Tasavvuf; ilÂhî takdîre her hÂlukÂrda rız gostererek Allah ile dÂim dost kalabilme mÂrifetidir. Hayatın med-cezirleri ve acı-tatlı surprizleri karşısında, gonul dengesini korumaktır. Varlıkta şımarmayıp yoklukta daralmamaktır. Başa gelen cefÂları, ilÂhî bir imtihan bilip, bunları kendisine bir tezkiye (mÂnevî arınma) vesîlesi kılabilme olgunluğudur. ŞikÂyet ve sızlanmayı unutarak dÂim hamd ile şukreden “guzel bir kul” olabilme mahÂretidir.

MUHABBET, ŞEFKAT VE MERHAMET İNSANI OLABİLMEK

Tasavvuf; maddî-mÂnevî bakımdan kendini ikmÂl etmiş mu’*minlerin, diğergÂm bir gonulle mahlûkÂta yonelerek, onların mahrû*miyet ve ihtiyaclarını telÂfî mes’ûliyetidir. Yaratan’dan oturu yaratılanlara şefkat, merhamet, muhabbet ve hizmetin, tabiat-i asliye hÂline gelmesidir.

TASAVVUF KUR’ÂN VE SUNNET’E UYMAKTIR!

Tasavvuf; Kitap ve Sunnet’le hemhÂl olabilmek, ilÂhî ve nebevî tÂlimatları kalbî derinlikle idrÂk edip hayatın her safhasında yaşamaya calışmaktır.

HÂsılı tasavvuf; Allah Rasûluʼnu aşk ile yakından tanıyabilme, Oʼnun yuce karakter, şahsiyet ve ahlÂkından nasîb alarak, dîni, ozune ve rûhuna uygun bir tarzda, vecd icinde yaşayabilme gayretidir.

Bu nevî dusturlarla tezat teşkil eden ve olcusunu Kur’Ân ve Sunnet’*ten almayan ne varsa -her ne kadar tasavvufa izÂfe edilirse edilsin- bÂtıldır.

O HÂLDE TASAVVUF NE DEĞİLDİR?

Dînin derûnî ve ruhÂnî ciheti, mÂrifet ve takv derinliği olan tasavvufî yonu ihmÂl edildiğinde, geriye kuru bir kÂideler manzûmesi kalır. Bununla birlikte, bilhassa gunumuzde tasavvufî neşveye sahiplik iddiasıyla arz-ı endÂm eden bÂzı cevreler gibi, her şeyi bÂtınî hukumlerden ibÂret gorup dînin zÂhirî hukumleri diyebileceğimiz şerîati hafife almak da, tasavvufun hakîkatinden uzaklığın acık bir gostergesidir.

BUTUN ALLAH DOSTLARININ FEYİZ KAYNAĞI KUR’ÂN VE SUNNETTİR

Ayrıca, butun Hak dostları gibi MevlÂn Hazretleri’nin feyiz kaynağı da şuphesiz ki Kur’Ân ve Sunnet’tir. O, bu hakîkati bir rubÂîsinde butun cihÂna şoyle îlÂn eder:

“Canım var oldukca ben Kur’Ân’ın kolesiyim. Ben Hazret-i Muhammed -sallÂllahu aleyhi ve sellem-’in yolunun toprağıyım. Eğer bir kimse, benim sozumden bundan başka (bu istikÂmetin dışında) en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sozunden de incinirim, tiksinirim.”

Bu beyÂnıyla MevlÂn Hazretleri kendisini acıkca; “Kur’Ân’ın kulu, kolesi; Hazret-i Peygamber’in nurlu yolunun toprağı” olarak takdîm etmektedir. Yani pergelin sabit ayağının dÂim şerîate bağlı bulunduğunu, hayatını Kur’Ân ve Sunnetʼin tÂlimatlarına gore tanzim etmeye gayret gosterdiğini acıkca beyÂn etmektedir.

O hÂlde şerʼî hukumlerle amel etmeden Hazret-i MevlÂnÂʼnın yoluna mensûbiyet iddiÂsında bulunmak, evvel Hazretʼin aziz rûhunu incitecektir.
__________________