SLM ARKADAŞLAR ALLAH RIZASI İCİN VE KENDİNİZ İCİN LUTFEN BU YAZIYI OKUYUN. VE HATTA BU VELİNİN HAYATINI CD DEN İZLEYİN. EĞER FIRSATINIZ VARSA MUTLAKA KABRİNİ ZİYARET EDİN LUTFEN. BU VELİNİN ALLAH DOSTUNUN BİR DUASI VAR ŞOYLE " BİZİM YOLUMUZDA GİDENLER VE OMRU HAYATINDA BİRKERE BİZİM KABRİMİZİ ZİYARET EDİPTE BİR FATİHA OKUYANLAR İMANSIZ OLMESİNLER EĞER İMANSIZLARSA OLMESİNLER VE OLUMLERİ DE SUDA OLMASIN" DİYOR . EĞER ARKADAŞLAR FIRSATINIZ VARSA MUTLAKA BİR KEZ DE OLSUN ZİYARET EDİN. LUTFEN ALLAH AŞKINA...



GONULLER SULTANI AZİZ MAHMUD HUDAYİ HAZRETLERİ

HAYATI

Anadolu’da yetişen buyuk velilerdendir. 1541 yılında Şereflikochisar’da doğdu. Bursa’da Muhammed Uftade hazretlerinden feyz aldı. 1598 yılında Uskudar’da cami ve dergah yaptırdı. 1628 yılında vefat etti. Kabri Uskudar’da kendi dergahı yanındaki turbesindedir. Cocukluğu Sivrihisar’da gecti. Burada ilk tahsiline başladı. İlmini ilerletmek icin İstanbul’a gitti. Kucuk Ayasofya Medresesinde tahsiline devam etti. Cok zeki bir defa okuduğunu zihninde tutar. Tekrar kitaba bakmaya luzum gormezdi. Hocalarından Hazırzade Ramazan Efendi, ona hususi bir itina gosterirdi. Mahmud Hudayi genc yaşta; tefsir, hadis, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde buyuk bir alim oldu. Hocası Hazırzade onu yanına yardımcı olarak aldı. Mahmud Hudayi Bir taraftan hocası Ramazan Efendiye yardım ederken diğer yandan da tasavvuf yolunda ilerlemeye calıştı. 33 yaşında iken , hocası Nazırzade ile Bursa‘ya geldi. Uc sene Ferhadiye Medresesinde muderrislik yaptı. Uc sene sonra, hocasının vefatı ile Bursa kadılığına getirildi. Bursa kadılığına başlayan Hudayi Hazretleri, kadılığı esnasında bir gece ruyasında Cehennemi ve Cehennem’in ateşinde tanıdığı bazı kimselerin yandığını gordu. Bu korkunc ruyanın verdiği dehşet ve uzuntu icindeki gunlerde, bir hanım bir dava getirdi. Bu davadan sonra Bursa Kadılığını bıraktı ki, hadise şoyle idi.

HAYATININ DONUM NOKTASI

O gunlerde Bursa da buyuk bir alim olan Muhammet Uftade hazretleri halkın manevi terbiyesi işi ile meşgul olurdu. Yine Uftade hazretlerini seven fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister. Fakat gidecek parası olmadığı icin arzusuna kavuşamazdı. Uzuntusunden hic yuzu gulmez gozleri hep hacca gidenlerin yolu uzerine takılır kalırdı. Evde hamımı yuzu gulmeyen kocasının bu haline oldukca uzulurdu. Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı icin hacca gidemeyen bu fakir uzuntusunden ne yapacağını şaşırdı. Aralarında gecen bir konuşmanın sonunda elinde olmayarak hanımına: Eğer bu sene de hacca gitmezsem seni uc talak ile boşadım dedi.

Gunler gecti. Kurban bayramı yaklaştı.Fakiri bir duşuncedir aldı hacca gidemezse evde hanımı boş olacaktı. Bir yerlerden borc bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdı bir gun, hatırına Muhammed Uftade geldi.Hemen huzuruna gidip ağlayarak durumunu anlattı. O da; “bizim Eskici Mehmet Dedeye git, selamımızı soyle. O seni hacca goturup derdine derman olur.” buyurdu. Fakir sevinerek huzurdan ayrıldı, suratle Mehmet Dede’nin dukkanına koştu.Mehmet Dede’ye hocasının selam soyleyip derdini anlattı. Mehmed Dede:

“Ey fakir ! Gozlerini kapa ac demeden sakın acma.” Dedi. Fakir gozlerini actığında kendilerini Mekke de buldular. Mehmet Dede, Allah’ın izniyle fakiri bir anda hicaz’a goturmuştu. O gun arife idi, Hacılar Arafat’a cıkmışlardı. Fakir ve Mehmet dede de ihram giyip Arafat’a cıktılar. Gezilecek yerlere gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşerileri olan Mehmet Dedeyi ve Fakiri gorunce sevindiler. Fakir birkac hediye alıp, bir kısmını getirmeleri icin komşusu olan hacılara emanet etti. Vedalaşarak ayrıldılar. Yine Mehmet Dedenin kerameti ile bir anda, Mekke’den Bursa’ya geldiler.

Fakir getirdiği bazı hediyelerle eve gelince, hanımı birkac gundur eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve ;

“Sen beni boşamadın mı? Hangi yuzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?” dedi. Kocası da; “ Hanım, ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke den aldım.” dediyse de kadın:”Bir de yalan soyluyorsun 3-5 gun icinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim.” dedi ve Kadı Aziz Mahmut Hudayi’ye gelerek; “Kadı efendi! Artık ben bu adamla bir arada yaşayamam. Nikahımızın fesh edilmesini istiyorum. Bunun kurban bayramından iki gun evvel Bursa’da olduğunu herkes biliyor. Halbuki ona sorun, hacca gitmiş, Arafat’a cıkmış, şeytan taşlamış, zemzemler, surmeler getirmiş… Beni aldatıyor. Bir haftada oraya gider bu işleri yapar ve nasıl geri gelir? Yanına da bir yalancı şahit bulmuş ”Eskici Baba gordu yanındaydı.” diyor.

Bu sozler uzerine Aziz Mahmut Hudayi hanımın kocasını mahkemeye cağırtarak onu da dinledi. Fakir; hacca gittiğini Kabe'yi ziyaret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla goruşup getirmeleri icin emanet dahi verdiğini iddia etti. Bu sebeple boşanmanın olmadığını soyledi. Fakir, Mehmet Dedeyi şahit gosterdi. Mahkemeye gelen Mehmet Dede ise Kadı’nın bu sozlere bir turlu inanmak istemediğini gostererek; “A kadı efendi! Şeytan, Allah’ın duşmanı olduğu halde, bir anda dunyanın bir ucundan bir ucuna gidip gelir de, bir velinin bir anda Kabe’ye gitmesi nicin kabul edilmez!” dedi. Kadı hayret ederek, mahkemeyi hacıların donuşune bıraktı. Aradan gunler gecti. Bursalı hacılar geldi. Mahkeme gununde şahit olarak, fakirin hac vazifesinin yaptığını, hatta verdiği emanetleri getirdiklerini bildirdiler. Kadı, şahitlerin verdiği bu ifade ile davacı hanımın nikahı fesh etme isteğini reddetti. Boylece boşanma olmadı.

UFTADE HAZRETLERİNE GİTMESİ

Ancak bu hadise, Kadı Aziz Mahmud Hudayi Efendinin gunlerce aklından cıkmadı ve cok etkilendi. Nihayet Eskici Mehmed Dedenin yanında gidip; “Beni talebeliğe kabul buyurman icin gelmiştim.” Dedi. O da; “Nasibiniz bizden değil, Uftade’dendir. Onun huzuruna giderek muracaatınızı bildirin.” Dedi. Kadı evine gitti. Hizmetcisine atının hazırlanmasını emretti. Kendisi de sırmalı kaftanını sarığını giyerek hazırlanan atına bindi. Yanına seyisini de alıp, Uftade hazretlerinin dergahına gitmek uzere yola cıktı. Bugunku Molla Fenari Camii’nin doğu tarafındaki sokağa geldiğinde, atının ayaklarının bileklerine kadar kayalara saplandığını gordu. Butun uğraşmalarına rağmen bir adım ileri suremedi. Caresiz, atından indi. Sırmalı kaftanıyla Uftade Dergahına doğru yurudu. Kadı dergaha vardığında, bahcede yamalı elbiseli bahceyi capalan bir zat gordu. Ona hitaben; “Ben Bursa Kadısı Mahmud’um. Şeyh Uftade’yi gormek istiyorum. Cabuk geldiğimi haber ver.” Dedi. Kadının hizmetci zannettiği Şeyh Uftade hazretleri dinledi dinledi, sonda hafifce doğrularak:

“Yazıklar olsun ey Kadı Efendi! Herhalde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Halbuki sen varlık sahibisin. Bu halde ikimizin bir araya gelmesi mumkun mu? Senin ilmin, malın, mulkun, şanın ve mamur bir dunyan var. Bizim gibi kulların Allah’tan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek istemeyip ayakları kayalıklara saplanmadı mı?” buyurdu. Bu sozler ve yaptığı hata Aziz Mahmud Hudayi’ye cok tesir etti.

UFTADE HZ. OĞRENCİSİ OLMASI

Gozlerinden iki sıra yaş dokulduğu halde; “Efendim! Her şeyimi mubarek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi gormekle şereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım” dedi. Bu samimi ifade uzerine Uftade hazretleri tane tane buyurdu ki: “Ey Bursa kadısı! Kadılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gun de dergaha uc ciğer getireceksin!” Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine soz veren Mahmud Hudayi derhal kadılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında, “Ciğerci, Ciğerciii!” diye bağırarak satıyordu. Bursalıların hayret dolu bakışlarına, kadınların ve cocukların alay etmelerine hic aldırmıyordu. Onu gorenler; “Bursa kadısı aklını oynattı” diyorlardı. Bu şekilde, nefsini kırıp, ruhunu yukseltmek icin her turlu alaya alınmaya katlanıyordu. Her akşam dergaha geldiğinde hocası ona; “Bugun ne yaptın? Ciğerleri satabildin mi?” diye soruyor, o da, başından gecenleri anlatıyordu.

Uftade hazretleri daha sonra, yeni talebinin nefsini iyici kırmak ve terbiye etmek icin onu dergahta hela temizleme işi ve vazifelendirdi. Hudayi bir gun abdesthaneleri yıkarken kulağına davul-zurna sesleri geldi. Şoyle bir kulak kabarttığında, kendi yerine tayin olunan yeni Kadı’nın geldiğini ve halkın karşılamaya cıktığını oğrendi. Bir anlık dalgınlık ile kendi kendine; ”Yeni kadı geliyor ha!... Bicare Mahmud, sen boyle bir mesleği bıraktın. Şimdi abdesthanede temizlik yapıyorsun” diyerek nefsinin aldatmasına yakalandı. Ancak daha bu duşunceler gecer gecmez derhal toparlandı ve; “Mahmud! Sen şeyhine nefsini ayaklar altına alacağına dair soz verdin” diyerek derhal tovbe etti. Sonra da nefsini tahkir icin elindeki supurgeyi atarak, taşları sakalıyla supurmeye başlayacağı bir anda, şeyhi Uftade hazretleri kapıda gorundu ve;

“Mahmud, evladım! Sakal mubarek şeydir. Onunla boyle bir iş yapılmaz. Maksat sana bu mertebeyi atlatmaktı.” Buyurarak, Hudayi’yi alıp iceri dergaha goturdu.

Boylece nefsinin istek ve arzularına sırt cevirip istemediği şeyleri yapmakta buyuk gayret sarfeden Hudayi kısa zamanda ustadının en onde ve gozde talebesi oldu. Develer yuku kitabin ona oğretemediğini Uftade hazretlerinin bir bakışı oğretiyor, gonlunden gecen bir sualine bin cevap birden veriyordu. Bir gun Uftade hazretleri talebeleri ile kırlarda sohbet etmişlerdi. Bir ara talebeler etrafa dağılarak her biri birer demet cicek topladılar. Hudayi Efendi ise elinde kurumuş ve sapı kırılmış bir cicek olduğu halde dondu. Herkes hediyelerini şeyleri Uftade hazretlerine takdim etmiş o da kabul ederek memnuniyetini belirtmiş ve dualar etmişti. Hudayi’de hediyesini verince, Uftade hazretleri:

“Oğlum, arkadaşlarınız demet cicek getirdiler. Siz bize tek solmuş her ciceği mi layık gordunuz?” buyurdu. Hazret Hudayi de; “Efendimize ne getirsem azdır. Fakat koparmak icin el uzattığım her cicek Allah'ı tespih ediyordu. Bu tespihi işiterek el cekip hic birini koparamadım. Ancak kurumuş ve sapının kırılmış olmasından dolayı bu ciceği tespihten kesilmiş gordum. Bu sebeple bunu getirebildim.”Hudayi’nin bu cevabıyla şeyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccuhunu kazandı.Cunku Uftade hazretleri Hudayi’ ye her zaman;”Evladım her zerrede Hakk’ı goreceksin,her zerreye Hak muamelesi yapacaksın, başka yolu yok , bu boyledir”. derdi. Sevinci ,talebesinin bu mertebeye ulaşmasında geliyordu.



HUDAYİ HZ. GOREVLENDİRİLMESİ

Nitekim bir sabah Hudayi hazretlerinin artık nihayete erdiğini ve halkı irşadı, ,doğru yolu gostermeye başlayacağının işaretini verdi. Hudayi hazretleri her sabah erkenden kalkarak hocasının abdest suyunu ısıtıp hazır ederdi.O sabah ise uykuya dalmış ve ancak son vakitte uyanabilmişti. Derhal ibriğini aldı. Fakat ısıtmaya vakit yoktu. Cunku hocasının ayak seslerinin işitiyordu. İbriği goğsune bastırmış bir halde kalakaldı. Uftade hazretleri eğirerek ;
“Haydi evladım suyu dok “dedi. Hudayi hazretleri ibriği goğsune bastırmış halde duruyor ve buz gibi olan suyu hocasının eline dokmeye kıyamıyordu. Uftade hazretleri tekrar; “Haydi evladım! Ne duruyorsun? Gec kalacağız”. Deyince, cekine cekine ve korkarak suyu dokmeye başladı.Ancak hocasının sozu onu bir kat daha şaşırttı. “Evladım Mahmud bu su ne kadar ısınmış boyle . Bunu normal ateş ile ısıtmayıp,gonul ateşi ile ısıtmışsın. Bu hal artık senin hizmetinin tamam olduğunu gosteriyor.”

Boylece Muhammed Uftade hazretleri, Hudayi’ye icazet, diploma verdi ve onu cocukluğunu gecirdiği Sivrihisar’a, İslamiyeti yaymak, emir ve yasaklarını bildirmek uzere gonderdi. Aziz Mahmud Hudayi, ailesiyle birlikte Sivrihisar’a giderek hizmete başladı. Ancak burada sadece altı ay kadar kalabildi. Hocasının ayrılığına dayanamayarak tekrar Bursa’ya geldi. Bursa’ya geldiği gunlerde, doksan yaşından ziyade olan hocasının hizmetini gormeye başladı. Bu hizmetlerinden cok memnun olan Muhammed Uftade ; “Oğlum!Padişahlar ardınca yurusun.” diye dua etti. O sene Uftade hazretleri vefat etti.

Aziz Mahmud Hudayi manevi bir işaretle Trakya’ya gitti. Bir muddet sonra da Şeyhulislam Hoca Sadeddin Efendi vasıtasıyla İstanbul’a geldi. Kucuk Ayasofya Camii tekkesinde hocalık yapmaya başladı. Bu arada Fatih Camii’nde, talebelere ,tefsir,hadis ve fıkıh dersleri verdi. Burada kaldığı muddet icinde, ilim ve devlet adamlarına uzanan geniş bir muhit edindi. Bu arada, Uskudar’da kendi dergahının bulunduğu yeri satın aldı. Buraya dergahını inşa eyledi. Dergahında yuzlerce talebenin yetişmesi icin cok uğraştı. Kısa zamanda namı her tarafta duyuldu. Akın akın talebeler dergahına koştular. Hasta kalplerine şifa olan sohbetlerine koştular. Onun feyzi ve bereketine kavuştular. Dergah en fakirinden en zenginine ve en ust kademedeki devlet mercilerine kadar her tabakadan insanlarla dolup taşıyordu. Devrin padişahları da ona hurmette kusur etmiyorlardı. 3.Murad Han, 3.Mehmed Han, 1.Ahmed Han, 2.Osman Han ve Dorduncu Murad Han’a nasihatlerde bulundu.Murad Han’a saltanat kılıcını kuşattı.

1595 yılında İranlılarla yapılan Tebriz seferine Ferhat Paşa ile beraber katıldı. Zaman zaman padişahları davetlisi olarak saraya gidip,onlarla sohbetlerde bulundu. Aziz Mahmud Hudayi hazretlerinin, ceşitli camilerde vaaz vermesi icin sevenleri devamlı taleplerde bulundular.O, Uskudar İskelesindeki Mihrimah Sultan Camii ile Sultanahmed Camii’nde belli gunlerde vaaz vererek, insanlara feyz ve mafiret sundu.

Aziz Mahmud Hudayi’nin talebesi olmakla şereflenmek icin, herkes birbiriyle yarışıyordu. Bunların başında Sadrazam Halil Paşa, Dilaver Paşa, Şeyhulislam Hoca Sadeddin Efendi, Şeyhulislam Hocazade Esad Efendi, Okcuzade Mehmed Efendi, İbrahim Efendi,Nevizade Atayi Efendi geliyordu. O zaman Hudayi Dergahı, İstanbul’un en muhim bir kultur merkezi haline geldi. Pek cok alim yetişti.



KERAMETLERİ

Osmanlı tahtında 20 yıl kadar saltanat suren 3.Murad Han, Hudayi hazretlerine buyuk muhabbet besler ve yapacağı işlerde onunla istişare ederdi. Ucuncu Murad Han'ın yerine gecen Ucuncu Mehmed Han ve ondan tahta cıkan Birinci Ahmed Han da Şeyh Hudayi hazretlerine buyuk bir saygı ile bağlı idiler. Bir gun Sultan Birinci Ahmet Han, ruyasında;”Avusturya Kralı ile gureş tuttuğunu, fakat kendisinin arka ustu yere duştuğunu” gormuştu. Zahiren bakıldığında ruya cok korkunc idi.Sabahleyin, derhal huzura getirilen alimler ve ruya tabircilerinden hicbiri bu ruyayı,Padişahı tatmin edecek şekilde tabir edemedi. Nihayet Uskudar’da bulunan Aziz Mahmud Hudayi’nin, bu ruyayı tabir edebileceğini arz ettiler. Padişah 1.Ahmed bir mektup yazarak, yakınlarından biriyle gonderdi ve tabir edilmesini rica etti. Haberci, mektubu alıp suratle Uskudar’a gecti. Aziz Mahmud Hudayi’nin kapısını caldığında, onun icerden elinde bir zarf ile kapıya cıktığını gordu. Habercinin getirdiği mektubu alırken, kendi elindeki mektubu da Padişaha verilmek uzere verdi ve;”Sultanımızın gonderdiği mektubun cevabıdır.”buyurdu. Mektubu şaşkınlık icinde alan haberci, derhal mektubu sultana goturdu ve gorduklerini anlattı. Sultan Birinci Ahmet Hanın gonderdiği mektup, daha acılıp okunmadan cevabı gonderilmişti. Sultan Ahmed Han, gonderilen bu mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki:”Allah insan vucudunda arkayı, cansız mahluklarda ise toprağı, en kuvvetli olarak yarattı. İnsan ile toprağın birbirlerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Boylece, Padişahımızın arka ustu yere yatması ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dolayısıyla bu ruyadan İslam’ın temsilcisi olan padişahımızın, kuffara karşı zafer kazanacağı anlaşıldı.” Padişah bu tabiri pek beğendi ve ;”İşte gorduğum ruyanın tabiri budur.”dedi. Derhal Aziz Mahmud Hudayi hazretlerine bin altın gonderdi.

Diğer taraftan Aziz Mahmud Hudayinin hanımı hamile olup doğumu yaklaşmıştı. Fakir oldukları icin doğacak cocuğun ihtiyaclarını alamamışlardı. Cunku Hudayi hazretleri kapısına gelen, kendisine el acan fakir ve ihtiyac sahiplerine hic duşunmeden nesi olsa verirdi. Bu sebeple coğu kez evde yakacak mum bile bulamazlardı. Bu sebeple hanımı;”Bursa kadılığını bıraktın, medrese hocalığını terkettin...Elindeki malını mulkunu, ona buna vererek harcadın.... Dunyaya gelecek yavruya saracak bir bez parcası bile yok!..” diye yakınıyordu. Tam bu sırada kapı calındı. Hudayi hazretleri kapıya doğru giderken hanımına da; “Hatun Allah istediğin dunyalığı gonderdi.” Buyurdu. Kapıyı actığında Sultan Ahmed Hanın hediyelerini ve bir kese icinde gonderdiği bin altını alarak hanımına teslim etti. Ertesi gun de Padişah kendisi gelerek elini optu ve talebesi olmakla şereflendi.


SULTAN AHMET CAMİ'NİN YAPIMI

Sultan Ahmed Han, buyuk bir cami yaptırmak istiyordu. Kararını verdi ve yerini tespit ettirdi. Temel atma merasimi icin hocası Aziz Mahmud Hudayi ve diğer alimleri davet etti. Koyunlar kesildi. Temel atmak icin ilk kazmayı, Aziz Mahmud Hudayi hazretleri vurdu. Padişah, yoruluncaya kadar temel kazdı. Boyle bir başlangıctan yıllar sonra, cami yapıldı ve acılışını yapmak ve Cuma hutbesini okumak uzere Aziz Mahmud Hudayi davet edildi. Ancak o gun beklenmedik bir şey oldu. Once bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sonra fırtına ile beraber denizde dalgalar buyudu, yukseldi ve şiddetlendi. Bu şartlar altında Uskudar’dan Sarayburnu’na gecmek imkansızlaşmıştı. Ne var ki Şeyh hazretleri Hunkara soz vermişti. Bu sebeple Uskudar iskelesine ve bir kayık kiralayarak icine atladı. O binince sadık talebeleri durur mu? Hemen onlar da bindiler. Boylece şeyh hazretleri yanında birkac talebesiyle birlikte Sarayburnu’na doğru acıldı. Allahu tealanın izniyle Mahmud Hudayi hazretlerinin himmeti bereketiyle, kayığın on, arka ve yanlarından bir kayık mesafesinde deniz sut liman oluyor, dalgalar kayığa hic tesir etmiyordu. Bu şekilde herkes korkudan denize cıkmazken, Aziz Mahmud Hudayi kayığıyla selametle karşıya gecti. Uskudar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hudayi yolu”dendi ki, fırtınadan uzak, selametle gidilen bir deniz yolu olduğu kabul edilir. Bu sırada Ahmed Han da , telaş ve uzuntu icerisinde Hudayi hazretlerini bekliyordu. Aziz Mahmud Hudayi hazretleri tam koşkun yanına gelince, Muthiş bir gumburtu koptu. Kulakları sağır edecek bir bicimde patlayan gurultunun ardından duşen yıldırım, Kas-ı Humayunun bir yanını cokertti. Bina allak bullak olmuş; ne padişah dışarı cıkabiliyor, ne de bir kimse iceri girip onu kurtarabiliyordu. Ancak Hudayi hazretleri telaşlanmadılar. Kimsenin de telaşlanmasına fırsat vermediler. Hemen Kasr-ı Humayunun coken tarafına asasını dayayıp binanın yıkılmasına engel oldu. Sonra Padişahı ve yanındakileri tek tek koşkten indirdiler. Bu sırada dayanak direkleride getirilmiş ve coken yana konulmuştu. Koşkteki son kişinin de inmesini muteakip gerekli tedbirlerin alındığını goren Hudayi hazretleri, bastonunu dayadığı yerden cektiler. O anda inanılmaz bir olay oldu.Kucuk bir bastonun cektiği yuke direkler dayanamayıp catır catır kırıldı ve bina coktu. Bu olayı goren herkes Hudayi hazretlerine daha fazla gonulden bağlandı. Artık yağan yağmur ve kopan fırtına kimsenin umurunda değildi. Buyuk bir alayla Sultanahmed camii’ne gelindi. Sonra cami buyuk murşidin eli ve duası ile ibadete acıldı. Sultan Ahmed Han, birgun bazı devlet erkanıyla gezmeye cıkmışlardı. Ormanlık bir yerde istirahat ederlerken hizmetciler bir koyun kesip kızartarak Padişaha ikram ettiler. Sultan Ahmed Han besmele cekerek elini ete uzattığı an, Aziz Mahmud Hudayi Hazretleri beliriverdi. Padişaha;”Sultanım! Sakın yemeyiniz o et zehirlidir.” Buyurdu. Etten bir miktar kesip, oradaki bir kopeğe verdiklerinde, kopeğin derhal olduğu goruldu.

Zamanın padişahı Ahmed Han; vezirlerinden birini azletmiş, muhrunu de Uskudar tarafında oturan bir başka vezire gondermişti. Yolda muhrunu goturen haberci, bir deniz kazasına tutulduğu icin muhru denize duşurdu. Muhrun denize duştuğunu oğrenen padişah, Aziz Mahmud Hudayi’ye gidip durumu anlatınca, o da postekisinin altına elini uzatıp, suları damlamakta olan muhru Padişaha teslim etti.

Sultan Ahmed Han, Peygamber efendimizin mubarek Kadem-i şerifinin izi bulunduğu bir taşı Mısır’da Kayıtbay Turbesinden İstanbul’a getirtmiş ve Eyyub Camiin’e koydurmuştu. Sultanahmed Camii tamamlanınca da Nakş-ı Kadem oradan alınarak buraya nakledildi. Nakil işinin yapıldığı gunun gecesinde Sultan Ahmed şoyle bir ruya gordu:

Butun Padişahların toplandığı yuce bir divanda Peygamber efendimiz kadılık yapmaktadır. Kayıtbay Turbesini ziyarete vesile olan “Kadem-i şerif” resmini kendi Camiine nakleden Sultan Ahmed’den davacıdır. Peygamber efendimiz davacıyı dinledikten sonra, Kadem-i şerifin alındığı yere geri verilmesi istikametinde karar verir. Suclu mevkiinde oturan Ahmed Han, kan ter icerisinde uyanır ve derhal şeyhi Aziz Mahmud Hudayi hazretlerine giderek ruyasını anlatır. Hudayi hazretleri, ruyayı; “Emanetin derhal yerine gonderilmesi.” Şeklinde yorumlar ve Kadem-i şerif taşı Kayıtbay Turbesine iade edilir.

Aziz Mahmud Hudayi hazretleri bir gun Ahmed Han’ı ziyarete gitmişti.Padişah;”Efendim! Seyyid Abdulkadir-i Geylani hazretlerinin, kıyamet gunu talebelerine ve pek cok gunahkar mumine şefaat edeceği hakkında rivayetler var. Bu rivayetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz?” diye sual eyledi. Aziz Mahmud Hudayi hemen cevap vermedi. Bir muddet murakabe halinde kaldıktan sonra; “Bu soz doğrudur.”buyurdu. Sonra Padişah; “Efendim! Acaba zat-ı alinizin bizlere bir vaadiniz ve mujdeniz yok mudur?” diye sorunca, Mahmud Hudayi ellerini kaldırarak:”Ya Rabbi! Kıyamete kadar bizim yolumuza katılan, bizi sevenler ve omrunde bir kere turbemize gelip ruhumuza fatiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar. Omurlerinin sonlarına kadar fakirlik gormesinler. İmanlarını kurtararak gitsinler ve oleceklerini bilip haber versinler.” diye dua eyledi.

Nitekim Ahmed Han da oleceğini bilip haber verdi. Şanı yuce padişah 1617 senesinde hastalandı. Sırtında bir yara cıkmıştı. Mabeynci Mustafa, Sultanın vefatından bir gun once huzurunda iken, Ahmed Hanın odada sahibini goremediği kimselere dort defa;”Ve aleykum selam.” Dediğini işitti. Sebebini sorduğunda, Sultan Ahmed Han; “Şu anda yanıma hazret-i Ebu Bekr-i Sıdık, hazret-i Omer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali geldiler.Bana;”Sen dunya ve ahiretin sultanlığını kendinde toplamışsın. Yarın Resulullah efendimizin yanında olacaksın.” Buyurdular.”cevabını verdi. Hakikaten ertesi gun vefat etti. Cenazesinin yıkanması icin hocası Aziz Mahmud Hudayi hazretleri davet edildi. Ancak o;” Sultanımı cok severdim.Şimdi dayanamam. İhtiyarlığım sebebiyle beni mazur gorun .”buyurdu ve talebelerinden Şaban Dede’yi gonderdi.

Zengin bir kimse, Mahmud Hudayi’nin ustunluğunu gormek, anlamak icin huzuruna gitti. Hic kimseye gostermeden, Mahmud Hudayi’nin seccadesinin yanına elindeki altın dolu keseyi bıraktı. Ayrılmak icin izin isteyince, Mahmud Hudayi;” Bırakmış olduğunuz altınlar ile, hem dunya hem de ahiret mamur edilebilir. Altın, veliye de deliye de lazımdır. Onun icin bu altınları, hayır yoluna sarfetmek uzere kabulunde bir mahzur gormuyor, red etmeyi uygun bulmuyorum .” deyince, o zengin;”Efendim kalbimde gizlediğim şeyleri aynen ifade ettiniz.” Dedi ve Aziz Mahmud Hudayi’ye muhabbeti ve hurmeti artmış bir şekilde huzurdan ayrıldı.

Aziz Mahmud Hudayi hazretleri, 1628 (H.1038) senesinde hakiki aleme goctu. Vefatından once talebeleriyle ve tanıdıklarıyla helalleşti, vasiyetini yaptı. Son nefeste de Kelime-i Şehadet getirerek ruhunu teslim etti. Turbesi Uskudar’daki dergahındadır. Aşıkları, onu ziyaret etmekte, feyz ve bereketlerinden istifade etmektedirler.



KİTAPLARI

Aziz Mahmud Hudayi, insanların Ehl-i sunnet itikadında bulunmaları ve ibadetlerini doğru yapmaları icin pek cok eser yazmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır.

1- Nefais-ul Mecalis,2-Tecelliyat,3-Divan-ı İlahiyat,4-Habbet-ul Muhabbe,5-Necat-ul Garik,6-Tarikatname7-Tezakir-i Hudayi,8-Ahval-un Nebiyy-il-Muhtar Aleyhi Salevatullah-il-Melik-i-Cebbar,9)Cami-ul-Fedail ve Kami-ur-Rezail,10-Feth-ul-Bab ve Ref-ul-Hicab,11)El-Feth-ul-İlahi,12)Haşiyet-ul-Kuhistani fi Şerh-il-Fıkh-ı Keydani,13)Hayat-ul Ervah ve Necat-ul-Eşbah,14)Tarikat-ı Muhammediyye,15)Vakıat,16)Şerhun Alel- Kasidet-il Vitriyye fi Mehdi Hayr-il-Beriyye,17)Mensur Mevlid-i Nebi…


DAHA BUYUK KERAMET Mİ OLUR?

Aziz Mahmud Hudayi bir gun, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemk istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Padişah hocasına hurmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu doktu.Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes kafes arkasın havluyu hazırlamıştı. Valide Sultan kalbinden ; “Aziz Mahmud Hudayi’nin bir kerametini gorseydim.” Diye gecirmişti. Bunun uzerine Mahmud Hudayi, Valide Sultan’ın gonlunden gecenleri anlayarak ;”Hayret! Bazıları bizim kerametimizi gormek isterler, Halife-i ruy-i zemin-in elimize su dokup, muhterem validelerinin havlu hazırlamasından daha buyuk keramet mi olur?” buyurdu.

SULTANLAR HUZURUNDA YURUSUN!

Bir gun Sultan Ahmed Han, murşidini ziyaret icin Uskudar’a gelmişti. Caşıdan gecerken, Hudayi hazretlerinin alış-veriş ettiğini gordu. Genc Hunkar bu esnada attaydı. Derhal atından indi, hocasının elini optu ve atına binmesi icin rica etti. Bir muddet Hudayi hazretleri at sırtında onde ve Padişah da yaya olarak ardınca yuruduler. Kısa bir sure sonra Mahmud Hudayi dunyayı titreten koca bir padişahın, arkasında yaya yurumesine razı olmadı ve; “Sultanım! Sırf hocam Muhammed Uftade hazretlerinin duası ve emri yerine gelsin diye bindim. Cunku o;”Padişahlar huzurunda yurusun.” Diye dua etmişti.” Buyurarak atından indi. Ata tekrar Sultan Ahmed Hanı bindirdi.
__________________