İnsanî ozellikleri hırpalayan ve insanı bazen canavarlara rahmet okutacak kadar alcaltan bir his var: Duşmanlık
Toplumda coğu kimsenin bu hisse mağlup olduğunu ve ic aleminin surekli bir calkantı icinde bulunduğunu goruyoruz. Bu tehlikeli sonuca cıkan nice yollar mevcut. Bunlardan sadece birkacı: Dunya sevgisi, menfaat catışması, haset, kıskanclık, kibir …
Ben bunları sayarken aklım bir noktaya takıldı: Bu his insan ruhuna nicin verilmişti? Her halde bu saydığım kotu sonucların doğması icin değil.
İnsan ruhuna işlenen her duygunun, her hissin birer ilÂhî ihsan olduğu muhakkak. Şu var ki insanoğluna “cuz’i irade” verildiğinden bu cok ceşitli ve zengin sermaye, doğru yolda kullanılabildiği gibi, yanlış sahalara da yonlenebiliyor.
İnsanların duşunce ve davranışlarındaki farklılık yanında ahiretteki saadet ve azap menzillerindeki ceşitlilik de hep bu sermayenin şoyle veya boyle kullanımıyla ortaya cıkıyor.
Gorme duygusunun “kÂinattaki ilÂhî sanatları seyretme” yahut “haram sahaları dolaşma” şeklinde iki ayrı kullanım sahası olduğu gibi, insandaki her bir manevî cihazın da boyle doğru ve yanlış kullanışları, serbest ve yasak bolgeleri var. Bunların tamamını burada sayacak değilim. Sadece “sevmek ve duşman olmak” uzerinde biraz durmak istiyorum
İnsanın gorme, işitme gibi “zahirî duyguları” yanında bir de “batınî duyguları” var. Bunlardan ikisi konumuzla yakından ilgili: Kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye; yani menfaatı celb etme ve zararları def etme duyguları.
Her ikisinin de yerinde kullanılmaları kalp alemine buyuk bir huzur ve kazanc getirirken, yanlış istimalleri de yine buyuk zararlara yol acıyor.
İradesiz ve isteksiz bir insan duşunulemeyeceği gibi, ofkesiz, gazapsız insan da duşunulemez. Burada karşımıza İslam’ın şu temel hukmu cıkıyor: Allah icin sevmek ve yine Allah icin duşman olmak.
“İlahi ahlakla ahlaklanma”nın bir yonu de bu olsa gerek.
Allah icin sevmenin olcusu Allah’ın sevdiği kimseleri, O’nun razı olduğu işleri ve halleri sevmektir. Başta iman, salih amel ve takva olmak uzere guzel ahlakın butun şubelerini hayatına mal etmeye calışan kişi, Allah icin sevme yolundadır.
Gazap kuvvesini de bunun aksi olarak duşunmek gerekiyor. Allah icin duşman olmanın gereği de, iman ve inanc duşmanlarına karşı ofke duymak, onlara kalben olsun duşmanlık beslemek, ayrıca başta kufur ve şirk olmak uzere butun batıl inancların ve kotu huyların da karşısında olmak, onlardan nefret etmek ve uzak durmaktır.
Burada akla bir soru geliyor? Bu kotu huyları ve yanlış inancları taşıyanlara daima duşman mı olacağız? Onlara her zaman ve her ortamda duşmanca mı davranacağız?
Bu sorunun en guzel cevabını Nur Muellifinin şu veciz ifadesinde buluyoruz:
“Bir adam zatı icin sevilmez, belki muhabbet sıfat veya san’atı icindir.” Munazarat
Bu ifadeden hareketle şoyle diyebiliriz:
“Bir insana zatı icin duşman olunmaz, duşmanlık onun kotu sıfatları icindir.”
MeselÂ, sahtekÂr insanları sevmeyiz. Burada nefretimiz sahtekÂrlık sıfatınadır ve onun bir sonucu olarak da o ozelliği taşıyanadır.
İyi olsun, kotu olsun butun insanlar zatları itibariyle Allah’ın kuludurlar, O’nun eseridirler. O’nun isimlerinin tecelli mahalleridirler. Nefislerine ve şeytana uyarak bu guzelim eseri kufur ve isyanda kullanıyorlarsa, biz o eserlere değil, onların yanlış kullanımına karşı olacağız.
Butun peygamberler kotu yolda olan insanları ıslah icin gonderilmişlerdir. Eğer o kotu kişilere zatları icin duşmanlık besleselerdi, onlara hakkı tebliğ etmeleri ve bu kişileri batıldan men etmeye calışmaları gerekmezdi. Demek ki, Allah, kendi yolunu terk edip nefsine ve şeytana uyan kullarının kurtuluşlarını istiyor ve bunun icin peygamberler gonderiyor, kitaplar indiriyor.
O halde, birisine duşmanlık beslerken cok iyi duşunmemiz gerekiyor. Mulk Allah’ın olduğuna gore, biz bir insana duşman olurken Allah’ın bir kuluna, bir eserine duşman olmuş oluyoruz. Allah’ın bundan razı olmayacağı muhakkaktır. Oyleyse duşmanlığımız o şahısların zatlarına değil, kotu sıfatlarına olmalı. Onları taşıyanları ikaz etmeye ve kendilerine doğruyu bildirmeye, guzeli gostermeye calışmalıyız.
Şu var ki, o kimseler yanlış inanclarını ve bozuk hayat duzenlerini sadece yaşamakla kalmayıp diğer kulları da bu tehlikeli yola sevk etmek icin caba gosteriyorlarsa, yani doğrudan imana ve ahlaka cephe almışlarsa artık onlar Allah’ın kulu olma şerefini terk edip şeytana asker olmuşlardır. Ve bizim, şeytana duşman olduğumuz gibi onlara da duşman olmamız ve insanları onların şerrinden korumak icin gayret gostermemiz imanımızın gereğidir.
Bu noktaya kadar duşmanlık uzerinde durduk. Biraz da sevgiden, muhabbetten soz edelim. Yeniden Ustad Bediuzamanın vecizesine donelim:
“Bir adam zatı icin sevilmez, belki muhabbet sıfat veya san’atı icindir.” Munazarat
İnsanın taşıdığı sıfatlar iki gruba ayrılıyor. Birisi yaratılışında kendisine ihsan edilen ozellikler. Diğeri de kendi iradesi ve gayretiyle kazandığı bilgiler, beceriler, faziletler. Nedense, birinciler coğu zaman hatıra gelmez de ikincilere bakılır ve onlardan soz edilir.
Bilgili insanları severiz, burada sevgi bilgi sıfatınadır, dolayısıyla da ona sahip olan insanadır. Alcak gonullu insanları da severiz. Burada da sevgimiz tevazu sıfatınadır. O sıfatı taşınlar da dolayısıyla sevilirler.
İnsana kendi iradesi dışında bir ilÂhî ikam olarak takılan sıfatlara gelince, bunların başında “o insanın Allah’ın en mukemmel eseri olması” gelir. Allah her eserini sever, her canlıya rahmet ve merhamet eder. Ancak en mukemmel eserini, bir başka deyişle, isim ve sıfatlarına en fazla ve en ileri derecede mazhar kıldığı mahlukunu daha fazla sever. O halde insanı Allah’ın eseri olarak gormek ve onu oylece sevmek de Allah icin sevmenin tarifine girer.
Nur Kulliyatında gecen şu cumle konumuza ışık tutuyor: “Hem, bu gorduğunuz ihsanat ile size muhabbetini gosteriyor. Siz dahi itaat ile Ona muhabbet ediniz.” Sozler
Gozumuz ve kulağımız, elimiz ve ayağımız bize birer ihsan olduğu gibi, beden hanesinde misafir edilen ruhumuz ve ona takılan aklımız, hafızamız, hayalimiz, his dunyamız da hep birer ilÂhî ikramdır. Ve butun bunlar Allah’ın bize olan muhabbetini gosteriyorlar. Bizim de oncelikle O’nu sevmemiz aklın ve vicdanın gereğidir. Ancak bu muhabbetin bir olcusu, bir gostergesi olmalı. Bu da “itaat” olarak karşımıza cıkıyor. Nitekim şu ayet-i kerime bu konuda bize buyuk bir ufuk acıyor:
“(Resulum!) De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın…” Âl-i İmran, 31
Allah’ı boylece seven bir insanın kalbinde O’nun kullarına ve diğer mahluklarına karşı da bir sevgi hissi uyanır.
Kardeşimizi nicin severiz? “Aynı anne ve babadan geldiğimiz icin.” değil mi?
Butun varlık alemini Allah’ın birer eseri olarak gorme şuuruna erdiğimiz olcude onlara karşı ulvî bir muhabbet taşırız. Aksi halde, kendimizi de onları da mustakil varlıklar olarak gorur ve onlara menfaat olcusuyle nazar ederiz. Fayda gorduklerimizi kendi nefsimiz icin severiz, diğerlerinin ise yuzune bile bakmayız.
Teknolojinin bu kadar ilerlemesine rağmen, insanlarımızın birine karşı bu kadar yabanileşmesi, birbirinin etini yemeye can atarcasına menfaat kavgası vermeleri hep bu şuurdan mahrumiyetin acı sonuclarıdır.
Gunumuzde coğu zaman sevgilerin de duşmanlıkların da nefis eksenli olduğunu goruyoruz. Nefis ise doymak bilmiyor, kavgalar da boylece surup gidiyor.
“Ben nefsimi temize cıkarmıyorum. Cunku, nefis daima kotuluğu emredendir. Meğer ki, Rabbimin merhamet edip koruduğu (bir nefis) ola.” Yusuf Suresi, 53
Butun insanlar, nefisleriyle surekli bir carpışma halindeler. Şeytan onlarla durup dinlenmeden uğraşıyor. Bu harp meydanında cok şeyler kırılıp dokuluyor; nice sevgiler eziliyor, nice insanî değerler harap olup gidiyor.
Hal bu merkezde iken, bu asrın cirkef ortamında insanlarımızın melek gibi tertemiz, saf ve lekesiz olmasını beklersek yanılırız. Kalpleri iman nuruna kavuşmuş insanlarımız bile asrın esintilerinden az cok etkileniyor, birtakım kotu hislere mağlup duşebiliyor ve hatalı davranışlar sergileyebiliyorlar.
Bu kişiler, harpte olumden kurtulmuş ama cok yerinden nice yaralar almış kimseleri andırırlar. Onların yaralarına bakıp imanlarını onemsememek buyuk bir hatadır. İman en buyuk şeref, en ileri ustunluktur. Ehl-i sunnet itikadına gore buyuk gunah işleyenin kÂfir olmaması, en buyuk hataların bile iman guneşini perdeleyemeyeceğini acıkca ders verir.
Oyleyse, Nur Muellifinin, “Mu’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı icin yalnız acır. Tahakkumle değil belki lutufla ıslahına calışır” (Mektubat) sozu kulaklarımızda daima cınlamalı, idraklerimizde surekli yankı bulmalı. O zaman duşmanlıklar yerini acımaya terk edecek ve aramızdaki sevgi ve muhabbet buyuk olcude zedelenmeyecektir.
***
Bazen hisler araya giriyor, nefis işi karıştırıyor, habbe kubbe yapılıyor ve sevgiler yerini duşmanlığa terk ediyor. Halbuki, Allah icin buğz etme (duşmanlık besleme)” dusturunca bir davranış İslam’da ne olcude yasaklanmışsa ona o kadar karşı olmak gerekiyor. Mesela, bir iş İslam’da mekruh ise yani kerih goruluyor, cirkin bulunuyorsa, biz de o işi cirkin gormeliyiz. Hududu tecavuz edip mekruha haram muamelesi yaparsak muhatabımıza zulmetmiş oluruz.
Geliniz, “adavete adavet, muhabbete muhabbet” edelim, Yani duşmanlığa duşman olalım ve sevgiyi sevelim. O zaman hem kendi ruh iklimimizde hem de toplum hayatımızda huzur ve saadet ciceklerinin actığını goreceğiz.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
__________________