PEYGAMBERİMİZİN HİCRET ESNASINDAKİ TEDBİR VE TEVEKKULU
(Tevbe: 40):

Peygamberimiz, Mekke'den Medine'ye hicret esnasında Medine'ye giden kuzey yolunu değil; tam aksi istikamette guneye doğru ilerledi ve Sevr mağarasına sığındı. Efendimiz guney yolunda ilerlemeyi tercih etmişti; zira muşrikler kÂinatın serverini oldurmek icin onun peşine takılmışlardı. Peygamberimiz -tabir-i cÂizse- gemiyi en son terk eden bir kaptan gibi Medine'ye en son hicret edenlerden idi. Onun dışında Mekke'de o esnada birkac zayıf, caresiz mu'minler ve kalbinde nifak bulunan musluman gecinenler dışında kimse kalmamıştı.
Muslumanlar Medine'ye daha once hicret etmiştiler. Muşrikler bu fırsatı değerlendirip korumasız Peygamberimizi bir hamleyle oldurmek istiyorlardı! Ancak Efendimiz cok zeki idi. Duşmanının duşuncesini okuyup algılama ve tedbir alma konusunda eşsizdi. Bu nedenle ani bir manevrayla muşriklerin duşuncelerinin aksi bir yolu tutarak; insanlığa savaş ve mucadele ortamında taktik dersi verdi. Boylece muşrikler, Medine yolunda şaşkına donup, umutlarını yitirirlerken; Efendimiz, Sevr mağarasında uc gun tefekkur alemine dalmıştı. Muşrikler, kÂinatın sevgilisini bulamayınca, iyice kudurdular ve vaz gecmeye de hic niyetleri yoktu! İlk tahminleri olan Medine istikametinde Allah'ın habibini bulamayınca; onu tum Mekke cevresinde aramaya koyuldular. Zira Medine yolunda olmadığına ve Medine'ye ulaşmadığına gore; ya colde bir yerlerde yada Mekke cevresindeki dağlarda yada mağaralardaydı. Kana susamış İslam duşmanları İslam Peygamberini araya araya, nihayet onun saklandığı mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Doğal olarak o esnada Efendimizin canını kendi canından aziz bilen Peygamberimizin hicret esnasındaki yol arkadaşı olan Hz.Ebu Bekir; muşriklerin kendilerini gormelerinden ve Peygamberimize bir zarar vermelerinden korkarak cok endişelenmişti. Fakat Hz.Muhammed AleyhisselÂm Efendimiz, hic sukunetini bozmamış:
لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا"Uzulme! Şuphesiz Allah bizimle beraberdir" (Tevbe:40)
diyerek arkadaşını teskin etmişti.


İşte bu ayet, en caresiz anlarda bile her mu'minin tekrar tekrar zikr'etmesi ve fikr'etmesi gereken bir gercektir!
Rabbimiz, Rasûlullah'ın bu hicret seruveni uzerine Tevbe:40'ı indirmiştir. Bu ayette Hz.Ebû Bekir'den de "arkadaşı" vasfıyla bahis gecmektedir.. Bu cok buyuk bir şereftir! Pek cok vesilelerle Peygamberimizin ashabından vasfen Kur'an'da bahisler vardır. Bu da gosteriyor ki; o ashabın hayatı ve ahlakı -aynen Peygamberimizin ahlakı gibi- Kur'an idi. Rabbimiz şoyle buyuruyor:
"Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmişti. Hani kÂfirler onu (Mekke'den) cıkardıklarında o, (Ebû Bekir'le beraber) ikinin ikincisinden ibaretti. O zaman onlar mağaradaydılar. O esnada arkadaşına: 'Tasalanma, hic şuphesiz Allah bizimle beraberdir' diyordu. Allah ona sekînetini (huzur ve guven duygusunu) indirmiş, onu goremediğiniz ordularla desteklemiş, kÂfirlerin sozunu alcaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise; O, en yuce olandır. Allah mutlak galiptir, yegÂne hukum ve hikmet sahibidir."
(Tevbe: 40)


Şimdi kısaca bu ayeti acıklayalım.. Muşrikler, Peygamberimize ve Muslumanlara, Allah'ın ayetlerini tebliğ edip İslam uzere bir hayat yaşadıkları icin; Mekke'de akıl almaz işkenceler yaptılar ve Muslumanları kendi memleketlerinden cıkıp hicret etmeye mecbur ettiler. Daha sonrasında Efendimiz yol arkadaşı Ebû Bekir ile birlikte Sevr mağarasına sığınmıştı ve Rabbimiz de o iki mubarek insanı muşriklerden korumuştu. Yuce Allah, Peygamberimize o esnada guven duygusu vermiş, icinden korkuyu cıkarıp atmış ve onu huzura erdirmişti. Musluman, Allah'ın yardımına muhtac olduğu anlarda korku nedir bilmez ve cok cesur olur. Cunku o kimse, Allah'ın iradesine teslim olmaktadır; Allah da kulunu yardımsız, kendi haline terk etmez. Bu durum, Allah'ın bir lutfudur. Ayette "kÂfirlerin sozu" ve "Allah'ın kelimesi" tabirleri gecmektedir. Şimdi kısaca bu kelimelerin anlamı nedir, onu gorelim. KÂfirlerin sozu, şirke ve muşrikliğe cağrıdır; Allah'ın kelimesi ise, Kelime-i Tevhid davasıdır. Bir mu'min Tevhid uğrunda, yani bu akidenin tebliğ ve mudafaası icin cehd ederse; Allah onu en zor anlarında bile yardımsız bırakmayacaktır. Allah kendi yolunda mucadele eden kullarının kalplerine huzur, guven ve emniyet duyguları bahşeder, onlara sukunet verir ve yardım eder. Bu yardım şekli dilediği şekillerde olur... Bazen sebepler ile, bazen de goremediğimiz ordularıyla.. Allah irade ve hukmunde mutlak galiptir.


"..Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilmez.."
(Muddessir: 31)
"..Allah emrinde galiptir. Fakat insanların coğu bilmezler."
(Yûsuf: 21)
Hicbir kimse O'nun iradesi karşısında galip gelemez, O'nu safdışı bırakıp, yenemez, iradesinin onune gecemez! O'nun emrini, hukmunu gecersiz kılacak hicbir guc ve otorite yoktur. Hukumleri de hikmetin ta kendisidir. Mesela; dunyada iken bir kimse kendisini hukumran olarak gorebilir ve Allah'ın izin verdiği kadar bir donem hukum ve saltanat surebilir. Ama hicbir zaman onun hukmu hikmet ve adalet ile eşdeğer olamaz! Mutlaka zulum ve tutarsızlık boyutları olur! İnsan aciz, muhtac ve fanidir. Bu nedenle hukum ve kararlarında da acizdir, yanlı ve "ben" eksenli duşunup, iltimaslı kararlar verip; yakınlarına, sevdiklerine karşı duygusal bağlılığı onun duşunce ve hukumlerine de yansıyabilir. Bunun olmayacağını kimse garanti edemez ve mutlak adil olduğunu kimse ispat etmeye muvaffak olamaz. Cunku olmayan birşey ispatlanamaz!

Vahiyden sapanların, Allah'ın iradesine uymayanların zanna uyacaklarını Kur'an bize bildiriyor. Hatta bu insanlar, yeryuzundeki insanların coğunluğu dahi olsa hukumleri ancak zanndır, yalan ve iftiradır!
"Eğer sen yeryuzunde bulunanların coğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. ONLAR ANCAK ZANNA UYARLAR. ONLAR ANCAK YALAN VE İFTİRA EDENLERDİR."
(En'Âm: 116)
"Onların coğu zanndan başkasına uymazlar. Zann ise hic şuphesiz hak olan hicbir şeyin yerini tutmaz. Şuphesiz ki Allah yaptıklarınızı cok iyi bilmektedir."
(Yûnus: 36)

Gorulduğu gibi, vahiyden bağımsız tum fikirler zanndır ve hakkın karşısında hicbir şey ifade etmez. O halde zanna dayalı fikir akımları zulumdur, yalandır, iftiradır, haksızlıktır.. Hatta insanların ezici coğunluğu bir meselede fikir birliğine varsalar; o fikir -Allah'ın irasine zıt ise- o, ancak zanndır ve Allah'a iftiradır. Zaten doğrunun tespiti, coğunluğun duşuncesine gore belirlenmez! Orneğin; Hristiyan bir memleketteki insanların %99'u batıl bir fikir yada sapkınlık uzerinde ittifak etseler; bu fikir birliği o alınan kararı haklı cıkarır mı? Hangi goruşte olursa olsun herkesin hemen "hayır" dediğini duyabiliyorum.. Zira o goruş yada karar mutlak olarak sayısız inancların mensuplarına gore yanlış olacaktır. Herkes takdir eder ki, mecûsi bir toplumda ateş kutsal, Hindistan'da inek kutsal, putperest toplumlarda put kutsaldır.. Her kulturun kendisine gore değer yada değersiz yargıları bulunabilir. Biri diğerine uymayabilir. Oysa Allah'ın hukmu adalettir ve rahmettir. Ve her konuda mutlak hukumran da ancak Allah'tır! O, mahlukata zerre kadar zulmetmez, tutarsız bir şeyi emretmez yada yasaklamaz!

"Şuphesiz Allah insanlara hicbir şekilde (zerre kadar) zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler."
(Yûnus: 44)
Cunku O, yaratıcıdır. Ve ancak yaratıcı olan hem yarattıklarını hem de onların ihtiyacı olan her şeyi bilebilir. Zaten yaratıcı olması, her şeyi bildiğinin bir delilidir! Her şeyi bildiği icin bu akıl almaz evreni ve insanı yaratmıştır. Yarattığı mahlukatı karşısında da asla aciz değil, onlara karşı Kadîr ve Muktedir'dir, onların her halini bilir.
"Yaratan bilmez mi hic? O Latîf'dir (ilmi herşeyin inceliklerini kuşatandır), her şeyden haberdar olandır"
(Mulk: 14)
Allah, her şeyin inceliklerini, gizli, acık olan her şeyi eksiksiz ve yanılmadan bilir, gorur, duyar ve haberdar olur. İlminin sınırı yoktur!
Tevbe:40 "Allah Azîzdir, Hakîmdir" şeklinde bitmektedir. Yani Allah mutlak guc sahibi ve mutlak galiptir, ustundur, kudretlidir. Daha once de acıkladığımız gibi; Hakîmdir; hukum ve hikmet sahibidir. Bu iki sıfatın birlikte belirtilmesinin pek cok hikmetleri vardır. Oncelikle mutlak galip ve mutlak ustun olduğu belirtilerek, hukum sahibi olmaya layık olanın yenilmez, yanılmaz ve mağlup edilemez mutlak kudret sahibi olması gerektiği anlaşılmaktadır ki; O da Allah'tır. Aynı zamanda koyduğu hukme kimse mudahale edemez, karşı gelemez, hukmune itiraz edilemez. Koyduğu hukumlerine isyan edenleri de cezalandırıp hesap sormaya muktedirdir. Rabbimizin izzet, hukum ve hikmet sahibi olmasını boyle anlıyoruz. Yuce Allah'ın ayet sonlarında zikrettiği sıfatlarının birlikte zikredilmesinin hikmetleriyle birlikte anlam derinliklerine mutlaka dikkat edilmelidir. O sıfatların o ayette bahsi gecen konuyla da doğrudan ilgisi vardır.




Rica: Lutfen kaynak gostermeden 'kopyala-yapıştır' yapmayalım! (Yusuf Semmak)



__________________