Yaptığınız dua icabet saatine gelse ne olurdu? İşte ilginc bir dua ve neticesinde meydana gelen kargaşa..


Bir imam ve muezzin, cÂmilerine getirilen bir cenÂzeyi kaldırdıktan sonra, mezarcıyı da yanlarına alarak aynı kabristanda yatan bir evliyÂyı ziyaret etmişler. Mezarcı, tam ayrılacakları sırada:

- Muhterem hocam, demiş. Bu fırsat, bir daha ele gecmez. Hazır dua ederken, diğer insanlarda olmayan bir şeyi isteyelim.
İmam, Allah’ın verdiği nimetlerin herkese yettiğini ve daha fazlasına goz dikmenin nankorluk sayılacağını defalarca soylemiş ama boşuna. Sonunda mezarcıyı kıramamış ve hic kimsenin goremediği şeyleri gorecek gozlere sahip olmak icin Allah’a niyazda bulunmuşlar. Duaları, icÂbet saatine rasgeldiği icin kabul edilmiş. Ve bunu ilk farkeden de imam olmuş.
İmam efendi, o evliyÂya son bir fÂtiha okuduktan sonra “Âmin” demek icin ellerini havaya kaldırdığında bir de ne gorsun? Gokyuzunde dolaşan koca bir gol, uzerlerine doğru gelmiyor mu?
Rengi bir anda sapsarı kesilen imam, anında kelime-i şahadet getirdikten sonra:
- Hakkınızı helÂl edin kardeşler, demiş. Kulli nefsin zÂikatul mevt. Olmuşlerimiz birazdan bize kavuşacaklar.
Mezarlığın yanından gecmekte olan koy oğretmeni, imamın bu telaşı uzerine başını yukarı kaldırdığında, hareket hÂlindeki bulutları gorup:
- Korktuğun şey, yağmur bulutlarından başka bir şey değil be hocam, demiş. Evet, bir bakıma koca bir goldeki suyu taşırlar ama, onu bir cok yere dağıttıkları icin tehlikeli olmazlar.
İmam efendi, o ana kadar hic kimsenin gormediği şeyleri goren gozlerine mi inansın, yoksa oğretmene mi? Tabi ki hic aldırmamış denilenlere.
İmam, yukarıdaki golun ne kadar dehşet verici olduğunu anlatıp dururken, beli bir haftadır tutuk olduğu icin ancak yere doğru bakabilen muezzin, faltaşı gibi acılan gozlerini topraktan ayırmadan:
- Ustumuzdeki şey gol mudur deniz midir bilmem ama, bir an once yere aksa iyi olacak hocam, demiş. Bastığımız yerin aşağısında koca bir cehennem var. Belki faydası olur sonmesine.
İmam, muezzinin sozu uzerine aşağı baktığında, bu sefer de kıpkırmızı kesilmiş. Erimiş madenlerden oluşan koca bir kazan, ayaklarının altındaki incecik toprak tabakasının altında fokur fokur kaynayıp duruyormuş. Koy oğretmeni, zangır zangır titreyen imamla muezzini sakinleştirmeye calışarak:
- Dunyanın merkezinde magma tabakası vardır, demiş. Ama ilim gozuyle gorulur ancak. Siz maşallah nedense farklısınız.
Bu sozlerden de tatmin olmayan imamla muezzin, topraktan biraz olsun uzaklaşabilmek icin tırmanacak yuksek bir ağac ararken, bir korkuluk gibi hareketsiz duran mezarcıyı gorup meraka kapılmışlar. Muezzin, makinalı tufek gibi takırdayan dişleri arasından zorlukla bir kac kelime cıkartap:
- Yahu mubÂrek, demiş. Bir şey gormuyor musun ki, bu kadar tepkisizsin?
Mezarcı, derinden inleyerek:
- Keşke oyle olsaydı, demiş. Bu yeni gozlerle, uc gun sonra oleceğimi gordum. Şimdiye kadar yuzlerce kişiyi mezara koymama rağmen, kendim icin boyle birşey duşunmemiştim.
Oğretmen, hepsinin deli olduğuna karar verip ayrılmış. Mezarcı ise, gomuleceği yeri de gorduğu icin, kendi mezarına fÂtihalar okuyup ufluyormuş. İmam, sonunda vaziyete el koyarak:
- Anlaşılan haddimizi cok aştık, demiş. Gelin tekrar dua edelim ki normale donelim, yoksa omrumuzun geri kalanını akıl hastanesinde geciririz..
Biraz onceki evliyÂyı şefaatci yaparak tekrar dua ettiklerinde, icÂbet saatinin son saniyelerini yakalayıp eski hÂllerine donmuşler. Ama mezarcı: - Sizler pacayı kurtardınız, diye ağlayıp duruyormuş. İyi ama ben ne halt yerim şimdi?

__________________