O'NDAN RAZI OLMAK ........................ O'NUN RIZASINI KAZANMAK
EBUBEKİR SİFİL
Ey itminana ermiş ruh!
Sen O'ndan razı, O senden razı olarak don Rabbine.
Hadi gir kullarımın icine.
Gir cennetime...
(Fecr Suresi, 27-30)
Sozluklerin “hoşnut olmak, itiraz etmemek” gibi cumlelerle anlamını ifade ettiği “rıza” kavramı, insanların Yuce Allah katındaki değerini ortaya cıkaran bir olcudur adeta.
“Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz” hikmetli sozunu hatırlatarak şunu soylemeliyiz ki, rıza kavramının hayatımızdaki belirleyiciliği ve etkinliği, takvamız ve manevi derecemizle doğrudan ilişkilidir.
Bu bakımdan rıza konusundaki bilgilerimizi tazelemek hepimizin kalbî ve amelî hayatı icin vazgecilmezdir.
Bilindiği gibi “rıza” kavramı başta Kur'an ve Efendimiz s.a.v.'in hadisleri olmak uzere kaynaklarımızda Allah TealÂ'nın bir sıfatı olarak gecmektedir . “Allah onlardan razıdır; onlar da Allah'tan razıdırlar” (Maide, 118) ayetini ornek olarak zikredebiliriz. Yine “Allah'ın muminlerden razı olması, butun cennet nimetlerinden daha buyuktur” (Tevbe, 72) ayeti de bir diğer ornektir.
Allah TealÂ'nın rızası
Bu orneklerde ve benzerlerinde gecen “Allah rızası” tabiri, Yuce Rabbimiz'in hoşnut olması ve sevap vermesi” anlamına gelir. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz butun mahlukatın yaratıcısı Yuce Allah'tır. Ancak, O'nun mahlukatı icinde razı oldukları bulunduğu gibi, razı olmadıkları da mevcuttur.
Burada “Allah Teal razı olmadığı şeyleri nicin yaratmıştır?” şeklinde bir soruyla karşılaşabiliriz. Bu sorunun cevabı, elbette “imtihan” esprisi icinde verilecektir. O'nun dilemesi olmadan hicbir şeyin meydana gelemeyeceği gerceğinden hareketle Ehl -i Sunnet alimleri, Yuce Rabbimiz'in “rızası” ile “dilemesi”nin birbirinden farklı şeyler olduğunu belirtmiştir. O her şeyin yaratıcısı olduğu icin, mesela kufru de O'nun yarattığını soylemek zorundayız. “Allah kulları icin kufre razı olmaz” (Zumer, 7) ayetinin ve benzerlerinin bildirdiği gibi, Allah TealÂ'nın kufre rıza gostermediği de bir diğer gercek olduğuna gore, Allah TealÂ'nın emrettiği şeylerin yapılmasında rızası, yasakladığı şeylerin yapılmasında ise gazabı bulunduğunu soyluyoruz.
İnsanın rızası
Rıza kavramı insan bakımından iki yonlu bir durum arz eder. Birincisi insanın ilÂhi hukumlere ve takdire rıza gosterip gostermemesi, ikincisi de diğer insanların yapıp ettiklerine karşı rıza gosterip gostermemesidir.
İnsanın ilÂhi hukumlere ve takdire rıza gostermesi, doğrudan iman ve imanın dereceleri ile ilgilidir. Yukarıda zikrettiğimiz Maide 118. ayetini tekrar hatırlayacak olursak, orada Allah TealÂ'nın insandan razı olması yanında, bir de insanın Allah TealÂ'dan razı olması gibi bir husustan bahsedilmektedir.
Peki insanın Allah TealÂ'dan razı olması ne demektir? Tevekkul ile rıza arasındaki ilişkiye dikkat ceken ulemamız şoyle demiştir: Tevekkulun meyvesi rızadır. İşlerini Allah TealÂ'ya havale eden ve O'nun kendisi icin dilediği şeye ve takdirine rıza gosteren kimse tevekkulun hakikatine ermiş demektir. (İbn Receb, CÂmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem)
Bu sebeple Hasan-ı Basrî k.s. ve Fudayl b. IyÂd k.s. gibi buyukler, tevekkulu, “başa gelene rıza” şeklinde acıklamışlardır.
İbn Ebi'd -Dunya şoyle demiştir: Bana ulaştığına gore, hikmet sahiplerinden birisi şoyle demiştir: Tevekkul uc derecedir. Birinci derece, başa gelen herhangi bir husustan dolayı şikayetci olmamak, ikinci derece başa gelenlere rıza gostermek, ucuncu derece ise şikayeti terk etmeyi sevmektir.” (CÂmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem)
Rızanın uc derecesi
Burada sozu edilen uc dereceyi Abdulazîz b. Ebî RavvÂd k.s., sabır bahsiyle ilişkilendirerek şoyle acıklıyor: Sabır uc derecedir.
İlki muvahhidlerin sabrıdır. Onlar, Allah TealÂ'nın takdiri karşısında hoşnutsuzluk ve hazımsızlık gostermez ve takdiri zulum olarak değil, adalet olarak gorurler. Bununla birlikte, ihmalkÂrlık gostererek azalarıyla gunah işlemeye devam ederler. Bu, zalimlerin (nefsine zulmedenlerin) sabrıdır.
İkincisi muktasidlerin sabrıdır. Bunlar takdire karşı hem azalarıyla, hem de kalpleriyle sabrederler. Takdire kalpten rıza gosterirler. Bununla birlikte onların nefislerinde, başlarına gelen musibet sebebiyle bir sıkıntı, acı ve elem hissi bulunur.
Ucuncusu ise mukarrebûnun sabrıdır. Onların sabrı rızadır. Başlarına gelen musibetler sebebiyle onların kalplerine hicbir sıkıntı ve gam girmez. Onların Allah TealÂ'ya yakınlıkları bunu engeller. Kalpleri nurla dolu olduğu ve bu nur nefsin şehvetlerini yakıp yok ettiği icin, goğusleri kalplerinin nuruyla aydınlanır. Boylece onların nefislerinde hicbir acı ve sıkıntı hissi kalmaz.
Bu durumdaki bir insanın nefsi uykusundan uyanmış, kendi dilemesini terk etmiş ve sarhoşluğundan ayılmıştır. Bu insan icin Allah TealÂ'nın dilemesi, kendi dilemesinden daha tatlıdır.
Birinci gruptakilerin sabrı “iman sabrı”dır; ikincilerin sabrı “eleme rağmen sabır”dır; ucunculerinki ise kalp ve nefsin rızasıdır. (Tirmizî, NevÂdiru'l-Usûl)
Yukarıda ismi gecen Abdulazîz b. Ebî RavvÂd k.s., gozleri neredeyse korluk derecesinde zayıfladığı halde 20 sene boyunca bu durumu eşi ve cocukları dahil en yakınlarından bile gizlemişti. Bir gun bu durumu sezen oğluna, şaşırmaması gerektiğini, zira ilÂhi takdire rıza gosterdiğini soylemiştir. (Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-Evliya)
Abdulazîz b. Merzuk k.s., Harun Reşid'in veziri idi. Gunun birinde sahip olduğu her şeyi terk ederek tevbe ve istiğfarla Rabbi'ne yoneldi; kendini ibadet ve zuhd hayatına verdi. Oyle ki, geceleri kum ve cakıl taşları uzerinde yatıyordu. Onceki halini bilenler, o hayatı terkinin karşılığı olarak eline ne gectiğini sorduklarında, “icinde bulunduğum hale rıza” karşılığını veriyordu. (İbn HibbÂn , KitÂbu's-SikÂt)
Rıza her şeyi kabullenmek midir?
Yukarıda anlatılanlardan, yaşadığımız her duruma ve başımıza gelen her şeye rıza gostermemiz gerektiği sonucu cıkarılmamalıdır. Rabbimiz'in ve Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'in razı olmadığı şeyler elbette bizi de rahatsız edecektir. Başta kufr ve Allah TealÂ'ya ortak koşma (şirk) bedbahtlığı olmak uzere her turlu kotuluk ve gunah, rızayla karşılanması şoyle dursun, tiksinti ve urperti veren şeyler olarak gorulecektir. Evet her şey Allah TealÂ'nın takdiriyle olmaktadır ve fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi Yuce Rabbimiz, takdir buyurduğu her şeyden razı olmuş değildir. İslÂm buyukleri burada şoyle bir inceliğe dikkat cekmişlerdir:
Kaza, Allah TealÂ'nın takdir buyurduğu bir şeyin, gunu saati geldiğinde vuku bulması, meydana gelmesidir. Bir de bu kazanın bize yansıma bicimi vardır ki, buna da “makz” denir. Soz gelimi hastalanmamız kazadır. Hastalık sonucunda hamdetmemiz veya isyana suruklenmemiz ise bizim tercihimizle olur; işte bu tercih makzÂdır.
Allah TealÂ'nın takdir buyurduğu kaza-kader konusunda iyi kader-kotu kader diye bir ayrım yapmak doğru değildir. O'ndan gelen her şey elbette guzeldir. Ancak başımıza gelen takdire bizim gosterdiğimiz tepki doğru veya yanlış olabilir. Doğru tepkiye rıza gostermek, yanlış tepkiyi de onaylamamak durumundayız.
Bir diğer husus da şudur: Yuce Allah'ın, riayet etmemiz icin gonderdiği ilke ve hukumlere aykırı bir hadise cereyan ettiği zaman, yani bir isyan veya gunah işlendiği zaman, buna rıza gostermemiz ve bundan hoşnut olmamız soz konusu olamaz. Burada olcu, başımıza gelen hadisenin ilÂhi rızaya uygun olup olmamasıdır.
Eğer Allah TealÂ'nın rızasına aykırı bir olayla karşı karşıya isek, “Allah'tan gelmiştir” diyerek buna rıza gostermemiz elbette duşunulemez. Zira biliriz ki herşey Allah TealÂ'dan gelir; ama kulların da tercih gucu ve inisiyatifi vardır. İyilik yapmak isteyen kula Allah Teal zorla kotuluk yaptırmaz.
Bir yonuyle kader konusuyla doğrudan ilgili olan bu meselede şunu biliriz ki, insanda irade gucu ve tercihte bulunma yeteneği vardır. İnsanın sorumlu bir varlık olması da buradan gelmektedir.
Boylece, rıza ve teslimiyet konusundaki hassasiyetimiz, yeryuzunde adaletsizliğin, zulmun, somuru ve istismarın herhangi bir ceşidini onaylayabileceğimiz anlamını taşımaz.
Kısacası rıza konusundaki olcuyu ancak Yuce Rabbimizin razı olduğu şeyleri “baş-goz ustune” diyerek gonul hoşnutluğu ile kabul ederek ve O'nun razı olmadığı şeyleri butun benliğimizle reddederek muhafaza edebiliriz.
Allah'a aidiz, yine O'na doneceğiz
Yuce Kitabımız sabredenlerin ozelliklerini şoyle zikrediyor:
“Sabredenleri mujdele. Onlar ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘biz Allah'a aidiz ve O'na doneceğiz' derler.” (Bakara, 156)
Evet hepimiz O'ndan geldik. Varlığımız, malımız-mulkumuz, evlad u ıyalimiz, herşeyimiz O'nundur ve sonunda yine O'na doneceğiz. Bu dunya hayatına imtihan icin gonderildiği gerceğini şuuruna yerleştiren mumin, nereden geldiği ve nereye gideceği sorusuna, yaşantısıyla, olaylar karşısında gosterdiği tepkilerle cevap verir. Onun hayatı, adeta yukarıda mealini verdiğimiz ayette gecen ve “istirc” dediğimiz “İnn lillÂh ve inn ileyhi rÂci'ûn” cumlesinin tecessum etmiş şeklidir.
Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, kucuk buyuk demeden başımıza gelen her musibet karşısında bu cumleyi soylememizi tavsiye buyurdu. Hatta Hz . Aişe r. anha Validemiz'in naklettiğine gore, Efendimiz s.a.v. kandili sonduğu zaman bile istirca cumlesini soylerdi. Hz . Aişe r. anha Validemiz, “bu bir kandildir” diyerek istirca cumlesini soylemesini gerektirecek kadar ciddi bir mesele olmadığını anlatmak istediğinde, Efendimiz s.a.v. buyurdu ki: “Mumini rahatsız eden her şey musibettir.” (Ebu Davud)
Evet, muminin hayatı bir yolculuk. Yolun nerede başladığı, nereye cıkacağı belli. Gonlunu fani goruntulerin anaforuna kaptırmadan azığını tedarik etmek zorunda. Herşeyin sahibine guvenmek, O'na dayanmak, O'nunla olmak bu yolculuğu kolay ve başarılı kılacak...
__________________
O'ndan Razi Olmak ......o'nun Rizasini Kazanmak
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- O'ndan Razi Olmak ......o'nun Rizasini Kazanmak