak Onu tespih ediyor.

Merakla nefesimi tutarak bekliyorum, bakalım nereye uzanacak tespih?

- Kafirler kufru ile, Zalimler zulmu ile, Cahiller cehli ile Onu tespih ediyor!..

Beynim zonkluyor bir an! Bu cumleyi ben İmam- Hatipte iken biri dese, “Kafir oldun” deyip indirirdim yumruğu gozune. Ama şimdi, yıllarını Hakka adamış biri soyluyor?..

- Olmaz oyle şey, kufurle, zulumle, gunahla tespih olmaz, itiraz ediyorum diye kukruyorum.

İmkan olsa tekneden cıkıp gideceğim. Ama her yanım deniz ve alabildiğine karanlık. Hic istifini bozmaksızın:

- Alemde Onun dilemesi dışında fiil var mı?

- Yok.

- Onun Esma-i Husnası haricinde tecelli?

- Hayır.

- Herkeste ve her şeyde dilediği manaları seyreden O mu?..

- Evet.

- Sen kimsin ha? Sen kimsin? İtiraz ediyormuş. Otur yerine! Sıkma canımı!..

Duşunuyorum. Başımı ellerimin arasına alıp, saclarımı kopartırcasına cekiştirerek duşunuyorum. Allah’ım aklıma mukayyet ol!.. Cıldıracak gibiyim. Devam ediyor:

- MUMİYT O mu?

- Evet, Olduren O!

- HAYY?

- Evet, Dirilten O!

- KAHHAR?

- Evet, Kahreden, Yere geciren O!

- MUDİLL?

- Evet, Saptıran O!

- Katille MUMİYT, Kafirle MUDİLL, Zalimle KAHHAR esmaını acığa cıkaran kim?

- Allah!

Patlıyor:

- Sen kimsin beeee! Sen kimsiiiiin? Ben kimiiiiiimmm! Sadece O! Sadece Oooooo!

Misbah Reis yanık sesiyle tekbir alıyor: ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER LA İLAHE İLLALLAHU VALLAHU EKBER!... ALLAHU EKBER VELİLLAHİL HAMD…
Tekbirler ve Salavatlarla karşılıyoruz sabahı. Uzaklarda ezanlar başlıyor. Yorgun ve bitkinim. Uykusuzluk değil yoran, seyrettiğim mana ve işittiklerim. Hazmedebilsem! Tespih edebilsem!

Misbah Reis’i işaretle son cumleleri soyluyor:

- Misbah; Tespihten gelir! Bizim reis tekne ve balıklarla Fıtrî Tespihini, ilahi ve kasidelerle Gonul Tespihini icraya calışır…Fıtri tespih ortaya koyanları cok net soyledim diye kızma. Kafir de tespih eder dedimse anla. Fıtri tespih zaten suruyor her an her yerde, her şey ile. Sen KULLUĞUNU İCRA İle Tespih Et! Sen MUHAMMED’E TABİ OLARAK Tespih Et! Sen FARK EDEREK Tespih Et!

***

Motor yeniden calışıyor ve demir alıyoruz. İcinden deniz gecen kente donerken bitkin ve yorgun zihnimde lambalar yanıyor. Perde perde soken şafakla yeni ufuklar acılarak genişliyor Hakikat Denizi!..

Mehmet DOĞRAMACI
İstanbul - 20.06.2006
__________________