Hakikatli sevgili

Aşk ve sevgi… Tecellisi gonulde beliren, gonlu muhatap alan duygular... Buna, insanı anlamlandıran beşerî, İlahî ve mecazî boyutta telvinler de denilebilir.

Belki biri diğerinin vasıtası, diğeri otekinin hedefi. Asıl hedefe giden yolda kah temrin, kah oyalanıp aldanma…

Aşk ve sevgi… İcinde mahabbet, alÂka, yakınlık, dostluk, meveddet, muruvvet ve daha pek con insanî hasletlerin gizlendiği dunya… Bazen şefkatin, bazen himayenin, bazen merhametin adı. İlahî anlamda yalnızca bir hedefe, Sevgili’ye bakmak, beşeri anlamda ise aynı hedefe birlikte bakmak…

Sevgililer gunu diye bir icad var artık. Bize dışarılardan dayatılmış bir anlayış… Ve aşkın yalnızca beşeri boyutunu goruyor; başka sevgileri ve sevgilileri de haricte tutuyor. Evet… Varsayalım ki biz de bu mÂnÂda “sevgili” diyeceğimiz kişiyi, can yoldaşımızı hatırlayacağız; onu hediyelerle, ciceklerle hatırlamadan evvel kalbimizde hatırlamaya kim itiraz edebilir?!.. Ustelik bunu bir gun değil, her gun yapmamız gerektiğini ihtara hacet var mıdır?!.. İşte bu daimi hatırlamadır ki bizi ismete, ahlaka, nezahete ve necata goturur. Bu da bizim, canına sevgili arayan behîmî yanımızı yontup sevgili icin can goturen insanî hasletimizi teraziye koyacaktır. Ornek mi istiyorsunuz; beraber okuyalım:

Canı icin sevgili isteyenin hikÂyesi

Vaktiyle bir padişahın cok guzel bir kızı vardı. Garibanın biri onu gormuş ve Âşık olmuştu. Her nereye gitse sevdiğinden bahsediyor, aşkını anlatıyor, sabredemiyor, cırpınıyor, ah cekiyor, halkı kendine acındırıyordu. Ote yandan şehirde haber cabuk yayıldı ve sultan bunu duyunca Âşıkı huzura getirtip,

-Ya ulkemi terk eder gidersin, dedi, ya da kelleni vurdurtacağım, kararını hemen ver.

Zavallı adam, duşundu, taşındı ve gitmeye karar verdi. Sultan ise adamın cevabını duyunca cellatları cağırttı. Vezir dedi ki:

-Hunkarım, neden sucsuz birinin kellesini vurdurttunuz?

-Cunku gercek bir Âşık değildi o, sahtekardı. Eğer gercekten Âşık olsaydı başının kesilmesini secerdi. Eğer başının kesilmesini secseydi, tahtımdan kalkıp onu yerime oturtacaktım.

İhtar: Hayatını sevgilisinden daha cok seven kişi aşk davasına kalkışmamalı.

Sevgili icin can isteyenin hikÂyesi

Vaktiyle bir padişahın cok guzel bir kızı vardı. Uzun saclı bir delikanlı ona Âşık oldu. Geceleri hasretiyle ah ediyor, gunduzleri sarayın kapısını gozluyor, o nereye giderse atının ardından suruklenip gidiyor, koşuyor, gozlerinden yağmur gibi yaşlar akıtıyordu. Bu yuzden sultanın cavuşlarından durmadan eziyet goruyor, dayak yiyor, ama bir kerecik olsun feryad etmiyor, ah demiyordu. Halk bu olup biteni gordukce kah delikanlıyı ayıplıyorlar, kah sultanın insafsızlığına soyleniyorlardı. İclerinden bir tanesi bile delikanlıyı kıza layık gormuş değildi. Nihayet kız, babasına,

-Bu bela niceye dek surecek, dedi; beni bu halden kurtar, artık utanıyorum.

Sultan bunun uzerine o delikanlının tutulup derhal şehir meydanına getirilmesini, orada saclarından bir atın ayağına bağlanıp bedeni paramparca olana dek surukletilmesini ferman etti. Halk, yurekleri parcalanarak meydana toplandılar, goz yaşları toprağı kızıl gullere benzetmekteydi. Ve nihayet sultan da kızı uğrunda can feda edecek olanın halini gormek istiyordu. Herkes hazır olunca bir asker, delikanlının saclarından tutup hazırlanan atın ayağına bağlamak uzere suruklerken aniden kurtuldu ve padişahın huzuruna koşup eteğine yapıştı:

-Ey Âleme adalet veren sultan, dedi; senden bir dileğim var, bir parcacık beni dinle!...

Sultan hışımla karşılık gosterdi:

-Canını bağışlamamı istiyorsan, nafile; şu anda seni oldurtmekten daha onemli bir arzum yok. Sacımdan surukletme, bir anda oldurecek bir yol tut diyeceksen, ahdettim, senin kanını at nallarına ciğneteceğim. Bir zaman icin bana aman ver diyeceksen, bu da mumkun değil, cunku toplanan halka karşı kucuk duşmuş olurum. Yok kızımla birkac dakika olsun yalnız kalayım diyeceksen, onun bir tek tel sacını bile sana reva gormem, artık onun yuzunu goremeyeceksin.

-Hayır, ey her yaptığını guzel yapan sultan, dedi delikanlı, canımı bağışlamanızı istemiyorum sizden. Hicbir an muhlet de dilenmiyorum hatta. Kızınızı bana gostermeyeceklerini de artık biliyorum. Atların ayağı altında suruklenme konusuna gelince, buna da itirazım yok. Benim sizden isteğim tamamen başka.

-Soyle o vakit nedir dileğin?

-Elbette bugun beni oldurecek, at nalları altında hor ve hakir bir halde kanımı toprağa karıştıracaksın. Dileğim o ki beni onun atının ayağına bağlayıp suruklet. Cunku ben o ay yuzlunun yolunda olunce ancak diri olabilirim.

Sultan, onu bağışladı ve kızıyla evlendirip olu gonlune can verdi.

Aşağıdaki satırlar, gercek sevgilerin cazibe merkezi, yureklerin en hassas suveydalara acılan kapısını ve Sevgililer Sevgilisi’nin ruh ve beden yapısını anlatır ki Hakanî Mehmed Bey tarafından yazılan Hilye-i Saadet adlı kitaba gore duzenlenmiştir.

En Sevgili’nin hilyesi...

Sacı fazla uzun olmazdı ve tam kıvırcık denilmeyecek derecede dalgalı idi. Sacını ortadan ayırır ve dort boluk halinde; ikisini omuzlarına, ikisini de kulaklarına doğru bırakırdı. Bazan kulaklarını acıkta bıraktığı da olurdu. Bu saclar, misk gibi siyah renkli ve guzel kokulu idi.

Her iki mÂnÂda alnı acıktı. Bu alın genişce ve buğday renkli idi. Ancak ortasında daima bir nur parlardı.

Yuzu değirmi idi. Ona dikkatle bakılamazdı. Parlak bir cehresi vardı. Ayın ondordu gibi parlardı. Dolgun veya şişman olmadığı gibi kuru ve zayıf bir yuz de değildi. Yanakları ne etli ne de cokuktu. Yuzunun aklığı icinde yanaklarının kırmızısı gÂlip idi. Terlediği zaman uzerine ciğ tÂneleri kondurmuş gulu andırırdı. Ofkesi ve memnûniyeti, yuzunden anlaşılabilirdi. Uzun, ince ve hilal kaşlı idi. Kaşlarının ucunda kıvrım vardı. İki kaşı arasında tuy yok idi ve bembeyaz gorunurdu.

Kirpikleri siyah ve uzun idi.

Gozunde ezelden bir surme mevcuttu. Beyazı katı beyaz; karası kapkara idi. Gozleri geceleyin de gunduz gibi gorurdu. İlahî aşkın eseri bazan gozlerinde kızarıklık oluştururdu. Baktığı zaman karşısındaki kişi nazarına dayanamaz ve gozlerine dikkatle bakamazdı.

Burnu mutenasip idi. İki kaşına yakın olan kısmı bir parca yuksekce idi. Koku almakta cok hassastı.

Ağzı ne cok buyuk; ne de cok kucuk idi.

Dişleri aralıklı olup ust uste değildi. İnci gibi bembeyazdı. Konuşurken on dişleri arasından bir nur cıkar gibi gorunurdu. Gulduğu zaman dişleri dolu taneleri gibi parlardı.

Guluşu tebessumden ibaretti. Kahkaha ile gulmekten hay ederdi. Eğer kahkaha ile gulecek olsa Arş-ı Âl titrerdi. Bu sebeple omru boyunca hic kahkaha ile gulmedi.

Cenesi yuvarlak idi.

Sakalı sık ve siyah idi. Omru boyunca sakalında yalnızca 17 kılı ağarmıştı. Her yeri aynı uzunlukta kesilirdi.

Boynu ve gerdanı bembeyaz idi. Bu boyun, ne uzun; ne kısaydı. Gerdanı cok guzel gorunuşluydu.

Pazuları etli ve beyaz idi.

Omuzları genişti. Uzerinde tek tuk kıllar mevcut idi. Yassı yağrınlı olup yağrının ortası etli idi. Nubuvvet muhru onun iki kurek kemiği arasında ve sağ omzuna yakın bir yerde bulunuyordu. Bu muhur, siyaha calan sarı renkte olup ceyrek altın buyukluğunde bir ben idi. Uzerinde dik duran siyah kıllar var idi.

Beden olarak ince yapılıydı. Vucut yapısının bir benzeri daha yaratılmamıştır. Giyecek olarak en cok beyaz; sonra yeşil rengi tercih ederdi. Yazın ince atlas kumaş; kısın yun giyerdi. Elbisesi asla gosterişli olmazdı. Omru boyunca aynı anda iki elbiseye birden sahip olmadı.

Bir yere yoneldiği zaman bedeniyle birlikte doner, asla başını cevirerek bakmazdı. Başını cevirip bakmak insanı hayasız eylediği icin onun bu tavrı ummetine sunnet olmuştur.

Vucudundaki kemikler irice ve muntazam idi.

Pazusu koluyla; uylukları da ayaklarıyla şekilce birbirine uygun idi. Kuru yÂhut ince olmayıp dolgun idiler. Her azası birbirinden guzel idi. El ve ayak ayaları genişce idi. El parmakları uygunluk icindeydi.

Goğsu ve karnı birbirine uygun ve aynı duzgunlukte idi. Gobeği yuvarlaktı. Goğsunden gobeğine kadar bir cizgi hÂlinde kıllar uzanırdı.

Orta boylu sayılırdı. Goze carpacak kadar kısa; dikkat cekecek kadar da uzun değildi. Orta boylu olmasına rağmen kendisinden uzun birinin yanında el ayası kadar uzun gorunurdu. O kişi yanından ayrılınca yine orta boylu gosterirdi. Boyu selvi misÂli duzgun idi. Bedeninde kıl yok idi. Teni gul gibi kokardı ve yaşı ilerledikce Âdet tazelenirdi. Ne zayıf; ne de etli ve gobekli idi. Her bir parmağı kalem gibi duzgun idi.

Yururken hızlı yururdu. O kadar ki ayakları altında yeryuzu duruluyormuş gibi olurdu. Yururken ona yetişebilmek zor idi. Hayasından yokuş iner gibi onune eğik olarak yurur ve etrafına bakınmazdı.

Yolda birdenbire karşısına cıkıveren kişi ondan heybet duyar ve aciz kalırdı.

Konuştuğu kişiye guzel kokusu siner ve birkac gun cıkmazdı. Bir cocuğun başını okşasa bircok gunler cocuğun kokusundan, ona Peygamberimiz’in dokunduğu bilinirdi. O cocuk, diğer akranları arasında daima fark edilirdi. Konuştuğu her kişi sozlerindeki guzellik ve tatlılık ile onun kulu kolesi olmaya hazır olurdu. Etkili konuşması ile muşrikler Muslumanlığı secerdi. Sozlerinde ruha ferahlık veren bir ed var idi. Asla dedikodu ve malayÂni konuşmazdı.

Kısacası yaratılış ve huyca ne o tam olarak kimseye benzer; ne de kimse O’na benzeyebilirdi.
Bir hadîs-i şerîfte; “Ben en fazla babam Hz. Âdem’e benzerim; peygamberler icinde bana en cok bezeyen de atam Hz. İbrahim’dir.” buyurmuştur.

İskender Pala/Zaman
__________________