İlim
İlim nefsini bilmektir. Nefsini bilince de insan Allah’ını bilir. Marifet ise, şukretmek, sabretmek, razı olmaktır. Bu da amel kısmıdır.
Dunyaya gelmekten maksat da bu iki manayı ele getirmektir.
Ahmed er-Rifai: Nefsi tanımak kulluğun esaslarından biridir. Onu tanıyanlar pek az olduğu gibi tanımayı arzulayanları bulmak da zordur. Allah, her iki dunyada da arife, nefisten daha dar, dehşetli ve kotu bir zindan yaratmamıştır. Kim nefsi, gereği uzere tanırsa onun emirlerine muhalefet eder. Kim de onu tanımaktan gafil olursa o buyuk bir tehlike ile karşı karşıyadır. Onun şerrinden emin olunamaz. Cunku onu tanımayan kimse nasıl olur da ona muhalefet edebilir? Bir haberde rivayet edildiğine gore Allah dunyaya: “Ey dunya, kim bana hizmet ederse, sen de ona hizmet et, sana hizmet edeni ise kendi peşinde koşturarak yor” buyurmuştur. Nefsin haz duyduğu şeylerle meşgul olmak, himmetin manalarından değildir. Nebi (s.a.v), yuksek ve şerefli himmetleri sebebiyle ayetteki “Muhammed’in gozu kaymadı ve kamaşmadı” vasfına sahip olmuştur.
Kul, dunyanın alayişini, rahatını, lezzetini ve şehvetini terketmedikce, halkın guzel davranış, ovgu ve metih vadilerinden aşıp kurtulmadıkca, Allah’a ulaşamaz. Allah, butun bu sayılanlardan uzak kalmayı arzulayan kimseye, bunları birer imtihan vesilesi olarak yaratmıştır. Şayet kul bunlardan herhangi birine iltifat ederse, davasında haksız olduğu ortaya cıkar. Hesap ve husran denizinde boğulup yok olur. Pek cok nimet icinde olan kimseler vardır ki halktan mahcub, sıdktan gafil, nefsi tanımaktan cahildirler. Sabah akşam bir hesap uzere olurlar. Arşın sahibi tarafından hic de beklemedikleri hesaplarla karşılaşırlar.
Hukuk-ı ilahiyyeyi nefsinde icra eder ve kendinden gecip Hakk ile beraber olursan, işte o zaman kendini bilmiş olursun. Cunku “Nefsini bilen Allah’ı tanımış olur” buyurulur.
Eğer halkın hakkını bilip hakkıyla yerine getirirsen yani, buyuklere hurmet, kucuklere merhamet, kotuluk edenlere iyilik, iyilik edenlere guzel muamelede bulunur, halkın Hikmet ehli olanlarının nasihatlerini kabul eder ve kotu sozlerinden uzak durursan, caresizlere yardım edip iktidar sahiplerine ilişmezsen; yani halk senden emin olup cumlesinin emniyyetini kazanırsan, nefsinde husn-i siyasete muvaffak olursun. Ayrıca Cenab-ı Mevla senden razı olduğu halde kardeşlerinle guzel gecinirsin. Bu durumda hem akıl ve hikmet sahiplerinden sayılır, hem de eza ve cefadan kurtulmuş olursun.
Eğer nefsini bilmeyerek cehalette kalır ve halka gerektiği değeri veremeyip onları kusurlu kabul edersen, bu durumda hem kendine yazık etmiş, hem de gazab-ı ilahiye uğramış olursun. Sen, kıvılcımı uzerine sıcratıp kendini yakmaktan, heva ve heves deryasına dalıp boğulmaktan şiddetle sakın.
Seni yoktan var eden Allah’tan sakın. Nefsinin kurtuluşu icin, O’na yardımcı ol. İnsanların yanılmalarına karşı insaflı davran ki, husrandan azade, hesaptan emin olasın ve sevdiklerinden uzak kalmayasın.
Kapılar acılır ve hayırlı kişiler zumresine kavuşulur.
Nefis, insandaki manadır. Tevazu gosterirse yucelir. Şayet kibirlenirse, aksine kıymeti azalır.
Bu alcak nefis, nicin seni boyle zebun ediyor. Boş hayaller uzerine binalar tesis ettiriyor. Nefsin kibir ve gururu, şehvet ipiyle bağlanmıştır. İki zıddın bir arada toplanması mumkun değildir. Nefis oyle bir şeydir ki, batıl fikirlerle feleklerin uc noktalarında cevelan eder. Dengenin tam olması icin de, zillet denizinin diplerine kadar dalıp tenezzul eder. Hak edilmeyen irtifa ne kotudur. Her hangi bir hikmete dayanmayan ve mucerret kotu ahlaktan ileri gelen bir tenezzul, ne fena bir şeydir. Bunu bırakıp irfan kanatlarıyla yuce işlere doğru ucmalı ve dinin edebiyle edeblenip ilmi yakinin gayesine doğru yol alınmalıdır. Hakiki izzet sahibine boylece ulaşılır. Nefsin istek ve arzularına muhalefette bulunulmalıdır. Şehevi isteklere meyletmeyip hep onun zıddına gidilmelidir. Buyuk bir kuvvetle gecelerin karanlığından istifade etmeye calışılmalıdır.
Geceleri uykusuz gecirmeye alışmalıdır, cunku uyku husrandır.
Gunahlara yaklaşmamalıdır, cunku sonu ateştir.
Allah’a ibadet icin geceleri kaim olmalısın ki, Kur’an’ın samimi dostları onlardır. O samimi dostlar, gecenin karanlığı coktuğunde birer ruhban kesilirler. Gaflet sahibi kimseler, gecelerini uykuyla gecirirler. O samimi dostlar topluluğu ise, gecelerini gafletle gecirmezler.
Cahil kimseler, oyun ve eğlence ile meşgul olurlar. Halbuki Allah dostları hep uyanıktır. Onları meşgul etmez ne aile, ne dost, ne kavim ne de kabile. Er kişilerden bahsedilecekse eğer, gercek er onlardır.
İşte onlar, gercekten takva sahipleridir. Onlar, dunya lezzetlerinin hepsini terk ederek alışılagelen adetleri bırakıp sıdk ve ihlasla Mevla’ya ibadet ederler.
Butun ilimlerden bilgilerden maksat, kendi ilmini bilmek ve bu suretle kendi mananın duğumunu cozmektir. Cehalet ise başka duğumleri cozmekle uğraşıp kendininkini cozememektir.
Bunun icin hal hocasının onune oturup onun (illallah) feyzine ayna olan varlığı onunde kendimizi (lÂ) etmeliyiz. Ama biz bildim zannettik, bilemedik.
“Ben sana taatından, hayrat ve hasenatından nazar etmem. Ancak bir gonul sahibinin gonlune girersen oradan nazar ederim.”
İlimden maksat, kamili bulmaktır. Kamilin ise zahiri ilmi olma mecburiyeti vardır. Bu da cok geniş kitlelere tesir etmesini sağlar.
İlim, kendini bilmek icin herşeyi oğrenmeye calışmaktır.
İlim, Allah’ın emir ve nehyini bilmekten ibarettir. Dinin emirlerini oğrendikten sonra size bu zevatın sohbetini butun kalbimle tavsiye ederim. Zira onların sohbeti mucerreb tiryaktir; denenmiş bir ilactır. Butun sermaye onların nezdindedir. Sıdk ve safa, zevk ve vefa, dunya ve ukbadan sıyrılıp Mevla’ya yonelme onlardadır. Bu, guzel kıraatla, ders okuyarak elde edilmez. Bu hasletler ancak ve ancak hali ile ornek olan, sozu ile yol gosteren, hal ile soz arasını cem eden bir arif-i billahın sohbetine devam sayesinde elde edilir. “Onlar Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimselerdir.”(Hz. Rifai)
İlim, yokluğunu gormek ve Hakk’ı tevhid eylemektir. Tevhidden maksat, her yapılan şeyi Allah’tan bilmektir. İşte bu makam sağlam kalpli insanı zuhur ettirir. Amel ise gercek ilmin neticesidir. Amelden maksat, istikamettir. İstikamet her yerde her şeyde Hakk’ı gormektir.
Hz. Ali: “İlmin ednası dilde olanı, a’lası ise insanın her uzvundan tecelli edenidir.
İlim; guzellik, mana inceliği, zarafet, marifet ve san’at gibi ilahi ruhun eseridir yani ilahi ruh vasıtasıyla zuhura gelir.
İlim, gercek sahibimizi bulmak ve bilmek demektir.
İlim insanı irfan sahibi marifet sahibi kılar, her mevcudun Cenab-ı Hakka bir mazhar olduğunu gosterir. Boyle kişiden Hak gozukur. İrfan sahibi icin hayret ve ibretten başka bir şey yoktur.
Fakr ne demektir? Bu oyle bir isimdir ki kemalini bulursa vuslat hasıl olur. Kendinden bir şey kalmaz, Allah tecelli eder.
Fakir denilen kimse herşeye maliktir; ona ise kimse malik olamaz. Binaenaleyh bu mertebeyi bulmak icin insanda havfin manaları zahir olmalıdır.
Havfin yani korkunun uc turlu manası vardır: Biri korku, biri haşyet, biri de heybettir.
Bizim bildiğimiz korku, imanın şartındandır. Haşyet, amelin şartındandır. Heybet ise marifetin şartındandır.
Her turlu cezadan korkmak, nefis makamıdır. Allah’ın cilve ve oyunlarından korkmak, kalp ve huzur makamıdır.
Fakat sır ve şuhut makamının korkusunda, heybet ve azamet vardır ki bu gorgu makamıdır. Resulullah Efendimizin: “Allah’ı herkesten ziyade ben bilir, herkesten ziyade de ben korkarım” buyurdukları gibi, Allah’tan korkan Allah’ı bilenlerdir, dendiği gibi.
Alim ise insan-ı kamil mertebesidir. Aynı zamanda Âlim Allah’ı kaybetmekten en cok korkandır.
Naz mertebesine cıkanlar en az naz edenlerdir.
Hz. Ali: “Oyle alim vardır ki cehli onu katl etmiştir, ilminin kendisine faydası olmamıştır.
Cenab-ı Peygamber şoyle buyurdu: “Ben ilmin terazisiyim, Ali iki kefesi, Hasan ve Huseyin ipleri ve Fatma ibresidir.
Asıl ilim, yokluk ilmi, Allah ilmidir. Zira bu bilgi, bilcumle ilimleri kucaklamıştır. Cehalet, kendinde ustunluk gormektir. Hazret-i Ali buyuruyor ki: Ustunluk gostermek icin ilim sahibi olma! Bazı ilimler vardır ki neticesi cehildir. Bazı cehil vardır ki neticesi ilimdir.
Hz. Ali: Dinin kıvamı dorttur: İlmini kullanan alim, oğrenmekten cekinmeyen cahil, vergisini esirgemeyen comert ve ahiretini dunyasına değişmeyen fakir.
Sokrat: “Bildiğim bir şey varsa hicbir şey bilmediğimdir”, diyor. Fakat bu cehilden maksat, Hakk’a karşı acz ve yokluğa ermiş kimsenin cehlidir.
Allah’ın kudret ve kuvvetine karşı ummi de olsan alim de olsan musavidir. Fakat elbette ki bir kamil kişinin zahir bilgilere de sahip olması lazımdır. Zira irşad hususunda bir ummi şeyhle, dunya ilimlerine de aşina olan bir şeyh, aynı liyakat ve kudreti haiz değildir. Murşit, kutleleri zamanın seviyesine gore uyandırma yollarını bilmelidir.
Zahir bilgileri kazanmak da yine Allah’ın bir ihsanıdır. Husameddin Celebi’nin muhterem ceddine vaki olduğu gibi, bir anda da o zahir ilmine aşina ediverir. Mulk suresi 1. ayette buyurulduğu gibi: Ve huve al kulli şey’in kadir, yani Allah her şeye kadirdir.
Herkese kendi aklının yettiği mertebeden soyle, senin aklının yettiği mertebeden değil... buyuruyor Efendimiz.
İlim, kendini bularak Allah’ı bilmektir. Allah’ı bilmek, ilmi icra etmek yani kullanmaktır. İlmi kullanmakta amel etmek demektir.
Boyle bir ilme sahip olmak icin once ruhu ayıplardan ve fenalardan temizlemek gerekir. Cunku ayıp ve noksan oldukca ilim elde edilemez. Yani kendi hakikatine kavuşamaz. İlim elde edilmedikce Allah’a kavuşulamaz.
Cumlenin bilgi ve ilimleri o ilahı ilmin deryası icinde, damla denize karıştığı gibi fanidir. Binaenaleyh kendi ilmini Hakk’ın ilmi deryasına karıştırıp cahil olan kimsenin cehli, hakiki ilimle beraberdir.
İlim ve amel belî davasını ispat icin birer şahittir. İlim amelsiz, amelde ilimsiz değerini kaybeder cunku ispat iki şahitle olur.
İlim ve marifet birliği kulli aklın ve bunun doğurduğu fikrin aydınlanmasını sağlar. O zaman her şeyin ic yuzu aşikar olur yani, gonul gozu acılır. Hz. Ali’nin buyurduğu gibi: Kalbin hayatı ilimdir, kazanınız; olumu ise cehildir, sakınınız!
Eflatun: “Bilmek demek evvelce bilinen şeyi hatırlamak demektir” diyor. Yine Sokrat der ki: “İlmin başlangıc noktası cehil olamaz. O halde bilinecek ve hatırlanacak olan şey ilimdir.”
İlimler ikiye ayrılır: Maddi ve ledun ilmi. Ledun ilmi kadere, kaza sırlarına ve manevi ilimlere denir. (Allah ilmi, batın bilgisi veya Hakk’ın sırları ve keşifleri ilmi de denebilir.)
Şeyh Mustafa Efendi:
- Malum a, evliyaullah satırda değil (eliyle goğsunu gostererek) onların ilimleri işte burada, sadırda imiş!
- “Evet oyle şeyh efendi... Nefis uzerine, bayağı, bizim bildiğimiz masiva satırını basmayınca da o ilim hasıl olmuyor. Ne satırda, ne sadırda... İll nefis ustune indirilecek satırda...”
- O cihet bana ağır geliyor.
- İşte bu da, l ilÂhe illallah demeyi bilmekle l ilÂhe illallah’ı bilmekle olur. Nefse satırı vurmayınca birşey hasıl olmaz. Ne sadırda ilim olur ne satırdaki ilim anlaşılır.
En buyuk ilim l ilÂhe illallah ilmidir. Bundan maksat, bitmez tukenmez manayı oğrenip kendi mevhum vucudunu l ilÂhe’ye atıp illallah’ı ispat etmektir. Cunku en buyuk ilah kendi nefsimiz olduğu icin yalnız Allah’ın varlığını ispat eden nefsi yok kılmaktır.
İlim de istidat ve irfan gibi insanın ruhunda mevcuttur. Fakat acığa cıkması icin zaman ve eğitim gerekir.
İlim sahibi failin Allah olduğunu bilir.
“İlim bir noktadır, onu cahiller coğaltmışlardır” buyuruyor Hazret-i Ali. Bu gorduğumuz alem, bu varlıklar, hep bir noktanın zuhurundan ibarettir. Ancak, o noktayı halka anlatabilmek icin de behemehal teksir etmek, coğaltmak icab eder. Herkes o noktadan anlar mı? Mesela benim zihnimde bir hikaye var. Onu gazetede neşr etmek istiyorum. Fakat hikayeyi yazacağım yerde, kağıda bir nokta koyup gonderiyorum. Gerci bu nokta ile hikayemi, kendime gore ifade etmiş oldum. Fakat herkes tarafından anlaşılması icin mutlaka o noktanın tafsil edilmesi yani hikayenin yazılması lazımdır.
İlim ve amel sahibi kişi istikamet uzeredir. İstikamet Allah’tan başka istek ve arzusu olmamaktır. İlmin sonucu Allah’ı birlemektir. Amel ise birliğin manasını hal edip iş olarak gostermektir. Bu da ancak aşk ile olur. İlmin uzerine aşk gelirse hal zuhur eder. Aksi takdirde vazife olur.
Aşıkların hekimi Allah’tır; Allah’la olanın yardımcısı yine Allah’tır.
Yalanı zeka diye addetmek, buyuklere hurmeti budalalık, kucuklere şefkati zahmet telakkisiyle terk etmek yanlıştır.
Maddi ilimler insanı gercek insan yapmaz.
İlmullah yani Allah ilmi insanı Allah’a yaklaştıracak amellerin başında gelir. Bin rekat namaz kılmaktan bir dem kamil insanla sohbet etmek daha hayırlıdır. Yani ilimsiz amel işe yaramaz. Hatta kamil insanla sohbet Kur’an okumaktan hayırlıdır. Cunku Kur’an’ın tefsiri kamil insanın manasında ve ilminde gizlidir.
Batılı ilim adamlarına gore ilim, hadiseleri tahlil ve izah etmektir. Yani yalnız gordukleri, işittikleri şeylere inanırlar. Buna da pozitivizm denir. Halbuki bugun bilinmektedir ki gorulen hic bir şey doğru değildir. Hakikatte ne renk vardır ne ışık. Sıcak ve soğuk kişinin yaratılışına gore hissedilir. Alem yalnız hareketten ibarettir. Etrafımız gozle gorulmeyen ışınlar ve su buharı ile doludur. Bunu bilen o devrin ilim adamlarından Pasteur “Bilim alemi icinde attığım her adımda cehaletimin derecesini anlayarak daha da mahcup oluyorum” demiştir.
Tasavvufa yonelmiş bir bilim adamı Bergson ise maddeyi anlayabilmek icin manevi bilgiye ihtiyac olduğunu duşunerek “Butun ile parca mahiyetce aynı şeydir” diyor. Yani “Nefsini bilen Allah’ını bilir” hadis-i şerifinde olduğu gibi.
Pascal ise “Sus be ahmak akıl” demekle insanı gorduğune duyduğuna değil gonlunde hissettiğine inanmaya cağırır.
Mesela yalnız ilmine guvenen Darwin icin Allah’ın cevabı, en sevdiği oğrencisi S. Spencer’in dinin kıymetleri karşısında baş eğen kitaplar yazmış olmasıdır.
Bergson’a gore akıl gonul uzerinde teftiş kuramaz. Allah’ın zat makamını anlayabilmek icin aklı bir tarafa bırakmak şarttır.
Yunan felsefesinde ilk defa Socrat insanın kendine bakarak dunyanın hadiselerini anlayabileceğini oğretti. Gonul bilgisinin kitabı yoktur. Yunus’un dediği gibi:
Dort kitabın manasın okudum hasıl ettim
Aşka gelince gordum bir uzun hece imiş
Bununla demek istiyor ki: Dort kitabı okuyup manasını anlayan bile bundan bir mana cıkaramaz. Nihayeti olmayan; insanın omrunde değil, kainatın omrunce suren uzun bir hece... Butun manalar bu hecenin icinde olduğu halde manası belli değil... Cunku bunun dili hal dilidir. Buna ledun ilmi batın ilmi isimleri de verilir.
Kingsford ise gonul ilmini şoyle tarif eder: “O, bir ilim, bir felsefe, bir ahlak ve bir mezhep değildir. Belki batın ilmi, ilim, felsefe, ahlak ve mezhebin kendisi olup, diğer butun bilgiler, felsefeler ahlaklar, dinler onun bozulmuş şekilleri veya değiştirilmiş ifadeleridir.”
Eflatun da: Yuksek bilgiler kitaplarda bulunmaz. İnsanın, onları kendi kalbi hazinesinden pek ince bir tefekkurle cıkarması ve mukaddes ateşi kendi zati menbaında araması lazımdır; bunun mektebi yoktur; bu ilim insana Hak tarafından ihsan olunur, der.
Gayesi Allah’ı bilmek olan gonul ilminin ilk neticesi de, nefsin ıslahıdır. En onemli adım da dunyaya olan sevginin azalmasıdır. Hocasız anlaşılacak bir ilim değildir. Gonul ilminin hocası iradeyi aşkla kuvvetlendirir. Maddi ilim iradeyi kuvvetlendirmez. Oğretmenler bu işi kerametle değil istikametle becerirler. Butun bu anlatılan ilim aslında Kur’an-ı Kerim’de vardır. Ama ilk once Ruh-u Muhammedi yaratıldığı icin bu mana bazen batılı filozoflardan zuhur etmiştir.
İlmin neticelerinden bir tanesi de hikmet makamıdır. Hikmet, kulun Hak’la soylemesi Hak icin iş gormesi ve sadece Hakkı istemesidir. Hakkın sevdiğini ister, Hakkın sevdiği ameli işler ve Hakkın sevdiği lafı konuşur.
Bir kimseyi asrın allÂmesi de gorsen, onun zahirde olan ilim ve marifetine bakmayıp, Allah’la ve halk ile olan ahdine vefa edip etmediğine bak. Cunku ilim kabuk gibidir; ahde vefa etmek de o ilmin ozudur.
Ey akil, sakın surete bakma! Cunku cinsiyet yani aynı manada olma sırrı surette değildir. Suret, taş ve toprak gibidir. Camidin, cinsiyetten haberi yoktur. Cinsiyet, mana cihetiyle kalblerin birbirine benzemesi, ruhların ezelden bilişikli olması ve akılların yekdiğerine uygun bulunmasıyla olur. Yoksa, surette aynı cinsten olmanın faydası yoktur.
İlme sahip olmanın zekatı, ilminden başkalarına ihsan etmektir. Ama ozellikle mana ilmini ehli olmayana verirsek Muhiddin-i Arabi’ye gore ilmin hikmetine zulm etmiş oluruz. Ehlinden sakınırsak hikmetin ehline zulm etmiş oluruz. Hz. Mevlana ise: Cevheri kotu olan kimseye ilim vermek yol kesicinin eline kılıc vermek gibidir buyuruyor. İlimde zekatın en derin manası ise o ilmi Allah yolunda kullanmaktır.
Bir sÂlik bilmelidir ki gerek ilim ve irfan, gerek lokma, gerek ten ve can Hak yolunda sarfedilmelidir.
Vahiy de bir ilimdir. Fakat ilahi ilimdir. Cenab-ı Hak tarafından kalbe gonderilir. Ekseriya bir luzum uzerine veya cevap olarak veyahut bizi terbiye etmek icin gelir. Turlu şekillerde, harfsiz, sessiz, vasıtalı ya da vasıtasız ya da ruya ile gelir.
İlham, şeytani ve meleki de olabilir. Vahiy yalnız melekidir.
Hayat, kalbin cehil olumunden kurtulup ilimle hayat bulması, ikilik ve keşmekeşten arınıp, himmetini bir araya toplaması ve icindeki karışıklıktan kurtulmasıdır.
Her dirinin diriliğinin alÂmeti hareket etmesidir. İlimle hayat bulan bir kalbin alÂmeti de Hakk’ı istemekte hareket eylemesidir. Cehil ile olu kalp, olu gibi sÂkin olur. Yalnız nefsinin hazları icin canlanır.
Allah’ı zikretmeyenin manevi ilmi ve irfanı dardır.
İbadet mutlaka ilimle olmalıdır aksi takdirde faydasızdır. Bilerek bir kere Allah demek cehl ile bin defa Allah demekten evladır. İlim demek kitapları yutmak değildir. İlimden maksat, insanlık ve irfandır.
İrfansız ve bilgisiz olarak sabahlara kadar tekkelerde zikretmişsin ne fayda? SemÂhÂneye bir gramofon koysan, hem zikri hem şeyhinin sesini istediğin zaman sana tekrarlar. Ama onda irfan, ilim ve muhabbet ne arar?
Mana ilmini, sahibini bulmak, murşidi bulmak cennetteki ağaclardan birini bulmak demektir.
İlim sahibi hikmet sahibi olmayabilir. Musa bir peygamber iken Hızıra muhtactır.
Allah ilminin esası Hz. Muhammed’dir. Bu manaya giriş Hz. Ali’dir. Hz. Ali makamı murşid-i kamildir.
İlmin en ust derecesi ilimsizliktir.
İlmin lezzeti ile yetinip amelin acılığını tatmadan kemale erilmez. Ancak aşıklar acıyı acı bilmediklerinden o acılığını lutf-ı rabbani icinde kabul edip muteessir olmazlar.
Ken’an-er Rifai Hazretlerine gore: İlme olan meyil insanı tasavvufa meyleder. Eğer yalnız bir tanesine meyil ettiriyorsa yetersizdir. İlimle tasavvuf ihtiyacını birlikte duymuş olanlar hayatlarını bu iki anlayışın ortasını bulmaya sarfetmişlerdir. Heraclite ve Eflatun gibi.
Ruhu terbiye ile memur olan kişinin karşısındaki talibi aklen de tatmin etmesi gerekir.
Hz. Mevlana buyuruyor ki: Karşıma fazıllar, alimler, akiller ve cok bilen iyi duşunen kimseler gelsinler de onlara guzel, ince ve garip şeyler arz edeyim, diye tahsiller ettim ve ilimde turlu zahmetler cektim.
__________________
İlim
Dini Sohbetler0 Mesaj
●26 Görüntüleme